K.K.göre T.C.D.Bekâsı hakkında bir analiz
1 K K göre T C D Bek âsı hakkında bir ANALİZ Prof Dr Hayreddin Karaman’ın, 07 -Kasım -1999 Pazar günkü “Dinde reform talebi” yazısı nın ve Sayın Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ının , Dünyâ Kadınlar Günü Programı’ndaki konuşmasında, Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esâslarına göre konuşmalar yapan ilim adamlarını ta’n ederek "İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız Beni birçok hoca efendi tefe koy acak, o ayrı mesele Rabbim bizi tefe koymasın” sözlerinin yanlış anlaşıldığını dile getirerek 09 -03 -2018 günü saat 15 56 da y ukarıdaki “İslâm’ın g üncelle nme si gerektiği ” sözlerine açıklık getirmesi hakkındaki sözlerinin, Fıkıh Usûlü İlmi yönünden değerlendirilmesi Hayreddin Karaman Dinde reform talebi: 07 Kas 1999, Pazar Dinin, âlimler (müctehidler, müfessirler) tarafından ilâhî/kutsal metinler yorumlanarak ortaya konan talepleri ile toplumun ihtiyaçları arasında bir uyumsuzluk, bir çatışma meydana geldiğinde probleme çözüm üretecek olanlar yine âlimlerdir İslam tarihinde, bu mânada çözüm üretme, ârızayı giderme, gerekli ıslahat tekliflerini oluşturma işine ve çabasına "ictihad" ve "tecdîd" denilmiştir Lüğat mânası "olanca çabayı sarfetmek" olan ictihad yeniden yorumlamaktır; eskimiş, işe yaramaz olmuş veya başkalarına ait olduğu için müctehidi bağlamayan ictihadların yerine yenilerini koymaktır İctihadda değişen dinin nasları değildir; ictihad yoluyla yeni veya deği şik bir Kur''an, buna benzer bir sünnet üretilmez, üretilen ve değişen ictihadlardır, âlimlere ait anlayışlar, yorumlar, kıyaslar, değerlendirmeler ve fetvalardır Lüğat mânası "yenilemek" olan tecdidin tarihte gerçekleşen biçimiyle tanımı, dinden sapmalar ı düzeltmek, ferdin ve toplumun hayatına yerleşen dine aykırı inanç, tutum ve davranışları (hurtafe ve bid''atları) ayıklamak, gerçek İslam''a göre toplumu ıslah etmektir Tecdid hareketinin de amacı 2 dini değiştirmek değil, ondan sapan, uzaklaşan toplumu değiştirmektir, eğitim yoluyla ıslah etmektir XVI asırda Luther tarafından daha ziyade Katolik Hristiyanlığına karşı yapılan reform (yeniden şekillendirme, düzeltme, ıslah etme) hareketinin sebepleri ve gerekçeleri İslam için sözkonusu değildir İ slam''da Allah tarafından vahyedilmiş ve bozulmamış bir kitap vardır ve bu kitap tektir, Allah ile kul arasında "ibadette, tövbede, bağışlamada " bir aracı yoktur, diğer insanlardan farklı bir ruhban sınıfı, hata etmez, yanılmaz bir papa mevcut değildir, Katolik Kilisesi''ne benzer bir otoriteli teşkilat da yoktur Kur''an birçok dile tercüme edilmiştir, onu asıl dilinden veya tercümesinden okumak ve yorumlamak belli bir sınıfın tekeline verilmemiştir; herkes gerekli bilgileri elde edebilir ve bilgisi ola n da okur, anlar, yorumlar, uygular Hristiyanlık''ta reform sayesinde elde edilmiş bulunan sonuçların önemli ve gerekli olanları İslam''da zaten var olduğu ve İslam farklı özellikler taşıdığı için bu dinin reforma ihtiyaç yoktur, ictihad ve tecdid, ihtiya cı karşılamak için yeterlidir İctihadı âlimler yapar Devlet başkanı da Müslüman, ilmi ile âmil (dindar) bir âlim olursa ictihad yapabilir Yapılan ictihad yalnızca sahibini bağlar Başka müctehidleri bağlamaz Yeterli bilgi sahibi olmayan müminle r ise diledikleri bir âlimin (müctehidin) ictihadını (mezhebini) benimser, din bilgisini bu yoldan edinir ve dinlerini yaşarlar Sivil kesimde (fetva alanında) İslamî devletin belli bir ictihadı dayatma, ona zorlama selahiyeti yoktur Kamu alanında, devlet işlerinde ise farklı ictihadlar arasında seçim yapma, bunu kanunlaştırarak kamu hayatında kullanma selahiyeti ülü''l -emre (yöneticilere) verilmiştir Laik bir devlette, kendisi müctehid olmayan, danıştığı kimselerin de selahiyet ve niyetleri tartı şmalı bulunan bir devlet başkanının, İslam dini için adını koymasa bile bir reform projesi üretme teşebbüsünü, yukarıda özetlediğim gerçekler ve sabit kurallar açısından değerlendirdiğim zaman garip, tutarsız ve çelişkili bulduğumu ifade etmeliyim Laik de vlet bir yana İslâmî bir devletin bile tek tip bir yorum paketini resmileştirip müminlere dayatma 3 selahiyetinin bulunmadığı yukarıdaki açıklamalardan anlaşılmış olmalıdır Kur''an''dan 230 âyeti değil, bir âyeti bile yürürlükten kaldırmak beşerin selahiyet i dışındadır Bir âyetin yürürlüğünü bir süre askıya almak için ise ona inanan ve onu temel referans olarak kabul eden toplumun talep ve ihtiyacı üzerine, ehli tarafından usulünce yapılmış ictihada ihtiyaç vardır Laik devlet mevcut laiklik uygulam a ve anlayışını değiştirmeye niyet eder de bunun yerine koyacağı din ve vicdan özgürlüğü ile İslam''ın taleplerini nasıl bağdaştıracağını bilmek isterse bunu ilim erbabına havale etmeli, alacağı raporları değerlendirmeli ve uygulamasını buna göre yapmalıdı r Böyle bir niyet mevcut değilse, proje filan denerek İslam kırpılıp mevcut laiklik anlayışına uydurulmak isteniyorsa olmayacak bir şeyle uğraşılıyor, abesle iştiğal ediliyor demektir Ya Batılılaşma yolunda ilerler, laikliği de onlar gibi anlar ve uygularsınız, yahut da milletin inanç ve değerleri ile uzlaşan bir din, düşünce, vicdan özgürlüğü modeli oluşturursunuz; bunların kırması olmaz Sayın Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erd oğan’ın “İslam günce llenmeli” sözüne açıklık getirmesi hakkındaki sözlerinin metni 15:33 09 -Mar -2018 Yeni Şafak Yeni şafak Erdoğan, 'İslam güncellenmeli' sözüne açıklık getirdi 09 Mart 2018, 03:33 Tvnet AK Parti Genel Merkezi'nde Siyaset Akademisi toplantısının açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önemli açıklamalarda bulundu Erdoğan, "Biz dinde reform aramıyoruz Böyle bir şey haddimize mi? Ama çıkıp da kadınlarla, yaşlılarla ilgili konuşmaların İslam'a getirdiği lekeyi görmezden gelemeyiz " 4 https://www yenisafak com/video -galeri/gundem/erdogan - islam -guncellenmeli -sozune -aciklik -getirdi -2175211 Konuşmanın metni “Dinimiz İslam ve kitabımız Kur’an -ı Kerim Rabbimizin emri gereği kıyamete kadar caridir Bu da dinimizin ve kitabımızın bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da kıyamete kadar gelecek olan tüm toplumlar, yaşanacak tüm hadiseler, o rtaya çıkacak tüm yeni durumlar karşısında söyleyecek sözü olduğu anlamına gelir Kitabımız Kur’an’ın her an her zaman söylediği ve söyleyecek sözü var Naslar asla değişmeyecektir Ama bunlardan hareketle yapılan içtihatlar geliştirilen kurallar ve bunlar ın uygulamadaki karşılıkları elbette zamana, şartlara ve imkanlara göre değişecektir Mecelle kaidesidir Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkâr olunamaz Yani zamanın değişmesiyle ahkamında değişeceği inkâr edilemez Eğer biz içtihatları değiştirme zsek yani uygulamaya ilişkin kuralları, içinde bulunduğumuz şartlara göre sabit olan nasları uygun şekilde yenilemezsek sadece kendi kendimizi kandırmış oluruz İnsanlığın bugün ulaştığı noktada sahip olduğu imkanları, teknolojiyi, iletişimi, şehirleşmenin getirdiği 5 insan ilişkilerini nasıl yok sayabiliriz Yüce Allah’ın Kur’an -ı Kerim vasıtasıyla bize bildirdiği kati emirler ve Peygamber Efendimizin Aleyhissalatu Vesselam sünneti seniyesi ortadayken birilerinin çıkıp hayatın gerçekleriyle ilgisi, alakası v e bağı olmayan sözler edip kafaları karıştırması yanlıştır Kimse bizim dinimize fatura kesme hakkına sahip değildir Bizim itirazımız ve hatta isyanımız işte bu hadsizlikleredir Biz bir dinde reform, böyle bir şey aramıyoruz Böyle bir derdimizde yok Ha ddimize mi? Asla Ama önüne gelen böyle çıkıp da kadınlarla ilgili, genç, yaşlı bunlarla ilgili ileri geri bu tür şeyleri konuşmalarının İslam’a getirdiği lekeyi, gölgeyi görmemezlikten gelemez Kardeşlerim İslam’ı değişime kapalı bir din olarak göstermeye çalışman zihniyet ile İslam ile uzaktan yakından ilgisi olmayan çarpıklıkları dinimize mal etmeye çalışan zihniyet aslında aynı gayeye hizmet etmektedir ” Fıkıh Usûlü İlmi’ne göre İctihad ile fertvâ arasındaki fark: İctihâd: fer’î olan şer’î bir hukmü, delîlinden istinbât etmek hususunda bütün kuvvet ve kudreti bezl etmek, ( sarf etmek ) dir Bu ta’rîfdeki “Fer’î” kaydı ile, aslî hukümler -ya’nî i’tikâda ve kat’î nass’lar ile sâbit olan ibâdetlere âit hukümler - hâriç bırakılmışdır Çünkü aslî hukümler üzerinde ictihâda bir mahal yokdur Bu bakımdan aslî hukümlerden olan i’tikâdî konular ile, kat’î nass’lar ile sâbit olan ibâdet konuları üzerinde ictihâd yapılmaz “Şer’î” kaydı ile, aklî ve hıssî hukümler, bu ta’rîfden hâriç bırakılmışdır Çünkü böyle konular üzerinde ictihâd yapılmaz “İstinbât ” kaydı ile de, şer’î bir hukmü delîlinden çıkarmak ma’nâsı kasd olunmuşdur ki böyle bir ifâde, ictihâd konusundaki güçlüğü belirtir Çünkü istinbât, kuyudan zorlukla su çıkarmak ma’nâsına olduğundan şer’î bir hukmü delîlinden âdetâ kuyudan su çıkarmak gibi bir güçlükle çıkarmakdır Yoksa dolabdan bir kitâb çıkarır gibi bir çıkarmak değildir 6 Müctehid Fer’iyyâtdan olan şer’î bir hukmü, şer’î delîlinden istinbât etmek için bütün kuvvet ve kudretini sarf eden ve böyle bir melekeye sâhib olan kimseye “Müctehid” denir Böyle bir müctehid, fer’iyyâtdan olan şer’î mes’elelerin hepsinde ictihâda muktedir ise -İmâm A’zam, İmâm Şâfiî, İmâm Mâlik ve İmâm Ah med ibn -i Hanbel gibi - “Mutlak müctehid”; bu mes’elelerin yalnız bir kısmında ictihâda muktedir olup diğerlerinde tâbi’ olduğu mutlak müctehidin usûl ve kâıdelerine göre ictihâdda bulunursa -İmâm Ebû Yûsüf ve İmâm Muhammed gibi - “Mukayyed müctehid” ismini alır ki her ikisi de, şer’i konular üzerinde ictihâd yapmaya ehildir İctihâdın şartları Her hangi bir mes’ele hakkında kendi usûl ve kâıdelerine göre ictihâdda bulunacak mutlak bir mücthidde , şu şartların bulunması lâzımdır: 1-Müctehid, adl sâhibi olmalıdır Ya’nî büyük günahları irtikâb etmemeli ve küçük günahlarda da isrâr etmemelidir ki kendisine i’timâd edilsin 2-Müctehid, Arabca’yı ve Arabca’nın usûl ve kâıdelerini çok iyi bilmelidir Çünkü Kur’ân -ı Kerîm onun ile nâzil olmuş, Sünnet de onun ile vârid olmuşdur 3-Müctehid, a-Kitâb’ın ( Kur’ân -ı Kerîm’in ) lügat ve şer’î ma’nâlarını ve bunlar ile ilgili ilimleri -ya’nî lügat, sarf, nahv, meânî ve beyân gibi ilimleri - bilmelidir b-Lâfızların -bi’l -hâssa şer’î hukümler ile ilgili âyet -i kerîmelerin - lügavî ve şer’î ma’nâlarını ve bunlar ile ilgili ilimleri bilmelidir c-Kitâb’ın ( Kur’ân -ı Kerîm’in ) hâss, âmm, mücmel, müfesser, nâsih ve mensûh gibi özelliklerini bilmelidir 4-Müctehid, Sünnet’in sened ve metinlerini, bunların lügavî ve şer’î ma’nâlarını, rivâyet şekillerini ve Sünnet ile ilgili diğer husûsları gâyet iyi bilmelidir 7 5-Müctehid, -İcmâ’a muhâlif bir ictihâdda bulunmaması için - İcmâ’ın nerelerde vârid olduğunu çok iyi bilmelidir 6-Müctehid, Kıyâs şekillerini, Kıyâs’ın vecihlerini, Kıyâs’ın şartlarını, hukümlerini, kısımlarını, makbûl ve merdûd olanlarını çok iyi bilmelidir Tâ ki yanlış bir kıyâsda bulunmasın 7-Bir müctehidin, a-Hâfız olması -ya’nî Kur’ân -ı Kerîm’i başdan sona kadar ezberlemiş olması - şart değildir Fakat Hâfız olursa daha iyi olur b-Kelâm ilmini bilmesi şart değildir Çünkü Kelâm ilmi, akâid ilminin usûl ve kâıdelerinden bahs eder Bununla berâber bilirse iyi olur c-Fıkıh ilmini bilmes i şart değildir Çünkü Fıkıh ilmi, ictihâdın netîcesinin bir semeresidir Bilmiş olsa, ictihâda lüzum kalmaz Bununla berâber ictihâd için gerekli olan ilimleri bilmesi ve o melekeye sâhib bulunması lâzımdır 8-Müctehidin anlayışı sıhhatli, takdîri g üzel olmalıdır 9-Müctehidin niyeti sıhhatli, i’tikâdı temiz olmalıdır 01 -Müctehid, -zarûrî olan, ihtiyaç duyulan, güzel ve faydalı görülen şey’ler hakkında isâbet edebilmesi için - insanlara ve diğer mahlûkâta bir rahmet vesîlesi olan şer’î hukümlerin maksad ve hıkmetlerini bilmelidir İctihâdın hukmü İctihâdın hukmü, gâlib bir zann ’dır Ya’nî ictihâd ile sâbit olan bir mes’ele hakkındaki kanâat, -hatâ’ ihtimâli ile berâber - gâlib bir zann’dır Bu bakımdan bir müctehid, kendisinin hakka isâbet etdiğini kat’î bir sûretde iddiâ edemez Belki isâbet etdiğine gâlib bir zann ile kâni’ bulunur Bir kaç mes’elenin aslını, delîl ve sebeblerini bilen bir âlimin, yalnız o mes’ele ler hakkında ictihâd etmesi câiz olmaz Çünkü diğer mes’elelerin de hukümlerini, illet ve sebeblerini anlayabilmek melekesine sâhib olmayınca, ictihâdına güvenilmez Çünkü hukmünü keşf etdiğine kanâat getirdiği bir mes’ele, diğer mes’eleler ile ilgili olab ilir Onlar bilinmeyince de keşf etdiğini sandığı şey’in hukmü, ta’yîn edilmiş olmaz 8 İctihâdın mahalli İctihâdın mahalli, -ya’nî hakkında ictihâd yapılacak konular -, fer’î olan şer’î mes’ele ’lerdir Bu bakımdan İslâm Dîni’nin aslını teşkîl eden sarih ve kat’î nass’lar ile veyâ İcmâ’ ile sâbit olan hukümler hakkında, -meselâ namazın, orucun rukünleri, adetleri, vakitleri gibi konularda - ictihâda mahal yokdur Bu şekildeki konular üzerinde ictihâd yapılmaz Çünkü bunlar hakkında ictihâd yapmak demek, bunların dînen sâbit olan mâhıyet ve hukümlerini değiştirmek veyâ bozmak demekdir ki aslâ câiz değildir Böyle bir şey’e cür’et etmek, mukaddes şey’lere karşı yapılan bir sû’ -i kasd olur Bu bakı mdan böyle bir davranış, kötü bir maksâda müstenid olmasa bile büyük bir cehâletin eseri sayılır İctihâdın ehli İctihâdın ehli -ya’nî ictihâd yapmak kudretine sâhib olan kimseler -, ictihâd yapmak selâhıyyet ve melekesine sâhib bulunan kimselerdir Bu bakımdan bir kimsenin ictihâd yapabilmesi için büyük bir kâbiliyyete ve geniş bir bilgiye sâhib bulunması lâzımdır Bundan başka da büyük bir diyânete, güzel bir İslâm ahlâkına sâhib olması gerekdir Bunun için gerek Kur’ân âyetlerini, gerekse yüzbinlerce Hadîs -i şerîfi ezberleyerek bir çok dînî ilimlerde eşsiz bir dereceye yükselmiş bir çok kimseler, ictihâda cesâret edememiş ve kendisinde ictihâd yapmaya selâhıyyet bulunduğ unu iddiâ etmemişdir Çünkü böyle bir selâhıyyete, hakkı ile sâhib olmayanların ictihâd yapmaya kalkışması, büyük bir manevî mes’ûliyyeti îcâb etdirir Bu bakımdan böyle bir selâhıyyete sâhib olmayan kimselere, İslâm alemince kabul edilmiş olan mücte hidleri taklîdde bulunmakdan başka bir yol yokdur Aksi takdîrde İslâm Dîni’nin mukaddes hukümlerini muhâfaza ve idâme mümkün olmaz 9 Bir mukallidin taklîd edeceği kimse, ilim ve adâlet sâhibi olmalıdır Bu iki şart kendisinde bulunmayan bir kimseden fetvâ’ almak veyâ ictihâdını taklîd etmek, -ittifakla - makbûl değildir Bu şartları kendisinde bulunduran iki veyâ daha fazla ictihâd sâhibi müctehidlerden birisinin ictihâdını, diğerine nisbetle daha efdâl, daha isâbetli, sünnete ve maslahata daha muvâfık görerek taklîd etmesi câizdir Aksi takdîrde böyle bir kimsenin ictihâdını taklîd etmesinin hıkmeti kalmaz Bununla berâbr diğer ictihâd sâhibi kimselerin kadrini azaltmak veyâ düşürmek gibi bir husûs da, aklından geçmez Onların da isâbet edebilmiş oldukları ihtimâlini kabûl eder ki böyle bir davranış, Ehl -i sünnetin şiârıdır Çünkü -İmâm A’zam, İmâm Mâlik, İmâm Şâfiî, İmâm Hanbel, Evzâî ve Sevrî gibi - ictihâd sâhibi müctehidlerin hepsi de dînî mes’elelerin hâllinde ve asla zarar vermeyen fer’î konularda - esâsdan ayrılmamışlar ve Ehl -i sünnet yolunu tutarak ittifâk etmişlerdir Bunun için de aralarında -esâsda - bir ayrılık olmamışdır Ancak ikinci derecede bulunan ba’zı fer’î konularda ihtilâf etmişlerdir ki bunl arın da çoğu, zâhirî bir ihtilâfdan başka bir şey’ değildir Asılda bir ihtilâf yokdur Asla zarar vermeyen bu ihtilâf da, şer’î olan fer’î mes’elelerin hâllinde, ta’kîb etdikleri usûl ve kâıdeler ile birinin bir azîmet ve takvâ yolunu, diğerinin de bir ruhsat ve müsâade yolunu ihtiyâr etmiş olmalarındandır İftâ’ Dînî bir hâdise vukûunda, fakih olan bir zâtın, o hâdise hakkında verdiği cevâb veyâ hukümdür Bu bakımdan iftâ’ , ictihâddan daha umûmî bir ma’nâ ifâde eder Çünkü ictihâd, fakih olan bir zâtın, şer’î olan fer’î bir mes’eleyi, delîlinden istinbât etmesidir Fetvâ ise, sorulan dînî bir mes’eleye fakih olan bir kimsenin verdiği cevâb veyâ belirtdiği hukümdür Bunun için Fıkıh Usûlü İlmine göre müftî, müctehid olan kimse demekdir Bununla berâber müctehid olmayan, fakat mukallid sayılan bir fakîhe de -mecâzî ma’nâda - “Müftî” denir Çünkü, Her 10 zaman, her yerde gerekli şartlara sâhib bulunan kâfî miktarda bir müctehid bulmak mümkün olmaz Böyle olunca da insanların işleri yapılmamış ve gerekli ihtiyaçlara cevâb verilmemiş olur ki bu da iyi bir netîce meydana getirmez Böyle bir müftî, -ictihâd şartlarına ve melekesine sâhib olmadığı için - fetvâ veremez Ya’nî Kitâb, Sünnet ve diğer delîllerden şer’î bir hukmü istinbât ederek dînî mes’elelerin veyâ hâdiselerin hukümlerini ta’yîn etmeye muktedir olamaz Ancak müctehidlerin fetvâlarını nakl ve hikâye eder Bunun için de kendisine -mecâzî ma’nâda - “Müftî” denir böyle bir görev, geniş bir bilgi, sağ lam bir ihtisâs ve samîmî bir takvâ sâhibi olmayı gerektirir Kur’ân -ı Kerîm’in, gerekse Hadîs -i şerîf’lerin ulvî ma’nâlarını sathî bir şekilde anlayabilenlerin ve bunları ezberleyenlerin, -bir müctehide tâbi’ olmadan - şer’î delîllerden huküm çıkarm aya kalkışmaları veyâ kendi namlarına fetvâ vermeleri, aslâ câiz değildir Bunun için bir çok âlim ve muhaddisler , böyle bir ictihâd sevdâsına düşmemişler, kendi namlarına fetvâ vermekden çekinmişler, böyle büyük ve mes’ûliyyetli bir işi fukahâ’ya bırakmak olgunluğunu göstermişlerdir Hattâ Şa’bî rahmetü’llâhi aleyh gibi büyük bir muhaddis bile, “Biz fukahâ’dan değiliz Biz ancak işitmiş olduğumuz Hadîs -i şerîf’leri fukahâ’ya ve işiteceği şey’ ile amel edecek kimselere rivâyet ederiz " demişdir ki kalblerinde Allâh korkusu bulunan bu kimseler için böyle bir yol ta’kîb etmek, en isâbetli bir davranış olmuş dur Bunun için İyi bir müftî, kendisi için gerekli olan dînî ilimleri bilmeli, dînî esâslara riâyet etmeli ve şu husûsları kendisinde bulundurmalıdr: 1-Fıkıh konusunda güvenilir bir bilgi sâhibi olmalı 2-Sâlih bir kim se olup söylediği ile amel etmeli 3-Söz ve fiillerinde Allâhü Teâlâ’nın rızâsını, Müslümân ’ların yükselmesini gâye edinmeli 4-Muhâtab ları hakkında şefkâtli davranmalı 5-Muhâtablarına karşı hiddetli ve şiddetli davranmamalı 11 6-İrşâd v azîfesini olg un ve mülâyim bir şekilde yapmalı 7-Sabır ve hılm sâhibi olmalı 8-İnsanla rın örf ve âdetlerini iyi bilmeli 9-Müteyakkız olup insanların hîle ve desîselerine vâkıf olmalı 10-Yenilikci akım lara kapılıp ta’vîzde bulu nmamalı Resmü’l -müftî Müctehid olmayan bir müftînin fetvâ vermesi için uyması gereken bir takım usûl ve şartlar vardır ki bunlara “Resmü’l -müftî” denir 1-Bir mezhebin müessisi olan bir müctehide tâbi’ olan ve kendisine “Tahrîc ashâbı” denilen kuvvetli ilim sâhibi âlimler, bir mes’elenin hukmünü, tâbi’ olduğu mezheb sâhibi müctehidin rivâyet olunan ictihâdlarında bulamazsa, tâbi’ olduğu müctehidin usûl ve kâıdelerini tatbîk ederek o mes’elenin şer’î hukmünü ta’yîne çalışı r Kendi nâmına ictihâd yapmaya kalkışmaz ve fetvâ vermeye de cür’et etmez 2-Tahrîc ashâbından olmayan bir âlim veyâ müftî, tâbi’ olduğu mezhebdeki muhtar ve müftâbih olan hukümleri nakl ve hikâye ederek mes’elelerin şer’î hukümlerini cevâblandırma ya çaşlışır 3-Bir mezhebde -meselâ Hanefî mezhebinde - bulunan bir müftî, kendisinden sorulan bir mes’elenin hukmünü, önce İmâm A’zam rahmetü’llâhi aleyh ’in ictihâdını, -Zâhiru’r -rivâye kitâbları denilen - mu’teber ve tevâtüren menkûl olan kitâblarda n arar, bulur Onları nakl ve hikâye ederek cevâb verir İmâm A’zam rahmetü’llâhi aleyh ’den rivâyet edilen bir cevâb bulamazsa, O’nun değerli talebelerinden olan İmâm Ebû Yûsüf rahmetü’llâhi aleyh ’in kavlini arar Onu hikâye ve nakl ederek cevâb ver ir İmâm Ebû Yûsüf rahmetü’llâhi aleyh’in de bir kavlini bulamazsa, İmâm A’zam rahmetü’llâhi aleyh’in diğer talebesi olan İmâm Muhammed rahmetü’llâhi aleyh ’in kavlini arar Onu nakl ve hikâye ederek cevâb verir Eğer bu üç imâmdan birinin kavli, -asrın maslahatına ve delîlin kuvvetine mebni’ - ulemâ’ tarafından müftâbih görülmüş -ya’nî 12 tercih edilmiş - ise, ona göre fetvâ verir Kendi re’y ve keyfine göre fetvâ vermez 4-Bir müftînin, kendi mezhebine göre yazılmış bir fıkıh kitâbına mürâceât ederek hemen fetvâ vermesi câiz değildir Çünkü bir mes’elenin hukmü, bir takım kayıd ve şartlar ile mukayyed olabilir Mes’ûliyyeti büyük olan bir hatâya düşmemek için ilgili diğer kitâblara da bakması lâzım gelir 5-Bir müftî, râcih olan bir kavli arayıp bulmalı ve ona göre fetvâ vermelidir Aksi takdirde râcih olan kavlin gayrisi ile fetvâ verirse, verdiği fetvâ helâl olmaz Çünkü böyle bir huküm veyâ fetvâ ile, hevâ ve hevese tâbi’ olmuş olur Böyle bir h evâ ve hevese ittibâ’ etmek ise, -İcmâ’ - ile haramdır 6-Bir müftî, mâhir ve mütehassıs bir kimse olmalı ve kendisinden fetvâ vereceği kitâbın ulemâ’ arasında mu’teber bir kitâb olduğuna muttali’ bulunmalıdır 7-Müctehid olmayan bir müftînin, mu’teber olmayan kitâblardan fetvâ vermesi veyâ verdiği bir fetvâyı -aslı olmadığı hâlde - İmâm A’zam, İmâm ebû Yûsüf ve İmâm Muhammed gibi bir müctehide isnâd etmesi, helâl olmaz 8-Müctehid olmayan bir müftî, bir mes’ele hakkında, birbirine zıt ka viller görürse, en mu’teber kitâblar hangisi ise onlara mürâceât eder Meselâ, Hanefî mezhebinde olan bir müftî, böyle bir hâl vukûunda önce -Bidâye, Muhtâr, Nikâye, Vikâye, Kenz, Muhtasar -ı Kudûrî, Mültekâ gibi - mu’teber kitâblardaki kavilleri terc îh eder Sonra bunların şerhlerindeki kavilleri tercîh eder Daha sonra da fetvâ kitâblarındaki fetvâları tercîh eder 9-Müctehid olmayan bir müftî, bir mes’elenin hukmünü, mütekaddimîn ile müteahhirîn arasında ihtilâflı görürse, çok kere mütekaddim înin kavlini tercîh eder 10-Müctehid olmayan bir müftî, sorulan bir mes’elenin hukmünü, mu’teber kitâblarda bulamazsa, kendisinden daha ehliyetli ve daha âlim kimseler ile müşâverede, ilmî mizâkerede bulunması lâzım gelir Kendi re’yi ile fetvâ verme ye cür’et etmesi doğru bir davranış 13 olmaz îcâbında “Bilmiyorum” demesi daha evlâ olur Çünkü sorulan o mes’ele hakkındaki hukümleri bilmeden cevâb vermesi, -isâbet etse bile - dîn nâmına büyük bir cür’et olur ve mes’ûliyyeti de büyük olur Prof Dr Hayreddin Karaman’ın, 07 -Kasım -1999 Pazar günkü “Dinde reform talebi” yazısının Fıkıh Usûlü İlmi’ne göre değerlendirilmesi İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nün ilk mezunları, kendi aralarında nasıl bir çalışma yaparak İslâm’a ve Müslüman’lara faydalı olabileceklerini karar altına alıp yeminleşmişler ki bunlardan Tayyar Altıkulaç, kısa bir zamanda Diyanet İşleri Başkan Yardımcı olmuş, yavaş yavaş Ehl -i sünnet esâslarına aykırı fikirlerini tatbîka başlamışdı Bunun için, Diyanetin bel kemiği olan Diyanet İşleri Başkanlığı Dînî Hizmetler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Daire Başkanlığınıda bulunduğum günlerde, kendisi ile bir ç ok konularda anlaşmazlık içinde idik Diğer başkan yardımcı sı asker asıllı Talas’dan komşum, lise den ve fakültede n sınıf arkadaşım olan Ahmet Okutan’ı da kendi safına çekmekde geç kalmamışdı Bunun için her ikisi de, o zamanki Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’e, hem benim , hem de D İ Başkanı Lûtfi Doğan’ın aleyhin de bulunmakdan geri kalmıyorlardı Öyle ki “Özgüneş’e yağ çeke çeke anam ( )” demekden de kendini alamıyor ve düşüncelerini gerçekleştirmek için her yolu mübah görüyordu Bunun için o zamanki Diyanet İşleri Başkanı Lûtfi Doğan Bey’i uyarmak için, muhtelif zamanlarda, iki kere evine kadar giderek “Bak, sen gideceksin, arkandan da ben gideceğim Fakat ne senin gitmen ne de benim gitmem mühim bi r şey’ değildir Diyanet İşleri Başkanlığı, bu yenilikçi’ler ile yeni bir şekle giriyor ki düzeltilmesi otuz senede mümkün olmaz İftira ettiğimi kabul et, fakat tedbirli hareket ederseniz iyi olur” diyerek bu şekildeki davranışların hatalı 14 olduğunu anlatmaya çalıştım ise de müsbet bir netîce alamadım Netîce, benim dediğim gibi oldu ve her ikimiz de kısa bir zamanda görevlerimizden alındık D İ B lığın dan ayrılan Lûtfi Doğan’ın ve Danıştay Daire Başkanlarından emekli Avukat merhum Tevfîk Şeno cak’ın tavsıye ve yardımları ile - D İ Başkanı olmak için gerekli şartlar kendisinde bulunmayan Dr Lûtfi Doğan aleyhine Danıştay’a açtığım davayı kazanmak üzere iken rü’yâmda Rasûlü’llâh aleyhi’s -selâm’ı, sağında ve solunda Hulefâ -i Râşidîn olduğu halde , ç ömelmiş bir vaziyette bana baktığını gördüm ve ayağa kalkarak “Bırak onları bir müddet daha fesâdlıklarına devam etsinler ” buyurması üzerine uyandığım zaman, bu rü’yânın -bu konudaki Hadîs -i Şerîf hukmünce - sahih bir rü’yâ olduğuna hukm ederek Danıştay’daki davadan vaz geçip kendi hâline bıraktım Bu suretle de dava düştü Somut ve belirli sorunları derece derece ve yasalara uygun bir biçimde çözmekten yana gibi görünen İngiliz siyaset adamı Edmond’un fikirlerini benimseyen yenilikçi, tel fikci, reformcu din adamlarının fikirler ine temâyülleri olan bu gurubun ileri gelenlerinden ictihad heveslisi Prof Dr Hayreddin Karaman’ın bu guruptan ayrıldığına dâir bir konuşmasını, bir televizyon konuşmasında dinlemiştim Ne de olsa müstakil olarak haraket etmek daha avantajlı idi Daha önce de, bunların içinde bulunan değerli öğrencim merhum Ali Nar, bunların çalışmalarının Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esâslarına aykırı olduğunu ileri sürerek bunlardan ayrıldığını söyl emiş ve ömrü boyunca bunlarla mücâdele etmişdir 1 Yenilikçilerin, telfikcilerin, dinde reformcuların dinde yapmak istedikleri tahrîbâtı dile getiren İst anbul Yüksek İslâm Enstitüsü Öğretim üyelerinden merhûm ve mağfur Ahmed Davudoğlu , “Dîni Tâmir Davâsında DİN TAHRİPÇİLERi” isimli kitabının önsözünd e şöyle diyor: 1 -Bak: Doğru Yorum Aylık, Dînî, İlmî, Edebî Gazete 1 -10 Sayılarına 15 “Reformcuların serâpâ hatâlı bir yol tuttuklarını İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde öğretim üyesi bulunduğum yıllar boyunca talebelerime anlatmağa çalıştım Maatteess üf öyle görülüyor ki muvaffak olamamışım Çünkü bugün talebelerimden ba’zılarının hâlâ bu müflis nazariye peşinde olduklarını üzülerek işitiyor ve görüyorum” Benim de, b ir çok uyarılarıma rağmen Kayseri müftülüğünde görev yapan birkaç taleben de, bu tahripçilerin ve yenilikcilerin yolunda görev yaptıkları için, ilim yatağı olan Kayseri, filim yatağı hâline gelmişdir 2 Bunun içindir ki İçinde bulunduğumuz şu zamand aki halkımızın ve gençlerimizin; hatta devlet başkanının ve devlet yetkililerin in, Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esâslarına göre yanlış yoll arda oluşu, böyle bir çalışmayı yapanların siyâsî başarısının bir netîcesidir Bunun için de “Kıyâmet hacılarla hocalardan kopacak” sözünün şöhret buluşu bundandır Çünkü bütün dinlerin aslını bozanlar, kendisine ilim sâhibi unvânı verilen ve ilmi ile amel etmeyen, takvâdan ve teslîmiyyetden uzak bulunan yenilikci, reformist, hakkı bâtıla karıştırarak bâtılı ihyâ etmek gayretine düşen, ifrad veyâ tefrîd yollarına saparak ictihâd yapmaya kalkışan kifâyetsiz ve maksatlı ilim sâhibi kimseler olmuşdur Halbuki farz , vâcib , sünnet ve mütevâtir hadisler ile sâbit olan dînî hükümler dışındaki dînî ve ahlâkî hukümleri ta’yîn edip açıklamak yetkisi, ahkâm -ı külliyeye aykırı olmamak şartı ile , ictihâd şartlarına sâhib olan ve bu melekeyi kendisinde bulunduran ( İmâm A’zam rahmetülâhi aleyh gibi ) ihlâs ve takvâ sâhibi fukahâ’ya âitdir Kendi hevâ ve hevesine veyâ başkalarının hevâ ve hevesine uyarak ictihâd yapmaya kalkışan, hem kendinin hem de karşısında ki insanların dünyevî ve uhrevî hayâtını tehlikeye sokan, kimselere âit değildir 2 -Kayseri İmam -Hatip Okulu’nun ilk me’zunları ile Ankara’da, benim de içinde bulunduğum otuz kişiyi aşkın bir toplantıda, Kayseri İmam -Hatip Okulu’nun ikinci müdürü olan merhum Cemâl Ce beci, konuşmasını bu konuya getirerek “Nursaçan kayseri’nin içine işedi, Ahmet Kahya da İmam -Hatib’in içine işedi” diyerek bu şekildeki çalışmaların tahribâtını dile getirdi Rûhu şâd olsun 16 Bu konuları kısaca böyle açıkladıkdan sonra şimdi Hayreddin Karaman’ın sözlerinin Fıkıh Usûlü İlmi’ne göre, değerlendirilmesie geçelim: 1-Yorumlamak ile açıklamak ifadeleri birbirinden farklı ifâdelerdir Birinde, İslâm Dîni’nin Kitab, Sünnet ve İcmâ’ esaslar ına aykırı olm ayacak şekilde bir açıklamak vardır ki böyle bir açıklama , âyet -i kerîme ve hadîs -i şerîf’lerin ışığında yapıl dığından buna tefsir denir Çünkü en güzel tefsir, bir âyet -i kerîme’yi diğer ilgili âyet -i kerîme’ler veyâ hadîs -i şerîf’ler ile açıklayıp anlatmakdır Diğeri nde ise bu esasları göz önünde bulundur madan “T oplumun ihtiyaçlarına cevap v ermek lazımdır” bâtı l görüşü vardır ki böyle bir inanç ve yorum , akıllı olduğunu, kuvvetli olduğunu, her her şey ’i en güzel bir şekilde yaptığını iddiâ eden masonik bir düşüncenin mahsûlüdür 2-“ictihad ve tecdid, eskimiş, işe yaramaz olmuş veya başkalarına ait olduğu için müctehidi bağlamayan ictihadların yerine yenilerini koymaktır ” ifadesi , tamamen yanlıştır Çünkü “Tâbiîn” ve “Tebe -i Tâbiîn” devri nde , “İstinbât kâıdeleri” nin yolları nı, en vâzıh, en sarih ve en dak îk bir şekilde temeyyüz e tdiren takvâ ve ihlâs sâhibi müctehidleri ta’n ederek böyle bir if âde kullanmak, aslâ doğru bir davranış değildir Bunun için hadîs -i şerîf’lerde şöyle buyurulmuşdur: ْ م ُ ه َ ن ُ ول َي َ نيِ ذ لا ُ ثُ ْ م ُ ه َ ن ُ ول َي َ نيِ ذ لا ُ ثُ ِ نِ ْ ر َ ق ِ نو ُ ر ُ ق ْلا ُ ر ْ ي َ خ “Asırların en hayırlısı, benim içinde bulunduğum (Sahâbe) asrıdır Ondan sonra en hayırlısı onları -Sahâbe’yi - ta’kîb eden (Tâbiîn) asrıdır Ondan sonra da onları ta’kîb eden (Tebe -i Tâbiîn) asrıdır” 3 ْ م ُ ه َ ن ُ ول َي َ نيِ ذ لا ُ ثُ ِ نِ ْ ر َ ق ِ س انلا ُ ر ْ ي َ خ “İnsanların en hayırlısı, benim zamânımdaki Müslümânlardır Onlardan sonra da, onları ta’kîben gelenlerdir” 4 3 -Hak Dîni Kur'ân Dili Türkce Tefsir, C 3 ss 387 Elmalılı Mhammd Hamdi Yazır Buhârî, Şehâdet, 9 Menâkıb 23 Tirmizî, Fiten, 45 Şehâdet, 4 4 -Sahîh -i Buhârî Muhtasarı Tecrîd -i Sarih Tercemesi,C 1 ss 323 ve ss 24 A Naim 17 3-“İctihadda değişen dinin nasları değildir; ictihad yoluyla yeni veya değişik bir Kur''an, buna benzer bir sünnet üretilmez ” ifâdesi, kısmen doğrudur Çünkü böyle yetki ancak Allâhü Teâlâ’ ya mahsusdur Böyle bir şey ’i, Hazreti Muhammed aleyhi ’s-selâm bile yapamaz Ç ünkü bu hususda şöyle buyurulmuşdur: ِ ليِ وا َق َلاا َ ض ْ ع َ ب ا َن ْ ي َل َ ع َ ل و َ ق َ ت ْ و َل َ ولا ِ ينِ م َي ْلاِ ب ُه ْ نِ م ا َن ْ ذ َ خ ََ لالا َ ينِ ت َ و ْلا ُه ْ نِ م ا َن ْ ع َط َ ق َل ُ ثُ َ نيِ زِ جا َ ح ُه ْ ن َ ع ٍ د َ ح َا ْ نِ م ْ م ُ ك ْ نِ م ا َ م َف “Eğer (Peygamber söylemediğimiz) ba’zı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı” “Elbetde O’nun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik (boynunu vururduk)” “Sonra da, hiç şübhesiz, O’nun kalb damarını koparırdık (da yaşatmazdık)” “O vakit sizden hiç biriniz buna (bu katlimize) mâni’ de olamazdınız” 5 4-“Üretilen ve değişen ictihadlardır; âlimlere â it anlayışlar, yorumlar, kıyaslar, değerlendirmeler ve fetvalardır ” sözü, müctehidlik iddiâsında bulunan takvâ ve ihlâs sâhibi bir kimsenin söleyeceği bir söz değildir Çünkü, aşağıdaki küllî kâıdelere göre, Nass’a ve kavâıd -i külliyye’ ye aykırı olacak herhangi bir ictihadda veyâ fetvâda bulunmak, aslâ câiz değildir ِ نا َ م ْ ز َ ْا ِ يُّ َغ َ تِ ب ِ م َاك ْ ح َ ْا ُ ر ي َغ َ ت ُ ر َ ك ْ ن ُ ي َلا “Zamânın teğayyürü ile ahkâm’ın teğayyürü inkâr olunamaz” 6 Bu kâıdenin aslı ,”Eşbah” da şöyledir ki doğrusu da bu esâsa uyarak amel etmekdir ُ ر َ ك ْ ن ُ ي َلا ُ ر ي َغ َ ت ِ م َاك ْ ح َ ْا ِ يُّ َغ َ تِ ب ِ نا َ م ْ ز َ ْا ِ ط ْ ر َ شِ ب َ دِ عا َ و َ ق ْلا َ و صنلا َ فِ لا َُ َلا ْ ن َا َة يِّ ل ُ ك ْلا “Nass’a ve kavâıd -i külliyye’ye muhâlif olmamak şartı ile, zamânın teğayyürü ile ahkâm’ın teğayyürü inkâr olunamaz” 5 -Hâkka ,44 -45-46-47 6 -Mecelle, madde 39 "Mecâmî"den 18 Ayrıca ِ هِّ ل ُ كِ ر ْ كِ ذ َ ك ى ز َ ج َت َ ي َلاا َ م ُ ر ْ كِ ذ “Mütecezzî olmayan (bölünme kabûl etmeyen) bir şey’in ba’zısını zikr etmek (bir kısmını bölmeye kalkışmak), küllünü zikr gibidir (tamâmını bölüp parçalamak gibidir) 7 Mecelle kâıdesine göre de, “İslâm Dîni bir bütündür, Tecezzî (bölünme) kabul etmez ” Bunun için de, masonik bir düşünce ile zamana, mekâna, şartlara göre fâsid bir ictihadda, fetvâda, yorumda, kıyasda bulunmak, aslâ câiz olmaz Aksi bir anlayışla yeni bir hüküm koymak veyâ bir değişiklik yapmak ise , Cenâb -ı Hakk’a cehil isnad etmek demek olacağından açık bir küfür hâlidir ki böyle bir halden şiddetle sakınmak lâzımdır 5-“Ferdin ve toplumun hayatına yerleşen dine aykırı inanç, tutum ve davranışları (hurâ fe ve bid''atları) ayıklamak , gerçek İslam 'a göre toplumu ıslah etmektir ” ifâdesindeki “gerçek İslâm” sözü ile ne kasd ediliyor Böyle bir ıslâh ile, i’tikad, ibâdet, ahlâk ve muâmelât esâslarını if âde eden Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esâsları mı kasd ediliyor? Yoksa bir takım yenilikci davranışlarla “İslâm’ın güncellenmesi gerekdi r” gibi düşünlerler mi kasd ediliyor? Eğer, böyle bir ıslâh hareketi ile Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esâsları kasd ediliyorsa, bu konu ile her türlü hatâ şekilleri , İslâm’ Dîni’nin Akâid ve Fıkıh kitapların da bütün teferruâtı ile dile getiririp redd edilerek doğrusu gösterilmişdir Eğer, yenilikci , telfikci masonik bir düşünce ile yeni yeni usul ve kurallar konul mak isteniyorsa, böyle bir düşünce şekli , tamâmen hatâ olup bid’ad, nifak, fesad ve dalâletten başka bir net îce doğurmaz ve böyle bir davranış, ( ا َنِ د ْ هِ ا َ طا َ رِ ص َ ميِ ق َت ْ س ُ م ْلا َ طا َ ر ِّ صلا َا َ نيِ ذ لا ْ مِ ه ْ ي َل َ ع َ ت ْ م َ ع ْ نلا ِ بو ُ ض ْ غ َ م ْلا ِ ْ يُّ َ غ َ ينِّ لا ضلا لآ َ و ْ مِ ه ْ ي َل َ ع :Bizleri doğru yola hidâyet eyle O kendilerine ni’met verdiklerinin yoluna ilet Gazâba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil ) esâsına, duâ ve isteklerimize ters düşer 7 -Mecelle, madde 63 “Eşbah” dan 19 6-“Kur'â n birçok dile tercüme edilmiştir, onu asıl dilinden veya tercümesinden okumak ve yorumlamak , belli bir sınıfın tekeline verilmemiştir; herkes gerekli bilgileri elde edebilir ve bilgisi olan da okur, anlar, yorumlar, uygular ” sözü, Müslümanların birlik ve berâberliğini tahrib etmeye mâtuf felâket çanlarının habercisidir Böyle bir felâketin içine düşmemek için âmmenin kabûlüne mazhâr olmuş olan müctehidlerden birisine tâbi’ olarak amel etmek, ma’nevî mes’ûliyyetden kurtulmanın, İslâm birlik ve berâberliğinin te’mîninin tek çâresidir Aksi takdirde -herkes kendi anlayışına göre amel ederse - dînin asliyyeti ve ulvî mâhıyeti kayb olmuş olur ki bu da büyük bir dalâlet ve zulmet içinde kalmanın sebebi olur Böyle bir hâl ise, geçmiş ümmetlerin bir çoğunda görülmüş bir vâkıadır 7-“İctihad ve tecdid, ihtiyacı karşılamak için yeterlidir ” sözü, daha önce zikri geçen “Nass’a ve kavâıd -i külliyye’ye muhâlif olmamak şartı ile, zamânın teğayyürü ile ahkâm’ın teğayyürü inkâr olunamaz” esâsına göre ise, kısmen doğru ise de, aksine fikir ve davranışlar, müslümanların şirk, küfür, nifak ve dalâlet yol larına yönelmelerine sebeb ol ur Aynı zamanda İslâm Dîni’nin ve Müslüman düşmanlarının mel’un siyonist emellerine hizmet eden akıl ve îmân fukarası gâfil Yahûd î uşağ ı maso nların ekmeğine yağ sürmek olur ki bunun da netîcesi, ilâhî intikâmın dünyevî ve uhrevî azâbından başka bir netice değildir Sel, fırtına, zelzele, kıtlık, kuraklık, düşman tasallutu gibi felâketler, ilâhî birer uyarı olduğu gibi; İçinde bulunduğumuz şu zamanda, İslâm ve Müslüman düşmanı tüm düny â insanlarına musallat olan , onları her yönden perîşan eden ve her türlü harb silahlarını devre dışı bırakan Korona Virisi ve Hanta Virüsü gibi felâket ler de , tüm insanların , kendilerini yaratıp her türlü ni’meti veren Allâhü Teâlâ’ya yönelip kulluk yapmaları için ilâhî bir er uyarıdır 8-“Yapılan ictihad yalnızca sahibini bağlar Başka müctehidleri bağlamaz ” sözü de, tamâm en hatâlıdır Çünkü böyle bir halde, fâsid bir ictihâd’ın fıkhî ve İslâmî bir değeri olmaz 20 9-“Yeterli bilgi sahibi olmayan müminler ise diledikleri bir âlimin (müctehidin) ictihadını (mezhebini) benimser, din î bilgisini bu yold an edinir ve dinlerini yaşarlar” sözü, önceki fikirlerin bir çoğu ile çelişki arzetmektedir ki doğrusu, ondört asırdan beri kabul görmüş müctehidlerden birisine tâbi’ olmak olursa , doğrudur Çünkü, ( ِ نو ُ د ُب ْ ع َ يِ ل لاِ إ َ س ْنِ لا ْا َ و نِ ْ لْا ُ ت ْ ق َل َ خ ا َ م َ و :Ben cinleri de, insanları da (başka bir hıkmetle değil) ancak bana kulluk etsinler, (benim varlığımı ve birliğimi bilsinler, beni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak bana kulluk etsinler), diye yaratdım” 8 âyet -i kerîme’sine göre , dünyevî ve uhrevî bir felâketin içine düşmemek için ondört asırdan beri âmmenin kabûlüne mazhâr olmuş olan müctehidlerden birisine tâbi’ olarak amel etmek, ma’nevî mes’ûliyyetden kurtulmanın, İslâm birlik ve berâberliğinin te’mîninin tek çâresidir Aksi takdirde -herkes kendi anlayışına göre amel ederse - dînin asliyyeti ve ulv î mâhıyeti kayb olmuş olur ki bu da büyük bir dalâlet ve zulmet içinde kalmanın sebebi olur 10-“Kamu alanında, devlet işlerinde ise farklı ictihadlar arasında seçim yapma, bunu kanunlaştırarak kamu hayatında kullanma selahiyeti ülü''l -emre (yöneticilere) verilmiştir” sözü, ihtilâfa , telfikciliğe ve keyfî idâreciliğe sebeb olacağından aslâ doğru değildir Zâten Alâhü Teâlâ’ya ve Rasûlü’ne her yönü ile itâat edip onların gösterdiği yoldan giden bir ülü''l -emr (bir yönetici ), aslâ böyle bir şey’ yapmaz ve yapamaz Osmanlılarda olduğu gibi, tek bir mez hebe tâbi’ olarak ame l etmek, en doğru yoldur 11-“Bir âyetin yürürlüğünü bir süre askıya almak için ise ona inanan ve onu temel referans olarak kabul eden toplumun talep ve ihtiyacı üzerine, ehli tarafından usulünce y apılmış ictihada ihtiyaç vardır” sözündeki “askı ya alarak toplumun talep ve ihtiyacına göre bir ictihada ihtiyaç vardır ” ifâde si, hem yanlış, hem de câhilce bir ifâdedir Sayın Hayreddin Karaman, böyle bir yetkiyi nereden ve kimden al ıyor Allâhü T eâlâ, böyle bir yetkiyi 8 -Zâriyât, 56 21 Sevgili Rasûlü Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve’ s-sel lem’e bile vermemiş ve “ َاف َ ت ْ رِ م ُا ا َ م َ ك ْ مِ ق َت ْ س :Emr olunduğun gibi dosdoğru ol , (emir ve nehiylerimi , ne eksik yap ne de fazla,) ” uyarısında bulunmuşdur Âyetü’l -Kürsî’nin fazîletini , Hazreti Ömer radıye’llâhü anh ’a öğretecek kadar Kur’ân -ı Kerîm’i en iyi bir şekilde bilen İblis de , aynı şekilde Kur’ân -ı Kerîm’i anlayamadığı için Allâhü Teâlâ’yı tenz îh edemedi; gurur ve kibîri yüzünden ebedî la’nete uğradı Böyle bir konuda, “O mâhîler ki derya içredir deryâyı bilmezler” sözü ne kadar da doğrudur Bunun için “ehli tarafından usulünce yapılmış ictihada ihtiyaç vardır” sözü, ancak aşağıdaki küllî kâıdelere göre amel edilirse doğrudur Aksi bir tatbîkat şekli ise , İblîs gibi kötü bir netîceye lâyık olmak olur ُ ر َ ك ْ ن ُ ي َلا ُ ر ي َغ َ ت ِ م َاك ْ ح َ ْا ِ يُّ َغ َ تِ ب ِ نا َ م ْ ز َ ْا ِ ط ْ ر َ شِ ب َ دِ عا َ و َ ق ْلا َ و صنلا َ فِ لا َُ َلا ْ ن َا َة يِّ ل ُ ك ْلا “Nass’a ve kavâıd -i külliyye’ye muhâlif olmamak şartı ile, zamânın teğayyürü ile ahkâm’ın teğayyürü inkâr olunamaz” ِ هِّ ل ُ كِ ر ْ كِ ذ َ ك ى ز َ ج َت َ ي َلاا َ م ُ ر ْ كِ ذ “Mütecezzî olmayan (bölünme kabûl etmeyen) bir şey’in ba’zısını zikr etmek (bir kısmını böl meye kalkışmak), küllünü zikr gibidir (tamâmını bölüp parçalamak gibidir) 9 ِ ني ِّ دلا ِ فِ َ ج َ ر َ ح َلا “Dinde güçlük (darlık) yokdur” ِ عِ ف َان َ م ْلا ِ ب ْ ل َ ج َ ىل َ ع ٌ م د َ ق ُ م ِ عِ ئا َ ر ذلا د َ س “Sedd -i zerîa -ya’nî fitne, fesâd ve zarara sebeb olan şey’leri men’ etmek -, menfaatleri celb etmekden önce gelir” 9 -Mecelle, madde 63 “Eşbah” dan 22 “Sedd -i Zerîa’dan dolayı haram olan bir şey’, râcih bir maslahata mebni’ câiz olabilir” 10 َا ِ تا َ ر ُ وظ ْ ح َ م ْلا ُ حيِ ب ُت ِ تا َ رو ُ ر ضل “Zarûretler, memnû’ olan şey’leri mübah kılar” 11 ا َ هِ ر ْ د َ قِ ب ُ ر د َ ق َ ت ُ ي ِ ة َ رو ُ ر ضلِ ل َ حيِ ب ُاا َ م “Zarûretler, kendi miktarlarınca takdîr olunur” 12 ِّ ما َ ع ْلا ِ ر َ ر َ ض ِ ل ْ ج َلاِ ص َا ْ لْا ُ ر َ ر ضلا ُ ل م َ ح َت ُ ي “Zarar -ı âmmı def’ için, zarar -ı hâss ihtiyâr olunur” 13 12-“Laik devlet , mevcut laiklik uygulama ve anla yışına göre İslam ı kırpıp mevcut laiklik anlayışına uydurulmak isteniyorsa olmayacak bir şeyle uğraşılıyor, abesle iştiğal ediliyor demektir ” ifâdesi, doğrudur 13-“Ya Batılılaşma yolunda ilerler, laikliği de onlar gibi anlar ve uygularsınız, yahut da milletin inanç ve değerleri ile uzlaşan bir din, düşünce, vicdan özgürlüğü modeli oluştur ursunuz; bunların kırması olmaz” İfâdesi, yahud da milletin inanç ve değerleri ile uzlaşan Yüce İslâm Dîni’ni ve tevhîd akîdesini şânına lâyık bir şekilde yüceltip yaymaya çalışırsınız, bunun bir kırması olmaz” şeklinde olursa , doğrudur 10 -Seddü'z -zerâyi', Mâlikî Mezhebi'nde, bir delîl olarak kabûl edilir ki bu esâs, şer'an memnû' olan bir şey'e vesîle teşkil eden mübah fiillerin de men' edilmesidir Aynı şekilde "Def' -i mefâsid, celb -i menâfî'den evlâdır" esâsına binâen, insanın, şer'an memnû' olan her hangi bir şey'e sevk edecek şey'lerden sakınmasını gerektirir Velev ki o şey'ler, yasak olmasa bile Bu esâs, Hanefî Mezhebi'nde de kısmen mu' teber ise de kat'î sûretde kabûl edilmiş değildir Hukûk -ı İslâmiyye ve İstılâhât -ı Fıkhıyye Kâm ûsu, C 1 ss 382 -383 Ö N Bilmen 11 -Mecelle, madde 21 "Eşbah" dan 12 -Mecelle, madde 22 "Eşbah" dan Her hangi bir zarûret hâli için mübah kılınan ( câiz görülen ) bir şey', o zarûretin gerektirdiği miktar ile takdîr olunur Onun ötesine geçilmez Bir hastaya verilen her hangi bir ilaç gibi O zarûret hâli ortadan kalkınca, huküm, yine aslı üzere kalır Mecelle, madde 25 "Eşbah" dan 23 Sayın Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ının, 09 -03 -2018 günü 15 56 da “İslâm’ın güncellenmesi gerektiği” sözlerine açıklık getirmesi hakkındaki sözlerinin, Fıkıh Usûlü İlmi ’ne göre değerlendirilmesi 1-“Kitabımız Kur’an’ın her an her zaman söylediğ i ve söyleyecek sözü var Naslar asla değişmeyecektir Ama bunlardan hareketle yapılan içtihatlar geliştirilen kurallar ve bunların uygulamadaki karşılıkları elbette zamana, şartlara ve imkanlara göre değişecektir ” sözü, i’tikâdî ve Fıkhî konuları bilmeyen ve doğru dürüst İlmihal bilgilerini dahî bilmeyen müslümanlara kendimizi müslüman göstermek için söylenmiş yuvarlak ifâdelerdir Bu şekildeki ifâdeler, Mısır’ın bu günkü hâline gelmesine sebeb olan Muhammed Abdüh’l ar; Afkanistan’ın bu günkü hâline gelmesine sebeb olan Cemâleddin Efkânî’ler ; Türk iye’nin bu günkü hâline gelmesi ne sebeb olan yenilikci, telfikci, reformcu din adamı geçinen ve İngiliz siyaset adamı Edmond’un fikirlerini benimseyen kimselerin masonik fikir ve inançlarıdır “Ama bunlardan hareketle yapılan içtihatlar, geliştirilen kurallar ve bunların uygulamadaki karşılıkları elbette zamana, şartlara ve imkanlara göre değişecektir ” sözündeki kurallar ve bunların karşılıkları, hangi esâsa göre de ğişecekdir? İslâm’da, Kitâb, Sünnet ve İcmâü’l -ümmet’e dayanmayan herhangi bir kural ve bunların uygulamadaki karşılıkları, bid’at, şirk, nifak ve fesâddan başka bir netîce doğurmaz Bunların , i’tikâdî, fıkhî ve dînî yönden hükümleri , Akâid ve Fıkıh kitapl arında anlatılmışdır Mecelle’deki “Ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” kâıdesi, şarta bağlıdır ve şu şekildedir: ُ ر َ ك ْ ن ُ ي َلا ُ ر ي َغ َ ت ِ م َاك ْ ح َ ْا ِ يُّ َغ َ تِ ب ِ نا َ م ْ ز َ ْا ِ ط ْ ر َ شِ ب َ دِ عا َ و َ ق ْلا َ و صنلا َ فِ لا َُ َلا ْ ن َا َة يِّ ل ُ ك ْلا “Nass’a ve kavâıd -i külliyye’ye muhâlif olmamak şartı ile, zamânın teğayyürü ile ahkâm’ın teğayyürü inkâr olunamaz” 14 14 -Mecelle, madde 63 “Eşbah” dan 24 Bunun için Mecelle’de ifâde edilen bu küllî kâıdedeki şartı, hiç hesâba katmadan “zamânın teğayyürü ile ahkâm’ın teğayyürü inkâr olunamaz” deniliyo r ki böyle bir inanış ve tatbîk at,, beynamazı n mâzereti gibi şeytânî bir inanış ve tatbîkat şeklidir Çünkü beynamaza “Niçin namaz kılmıyorsun?” denilince, Kur’ân’da ( َ ة َلا صلا ْاو ُب َ ر ْ ق َ ت َلا :Namaza yaklaşmayın) 15 buyuruluyor da ondan, demiş Peki ama onun devamında ( ى َ را َ ك ُ س ْ م ُتنَأ َ و :Siz sarhoşken ) ifâdesi var, denilince de , işte orası benim işime gelmiyor! demiş ki böyle bir anlayışla İslâmî bir hayat yaşamanın netîcesi, dünyevî ve uhrevî husrandan başka bir netice do ğurmaz Çünkü Cenâb -ı Hakk, böy le bir İslâmî anlayışla amel edenler hakkında, şöyle buyuruyor: َ م ِ س انلا َ نِ م َ و ٍ ف ْ ر َ ح َ ىل َ ع َللها ُ د ُب ْ ع َ ي ْ نج ْإ َف ٌ ر ْ ي َ خ ُه َب َاص َا ْ ن ِ ن ِ هِ ب ن َا َ م ْطاج ُه ْ ت َ ب َاص َا ْ نِ إ َ و ٌة َن ْ تِ ف ِ ن ِ هِ ه ْ ج َ و َ ىل َ ع َ ب َل َ ق ْ نافق َة َ رِ خ ْ لآا َ و َاي ْن دلا َ رِ س َ خط ُ ينِ ب ُ م ْلا ُ ن َار ْ س ُْ لْا َ و ُ ه َ كِ ل َ ذ “İnsanlardan bir kısmı da vardır ki (cân -ü gönülden değil de işine gelen tarafından, bir kenarından, bir ucundan tutarak veyâ dil ucu ile müslümân olarak) Allâh’a ibâdet eder Eğer kendilerine bir hayır dokunursa ona yapışır, yatışır, (fit olur) Eğer bir fitne (bir şerr, bir zarar) isâbet e derse yüz üstü dönüverir (de irtidâd bile eder) (İşte bu şekilde Allâh’a kulluk eden bir kimse), dünyâ’da da, âhiret’de de hüsrâna uğramışdır Bu ise, ap -açık bir ziyandır, (ap -açık bir hüsrândır)” 16 َ ين َ ب َ ت ا َ م ِ د ْ ع َ ب ْ نِ م َ لو ُ س رلا ِ قِ قا َ ش ُي ْ ن َ م َ و ِ هِّ ل َ و ُ ن َ ينِ نِ م ْ ؤ ُ م ْلا ِ ليِ ب َ س َ ر ْ ي َ غ ْ عِ ب ت َ ي َ و َ ىد ُْ لْا ُه َل َ من َ ه َ ج ِ هِ ل ْ ص ُن َ و لى َ و َ ت ا َ مط ًايُِّ ص َ م ْ ت َءا َ س َ وع "Kim kendisine doğru yol (Ehl -i sünnet ve’l -cemâat yolu) besbelli oldukdan sonra Peygambere muhâlefet eder, mü'minlerin yolundan başkasına uyub giderse onu, döndüğü o yolda (kendi hâline) bırakırız (Âhiretde de) kendisini Cehennem’e koyarız O, ne kötü bir yerdir, (ne kötü yaşanılacak bir yerdir) " 17 15 -Nisâ’, 43 16 -Hacc, 11 17 -Nisâ', 115 25 ْ ع َ ي ْ ن َ م َ و ْ م ُ ه َ نو د ُ ص َي َل ْ م ُ ه نِ إ َ و ٌ نيِ ر َق ُه َل َ و ُ ه َ ف ًان َاط ْ ي َ ش ُه َل ْ ص ِّي َ ق ُ ن ِ ن َْ حْ رلا ِ ر ْ كِ ذ ْ ن َ ع ُ ش َ ن ُ ود َت ْ ه ُ م ْ م ُ ه ن َأ َ ن ُ وب َ س َْ َ و ِ ليِ ب سلا ِ ن َ ع َ ك َن ْ ي َ ب َ و ِ نِ ْ ي َ ب َ ت ْ ي َل ا َي َ لا َق ا َن َءا َ ج ا َ ذِ إ تَّ َ ح يِ ر َ ق ْلا َ س ْ ئِ ب َف ِ ْ ين َ قِ ر ْ ش َ م ْلا َ د ْ ع ُ ب ِ با َ ذ َ ع ْلا ِ فِ ْ م ُ ك نَأ ْ م ُت ْ م َل َظ ذِ إ َ م ْ و َ ي ْلا ُ م ُ ك َ ع َ ف ْ ن َ ي ْ ن َل َ و ُ ن َ نو ُ كِ َ تَ ْ ش ُ م “Kim o Rahmân (olan Allâh) ın zikrinden göz yumarsa (gâfil olup ondan yüz çevirirse, Ehl -i sünne t ve’l -cemâat yolundan ayrılarak başka yollara yönelirse ) biz de ona şeytanı musallat ederiz Artık o, onun (ayrılmaz) bir arkadaşıdır” “Şübhesiz ki bu (şeytan) onları yoldan çıkarır, onlar da kendilerinin hidâyetde (doğru yolda) olduklarını sanırlar” “Nihâyet (hesâb günü olan kıyâmet gününde) o, biz e geldiği zaman, -Kâşki seninle benim aramda gün doğusu ile gün batısı kadar uzaklık olsaydı (da sen bana arkadaş olmasaydın) Sen ne kötü bir arakaş (mışsın) - der, (ama artık iş işden geçmişdir) ” “(Bu temenniniz ve pişmanlığınız) bu gün size aslâ bir fâide vermez Çünkü (hepiniz, dünyâda iken nefislerinize) zulm etdiniz Muhakkak ki hepiniz de azâbda ortaklarsınız” 18 Bu âyet -i kerîme ve benz erlerinde böyle ifâde buyurulduğu halde , “bunlardan hareketle yapılan içtihatlar, gel iştirilen kurallar ve bunların uygulamadaki karşılıkları elbette zamana, şartlara ve imkanlara göre değişecektir ” anlayışı ile, AB böyle istiyor, Batı böyle istiyor, zamânın icâbıdır, çağın gereğidir gibi Allâhü Teâlâ’nın şiddetle yasak ettiği fuhşu, zinâyı, eşcinselliği, domuz etinin satışını serbes bırakmak; herkes dilediği gibi giyinip kuşanabilir diyerek edebi, hayâyı, utanma hissini kaldırarak ka rşı cinsin şehevî hislerini ve duygularını tahrik eden davranışları serbest bırakmak; her türlü şerr iş lerin serbestce tezgahlandığı kafe ve benzerlerinin alabildiğine çoğalmesına göz yummak; insanlığın bugün ulaştığı noktada sahip olduğu imkanları, teknolojiyi, iletişimi, 18 -Zuhrûf, 36 -37-38-39 26 şehirleşmenin getirdiği insan ilişkilerini nasıl yok sayabiliriz demek gibi toplumlar ı helâk eden her türlü davranışı serbet bırakmak, ictihad nâmı altında, zamâna, şartlara ve imkanlara göre midir? Halbuki böyle bir ictihad veyâ fetvâ , hem fâs id, hem de hükümsüz olduğundan ancak Müftî Mâcin’ lerin (hem kendilerini hem de kendilerinin fetv âsına uyan insanları felâkete sürükleyecek kimselerin ) vereceği bir fetvâ olduğu gibi, toplumların dînî ve ahlâkî yönden helâkine de sebeb olur Kur’ân -ı Kerîm’de ifâde buyurulan ve peygamberlerinin tavsiyesine uymayan ümmetle rin helâk olup gittiği gibi Ondört asırdan beri âmmenin tasvib ini kazanan ve Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esâslarına tamâmen uygun olan Hakk mezheblerin fakih ve müctehidleri, kendi aralarında -ilmî ihtisâslarına göre - derecelere ayrılmış ve bu konu ile ilgili olarak her mezhebde, müctehidlerin derecelerini belirleyen “Tabakât kitâbları” yazılmışdır ki bunlardan Hanefî fakihleri , şu yedi kısma ayrılarak incelenirler: 1-Dînde ictihâd sâhibi olan mutlak müctehid İmâm A’zam Ebû Hanîfe, İmâm Mâlik, İmâm Şâfiî, İmâm Ahmed ibn -i Hanbel rahmetü’llâhi aleyhim gibi 2-Mezhebde müctehid İmâm Ebû Yûsüf, İmâm Muhammed Eş -Şeybânî, İmâm Züfer, İmâm Hasen ibn -i Ziyâd rahmetü’llâhi aleyhim gibi 3-Mes’elede müctehid Hassâf, Tahâvî, Ebu’l -Hasen Kerhî, Şemsü’l -Eimme Helvânî, Şemsü’l -Eimme Serahsî, Fahru’l -İslâm Pezdevî, Kâdîhân, Burhânü’d -dîn Mahmûd Buhârî rahmetü’llâhi aleyhim gibi 4-Tahric erbâbı (veyâ Ashâbı ) 27 Ebû Bekr Cessâs, Ebû Bekr Râzî ve O’nun talebesi Ebû Abdi’llâh Cürcânî rahmetü’llâhi aleyhim gibi 19 5-Tercih erbâbı (veyâ ashâbı ) Muhtasar -i Kudûrî sâhibi Ebu’l -Huseyn Kudûrî, Hidâye sâhibi Şeyhü’l -İslâm Burhânü’d -dîn Merginânî, Fethu’l -Kadir sâhibi Kemâlü’d -dîn ibn -i Hümâm rahmetü’llâhi aleyhim gibi 6-Temyîz ashâbı Kenz sâhibi Ebu’l -Berekât Hâfızu’d -dîn Nesefî, Muhtar sâhibi Ebu’l -Fazl Mecdü’d -dîn Mevlisî, Vikâye sâhibi Tâcü’ş - şerîa Mahmûd Buhârî, Mecma’ sahibi Muzafferu’d -dîn ibnü’s -Sâatî rahmetü’llâhi aleyhim gibi 7-Mukallid -i mahz (Sırf mukallid ) Hicrî sekizyüz târihlerinden sonra gelen Hanefî fakihlerinin çoğu, bu kısma dâhildir Haskefî Alâü’d -dîn ve İbn -i Âbidîn rahmetü’llâhi aleyhim gibi Şâfiî fakihleri de, şu dört kısma ayrılarak incelenirler 1-Müstakil müctehid 2-Müntesib müctehid 3-Mezhebde müctehid 4-Fetvâ veren müctehid Yüce İslâm Dîni’ndeki Fıkhî ve İlmî esaslar böyle olduğuna göre, “bunlardan hareketle yapılan içtihatlar, geliştirilen kurallar ve bunların uygulamadaki karşılıkları elbette zamana, şartlara ve imkanlara göre değişecektir ” konularında ictihad 19 -Tahric , fıkıhda bir merhale ve bir hamle sayılmışsa da, bu merhale ve hamle sonraları durmu şdur İşleyip devam etmemişdir 28 yapabilecek müc tehid veyâ mü ctehidler, bunlardan hagi gurubun usûl ve esaslarına göre ictihad yapacaklardır ? Bunun için ictihâd yetki ve melekesine sâhib olmayan kimselerin, dînî konuları, -Ehl -i sünnet esâslarına aykırı olarak - kendi anlayışlarına göre çözmeye kalkışmaları, büyük bir mes’ûliyyet gerektirir Böyle bir kimse vereceği bir cevâbda, verdiği bir hukümde isâbet etse bile -bilmeden cevâb vermiş olacağından - yine mes’ûliyyetden kurtulamaz Çünkü bir hadîs -i şerîfde, şöyle buyurulmuşdur: ( ِ ر انلا َ ىل َ ع ْ م ُ ك ُأ َ ر ْ ج َا َاي ْ ت ُ ف ْلا َ ىل َ ع ْ م ُ كُأ َ ر ْ ج َا : Sizin ateşe atılmaya e n cür’etkârınız, fetvâ’ya -ya’nî şer’î mes’elelere âit konularda cevâb vermeye - en ziyâde cür’et göstereninizdir) 20 Bu bakımdan dînî konular dışındaki bir çok mes’eleler hakkında bile, bilgi sâhibi olmadan gelişi güzel konuşmak ve yâ davranmak, insanı çok zor ve gülünç durumlara düşürdüğü her zaman görülen hâdiselerdendir Bunun için âmmenin kabûlüne mazhâr olmuş olan müctehidlerden birisine tâbi’ olarak amel etmek, ma’nevî mes’ûliyyetden kurtulmanın, İslâm birlik ve berâberli ğinin te’mîninin tek çâresidir Aksi takdirde -herkes kendi anlayışına göre amel ederse - dînin asliyyeti ve ulvî mâhıyeti kayb olmuş olur ki bu da büyük bir dalâlet ve zulmet içinde kalmanın sebebi olur Bu bakımdan zaman zaman meydana çıkacak olan ba’zı mes’elelerin, ba’zı hâdiselerin hukümlererini ta’yîn etmek husûsunda ta’kîb edilecek yol, daha önce gelip geçmiş olan ve bütün İslâm âleminin takdîr ve tasvîbini kazanmış bulunan müctehidlerden birisinin -İmâm A’zam, İmâm Mâlik, İmâm şâfiî ve İmâm Ahmed ibn -i Hanbel rahmetü’llâhi aleyhim gibi - ta’kîb etmiş olduğu esâs ve 20 -Hukûk -ı İslâmiyye ve İstılâhât -i Fıkhiyye Kâmûsu, C 1 ss 250 Ömer Nasûh Bilmen Dârimi, Mukaddime, 20 29 usûllere mürâceat ederek o mes’eleyi hâll ve ta’yîn etmekdir ki insanı, dünyevî ve uhrevî mutluluğa götüren en doğru yol da budur Kim ne derse desin övgülerle bitiremiyeceğ imiz başarı ve hizmetlerinizi büyük bir takdirle karşıladığımız halde, dînî ve ahlâkî konulardaki inanç ve görüşlerinizi aslâ tasvib etmiyoruz Bu iş, binbir güçlükle okutup yet iştirdiğimiz ve mesleğinin ehli yaptığımız bir çok gençlerimizi, İslâmî esaslar a göre değil de, “Benim parti zihniyetime uyum sağlamıyor, düşünceleri benim düşünce lerime uymuyor” gibi düşüncelerle görevlerlerinden uzaklaştırıp âtıl bir h âle getirdiği niz gençlerin hâline benzemez Yıll ardan beri çeşitli baskılarla dîne karşı olanlar, bu dînin aslı nı bozamadıkları gibi onu ortadan da kaldıramamışlardır Fakat sizin ve size yön veren ve Türk iye’nin bu günkü hâline gelmesi ne sebeb olan yenilikci, telfikci, reformcu din adamı geçinen ve İngiliz siyaset adamı Edmond’un fikirlerini benimseyen ve onların masonik fik ir ve inançları nı gerçekleştirmeye çalışan kimselerin zamanında bozulmaya başlamışdır ki telâfîsi kolay kolay mümkün değildir Bunun için b u günlerde , bâtıl inanç ve görüşleri kökünden kurutacak Sâsânî hukümdârı Kubad ’ın oğlu Nûşirevân -ı âdil gibi 21 bir kurtarıcıya veyâ ondan da daha kuvvetli inancı, cesâreti, adâleti ve kudreti ile Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in ve kırk kadar A shâb -ı kirâm’ını n önüne düşüp kılıcını çekerek “Beni bilen bilir Bilmeyen de bilsin ki ben Haddâb oğlu Ömer'im Allâh 21 -Nizâmü’l -mülk Hasan Âlî Yücel Kılasikleri Nûşirevân -ı âdil , ( َا َءا َن ْ بَأ َ نو ُفِ ر ْ ع َ ي ا َ م َ ك ُه َنو ُفِ ر ْ ع َ ي َ با َتِ ك ْلا ُ م ُ ها َن ْ ي َ تآ َ نيِ ذ ل ْ م ُ هط : Kendilerine Kitâb verdiklerimiz, O’nu (o son Peygamberi) öz oğulları gibi tanırlar ) (Bakara,146 En’âm, 20 Şuarâ’,196 ) Âyet -i kerîme’sinde işâret edildiği gibi, âhir zaman peygamberi hakkındaki İslâmî bilgi ve haberleri kendisine mâl ederek sosyalizm’in ve komonizm’in temelini atan sahtekar, hîlebaz ve yalancı peygamber ateşperest Mazdek ’in tüm oyunlarını ibtal edip âhir zaman peygamberi hak kındaki İslâmî doğruları hâkim kılmak için İran’ın Fars şehrinden çağırdığı ilim adamı Mâbed ile el birliği ederek Mazdeki ve adamlarını tepesi üstü toprağa gömüp doğruyu hâkim kılmışdır 30 birdir Muhammed -aleyhi's -selâm - O'nun hakk Rasûlüdür ” diyerek Rasûlü’llâh aleyhi’s -selâm ’ın ölüm haberini bekleyen ve İslâm Dîni’nin en büyük düşmanı olan Ebû Cehil ve arkadaşlarının karşısında , Haram -ı Şerîf 'e gidip sâf sâf olup açık dan Tekbîr alarak nama z kıldıran bir Hazreti Ömer radıe’llâhü anh gibi bir öndere, bir kurtarıcıya ihtiyacımız vardır Gelin, iş işten geçmeden, kuş kafesden uçmadan , elim izdeki imkân ve yetkiler gitmeden, “Eyvah , aldanmışım , aldatılmışım demeden” bu işi b iz yap alım Hem kendimizi, hem yanlış yollara bizi götürenleri, hem de yanlış yollara yöneltilen milyonlarca müslümanım diyen müslümanları, her Fâtiha -i şerîf’i okuduğumuzdaki “Sırât -ı müstakîm ” yoluna, Ehl -i sünnet ve’l - cemâ at yoluna yönlendirip kurtar alım ki hep birlikde, dünyevî ve uhrev î kurtuluşa erelim Kendi küçük ama tahrîbâtı büyük olan “Korona Virüsü ” nün ve ondan sonra görülüp aynı tahrîbatları yapan “Hanta Virüsü ” nün tüm dünyâyı etkisi altına aldığı bu günlerde; kuvvet li kudretli olduklarını zannederek toplarının, tüfeklerinin, tanklarının , füzelerinin , uçaklar ının, her türlü insansız harb araçları nın ve benzerlerinin işe yaramadığını görüp âciz kaldıklarını gören tüm dünya insanlarının Yaratana ilticâ edip duâya yöneldiği bu günlerde; hattâ en inat kâfirle rin bile başı dara geldiği için derinden derine yaratana iltic â etmek ihtiyâcını duyduğu bu günlerde; milletce tevbe ve istiğfar edip Allâhü Teâlâ’dan afv ve mağfiret dilemeye ihtiy âcımız olduğu bu günlerde ve bu ortamda , gelin, iş işten geçmeden, kuş kafesden uçmadan , elim izdeki imkân ve yetkiler gitmeden, “Eyvah , aldanmışım , aldatılmışım demeden” bu işi biz yapalım Tevbe ve istiğfar ederek ve aşağıdaki âyet -i kerîme’de ifâde buyurulan emr -i ilâhiye uyarak, yeniden Silm ’e (İslâm’a) girip Yüce Rabb’imize yönel elim ve O’nun hıfz -u him âyesini dileyelim ki hep birlikde, dünyevî ve uhrevî kurtuluşa erelim 31 َا َاي ْ م ُ ك َل ُه نإ ِ ن َاط ْ ي شلا ِ ت َاو ُط ُ خ ا ُ وعِ ب ت َ ت َلا َ و ًة ف َاك ِ م ْ ل ِّ سلا ِ فِ ا ُ ول ُ خ ْ دا ا ُ ون َ مآ َ نيِ ذ لا ا َ ه ي ٌ ينِ ب ُ م ٌّ و ُ د َ ع ٌ ميِ ك َ ح ٌ زيِ ز َ ع َ للها نَأ او ُ م َل ْ عا َف ُ تا َن ِّ ي َ ب ْلا ُ م ُ ك ْت َءا َ ج ا َ م ِ د ْ ع َ ب ْ نِ م ْ م ُت ْ ل َل َ ز ْ نِ إ َف “Ey îmân edenler, h ep birlikde silme (yeniden İslâm’a, barışa, dünyâ ve âhiret selâmetine ) girin (Tevhîd esâslarına bağlı k âmil, olgun, iyi, takvâ ve ihlâs sâhibi birer müslümân olun Ayıp ve kusurlardan uzak bulunun ) Şeytanın adımları ardına düşmeyin (şeytânî yollara sapmayın, Deccâl’lerin, Tâğut’ların, Mücrim’lerin ve Bâtıl fikirlerinde isrâr edip büyüklük taslayanların peşinden gitmeyin ) Çünkü o (onlar) , sizin için ap -açık bir düşmandır” “Size bunca açık delîller geldikden sonra yine kusur ederseniz (silm’e gi rmekden, birlik ve berâberliğinizi koruyup olgun birer Müslüman olmaktan kaçarsanız), iyi bilin ki muhakkak Allâh, Azîz’dir (mutlak gâlibdir, hukmüne karşı gelinmez, dilediğini yapar ve emrini infâz eder) ve Hakîm’dir (her yaptığını bir hikmetle yapar) ” 22 2-“Eğer biz içtihatları değiştirmezsek yani uygulamaya ilişkin kuralları, içinde bulunduğumuz şartlara göre sabit olan nasları uygun şekilde yenilemezsek sadece kendi kendimizi kandırmış oluruz İnsanlığın bugün ulaştığı noktada sahip olduğu imkanları, teknolojiyi, iletişimi, şehirleşmenin getirdiği insan ilişkile rini nasıl yok sayabiliriz” sözündeki “içinde bulunduğumuz şartlara göre sabit olan nasları uygun şekilde yenilemezsek” ifâdesi, hem daha önceki ifâdeler ile çelişki ifâde etmekte, hem de -sanki hâşâ Alâhü Teâlâ, geleceği bilmiyor gibi - Allâhü Teâlâ’ya cehil isnad etmektedir ki işin en tehlikeli tarafı da budur Çünkü, nass ’lar aslâ değişmez ve değiştirilmesi de mümkün değildir Bu şekildeki çalışmaların hepsi, Yüce İslâm Dîni’ni tahrîfe yönelik birer çalışmadır ki sonu dünyevî ve uhrevî birer felâketden başka bir şey’ değildir Bunun için Allâhü Teâlâ, bu şekilde değişiklik yapmak i steyenleri önemle uyararak Kur’ân -ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır: 22 -Bakara, 208 - 209 32 ًلا ْ د َ ع َ وا ًق ْ دِ ص َ ك ِّب َ ر ُ ت َ مِ ل َ ك ْ ت َ تَ َ وط َلا ِ هِ تا َ مِ ل َ كِ ل ِ ل ِّ د َب ُ مج ُ ميِ ل َ ع ْلا ُ عيِ م سلا َ و ُ ه َ و “Rabb’inin sözü doğruluk ve adâlet bakımından tam kemâlindedir O’nun kelimel erini (kânunlarını) değiştirici (hiçbir şey’ ve hiçbir kuvvet) yokdur O, (dedikoduları) hakkıyle işiden, (küfr ve nifâk hâlinde olanları ) kemâliyle bilendir” 23 ِ ه ّللا ِ تا َ مِ ل َ كِ ل َ ل ِّ د َب ُ م َلا َ وج “Allâh’ın kelimelerini (kânunlarını) değiştirebilecek (hiç bir ferd ve hiçbir kuvvet) yokdur” 24 ْ ن َل َ ف ً لايِ د ْ ب َ ت ِ ه للا ِ تن ُ سِ ل َ دِ َ تَج ْ ن َل َ و ًلايِ و َْ تَ ِ ه للا ِ تن ُ سِ ل َ دِ َ تَ “Sen Allâh’ın sünnetinde (kânununda) aslâ bir değişiklik bulamazsın Sen Allâh’ın sünnetinde (kânununda) aslâ bir döneklik de bulamazsın” 25 ْ ن َل َ و ًلايِ د ْ ب َ ت ِ ه للا ِ ةن ُ سِ ل َ دِ َ تَ “Allâh’ın sünnetinde (kâinâtı idâre etmek için koymuş olduğu kânunlarında) aslâ değişiklik (ve bir sapma) bulamazsın” 26 Aynı şekilde , Yahûdî’lerin, aşağıdaki âyet -i kerîmedeki (ا َنِ عا َ ر : Râinâ: Bizi gözet, bize bak, biz de istifâde edelim ) yerine, ( ْ ين َ ع : Ayın) harfinin kesresini biraz uzatarak çobanımız ma’nâsına gelen ( ا َنيِ عا َ ر : Râînâ) demelerini şiddetle men etmiş, bunun yerine ( ا َن ْ ر ُظ ْن ُا : Unzurnâ: Bizi gözet, bize bak - demelerini tavsiye ederek şöyle buyurmuşdur: او ُ ع َْ سْا َ و ا َن ْ ر ُظ ْنا او ُلو ُق َ و ا َنِ عا َ ر او ُلو ُ ق َ ت لآ او ُن َ مآ َ نيِ ذ لا ا َ ه ي َا ا َيط ٌ ميِ ل َا ٌ با َ ذ َ ع َ نيِ رِ فا َ ك ْ لِ ل َ و “Ey îmân edenler, (Râinâ) demeyin (Unzurnâ) deyin, (söze iyi) kulak verin Kâfir’ler için çok acıklı bir azâb vardır” 27 23 -En’âm, 115 24 -Enâm, 34 25 -Fâtır, 43 26 -Fetih, 23 27 -Bakara, 104 33 3-İctihad ve fetva, Fıkıh Usûlü İlmi’ne göre a yrı ayrı kavramlardır Zamânımızda, yukarıda ifâde edilen ictihad şartlarını kendisinde bulunduran bir kimse yokdur Ancak kendisinin bir müctehid olduğunu zannederek hem kendisini hem toplumları yanlış yollara sevk eden fâsid ictihad meraklısı “Müftî mâcin ’ler : Halka hîle ta’lîm eden, hîle öğreten kimse ” ler vardır Fıkıh Usûlü İlmi’ne göre m üctehid olmaya n bir müftîn in fetvâ vermesi , bir takım usûl ve şartlara bağlıdır ki b unlara “Resmü’l - müftî” denir ki daha önce anlatıldığı gibi, şöyledir: a-Bir mezhebin müessisi olan bir müctehide tâbi’ olan ve kendisine “Tahrîc ashâbı” denilen kuvvetli ilim sâhibi âlimler, bir mes’elenin hukmünü, tâbi’ olduğu mezheb sâhibi müctehidin rivâyet olunan ictihâdlarında bulamazsa, tâbi’ olduğu müctehidin usûl ve kâıdelerini tatbîk ederek o mes’elenin şer’î hukmünü ta’yîne çalışır Kendi nâmına ictihâd yapmaya kalkışmaz ve fetvâ ver meye de cür’et etmez b-Tahrîc ashâbından olmayan bir âlim veyâ müftî, tâbi’ olduğu mezhebdeki muhtar ve müftâbih olan hukümleri nakl ve hikâye ederek mes’elelerin şer’î hukümlerini cevâblandırmaya çaşlışır c-Bir mezhebde -meselâ Hanefî mezhebinde - bulunan bir müftî, kendisinden sorulan bir mes’elenin hukmünü, önce İmâm A’zam rahmetü’llâhi aleyh ’in ictihâdını, -Zâhiru’r -rivâye kitâbları denilen - mu’teber ve tevâtüren menkûl olan kitâblardan arar, bulur Onları nakl ve hikâye ederek cevâb verir İmâm A’zam rahmetü’llâhi aleyh ’den rivâyet edilen bir cevâb bulamazsa, O’nun değerli talebelerinden olan İmâm Ebû Yûsüf rahmetü’llâhi aleyh ’in kavlini arar Onu hikâye ve nakl ederek cevâb verir İmâm Ebû Yûsüf rahmetü’llâhi aleyh’in de bir kavlini bulamazsa, İmâm A’zam rahmetü’llâhi aleyh ’in diğer talebesi olan İmâm Muhammed rahmetü’llâhi aleyh ’in kavlini arar Onu nakl ve hikâye ederek cevâb verir Eğer bu üç imâmdan birinin kavli, -asrın maslahatına ve delîlin kuvvetine mebni’ - ulemâ’ tarafından müftâbih görülmüş -ya’nî 34 tercih edilmiş - ise, ona göre fetvâ verir Kendi re’y ve keyfine göre fetvâ vermez d-Bir müftînin, kendi mezhebine göre yazılmış bir fıkıh kitâbına mürâceât ederek hemen fetvâ vermesi câiz değildir Çünkü bir mes’elenin hukmü, bir takım kayıd ve şartlar ile mukayyed olabilir Mes’ûliyyeti büyük olan bir hatâya düşmemek için ilgili diğer kitâblara da bakması lâzım gelir e-Bir müftî, râcih olan bir kavli arayı p bulmalı ve ona göre fetvâ vermelidir Aksi takdirde râcih olan kavlin gayrisi ile fetvâ verirse, verdiği fetvâ helâl olmaz Çünkü böyle bir huküm veyâ fetvâ ile, hevâ ve hevese tâbi’ olmuş olur Böyle bir hevâ ve hevese ittibâ’ etmek ise, İcmâ’ ile haram dır f-Bir müftî, mâhir ve mütehassıs bir kimse olmalı ve kendisinden fetvâ vereceği kitâbın ulemâ’ arasında mu’teber bir kitâb olduğuna muttali’ bulunmalıdır g-Müctehid olmayan bir müftînin, mu’teber olmayan kitâblardan fetvâ vermesi veyâ verdiği bir fetvâyı -aslı olmadığı hâlde - İmâm A’zam, İmâm ebû Yûsüf ve İmâm Muhammed gibi bir müctehide isnâd etmesi, helâl olmaz h-Müctehid olmayan bir müftî, bir mes’ele hakkında, birbirine zıt kaviller görürse, en mu’teber kitâblar hangisi ise onlara mürâceât eder Meselâ, Hanefî mezhebinde olan bir müftî, böyle bir hâl vukûunda önce -Bidâye, Muhtâr, Nikâye, Vikâye, Kenz, Muhtasar -ı Kudûrî, Mültekâ gibi - mu’teber kitâblardaki kavilleri tercîh eder Sonra bunların şerhlerindeki kavilleri t ercîh eder Daha sonra da fetvâ kitâblarındaki fetvâları tercîh eder i-Müctehid olmayan bir müftî, bir mes’elenin hukmünü, mütekaddimîn ile müteahhirîn arasında ihtilâflı görürse, çok kere mütekaddimînin kavlini tercîh eder ı-Müctehid olmay an bir müftî, sorulan bir mes’elenin hukmünü, mu’teber kitâblarda bulamazsa, kendisinden daha ehliyetli ve daha âlim kimseler ile müşâverede, ilmî mizâkerede bulunması lâzım gelir Kendi re’yi ile fetvâ vermeye cür’et etmesi doğru bir davranış 35 olmaz Îcâbı nda “Bilmiyorum” demesi daha evlâ olur Çünkü sorulan o mes’ele hakkındaki hukümleri bilmeden cevâb vermesi, - isâbet etse bile - dîn nâmına büyük bir cür’et olur ve mes’ûliyyeti de büyük olur 4-“Eğer biz içtihatları değiştirmezsek yani uygulamaya ilişkin kuralları, içinde bulunduğumuz şartlara göre sabit olan nasları uygun şekilde yenilemezsek sadece kendi kendimizi kandırmış oluruz” sözü, daha önce söylenen “Naslar asla değişmeyecektir” sözü ile çelişki hâlindedir ve Allâhü Teâlâ’ya cehil isnad et mek tedir ki böyle bir tasarruf, dînen, insanın ve toplumların helâkine sebeb olur Bu şek ildeki davranışların en güzel cevâbı, Bakara sûresi’nin 8 -20 ci âyet -i kerîme’lerinde şöyle ifâde buyurulmuşdur ِ للهاِ ب ان َ مآ ُ ل ُ وق َي ْ ن َ م ِ س انلا َ نِ م َ و ٌ ريِ د َق ٍ ء ْ ي َ ش ِّ ل ُ ك َ ىل َ ع َللها نِ إ ع “İnsanlardan ba’zıları da, kendileri îmân etmiş olmadıkları halde, -Allâh’a ve âhiret günü’ne inandık - der” “(Böyle söylemekle) Allâh’ı da, îmân edenleri de (gûyâ) aldatırlar Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatmazlar da yine farkına varmazlar” “Onların kalblerinde bir maraz (hastalık) vardır Allâh da (onların) marazlarını artırdı Yalan söylemekde oldukları için de, onlara acıklı bir azâb vardır” “Kendilerine, -Yer (yüzün) de fesâd yapmayın - denildiği zaman, -Biz ancak islâh edicileriz - derler” “Gözünü aç Onlar muhakkak ki fesâd’cıların ta kendileridir Fakat farkında değildirler” “Onlara -insanların ( müslümân’ların) inandığı gibi (siz de) inanın - denilince -Biz de mi o beyinsizlerin inandığı gibi inanacağız - derler Dikkât et ki (asıl) beyinsizler hiç şübhesiz kendileridir Fakat bilmezler” 36 “Onlar îmân edenler ile buluştukları zaman -Biz de (sizin gibi) inandık - derler Kendi şeytan’ları ile (hem fikir oldukları adamları ile) buluştukları zaman (onlarla başbaşa kaldıkları zaman) da -Emîn olun, biz sizinle berâberiz Biz ancak (onlarla) istihzâ (alay) edicileriz - derler” “Allâh da onlarla istihzâ’ eder ve taşkınlıkları içinde serseri serseri dolaşmalarına mühlet verir” “Onlar öyle kimselerdir ki hidâyeti vererek dalâlet’i (doğru yolu bırakıp sapıklığı) satın almışlardır Bu sûretle de onların alış - veriş’leri ken dilerine bir kazanç sağlamamış ve hidâyet’i (doğru yolu) da bulamamışlardır” “Onların hâli, ateş yakan bir kimsenin hâli gibidir ki o (ateş) çevresindekileri aydınlatmaya başlayınca Allâh (da) ışıklarını giderip (söndürüp) kendilerini karanlıklar içi nde, görmez (ve şaşkın) bir şekilde, bırakı vermişdir” “(Onlar, bu halleri ile) bir sürü sağırlar, bir sürü dilsizler, bir sürü körlerdir Artık (Hakk’a) dönmezler” “Yâhud onlar ın hâli, gökden boşanan yağmur (a tutulmuşun hâli) gibidir ki onda (o yağmurda) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek çakışı vardır Ölüm korkusu ile yıldırımlardan (korunmak için), parmaklarını kulaklarına tıkarlar Allâh kâfir’leri (işte böyle) çep -çevre kuşatandır” “O şimşek (nerdeyse) hemen hemen gözlerini (n nû runu) kapıp alıverecek Onları aydınlatınca (da onun ışığı) içinde yürürler Başlarına karanlık çökünce de (bir odun kütüğü gibi) dikilip kalırlar Allâh dileseydi onların işitmelerini, gözlerini giderirdi (de kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi Bu sû retle de hiç bir şey’i işitemez ve göremez olurlardı ki bu da Allâhü Teâlâ’nın rahmetinin ve lûtfunun münâfıklara tanıdığı bir fırsatdır Bu fırsatdan faydalanıp kurtuluş imkânını da elden kaçırırlarsa vay onların hâline) Şübhe yok ki Allâh, her şey’e hak kıyle kâdir’dir” 37 5-Kadınlar ile ilgili sözler de yanlışdır Eğer biz kendimizin müslüman olduğunu ve Allâhü Teâlâ’nın değişmez emir ve nehiylerine göre hareket ettiğimizi söylüyorsak, neden, Allâhü Teâlâ’nın bu konu ilgili emir ve nehiylerine göre konuşmuyoruz? Neden , Müslüman’ ları tuzağa dü şürüp yanlış yollara yönelten ve mukaddes aile yuvalarını tahrib edip yıkan provokatif olayları n arkasındaki şeytânî oyunları hesâba katmadan, kadınlar hakkında yanlış kanunlar çıkarmaya heveslenip onların tuzağına düşüyoruz? Neden, v arlığ ımızın temeli olan aile yuvalarımızı bozup tahrip etmeye yönelik İstanbul Sözleşmesi’ ni imzalayıp yürürlüğe ko yuyoruz Yoksa Kur’ân -ı Kerîm’e inandığımız ı söylediğimiz halde ondan haberimiz mi yok? Allâhü Teâlâ, Kur’ân -ı Kerîm’inde, ilk önce kendi haklarına riâyet edilip edilmediği ha kkında kendisinden korkulmasını; bundan sonra da “Kelime -i Tevhîd’de olduğu gibi”, Rasûlü ve Habîbi Hazreti Muhammed sallâ’llâhü alyhi ve sellem ’in haklarına riâyet edilip edilmediğ i h akkında kendisin den korkulmasını; bundan sonra da, Nisâ’ Sûresi’nin birinci âyet -i ker îmesinde ifâde buyurulduğu gibi , ra him sâhibesi kadınlların ve onlar vâsıtasiyle elde edilen akrabaların haklarına riâyet edilip edilmediği hakkında kendisinden korkulması gerektiği hakkındaki emirlerinden haberimiz mi yok? Kadınlar hakkında böyle büyük bir şeref ve değer , Fıkıh Kitapların da anlatıldığı halde, neden bunları göz önünde bulundurmadan bir takım provokatörlerin telkinlerine kapılarak yanlış teşhisl er peşinde koşuyor ve yanlış kanunlar çıkarmaya çalışıyoruz? Yüce İslâm Dînî’nin kadınlara verdiği değeri ve onlar hakkında yapılması gerekli olan davranışları ifâde eden usûl ve kurallar, hangi sistem ve felsefede vardır? ِ م م ُ ك َ ق َل َ خ يِ ذ لا ُ م ُ ك ب َ ر او ُ ق تا ُ سانلا ا َ ه يَأ ا َي ْ ن َ ن ا َ ه ْ نِ م َ ق َل َ خ َ و ٍ ة َ دِ حا َ و ٍ س ْ ف ا َ ه َ ج ْ و َ ز ًءا َ سِ ن َ و ًايُِّ ث َ ك ًلاا َ جِ ر ا َ م ُ ه ْ نِ م ث َب َ وج َءا َ س َت يِ ذ لا َه ّللا او ُ ق تا َ و َ نو ُل َ ْ ا َ و ِ هِ ب َ ما َ ح ْ رط َه ّللا نِ إ ا ًبيِ ق َ ر ْ م ُ ك ْ ي َل َ ع َ نا َ ك 38 “Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vucûde getiren, (biri diğerinden kopmuş bir çift meydana getiren) ve ikisinden de bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabb’iniz (e karşı gelmek) den korkun (sakının) (O’nun hukm -ü terbiyesine ve korumasına girin Emirlerine muhâlefet etmekden sakının; azâbından, gazâbından korkun) ” “Kendisi (nin adını öne sürmek suret) ile (birbirinizden bir şey’ ricâ’ ederken, Allâh aşkına, Allâh için, Allâh rızâsı için, senden şunu ricâ’ ederim, diye nâmına yemîn verdiğiniz), birbirinize dileklerde bulunduğunuz Allâh (a isyân etmek) den ve akrabalık (bağlarını kırmak) dan, (o rahim sâhibe si kadınların hukukunu, haysiyet ve şerefini gözetmemekden ve onlar sebebi ile elde etdiğiniz akrabalık bağlarını kırmakdan) korkun (sakının) Çünkü Allâh, sizin üzerinizde tam bir gözeticidir” 28 Rasûlü’llâh aleyhi’s -selâm da, hadîs -i şerîf’lerinde ve Vedâ’ Hutbesi’nde, şöyle buyurmuşdur: ْ م ُ ك ُ ر ْ ي َ خ ْ م ُ ك ُ ر ْ ي َ خ َِ لا ِ هِ ل ْ ه “Sizin hayırlınız, ehli için hayırlı olanınızdır” 29 “Kadınlara, ancak kerîm olanlar ikram eder, leim (alçak) olanlar da ihânet eder” “Cennet anaların ayakları altındadır” “Ey insanlar, kadınların haklarına riâyet etmenizi ve bu husûsda Allâh’dan korkmanızı tavsıye ederim Siz onları Allâh’ın emâneti olarak aldınız Allâh’ın kânunu ile izdivaç etdiniz Onların nâmuslarını ve i smetlerini, Allâh adına söz vererek helâl edindiniz Bunun için kadınlarınızın üzerinde sizin hakkınız, sizin üzerinizde de onların hakkı vardır ” Sizin hoş görmediğiniz kimseleri evlerinize almamaları, kötü görülen hareketlerde bulunmamaları hakkınız dır Eğer bunları 28 -Nisâ’, 1 29 -Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 7 ss 5122 Elmalılı Hamdi Yazır 39 yaparlarsa kendilerinden ayrılmanıza izin vardır Eğer haklarınıza riâyet ederlerse onlara iyi bakmanız ve değerince giydirmeniz gerekdir Bu onların hakkıdır Onlara iyi sözle öğüt verin Çünkü onlar sizin yardımcılarınızdır Kendil erini size bağlamışlardır Kadınlar, kocalarının izni olmadan onun malından hiçbir şey’i başkasına vermeyeceklerdir Erkekler de kadınlarını sayacaklardır 6-“önüne gelen böyle çıkıp da kadınlarla ilgili, genç, yaşlı bunlarla ilgili ileri geri bu tür şeyleri konuşmalarının İslam’a getirdiği lekeyi, gölgeyi görmemezlikten geleme yiz” sözü, müsbet bir ifâdede olduğundan gerekli dînî ve kanûnî tedbirleri alarak müsbet hizmetlerde bulunmak vaz îfemizdir Böyle bir vazîfe, i’tikad, ibâdet, ahlâk ve muâ melet yönünden Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esaslarına uygun olarak yapılırsa , Allâhü Teâlâ’nın emir ve nehiylerine uygun olur Bu esâsa uymayan değişiklikler ise, dünyevî ve uhrevî bir azâb -ı ilâhî’den başka bir netîce doğurmaz Hangi kadın haklarından bahsediyor sunuz? Türistik bölgelerde, otellerde, Göreme’de ve benzeri yerlerde, onb eş ilâ yirmibeş yaşlarındaki gen cecik kızlarımıza , birkaç kuruşluk dünyevî çıkarlarımız için fuhuş hayatı yaşatmak mı kadın hakları? Herkes dilediğ i gibi geyinip kuşanmakda serbes dir , diyer ek kadınlarımı zı gece hayatı elbiseleri ile sokaklara dökmek, televizyon ekranlarında göğüslerine, bacaklarına varıncaya kadar açıp teşhir etmek, karşı cinsin şehevî arzûlarını tahrik edecek bir duruma getirmek, her gün evlerimizin önünde, şurada, burada lise ve üniversite öğrencilerinin hiçbir kimseden çekilmeden sarmaş dolaş olup öpüşmeleri ni gör düğümüz halde, tedbi r alıp men etmemek mi, kadın haklarını korumak? Televizyonlar ekranlarında apaçık fuhuş reklamları yapmak ve yaptırmak mı , kad ın haklarını korumak? Allâhü Teâlâ’nın , "Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar Bu, kendileri için daha temizdir Şübhesiz ki Allâh, ne yaparlarsa hakkıye haberdardır" 40 "Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar Zînetlerini (baş kulak, boyun, göğüs, bâzû, kol ve ayak gibi zînet yerlerini) açmasınlar Bunlardan görünen kısmı (yüzler, eller ve ayaklar) müstesnâ Baş örtülerini yakalarının üstünü (kaplayacak bir şekilde) koysunlar Zînet (mahal) lerini, (ancak) kendi kocalarına, yâhud kendi babalarına, yâhud kocalarının babalarına, yâhud kendi oğullarına, yâhud kocalarının oğullarına, yâhud kendi birâderlerine, yâhud kendi birâderlerinin oğullarına, yâh ud kız kardeşlerinin oğullarına, yâhud kendi kadınlarına (Mü'min kadınlara, -Müslümân olmayan kadınlar mâ'nen erkek hukmünde olduğundan Müslümân olmayan kadınlar hâriç -), yâhud kendi ellerinin mâlik olduğu câriyelerine (erkek köle hâriç), yâhud erkeklikden kesilmiş hizmetçilerine, yâhud henüz kadınların gizli yerlerine muttali' olmayan çocuklara karşı, tesettürlü olmayabilirler Gizleyecekleri zînetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar Hepiniz Allâh'a tevbe edin ey Mü'min'ler Tâki kor kduğunuzdan emîn, umduğunuza nâil olasınız" 30 şeklindeki emir ve nehiylerini, “ Eğer biz içtihatları değiştirmezsek yani uygulamaya ilişkin kuralları, içinde bulunduğumuz şartlara göre sabit olan nasları uygun şekilde yenilemezsek sadece kendi kendimizi kandırmış oluruz” gibi masonik düşünceler ile, Allâhü Teâlâ’nın emir ve nehiylerini bırakarak veyâ değiştirerek veyâ gazeteci bir kadın ın tesettür tavsiyesine uyarak deve hörgücüne benzer bir tesettür şekli ile örtmek mi , kadın hakrarına riâyet etmek? Kısacası, demokrasî, lâiklik, hoş görü, insan hakları gibi Batının İslâm dışı sistemlerini hayâta geçirip asırlardan beri en büyük ve en kutsal özelliklerimizin başında gelen edebi, hayâyı, utanma hissini , büyüklere saygı, küçüklere sevgi duygusunu , insan ve aile şerefini 30 -Nûr, 30-31 41 ayaklar altına alarak bunların aksini yapmak mı kadın haklarını korumak? N E T Î C E Sayın Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan, َل َ و َ ت ْ ن َ ىض ْ ر ْ ن َ ع ْلا َ ك ُ وه َي نلا لآ َ و ُ د َاص َ ىر َّ تَّ َ ح َ ت ت ِ ب لِ م َ ع َ ت ْ م ُ هط :Ne Yahûdî’ler, ne Hristiyan’lar, -Sen onların dînine (milletine) uyuncaya kadar -, senden (aslâ) hoşnûd olmaz (lar) ” 31 ا ُ وك َ ر ْ ش َا َ نيِ ذ لا َ و َ د ُ وه َي ْلا ا ُ ون َ مآ َ نيِ ذ لِ ل ًة َ و َاد َ ع ِ س انلا د َ ش َا ن َ دِ ج َت َلج “İnsanların, îmân edenlere düşmanlık etmeleri bakımından en şiddetlisi, and olsun ki Yahûdî'ler ile Allâh'a eş koşan müşrikleri bulacaksın” 32 Âyet -i kerîme’lerinde ve benzeri âyet -i kerîme’ler de ifâ de buyurulan İslâm Dîni’nin ve O’nun mensûbu Müslümân’ların en şiddetli düşmanı olan Yahûdî’lerin ; Yahûdî olmayanları da mason yapmak sûretiyle kendi mel’un emellerine hizmet ettiren Siyonist’lerin ve onların yolundan gitmeye çalışan akıl ve îmân fuk ârası müslüman geçinen fesadcıların yolunu terk edip tevbe ve istiğfa r ederek hakîkî Ehl -i sünnet ve’l -cemâat es âsları yoluna dönmek, hayır ile şer yollarından birsini tercih etmekde muhayyer olan mükellef bir kimsenin , ruhlar âlemindeki Ahd -i mîsak ’ına sâdık kalarak elde edeceği, en akıllı bir netîcedir Bunun için, “Zamânın değişmesi ile ahkâmın değişmesi ” konusunu n, “ahkâm -ı külliyeye aykırı olmamak şartı ile” kaydını , hem doğru , hem iyi anlayarak e trâfı nı saran fesad çemberini uyar ve gerekirse uzaklaştır Hem kendini, hem de senin sözlerini ve gidişâtını örnek alan milyonlarca gâfil müslüman ı, beynamazın mâzereti gibi şeytânî bir inanış ve tatbîkat şekline göre tuzağa düşü rüp yanlış yollara götürme Çünkü beynamaza “Niçin namaz 31 -Bakara, 120 32 -Mâide, 82 42 kılmıyorsun?” denilince, Kur’â n’da ( َ ة َلا صلا ْاو ُب َ ر ْ ق َ ت َلا :Namaza yaklaşmayın) 33 buyuruluyor da ondan, demiş Peki ama onun devamında ( ى َ را َ ك ُ س ْ م ُتنَأ َ و :Siz sarhoşken ) ifâdesi var, denilince de , işte orası benim işime gelmiyor! Demiş ki böyle bir ifâde, kuvvet li, akıllı olduklarını ve her şey’i güzel yaptıklarını iddiâ eden akıl ve îmân fukarası Yahûdî uşakları masonların şirk, nifak ve fesad ifâde eden inanç ve yaşayış şekilleridir Eğer siz de böyle bir ş irk, nifak, fesad içinde iseniz ve aynı yolu benimsiyorsanı z, yaptırdığınız o güzelim câmilerin hayrini ve sevabını , şu âyet -i kerîme’nin ifâdesine göre, göremezsiniz َ ينِ كِ ر ْ ش ُ م ْ لِ ل َ نا َ ك ا َ م ْ نَأ ِ للها َ دِ جا َ س َ م او ُ ر ُ م ْ ع َ ي ِ ر ْ ف ُ ك ْلاِ ب ْ مِ هِ س ُ فنَأ ى َل َ ع َ نيِ دِ ها َ ش َ كِ ئ َلوُأ ِ رانلا ِ فِ َ و ْ م ُُ لْا َ م ْ عَأ ْ ت َطِ ب َ ح َ نو ُ دِ لا َ خ ْ م ُ ه “Allâh’a eş koşanların, kendi küfürlerine bizzât kendileri şâhid iken Allâh’ın mescidlerini i’mâr etmelerine (ehliyetleri) yokdur Onların (hayır nâmına) bütün yapdıkları boşa gitmişdir ve onlar ateşde ebedî kalıcıdırlar” 34 Eğer böyle bir şirk, nifak ve fesad içinde değil is eniz, yaptırdığınız o güzeli m câmilerin hayrine ve sevâbına; diğer yaptığınız ve yaptırdığınız işlerin büyük mükâfâtına ; kim ne derse desin övgülerle bitiremiyeceğimiz başarı ve hizmetlerinizi n karşı lığına, şu âyeti kerîme’de ifâd e buyurulduğu gibi, en güzel bir şekilde nâil olursunuz َاق َا َ و ِ رِ خلآ ْا ِ م ْ و َ ي ْلا َ و ِ للهاِ ب َ ن َ مآ ْ ن َ م ِ للها َ دِ ج َاس َ م ُ ر ُ م ْ ع َ ي َا نَِّ ا َ ة َ وك زلا َ ىتآو َة َ ول صلا َ م َْ لَ َ و َ نيِ د َت ْ ه ُ م ْلا َ نِ م ا ُ ون ُ وك َي ْ ن َا َ كِ ئ َل ُ وا ى َ س َ ع َ ف َ للها لاِ ا َ ش َْ "Allâh'ın mescidlerini ancak Allâh'a ve âhiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allâh'dan 33 -Nisâ’, 43 34 -Tevbe,17 43 başkasından korkmayan kimseler i'mâr eder İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" 35 Şübhesiz ki kâinatta en büyük hâdise , âlemlerin efendisi Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in, “ َل ْ و َلا َ ك َ ك َلا ْ و َل َل َ م َ خ ا َل ْ ق ُ ت َ ْ ا ْف َلا َ ك : (Habîbim)! Sen olmasaydın, sen olmasaydın eflâki (yerleri gökleri -âlemleri -) yaratmazdım Ya’nî bilinmek için seni yaratmasaydım, bilinmek için seni yaratmasaydım yerleri gökleri - âlemleri - yaratmazdım ” 36 kudsî hadisinde belirtildiği üzere, rûhunun yaratılıp âlemlere rahmet vesilesi olarak Levh -ı mahfûz’a “ ِ للها ُ لو ُ س َ ر ٌ د م َ ح ُ م ُللها لاِ إ َ ه َلِ إ َلا : Lâ ilâhe illâ’llâh, Muhammedü’r - Rasûlü’llâh” olarak yazılması hâdisesi ’dir En son ve en büyük bir peygamber olarak âlemlere rahmet, inse ve cinne peygamber olarak gönderilmesi; Mi’râc’da Sidretü’l - müntehâ’ya varınca kâinâtın künhüne vâkıf olarak Cennet ve Cehennem’in temâşâ etdirilmesi ve Sidretü’l -müntehâ’dan ötede hiçbir m ahlûka nasîb olmayan yüce bir makâma yükseltilmesi, Mescid -i Aksâ’da Mi’râc’a çıkarken ve Mi’rac’dan dönerken tüm peygamberlerin tecessüm eden rûhlarına imâm olup namaz kıldırması, mahşerin en sıkıntılı bir zamânında Makâm -ı mahmûd’a (en büyük şefâat makâm ına ) sâhib olması gibi hâdiseler de, bu büyük ve eşsiz şerefli hâdise ’nin birer uzantısıdır Ne mutlu bizlere ki kıymetini bilirsek , böyle bir peygamberin ümmeti olmuşuz Çünkü, “ Hilkat ağacı” nın çekird eği O’dur Eğer Kâdir -i Zü’l - Celâl, bilinmek için, “ Ma’rifetü’llâh için”, O’nun yaratılışını; âlemlere rahmet, inse ve cinne en son peygamber olarak gönderilmesini takdîr etmemiş olsaydı, kâinatda, hiçbir şey’ 35 -Tevbe,18 36 -Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr,C 7 ss 4937 Elmalılı M H Yazır Ed-Dürrü’l -Mensur C 1 s 142 Müstedrek C 2 s 671 44 olmadığı gibi halifelik vasfına namzet insan da olmayacaktı Dolayısıyla imtihan dünyasını n kapısı da açılmayacak, bunun neticesi olarak Cennet ve Cehennem hayâtı da olmayacakdı Bunun için , eğer Ehl -i sünnet ve’l -cemâat esaslarına göre iyi bir kurtarıcı olmak istiyorsan, Yaratan Rabb’ini iyi tanı ve O’na iyi kulluk yap ki -O senden râzı, sen O’ndan râzı olarak - imtihân -ı ilâhî’yi kazanmış olasın ( ِ را َ ص ْب َْ لاا ِ لىا ُ وا ا َي ا ُ وِ بِ َت ْ عا َف :İşte, ey akıl ve basîret sâ hibleri, siz (bundan) ıbret alın (ve Hakk’a) yönelin ) 37 “ َ ىد ُْ لْا َ ع َب ت ا ِ ن َ م َ ىل َ ع ُ م سلا َ و :(Dünyâda ve âhiretde) selâm (ve selâmet), doğruya (Hakk’a ve hakîkâte) tâbi’ olanlaradır” 38 Ali Celâleddin Karakılıç 03-04-2020 37 -Haşr, 2 38 -Tâ-Hâ, 4