İslâm Akâidi. İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler)
İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 0 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılması ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi lâzım gelen esâslar (İ’tikâdî Hu kümler) Y a z a n Sabahat Karakılıç (seviktekin) Gözden geçirip yazan A Celâleddin Karakılıç İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 1 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılması ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi lâzım gelen esâslar (İ’tikâdî Hu kümler) Y a z a n Sabahat Karakılıç (seviktekin) Gözden geçirip yazan A Celâleddin Karakılıç İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 2 ْ سِ ب ِ ميِ ح رلا ِ ن َْ حْ رلا ِ لله اِ م َا َ ينِ م َلا َ ع ْلا ِّ ب َ ر ِ للهِ ُ د ْ م َْ لْ َ ينِ ق ت ُ م ْ لِ ل ُة َبِ قا َ ع ْلا َ و َ ىل َ ع لاِ ا َ ن َاو ْ د ُع َلا َ و َ ينِ مِ ل اظلا ا َ و صل ٍ د م َُ مُ ا َنِ لو ُ س َ ر َ ىل َ ع ُ م َلا سلا َ و ُة َ ول ِ ب ِّي طلا ِ وِ ب ْ ح َ ص َ و ِ وِ لآ َ ىل َ ع َ و َ ين ِ نيِّ دلا ِ م ْ و َي َ لىِ إ ٍ نا َ س ْ حِ إِ ب ْ م ُ ه َ عِ ب َت ْ ن َ م َ و َ نيِ رِ ىا طلا Bi’smi’llâhi’r -Rahmâni’r -Rahîm Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyle Âlemlerin Rabb’i olan Allâh’a hamd olsun Nihâî zafer (iyi sonuç, güzel netîce, Allâh'a yönelib O'nun ıkâbından sakınan , azâbından korkan ) müttekî'lerindir (Kesbî îmâna yönelip İslâmî hakikatlere gönül vermeyerek nefsine zulmeden) zâlimlerden başkasına düşmanlık yokdur” Salât ve selâm, Rasûl’ümüz Hazreti M uhammed üzerine, tayyîb ve tâhir olan Âl ve Ashâb’ının üzerine ve Kıyâmet’e kadar ihsân ile Âl ve Ashâb’ına tâbi’ olanların üzerine olsun İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 3 “( ِ للها ُ لو ُ س َ ر ٌ د م َ ح ُ م ُللها لاِ إ َو َلِ إ َلا ) : Lâ ilâhe illâ’llâh , Muhammedü’r -Rasûlü’llâh “Allâh’dan başka hiç bir ilâh, -hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - yokdur, ancak O vardır ; Muhammed -aleyhi’s - selâm - Allâh’ın ( kulu ve ) Rasûlü’dür ” َ نو ُ د ُب ْ ع َ يِ ل لاِ إ َ س ْنِ لا ْا َ و نِ ْ لْا ُ ت ْ ق َل َ خ ا َ م َ و “Ben cinleri de, insanları da (başka bir hıkmetle değil) ancak bana kulluk etsinler, (benim varlığımı ve birliğimi bilsinler, beni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak bana kulluk etsinler), diye yaratdım” 1 1 -Zâriyât, 56 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 4 ْ سِ ب ِ ميِ ح رلا ِ ن َْ حْ رلا ِ لله اِ م Akâid nedir Akâ id kelimesi , “A kîde” kelimesinin çoğulu olup bir şey’e kesinlikle inanmak , bağlanmak anlamına gelir ki İslâm Dîni ’nin i’tikâdî hukümlerini ihtiva edip amelî hukümlerini ihtivâ etmez Bunun için bu kitapçıkda anlatılan konuların tamâmı i’tikâdî hükümler ile ile ilgili olup amelî konuları içermez Din nedir ve gâyesi nedir? Din , Arabca bir kelime olup lügatde , ivaz, cezâ, mükâfât, tâat, yol, şan, akıl, üstünlük, yücelik, sâhip olm ak, idâre etmek, kulluk etmek, iyilik etmek, teslim olmak, karşılığını vermek, hal, huy, hu küm, ferman gibi ma’nâlara gelir İstılahda ise , Allâhü Teâlâ Hazretleri tarafından peygamberlere vahy suretiyl e bildirilen emir ve yasaklar olup ilâhî bir kânûndur Başka bir deyimle din , insanı insana, insanı Allâh’ına bağlayan yoldur Peygamberler Allâh’dan aldıkları bu ilâhî emirleri insanlara teblîğ ederler Çünkü, Kur’ân -ı Kerîm’de, ْ ضِ ر ْ عَ أ َ و ُ ر َ م ْ ؤ ُت ا َِ بِ ْ ع َ د ْ صا َف َ ينِ كِ ر ْ ش ُ م ْلا ِ ن َ ع “Şimdi sen ne ile emr olunuyorsan apaçık bildir Müşriklere aldırış etme ” 2 buyurulmuşdur Demekki peygamberler şeriat vaz’ edemezler Onlara şeriat va z’ı denilmesi mecâzî anlamdadır Çünkü, İslâm Dîni , ferdi ile, ailesi ile, toplumu ile, devleti ile, bir bütündür, parçalanma 2 -Hıcr, 94 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 5 kabul etmez Onda herhangi bir değişiklik yapmak, yalnız ve yalnız Allâhü Teâlâ’ya âittir Bu hususta Rasûlü’llâh aleyhi’s - selâm ’ın bile en ufak bir yetkisi yoktur Dînin ğây esi Din, insanlara yaradılışlarındaki ğâye ve hıkmeti öğretir İnsanların evvelâ bu dünyâda sonra öbür dünyâda saâdetini te’min eder Allâh’a nasıl inanılacağını ve nasıl ibâdet edileceğini bildirir Allâh’ın emirlerini kabul eden akıl sâhiplerini ha yır olan işlere sevk eder Şerr ve fenâ olan amel ve hareketlerden men eder Dîn’in, ak l’ın, nefs ’in, nesl ’in ve mal ’ın muhâfaza yollarını öğretir İnsanları ilim ve irfan sâhibi yapar Hayâtı sevdirecek yaşama şartlarını kolaylaştırır Dinlerin çeşitleri Dinler, menşei bakımından üç guruba ayrılırlar 1-İlâhî dinler 2-Ğayr -i ilâhî dinler 3-Muharref dinler İlâhî Dinler Esâsları, ahlâkî fazîlet üzerine kurulmuş, ilmi kâinâtı kuşatmış, kudret ve irâdesi her şey’e hâkim, kemâl sıfatlarıyle muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olan bir Allâh’a ve O’nun peygamberlerine îmânı ve yalnız Allâh’a ibâdeti emreden dinlere ilâhî dinler denir Yahûd îlik, Hristiy anlık, İslâmiyet gibi Bu dinle r, hakk ve hakîkâti öğretd ikleri için Hakk Dinler, Allâhü Teâlâ tarafından peygamberlere inzâl oldukları için Semâvî Dinler, bir Allâh’a kulluk ve ibâdeti emr etdikleri için de Tek Tanrılı (Monoteiz) Dinler ismini alırlar Yahûdîlik, Hristiyanlık ve İslâmiyet gibi İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 6 Muharref Dinler Hristiyanlık ve Yahûdîlik aslında birer ilâhî din idiler Bunların esâsını teşkil eden Kitâb -ı mukaddes, sonradan insanlar tarafından değiştirilmişdir Onun için bu iki din ilâhî olmak vasfını kaybetmişdir Bunun içindir ki bu iki dîne şimdi Muharref Dîn ismi verilmişdir Bu dinler muharref olunca , Allâhü Teâlâ bunları hükümsüz bırakmışdır Âl -i İmrân Sûresi’nin 19 âyet -i kerîme’sinde “ َ دنِ ع َ نيِّ دلا نِ إ ِ م َلا ْ سِ ْ لاا للها :Allâh katında din olarak ancak İslâm vardır ” buyu rarak insanların yalnız İsl âm Dî ni gereğince amel etmelerini emretmişdir Yukarıda saydığımız ilâh î dinlerin vasıflarına sâhip olmayan dinlere de bâtıl dinler , beşerî dinler , ğayr -i semâvî, ğayr -i İlâhi ve çok tanrılı (Politeizm) dinler adı verilir Animizm, Naturizm, Totemizm, Mazd eiz m, Maniheizm, Zerdüşlük, Mecûsîlik, putperestlik ve Konfüçyüs dîni gibi dinler de bu sınıfa dâhildirler İlâhî Din’leri diğer dinlerden ayıran vasıflar İlâhî Din’lerin vaz’ı, Allâhü Teâlâ tarafındandır Bâtıl din’ler ise, insanlar tarafından ortaya çıkarılmışlardır Kaynakları tamamen biri birinden farklı olan bu iki din gurubu arasındaki farkları, başlıca sekiz gurubda inceleyebiliriz 1-İlâhî Din’ler , kâinatda irâdesi mutlak (kayıtsız) olan, kemâl sıfatları ile muttasıf , noksan sıfatlardan münezzeh, vâcibü’l -vicûd bir Allâh’a îmânı ve yalnız O’na ibâdeti kabul ederler İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 7 2-İlâhî bir eğitim ve öğretim terbiyesi ile büyütülmüş, resul unvanın ı taşıyan beşerî şahsiyetlerin Allâhü Teâlâ’nın vahy ve ilhâmına mazhar olduğunu kabul ederler 3-Âhiret hayâtını ve âhiret âlemindeki cezâ’ ve mükâfâtı kabul ederler 4-Melek denilen nûrânî ve rûhânî varlıkların mevcudiyetine, Allâhü Teâlâ’nın k endilerine verdiği vazîfeleri harfiyyen yaptıklarına inanırlar 5-Vahy’e ve ilhâm’a istinad eden, tevâtüren sâbit olan, Allâhü Teâlâ’nın varlığını, vasıflarını bildir en, i’tikâdî, ahlâkî ve ictimâî umdeleri te’sîs eden bir mukaddes kitâbın mevcudiyetine îmân ederler 6-Allâhü Teâlâ’nın emir ve nehiylerinin ferdlerin menfaatleri için emr olunduğuna, bu hükümlerin toplumların sosyal ve mükemmel bir nizam üzere devam etmesini sağlıyacağına inanırlar , 7-Ahlâk ve ibâdete âid hükümlerin mevcudiyetini tasdik ve kabûl ederler 8-Mukaddes kitabların bildirdiği esâslar arasında akıl, ilim ve tabiat ile çarpışacak bir inancın bulunmadığına, bu dinlerin sosyal hayatda en büyük işi eşitliği, kardeşliği ve adâleti te’min etmek olduğıuna, z âhirî ve i’tibârî her türlü imtiyazları ortadan kaldırdığına inanırlar Bâtıl dinlerde, bu vasıfların hiç biri bulunmaz Bâtıl din ve i’tikadlar ne suretle çıkmışlardır Ehl -i sünnet i’tikâdına göre ilk yaratılan insan Hazreti Âdem aleyhi’s -selâm ’dır Diğer insanlar O’nun zürriyetinden İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 8 yaratılmışlardır Nisâ’ suresi’nin birinci âyet -i kerîme’sinde “Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabb’inize karşı gelmekden çekinin (korkun) ” buyurulmaktadır; Âl -i İmran sûresi’nin 59 Âyet -ikerîme’sinde “Allâh, Âdemi toprakdan yapdı, sonra ona -Ol - dedi, o da -can gelib - oluverdi ” Dâ - Hâ sûresi’nin 115 Âyet -i kerîme’sinde de “And olsun, biz bundan evvel Âdem ’e de vahy (ve emr) etmişizdir” Bu âyet -i kerîme’lerden anlaşıldığı vachile ilk insanlara Allâhü Teâlâ’nın varlığı ve birliği bildirilmiş ve onlar Tevhîd Dîni ’ne çağırılmışlardır Beşeriyet böylece Allâhü Teâlâ’yı tanımış, O’na lâyık olduğu şekilde kulluk ve ibâdet etmişdir İnsanları n maddî ve ma’nev î ihtiyaçlarını tanzim eden vahiyler ile toplumlar irş âd olunmuşdur Demek ki, bâzı nazariyecilerin zannettikleri gibi toplumların din başlangıcı vahşet değil, mutlak bir kemâldir İnsanlar, sonradan hırs ve cehâletin te’sîriyle doğru yoldan uzaklaşmışlar; bâzı hurâfeler ve bâtıl i’tikadları ortaya çıkarmışlardır Bu durum karşısında Allâhü Teâlâ yeniden peygamberler göndererek insanları hakk yola da’vet etmişdir Bu husus, Nahl sûresi’nin aşağıdaki 36 Âyet -i kerîme’si ile te’yîd edilmişdir “Biz her ümmete Allâh’a kulluk edin, putlara tapmakdan kaçının diye bir peygamber göndermişizdir” Peygamberler hangi kavme gönderilmişlerse onları Hakk Dîne çağırmışlar, Allâhü Teâlâ’nın emirlerini tutanları mükâfâtla müjdelemişler, onları dinlemiyenleri de azâb ile korkutmuşlardır Fakat insanların bir çoğu nefislerine uymakda dev am etmişlerdir Bunun bir neticesi olan bâtıl İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 9 i’tikadlar da , toplumların içerisinde yaşamasına ve yayılmasına devam etmişdir Dîn -i Tabii nâmıyle ortaya atılan esâsların kıymeti Fransız filozoflarından Jan Jak Russo, Rönan, Jul Simon gibi bâzı felsefeciler, Hristiyanlığın tahrif edilmiş olan bu günkü hâlinin, vicdanların din ihtiyâcını karşılıyamadığını müşâhede ederek, rûhun bu ihtiyâcını gidermek ve aynı zamanda toplumları n âhenk ve nizâmını te’mîn etmek için Dîn -i Tabii nâmiyle bir takım esâslar vaz’ etmişlerdir Bu esâslar, insanlar tarafından meydana getirilen birer felsef î fikirlerdir Bunun için de vicdanların din ihtiyâcını karşılıyamamış ve toplumların saâdetini te’m in edememişlerdir Fertlerin huzur ve refâh içinde yaşamaları, ancak ahlâkî kâıdelere uymakla mümkündür Bu kâıdeleri te’sîs eden müessese ise dindir Fertler ilâhî bir dîne sâhip olmadıkça onlarda ahlâk ve fazîletden bir eser görülemez Böyle insanl ar ise toplum hâlinde yaşayamazlar İnsanın yaşaması için bedeninin gıdâ maddelerine nasıl ihtiyâcı varsa, rûhun huzur bulması için de dîne aynı şekilde ihtiyâcı vardır Bu din, ilâhî vahy ve ilhâma dayanırsa o zaman insanların kalblerinin derinliklerine kadar nüfuz eder ve ferd huzur içerisinde yaşayabilir Toplumlar arasında yaşayan mütefekkir kişilerin dâimâ ilâhî dinleri kabul etmeleri bunun su götürmaz bir delilidir Bunun için de dinin yerini hiçbir felsefî meslek tutamaz Vicdan nedir? Dînin yerini tutabilir mi? Vicdan, insanlarda bulunan fıtrî bir isti’dâddır Ya’nî hayır ve şerri ayırd eden bir melekedir Bu meleke , kendi fiillerimiz İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 10 ile başkalarının fii llerini ölçer, takdir eder; işlerimizin inanç ve an’anelerimize uygun olup olmadığına göre hüküm verir Şems sûresi’nin sekizinci âyet -i kerime’sinde “Allâh, nefse şerr ve ma’sıyet olan şey’lerle, hayır ve tâat olanları ilham etdi” buyurulmaktadır Bundan anlaşılıyor ki vicdan, fıraten insanlarda mevcuddur Fiillerimizden önce vicdânımız, yapacağımız işin güzel veyâ çirkin, şu yolda bir hareketin, hayır ve şerr olduğuna hükmeder Vicdan burada hal ve hareketlerimizi ta’yin eden bir üstaddır Bu husus, Hazreti Peygamber Efendimizin “İçini tırmalayan kalbinde çarpıntı husûle getiren, gönlünü bulandıran şey’i terket” buyurmasıyle ğâyet güzel ifâde edilmişdir Fiillerimizi işledikden sonra, iyi ve güzel olduğuna inandığımız bir şey’i yapmışsak bir zev k ve ferahlık duyarız Fenâ ve çirkin olan bir şey’i yapmışsak ızdırab duyar ve pişmanlık hissederiz Vicdânımız bizi iyi işlerimizden dolayı mükâfatlandırır, kötü işlerimizden dolayı da mahkum eder ki bu da vicdânın fiilden sonra verdiği bir hukümdür Bur ada vicdânımız hâkimlik vazifesi yapmaktadır Vicdânımızın böyle bir hüküm verebilmesi için, vicdanımızın, bâ tıl i’tikadlar, fenâ âdetler, cehâlet, kötü niyet, fenâ arkadaş ve fenâ muhitlerin kötü te’sirlerinden uzak olması lâzımdır Bu te’sirlerle v icdan zayıflar ve hattâ yok denecek derecede körleşebilir Buna misal olarak Hazreti Ömer radıye’llâhü anh’ı verebiliriz Çünkü Hazreti Ömer radıye’llâhü anh , İslâm’ı kabul etmeden önce ne kadar zâlim idi Öz kızını diri diri hunharca kumlara gömmüş, dünyâ menfaati için Allâh’ın Rasûlünün İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 11 başını kesmeye ve müşriklerin eline teslim etmeye cür’et etmişdi İslâm’ı kabul etdikden sonra ise, adâleti ile şöhret kaza nmış, “Adâlet mülkün temelidir” düsturunu o koymuşdur Hilâfeti zamânında aç kalan üç yetim yavrunun acı feryatlarını ve büyük annelerinin bedduâlarını devriye gezerken duyunca, hazineden sırtına aldığı çuvalı inliyerek onların evine getirmiş, onlara çorba yapıp eliyle yedirip onların gönüllerini almış, bu ma’nevî sorumlulukdan Allâhü Teâlâ’nın onu afvetmesi için ne kadar yalvarıp yakarmışdır İhmal, isyan, kötü insanlarla arkadaşlık, fenâ muhitlerde yetişme, bâtıl inançlar, Hazreti Ömer radıye’llâhü anh ’ı öyle zâlim yapmıştı İslâm’ı kabul edince, îmân , İslâmî terbiye, vazifeye bağlılık, uhrevî mes’ûliyyet, ebedî saâdet duygusu, O’nun vicdânını inkişaf etdirerek kemâl mertebesine ulaştırmışdır Aynı insan üzerinde yapılan bu vicdan tecrübesi, insanda fı traten mevcud olan bu melekenin te’sirlere bağlı olarak kemâl mertebesine ulaşabileceği ni veyâ yok denec ek derecede körleşebileceğini bize göstermektedir Vicdân, doğru bir hüküm verebilmesi için bir rehbere muhtaçdır ki bu da vahy -i ilâhî olan bir dindir İlâhî bir dînin rehberlik yaptığı bir vicdânın hükümleri de elbette doğrudur Şâir Eşref, “Müebbeddir, silinmez nakş -ı te’sîrâtı vicdânın, Berâet etse de mü crim derûni müsterih olmaz” demek suretiyle vicdânın fillerimiz üzerindeki te’sîrini ne güzel belirtmişdir Bu hakikatler bize gösteriyor ki vicdan insana ne gideceği doğru yolu gösterebilir, ne de hayrı şerden ayırt edebilir Öyleyse vicdan, dînin yerini tuta maz İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 12 Beşeriye t için dinin lüzû mu İnsan, beden ile ruhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıkdır Yaşamamız için bedenî ihtiyaçlarımız olan su, hava, besin ve yaşayabileceğimiz bir ortama nasıl ihtiyacımız varsa, ruhumuzun muhtaç olduğu ihtirasların tatmin edilmesi de ruhumuz için çok elzem bir ihtiyaçdır Ruhumuz, sığınacak bir kudrete, dayanacak bir desteğe ve bir rehbere dâimâ mhtaçdır Tabiat ve insan aklından doğan felsefî görüşler, ruhun bu ma’nevî ihtiyâcını tatmin edemez Ruhun bu arzularını tatmin ve ızdırablarını teskin için, bütün mahlûkâtın fevkinde, kâinatda irâdesi mutlak bir hâkim in, her şey’i dilediği gibi idâre eden ilâhî bir varlığın mevcudiyetini kabul etmesi ve ebedî b ir hayâtın olduğunu tasdik etmesi inancı na sâhip olması lâzımdır Bunun için, 1-Ruh, bu inancını tatmin edemezse cismânî arzu, şehevî ihtiraslarımızın esîri olarak maddî âlemde rezîlet çukurları içinde bocalar durur Ruhun yükselmesi için vahy -i ilâhî olan emirlere ihtiyâcı vardır Bu vahiylerin emrettiği îmân ve ibâdetler, ruhun kemâle kavuşmasına birer vesîle olurlar Bunun için din, fertlerin ruhlarını kem âle ulaştırması bakımından toplum lara lâzım olan bir müessesedir 2-Din, insanların dünyâ ve âhiret saâdetini te’min için bir takım esâslar koymuşdur Yalan söylemeyiniz, hırsızlık yapmayınız, ananıza ve babanıza itâat ediniz, fitne ve fesâd çıkarmayınız, birbirlerinizle hoş geçininiz gibi Bu emirler sâyesinde toplumların nizâm ve intizâmını te’min eder 3-Din, insanların toplum hâlinde yaşamalarını te’min için bir takım emirler vaz’ etmişdir Yalan şâhitliği yapmayıunız, İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 13 kimseye iftir â etmeyiniz, kimsenin canına ve malına tecâvüz etmeyiniz, afv ediniz, merhamet ediniz gibi kânunlar fertlerin sosyal durumda yaşamasını sağlarlar 4-Din, Toplumların âhenginin muhâfazası için zarûrî bir müessesedir Dî nî zâbıta, insanlardan hiçbir za man ayrılmaz, her yerde ve her zamanda insanları konturol altında bulundurur İyi ve güzel olan işleri yapmaya sevk eder, fenâ ve kötü olan şey’lerden men eder Kumar oynamayınız, şarap içmeyiniz, fâiz almayınız, mallarınızın zekâtını veriniz, fakirin, dul kadının, y etimin, hakkını yemeyiniz Zinâ etmeyiniz, adam öldürmeyiniz gibi şey’leri emr eder Toplumların nizâmını te’min için hazırlanmış olan anayasa ve cezâ kânunları dînî kânunlar kadar insanlara nüfuz edemezler Çünkü fertler suç işledikleri z aman lâzım gelen cezanın verilmesi için suçların insanların gözleri önünde işlenmiş olması, şâhitlerin şehâdetleri ile mevcud suç delillerine göre hâkim hükmünü verir İlâhî kânunlara gelince, Allâhü Teâlâ gizli ve âşikâr her şey’i bilir Kirâmen Kâtibîn melekleri insanların yaptıkları şey’leri tesbit eder Azrâil aleyhi’s -selâm insanın canını amel ve îmânına uygun bir sûretde alır Münker ve Nekir melekleri insanların amellerine göre şedîd veyâ mülâyim olarak süal sorar Allâhü Teâlâ dile rse şirkden başka her türlü günâhı efveder, kul hakları ise fertlerin dünyâda helâlleşmelerine bağlıdır Hiç bir kimse zerre kadar bir haksızlığa uğratılmayacaktır Her kimki zerre miktârı kadar iyilik işlerse sevâbını, her kimki zerre miktârı kadar kötülü k işlerse cezâsını görecekdir, gibi kânunlar inanan insanları dağ başında olsa dahî dâimâ sıkı bi r disiplin altında bulundurur İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 14 5-Din, insanların şiddetli arzularını mu’tedil bir hâle koyan bir zâbıta olması bakımından da toplumlara lâzım bir müesses edir Alın teri ile rızık kazanmayı, helâl lokma ile beslenmeyi , sinirlendiği zaman haddi aşmamayı, zâlimlere Allâhü Teâlâ’nın hidâyet etmiyeceğini, acımayana merhamet edilmeyeceğini bildiren kânunlar, insanların şiddetli arzularını dâimâ firenler ve onlar ı mu’tedil bir hâle sokar 6-Din, ahlâkî hükümleri te’sîs eder Yalan yere şehâdet etmeyiniz, biri birinize iyilik ediniz, kimseye iftira etmeyiniz, ananıza babanıza hürmet ediniz, yetim malına el sürmeyiniz gibi emirler sâyesinde toplumların ahlâkını te’min eder 7-Din, toplumların hukuk kâidelerinin esâslarını da vaz’ eder Evlenmede, boşanmada, mîrasların taksiminde, alış -veriş işlerinde, her türlü muâmelâtda, ilâhî adâlete uygun hareketleri emreder 8-Din, insanları aynı mukadde s duygularla birleştirerek millî tesânüdü te’min eder Aynı dînî d uyguları taşıyan insanlar, sevi nç ve kederleri dâimâ paylaşırlar Hiç tanımadığımız başka devletlerde yaşayan Müslüman milletlerin başlarına bir musibet geldiği zaman aynı acıyı biz de hisse deriz Bir mutluluğa ulaştıkları zaman da içimizde bir ferahlık duyarız Bu onlarla aynı müşterek his ve duygulara sâhip olmamızın bir eseridir 9-Din, toplumların ilâhî emirlerden yüz çevirdiklerinde başlarına gelen bâzı musibetlerden örnekler verer ek insanlara dinsiz yaşamanın fenâ âkıbetlerini göstererek dînin cemiyet hayâtının zarûrâtından olduğunu bildirir Din en kuvvetli ictimâî bir hisdir Allâh fikrine sâhip olmayan bir millette İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 15 yalnız menfaat ve zillet bulunur Bu ise nihâyetsiz bir uçuruma gitmek demekdir 10 -Din, dünyanın bitmek tükenmek bilmeyen acı ve bu elemleri karşısında ruha teselli, kalbe metânet vererek yaşama şartlarını kolaylaştırması bakımından da beşeriyete lâzım bir müessesedir 11 -Din, hayat mücâdelesinde, her türlü maddî sebeblere baş vurduğu halde m uvaffak ol mayan bir insanın , ilâhî kudretin daha büyük olduğunu, azmi elden bırakmayanlara her zaman yardım edileceğini, îcâbında kendisine bu hususda öbür dünyâda mükâf ât verilec eği inancını verir ve ye’ se kapılmaz , yine azimle mücadelesine devam eder 12 -Din, adâleti, ilim, irfan, hüner sâhibi olmayı emreder İstibdâd, evham ve hurâfâta inanmakdan insanları men etmesi bakımından da toplumlara lâzım olan bir müessesedir 13 -Nerede bir insan topluluğu va rsa mutlaka orada bir din inancının mevcud olması, insanların hayatları boyunca münkir (inançsız) bir halde yaşayamayacaklarını bize isbat eder Öyle ise toplumların din ihtiyâcını karşılaması bakımından da beşeriyyete lâzım bir müessesedir Bu saydı ğımız maddelerden anlaşıldığı vechile din, cemiyet hayâtında çok lüzumlu bir ictimâî bir müessesedir Dinlerin tekâmülü İslâm inancına göre, dinlerin îmân ve i’tikad esâslarını teşkil eden “İ’tikâd -i esâsiyye” bütün peygamberlerin teblîğâtında müşterektir Din denilince, akla bu değişmeyen esâslar gelir ki bu esâslara “Usûl -i din”, ya’nî dinde İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 16 değişmeyen esâslar, ana hatlar denir Tüm pe ygamberler hep aynı din esâslar ile gönderilmişlerdir “Biz enbiyâ ce mâati bir din ile geldik, dînimiz birdir” hadîs -i şerîf’i nde ve Şûrâ suresi’nin 13 Âyet -i kerimesi nde , “O -dîni doğru tutun, onda ayrılığa düşmeyin -, diye (asl -ı) dinden hem Nûha tavsıye etdiğini, hem sana vahy eylediğimizi, hem İbrâhîm’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya da tavsıye etdiğimizi sizin (fâideniz ) için şeriat yaptı ” buyurulmaktadır Bu âyet -i kerîme ve hadîs -i şerîf’den anlaşıldığı veçhile din lâfzı her dinde sâbit olan akâid -i esâsiyyeye ıtlak olunmaktadır Bunun için her dinde değişen ibâdet ve ictimâî hükümler hakkındaki “Şerîat” tabiri , şer’î’dir İmâm A’zâm rahmetü’llâhi aleyh “Biliniz ki bütün enbiyâ’, edyân -ı müttefika ve şerâyi -i muhtelife üzere idiler Binâen -aleyh din tebeddül ve teğayyür kabu l etmez Şerîat ise tebdil ve tağyir olunmuşdur” demek suretiyle açık olarak îzah buyurmuşdur Mâide sûresi’nin 48 âyet -i kerimesinde “(Ey Mûsâ ’nın , Îsâ ’nın , Muhammed’in ümmetleri ) sizden her biriniz için bir şeriat, bir yol ta’yin etdik Eğer o dileseydi (topunuzu bir şeriata tâb i’) tek bir ümmet yapardı Fakat O , size verdiği (muhtelif şerîatler dairesi) nde) sizi imtihana çekmek istediği için (ayırdı )” buyurulması da Bu husus u daha vâzıh bir şekilde îzah eder Enbiyânın usûl -i dinde müttefik oldukları, Kur’ân -ı Kerîm ve Hadîs -i şerîf ve ulemâ’nın kavli ile sâbitdir Allâhü Teâlâ’nın varlığına ve birliğine , âhiret gününe, mele klere, kitablara, peygamberlere, kazâ ve kadere îmân, usûl -i dindendir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 17 Hazr eti Muhammed aleyhi’s -selâm’ın “Ben ancak ahlâkî fazîletleri tamamlamak için gönderildim” buyurması; Mülk sûresi’nin ikinci âyet -i kerîme’sinde “O, hnginizin daha güzel amel ve hareketlerde bulunacağınızı imtihan etmek için ölümü de, dirimi de takdir eden ve yaratandır” emri, i’tikad ile fiiller arasındaki vicdânî münâsebetleri terbiye edecek olan ahlâkıyyet i le ibâdetlerin (iyi ameller in) de, usûl -i dinin esâslarından olduğu anlaşılmaktadır Hazreti Âdem aleyhi’s -selâm ’a teblîğ edilen i’tikâd -ı esâsiyye ne ise, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’a teblîğ edilen i’tikâd -ı esâsiyye de aynıdır Esâs olan , Tevhîd -i ilâhî ’dir Bu esâslarda hiçbir değişiklik ve tekâmül yokdur Dînin esâsını teşkil eden bu hususlar, tebdilden uza k oldukları için, biz bunlara din lerde değişmeyen esâslar adını veriyoruz Dînin esâsını teşkil eden hakikatlere gelince, bunlar günlük hâdiseler ile alâkalı oldukları için dâimâ değişmektedirler İbâdetlerin şekilleri, âdet ve muâmelâta müteal lik olan ahkâm -ı şer’iyye, zaman, mekân ve şahıslara bağlı olarak bâzı değişiklikler olmuşdur Bir peygamberin şerîatinde bulunan bâzı hükümler, sonraki peygamberin şerîatinde nesh ve tebdil edilmek suretiyle değişmiş, bâzan da mevcud olmayan yeni hükümler konulmuşdur Bunun için Bakara sûresi’nin 106 Âyet -i kerîme’sinde şöyle buyurulmuşdur: “Biz bir âyeti nesh edersek (hükmünü diğer bir âyet ile değiştirirsek) veyâ unutturursak ondan daha hayırlısını veyâ benzerini getiririz” Demekki daha iyi ve hayırlı olan bir hüküm gelmek suretiyle peygamberlerin şerîatinde i’tikâdî olmayan bir değişiklik yapılarak gelmişdir ki bunun da hıkmeti ilm -i ilâh î gereğ idir Allâhü Teâlâ ındinde her peygamberin şerîatinin ne İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 18 kadar hüküm süreceği ma ’lumdur Böyle bir değişikliğin yapılması akıl ve hıkmete uygundur Şer’î hükümlerin ğâyesi İnsanların nefislerini temizlemek, ahlâklarını güzelleştirmek , kalblerine Allâh sevgisini ve Allâh korkusunu yerleştirmek, dolayısıyle de toplumların s aâdetini te’min etmek dir Kur’ân -ı Kerîm, her asırda yaşayan insanların i’tikâdî, amelî, ahlâkî, ictimâî ve vicdânî bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir şekilde olduğu için bu dînin hükümleri kendinden önceki şerîatlerin hükümlerin i nesh ederek kıyâmete kad ar bâ kî olmuşdur Bunun için Mâide sûresi’nin üçüncü âyet -i kerîme’sinde şöyle buyurulmuşdur: "Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki ni'metimi tamamladım ve size dîn olarak İslâm'ı beğenip seçtim , ondan (ve onun îcâblarını yerine getirenlerden) râzı oldum" A’râf sûresi’nin 158 Âyet -i kerîme’sinde de şöyle buyurulmuşdur “(Habîbim) de ki: Ey insanlar, şübhesiz ben göklerin ve yerin mülk (-ü tasarruf) una mâlik olan, kendisinden başka hiçbir Tanrı bulunmayan, hem dirilten, hem öldüren Allâh’ın size, hepinize gönderdiği peygamberim O halde Allâh’a ve O’nun ümmî nebî olan rasûlüne -ki kendisi de O Allâh’a ve O’nun sözlerine îmân etmekde olandır - îmân edin, O’na tâbi’ olun Tâki doğru yolu bulmuş olasınız ” İslâm mezheblerinin zuhû ru ve belli başlı mezhebler Allâhü Teâlâ Hazretleri Ahzâb sûresi’nin 45 ve 46 Âyet -i kerîme’ lerinde , “Ey Peygamber biz seni bir şâhid, bir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 19 müjdeci, bir korkutucu ve Allâh’a, O’nun emri ile bir da’vetci ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik” ; A’râf sûresi’nin 158 âyet -i kerîme’sinde , “Ey insanlar, şübhesiz ben göklerin ve yerin mülk (-ü tasarruf) una mâlik olan, kendisinden başka hiçbir Tanrı bulunmayan, hem dirilten, hem öldüren Allâh’ın size, hepinize gönderdiği peygamberim” ; Enbiyâ sûresi’nin 107 Âyet -i kerîme’sinde , ”Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik”; Ahzâb sûresi’nin 40 âyet -i kerîme’sinde “Muhammed, adamlarınızdan hiç birinin babası değildir Fakat O, Allâh’ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusu dur ”; ve Cin sûresi’nin 1-2 ve 13 âyet -i kerîme’lerinde de , “De ki: Bana şu hakâkat vahy olunmuşdur Cin’den bir zümre (benim Kur’ân okuyuşumu) dinlemiş de (şöyle) söylemişler: Biz, hakîki hayra nlık veren bir Kur’ân dinledik”; “ki o, Hakka ve doğruya götürüyor Bundan dolayı biz de ona îmân etdik Rabb’imize (bundan sonra) hiçbir (şey’) i aslâ ortak tutmayacağız” “Doğrus u, biz o hidâyeti (Kur’ân’ı) dinleyince ona îmân etdik Kim de Rabb’ine îmân ederse o, ne bir (ecrinin) eksileceğinden, ne de bir haksızlığa uğrayacağından korkmaz” buyurularak Hazret Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın hem insanlara hem de cinlere peygamber olarak (Rasûlü’s -sakaleyn olarak ) gö nderildiği bildirilmektedir Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm Allâhü Teâlâ’nın emir ve nehiylerini bildirerek ins ve cinni dalâlet ve cehâletden kurtarmış, gidecekleri yolu göstererek saâdet kapılarını açmışdır İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 20 Kur’âı Kerîm Kur’ân -ı Kerîm, 22 sene 2 ay 22 günde âyet âyet nâzil olmuşdur Bu Kitâb -ı mübîn’de i’tikad, ahlâk, ibâdet ve hükümlerin asılları bildirilmişdir Bunların îzâhı, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm tarafından yapılmışdır O, Kur’ân -ı Kerîm’in tefsirini yapar, müşkil olanları îz âh , mücmel olanları tafsil eder, birkaç ma’nâya gelenleri ta’yîn ederek ihtivâ etdiği hukümleri beyân etmişdir Akâid -i esâsiye ve ahkâm -ı şer’iyye kısmı nı açıklayıp îzâh etm işdir Sahâ beleri de bunları böylece kabul ederlerdi Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm tarafından yapılan bu açıklamalar, Kur’ân -ı Kerîm metnine karışmaması için O’nun emirlerine uyularak tesbit edilmemişdir Tâbiîn ve Tebe -i tâbiîn devirlerinde bir müşkille karşılaşıldığı vakit sahâbelerden sorulup öğrenilirdi Kur’ân -ı Kerîm ve sünnet’de bahs olunmayan bâzı mes’elelerin hallinde de, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm, rey ve ictihâda müsâade etmişdir Bunun neticesinde de bâzı mes’elerin hallinde çeşitli ictihadlar ortaya çıkmış; zamanla ictihad kudretini hâiz olmayan kişiler, ictihad sâhibi fakihlerin ictihadlarını kabul etmeleri neticesinde çeşitli i’tikâdî ve amelî mezheblerin ortaya çıkmasına sebeb olmuşlardır Bu mezheb sâ hibleri biz bir mezhe b kuruyoruz, bize uyunuz, benim mezhebimi kabul ediniz, o mezhebi benim ismimle söyleyiniz gibi bir teklifde bulunmamışlard ır Onlar sâdece meclislerine devam eden kimselere şer’î ve dînî ilimleri öğretmişlerd ir Bu fakihlerin meclislerine devam edenler de onları imâm olarak kabul etmişler ve mezheblerini, üstadlarının isimleri ile yâd etmişlerdir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 21 Zamanla ortaya çıkan İslâm düşmanları, Müslümanların inanç esâslarını ve amelî mes’eleleri bulandırmak maksâdıyle gar azkâr fikirler ileri sürünce Mâ türîdî ve Eş’arî rahmetü’llâhi aleyhimâ i’tikâdî mes’eleleri; İmâm A’zam, İmâm Mâlik, İmâm Şâfii ve İmâm Hanbelî rahmetü’llâhi aleyhim hazretleri de amelî mes’eleri inceden inceye tetkik edip aralarındaki incelikleri bildirmişler, bunun neticesi olarak da i’tikâdî ve amelî mezhebler ortaya çıkmışdır İ’tikâdî mezhebler İ’tikad demek, bir şey’e gönül bağlamak, kalbi ile inanmak, varlığı ve yokluğu hakkında gözle görüyormuş gibi inanmak demekdir Allâh vardır ve birdir, eşi, benzeri ve dengi yokdur, Muhammed aleyhi’s -selâm O’nun kulu ve rasûlüdür gibi İslâm’da, i’tikâdî hükümler yakîne müsteniddir, yânî gözüyle görmüş gibi inanmakdır Bunlar Kur’ân -ı Kerîm ile tesbit edilip bildirilmişdir H azreti Muhammed aleyhi’s -selâm zamanın da bütün Müslümanlar aynı akîde üzerinde idiler Hazreti Muhammed aleyhi’s -sel âm , “Ümmetm, benden sonra 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan benim ve ashâbımın yolunda olanlar müstesna, diğerleri azâba müstehık olacaktır” buyurarak bu tefrikayı bir mu’cize olarak haber vermişdir İ’tikâd î mezhebler ikiye ayrılırlar: 1 -Ehl -i bid’at 2 -Ehl -i sünnet 1-Ehl -i bid’at Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın teblîğ buyurduğu ahkâmı kendi keyf ve arzûlarına göre te’vîl ve tefsîr edip değiştirenlere “Ehl -i bid’at” denir Ehl -i bit’at’in, bir çok şu’beleri ve kısımları vadır ki bunlar, Kelâm ve Akâid İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 22 kitâblarında anlatılmışdır Bunlara fırka -i dâlle (dalâlet üzere bulunan fırkalar) da denir Mutezile (câhiziye, cübâiyye, şia (ğâliye, zeydiye, imâmiyye) havâric, mürcie, neccâriye, cedbriyye, müşeb bihe, bunların belli başlılarıdır 2-Ehl -i sünnet Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın gösterdiği yoldan gidenlere ve O’nun Sünnet ’ine yapışanlara “Ehl -i sünnet” denir ki buna Fırka -i nâciye (selâmete kavuşan fırka) ismi verilir Bu mezheb mansubları kitab ve sünneti ve sünnete muvafık olan aklî delilleri kabul eden kimselerin mezhebidir Ehl -i sünnet , Selefiyye, Mâtürîdiyye ve Eş’ariyye isiml eri altında toplanırlar Selefiyye Sahâbe ve Tâbiîn yolundan giden fakihler ve muhaddisler selefiyye mexhebindendir Bunlar, Allâhü Teâlâ’ya yüksek bir ta’zim duygusu ile îmân ederler Allâhü Teâlâ’nın varlığı hakkında Kur’ân -ı kerîm’de ne haber verilmiş ise öylece kabul ederler Allâ hü Teâlâ’nın isimlerini ve sıfatlarını âyet -i kerîme’lerde bahs olunduğu veçhile Allâh’ın şânına muvafık bir şekilde isbât ederler Şer’î nass’ları te’vîl ve tefsir etmezler Müteşâbih olan âyelerin ma’nâlarını ilm -i ilâhî’ye havâle edip ma’nâ vermezler Mâtürîdiyye Ebû Mansûr Mâtürîdi’yi i’tikad husûsunda imâm edilenlere Mâtürîdî denir Eb û Mansû r Mâtürîdî’nin asıl adı Muhammed’dir Hicrî 280 yılında Semerkand’ın Mâtürid kö yünde doğmuş, 333 veyâ 336 yılında Semerkand’da Rahmet -i rahmân’a kavuşm uşdur Ehl -i sünnet’in i’tikad’da büyük bir imamıdır Ebû Bekir Cüzecân î ve Ebû Nesri’l - İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 23 ıyâz’dan hadis ve fıkıh ilmini tahsil etmişdir İlmindeki vüs’at ve kudretle, İlm -i Tavhîd’deki dirâyet ve faziletiyle mümtaz bir mevkî ye sâhip olup Ehl -i sünnet’in i’timâdını kazanmışdır İmâmü’l -mütekellimîn unvânını bi -hakkın almışdır Aynı zamanda büyük bir müfessir’dir Te’vîlât -ı Mâtürîdiyye tefsiri, eşsiz bir eserdir Ehl -i sünnet i’tikâdını müdâfaa ve hasmını redd için bir çok kita blar yazmışdır Kitâbü’t -Tevhîd, El - makâlât, Meâhüz ü’ş -şerâ yi, Er -Reddü ale’l -cedel fi’l -usûl, Kitâbü Evhâmü’l -Mu’tezile , Er -Reddü ale’l -revâfiz adlı eserler, aklî ve naklî deliller ile doludur Mâverâü’n -nehirde’deki Hanefî’ler, bu zamâna kadar i’tikad husûsunda, Mansûr Mâtürîdî’yi imam edinerek O’nun ictihâd ve mesleğini kabul etmişlerdir Eş’ari yye Ebu’ l-Hasen E l-Eşarî’yi imam edinen kimselere Eş’arî denir Kendisinin ismi Ali, babasının ismi İsmâil’dir Hicrî 260 da Basra’da doğmuş, 324 veyâ 330 da Bağdâd’da Rahmet -i rahmân’a kavuşmuşdur Eş’arî, evvelâ Mu’tezile mezhebinde idi Mu’tezile mezhebinde olanlar, “Cenâb -ı Hakk’a, kulları için en uygun ve en hayırlı şey’i yapmak vâcib’dir” diyorlardı Eş’arî, böyle bir inanca sâhib olan hocası Cübbâî’ye , “İhve -i selâse : üç kardeş ” diye isimlendirilen şu üç mes’ eleyi sordu: Eş’arî: Üç kardeşden b irincisi âbid ve samîmî bir müslim; ikincisi isyan eden bir fâsık; üçüncüsü bülûğa ermeden ölen bir çocuk , hakkında ne dersiniz? Cübbâî: Birincisi Cennetle mükâfatlandırılır; ikincisi Cehennemle cezalandırılır; üçüncüsü ne mükâfatl andırılır, ne de cezalandırılır İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 24 Eş’arî: Küçükken ölen çocuk, Yâ Rabb, niçin ben i küçükken öldürdün, bana da ömür verseydin de büyüyerek sana îmân ve itâat etseyd im ve böylece Cennete girseydim, derse Cenâb -ı Hakk O’na ne cevâb verir? Cübbâî: Cenâb -ı Hakk ona , Sen eğer yaşayıp büyüseydin âsî bir insan olarak Cehenneme girecekdin, bunu bildiğim için senin menfaatine riâyet etdim ve seni küçükken öldürdüm Eş’arî: fâsık olan, Yâ Rabb, onun hayrine olanı bildiğin gibi benim hayrime olanı da biliyordun, niçin onun maslahatine riâyet ederek küçükken öldürdün de benim maslahatime riâyet etmeyerek büyükken öldürdün Ben de küçükken ölseydim de isyan etmeseydim ve Cehenneme girmeseydim, derse , Hakk Teâlâ ona cevâb verir? Cübbâî: Bocaladı, acze düştü ve vesve se ediyorsun dedi Eş’arî: Vesvese etmiyorum; fakat şeyhin merkebi köprü üzerinde durdu (ya’nî acze düştü ve söz bulamadı, sepetde pamuk kalmadı ), diyerek hocasının meclisini ve mezhebini terk etdi Onbeş gün evinde bekledikden sonra bir Cum’a günü, Basra’da, Mu’tezile mezhebini terk etdiğini ve eski görüşlerinden vaz geçtiğini i’lân etdi Eş’arî, ilmî kuvveti ve münâkaşa mahâreti sâyesinde hocası Cübbâî’yi acze düşürdü ve Allâh’ın bir lûf -u inâyeti olarak hakk olan Ehl -i sünnet yolunu kab ul etdi Mu’tezile görüşünü yıkıp Ehl -i sünnet yolunu ihyâ’ etmeye başladı Bu suretle de i’tikadda Eş’ariyye Mezhebi’nin reisi ve Ehl -i sünnet’in en büyük imamlarından birisi oldu İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 25 En mühim eserleri , El-inâbe fî Usûli’ d-Diyâne, El -Lümâ, Makâlâtü’l -İslâmiyyîn, Tefsîru’l -Kur’ân, El -Esmâü ve’l - Ahkâm, El -Mukaddime, Et -Tibyân alâ Usûli’d -dîn ’dir Amelde Mâlikî ve Şâfiî mezhebinde olanlar, i’tikadda Eş’arî’dirler Mâtürîdî ile Eş’arî arasndaki fark Eş’arî ile Mâtürîdî arasında onbeş kadar bir mes’elede ifâde farkı varsa da bu husus, şâyân -ı ehemmiyet değildir Gâye ve hedefleri birdir, esâsda müttefikdirler Şöyle ki: Mâtürîdiyye indinde ma’rifetü’llâh, aklen vâcib olup şerîate ihtiyaç yo kdur Eş’ariyye indinde ise, şer’an vâcibdir Bunun için Peygamber gelmeyince Allâhü Teâlâ’yı ma’rifet etmeyen bir kimse, Mâtürîdiyye indinde günahkârdır Eş’ar iyye indinde günahkar değildir Allâhü Teâlâ , sıfatlarını bilmekle bilinir Ba’zı umurun husün ve kubuhu, akılla idrâk olunur Tekvîn sıfatı kadimdir, bunun için sıfat -ı ef’âlin küllüsü Tekvîn sıfatına râcidir Tekvîn sıfatı, mükevvenin aynı değildir Ef’âl -i ilâhiyye, hikem ve maslahat la mualleldir, eşyanın vücûdü îca d iledir, Kün hitâbiyle değildir Îman’da istsnâ, hâlen ve istikbâlen câiz olamaz İnsana takatinin hâricinde olan şey’leri teklif etmek câiz değildir Allâhü Teâlâ, bu dünyâda rü’ya ile görülemez İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 26 Rü’ya, bâtıl bir hayalden ibâret d eğildir, belki rûhun bir nev’î müşâhedâtıdır Nübüvvetde, zikûrat (erkek olmak) şartdır Abdin (kulun) kudreti fiilinde müessirdir Kazâ ve Kader, irâde -i ezeliyyenin gayridir Kâfir , küfrü hâlinde ibâdetin edâ’siyle mükellef değild ir İrâde -i cüz’iyye, vücud ile adem (yokluk) beyninde bir hal olduğundan ona halk (yaratma) taalluk etmez Bu konuların hepsinde, Eş’arî’ler muhâlefet etmişlerdir 3 Amelî M ezhe bler Amel: İş, fiil ve hareket demekdir Amelî Huküm’ler ise, insanların işlerine teallûk eden emirler ve nehiyler demekdir Bu işler, ya Allâhü Teâlâ’ya karşı yapacağımız işler veyâ insanların birbirlerine karşı yapacağı muâmeleler veyâ Allâhü Teâlâ’nın kullarına k arşı va’d etdiği cezâ ve mükâfatlardır Bunlar Kur’ân -ı Kerîm’de kısaca beyân buyurulmuş, tefsirlerde anlatılıp açıklanmışdır Mü’minler de ona göre hareket etmişlerdir Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in âhirete irtihalinden sonra bu v azifeyi Ashâb -ı Kirâm’ın âlim ve fakihleri deruhde etmişlerdir Sonraki devirlerde Kitâb ve Sünnet’den ahkâm çıkarma kudretinde olmayanlar da, i’tikad husûsunda olduğu gibi , amel husûsunda da, fakihlere tâbi’ olmaya başladılar ve böylece amelî mezhebler ortaya çıkmaya başladı Amelî mezheb imamları da amelî konuları inceden inceye tetkik ederek görüşlerini beyan etmişlerdir ki hepsinin 3 -Akâid -i Hayriyye Tercemesi,s 142 Mehmed Vehbi İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 27 de gâye ve hedefleri birdir Amelî mes’e lelerin îzâhı için Kitâb ve Sünnet’den, kuvvet ve tâkat -ı beşeriyyelerini sarf ederek çıkardıkları ictihadlarını ortaya koymuşlardır Allâhü Teâlâ, cümlesinden râzı olsun Bu gün, mensubları mevcud olan dört amelî mezheb vardır ki onlar da, Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleridir İmam A’zâm Ebû Hanife ve mezhebi Hanafî Mezhebi’nin kurucusu Ebû Hanîfe Nûman ibn -i Sâbit’dir Hicrî (80 ) yılında Kûfe’de doğmuş, (150 ) yılında Bağdâd’da Allâhü Teâlâ’nın rahmetine kavuşmuşdur Aslen Türk ’dür Sahâbe devrine yetiştiği için kendisi Tâbiîn’dendir Tahsîlini Basra ve Kûfe’de Ebû Amr Âmirî Şa’bî (101) ve Hammad ibn -i Süleymân (118) yanlarında yapmışdır İlim silsilesi İbn -i Mes’ûd, Ali ibn -i Ebî Tâlib ve İbn -i Abbâs vâsıtasiyle Hazreti Muhamme d aleyhi^s -selâm ’a ulaşır İmam A’zâm rahmetü’llâhi aleyh , evvelâ ticâretle uğraşırken büyük âlim Şa’bî’nin teşvikiyle kendisini ilme vermiş İbâdetler, ba’zı fetvâ ve kazâ mevzuları ile ilgili olduğu için Tevhîd ve Akâid ilmini okudu El-Fıkhu’l -Ekber, El-Âlim ve’l -Müteallim adlı eserlerini yazdı Nukirra risâlesini de ölümüne yakın bir zamanda yazdırdığı söylenmektedir Önce İslâm Dîni’nin akidelerini müdâfaa etdi, sonra insanların dâimâ muhtaç oldukları ibâdet ve muâmelata âit mes’ele ve hükümler ile uğraşmaya başladı (120) yılında hocası Hammad’ın ölümü üzerine yerine İmam A’zâm’ı geçirdiler (30) sene kûfe’de fâsılasız tedrisde bulundu Derslerine her tarafdan âlimler gelmeye ba şladı Derslerinin esâsını fıkıh bahisleri teşkil ediyordu Yeri gelince de akâide âit konular ele alınırdı Bu dersler akademik mâhiyetde ya’ni İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 28 talebe ile müştereken inceleme ve serb est münâkaşa suretiyle yapılırdı Binden fazla talebe yetiştirmiş, içler inde (40) tânesi müctehid mertebesine ulaşmışdır İmam Ebû Yûsüf, İmam Muhammed ve Züfer bunların en meşhurlarıdır İmam A’zâm rahmetü’llâhi aleyh, fıkıh mes’elelerinde talebelerle yaptığı münâkaşaların ba’zen bir ay kadar devam etdiği olurdu Netîce de o mes’elenin Kitâb ve Sünnet’e muvafık olduğunda ittifak edilirse o mes’ele, fıkhın neresine, hangi bahsine yazılacağını talebelerine ta’rîf eder, onlar da oraya yazarlardı İmam A’zâm rahmetü’llâhi aleyh, büyük bir fakih idi İmam Şâfiî, onun hakk ında “Tüm insanlar, fıkıh husûsunda Ebû Hanîfe’nin ıyâlidir, yanî O’nun sâyesinde barınmaktadır Ben, Fıkh İlmi’nde, O’ndan daha ziyâde vâkif bir zat bilmiyorum” diyerek İmam A’zâm’ın fıkıh ilmindeki mevkî ini belirtmişdir Fıkıh İlmi’nin esâsı, Kitâb, Sünnet, İcmâ’ve Kıyâs’a; hıkmet ve maslahat kâidelerine dayanmaktadır Bunun için İmam A’zâm rahmetü’llâhi aleyh , İslâm hukuk sisteminde re’y ve kıy âs’dan evvel bu şer’î mes’elelere mürâceat etmişdir Bunun için onlara Ehl -i re’y ve aklî kıyâs denilmesi, mücerred bir ıstılahdır Bu cihetle Hanefî Mezhebi, İslâm hukuk müesseselerinin en muntazam olanlarından biridir İmam A’zâm rahmetü’llâhi aleyh ’in mantîkındaki kuvveti , şâyân -ı hayret bir dercede idi İmâm Mâlik, bu husûsda “Ebû Hanife’nin mant îkı okadar kuvvetlidir ki eğer şu direk altındır derse, onu isbât edebilir” demişdir İmam A’zâm rahmetü’llâhi aleyh , tüm Ehl -i Sünnet âlimleri tarafından tebcil edilen, ameldeki dört mezheb İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 29 sâhibleri arasında kıdem, mezhebindeki vüs’at ve azamet i’tibâri yle, gerek kendi fıtratındaki ulûhiyet v e gerek celâded cihetiyle birinciliği bi -hakkın almış ve İmam A’zâm unvânı ile şöhret bulmuşdur İmam A’zâm rahmetü’llâhi aleyh ’in Kur’ân ve Hadîs’de ihtisâsı da vardır Kur’âm -ı Kerîm âyetlerinin ebâb -i nüzulünü ve hıkmetini, teşrii bakımdan ilk evvel inceleyen, tazammum ve şumül, delâlet ve iktizâ, nass veyâ zâhir gibi inceliklerini nazar -ı dikkate alan O’dur Aynı zamanda Hadis İl mi’nin en iyi müdakkiklerindendir İmam Ebû Yûsüf, O’nun hakkında, “Ben , hadisi , tefsir ve îzah husûsunda Ebû Han îfe’ den daha âlim bir zat görmedim” demişdir Hadîs -i mürseli, rivâyet bi’l - ma’nâyı ve haber -i vâhidi ilk def’a kâideleştiren de O’dur Zehebî merhum , Tezkiretü’l - Huffâz’ında, “Ebû Hanîfe , İmam, müteverrî, âlim, müteabbid, kebîru’ş -şan, bir zat idi” der Hârûnü’r -reşid de, İmam Ebû Yûsüf’den İmam A’zâm’ın ahlâkını tavsif etme sini istemiş, O da “İmam A’zâm, Hakk Teâlâ’nın haram kıldığı şey’lerin yapılmasını şiddedle men’e çalışırdı Dîn -i ilâhî hakkında bilmediği bir şey’i söylemekden pek çekinirdi O, isterdi ki dâimâ Hakk’a itâat olunsun, isyân olunmasın Çokca sükût eder, dâimâ tefekküre dalar, geniş bir ilim sâhibi idi Ne sözü çok uzatır, ne de fâidesiz bir lâkırdı ederdi İstenilince ilmini ve malını bol bol verirdi Hiçbir kimseyi hayırdan başka bir şey’le anmazdı” cevâbını vermişdir Hârunü’r -reşid’de bu hasletleri kâtibine yazmasını emr etmişdir İmam A’zâm rahmetü’llâhi aleyh ’in ahlâk konusundaki fikirleri, talebelerinden Dâvûd -i Tâî ve Abdullâh ibn -i İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 30 mübârek tarafından ta’kib edilmiş, daha sonra arkadaşları tarafından genişletilmişdir İmam A’zâm rahmetü’llâhi aleyh , zühd -ü takvâsı ile şöhret bulmuş, kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını kılmış olduğu ve yatsı namazını hatimle kıldığı da rivâyet edilmişdir Ellibeş defâ hacca gitmiş dir Kitâb ve Sünnet’den beşyüzbin mes’ele ortaya çıkardığı da, Menâkıb -i İmam A’zâm’ da rivâyet olunmaktadır Verdiği fet vâlar, 64 bindir Bütün bu mes’eleler ibâdet ve kullukda birer esâsdır Hepsinin delili Kitâb ve Sünnet’dir İmâm A’zâm, Kur’ân ve Sünnet’i nasıl anlamış, bunlardan ne yolda hüküm çıkarmış ise zamânında yaşayan âlim ler de onları aynen kabul etmişler ve böylece Hanefî Mezhebi zuhur etmişdir Bir ticâret hânesi vardı Orada bir müddet bezzazlıkda bulunmuş, sonra da ba’zı zevâta para vererek ticâret yaptırmış, kazandığı kâr ile kendi geçimini te’min etmiş ve etrafı ndaki talebelerinden muhtaç olanlara yardım etmişdir Halîfe Mansur zamânında çok iltifat görmüşdür Bağdâd kadısı İbn -i ebî Leylâ’nın ölümü üzerine kendisine kadılık vazifesini teklif edildi ise de böyle bir görevi kabul etmedi (130) yılında da kendisine verilen bir resmî vazifeyi kabul etmediği için on gün haps edilmiş ve dayak yemişdir Bu ikinci vazifeyi de kabul etmemesi üzerine ulü’l -emre itâat etmediği bahâne edilerek Mansur tar afından yeniden haps edildilip şiddetli bir şekilde döğdürülmüş, bunun te’sîri ile Bağdâd hapishânesinde secde iken Rahmet -i rahmana kavuşmuşdur Cenâze namazında bulunan zevat ellibinden fazla idi Altı defâda cenâze namazı kılınmışdır İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 31 İmam A’zâm Ha zretleri emre mûtî, ihtilâl fiillerinden berî, son derece dünyadan menfaatlerinden kaçınan bir zat idi Nâsır ibn -i Muhammed’den rivâyet edildiğine göre, İmam A’zâm, bir müdded fetvâ vermekden men edilmişdi Oğlu Hammad, sorduğu ba’zı mes’elelere ceva b alamayınca “Bizi burada kimse görmüyor, cevab verseniz ne lâzım gelir?” deyince “Oğlum, bir gün sultan bana sorsa ki hiç fetvâ verdin mi? Ben vermedim diye nasıl yalan söyleyebilirim” demişdir İşte, hayâtı bu kadar nezih olan bir zatdan insâniyyet hakkında beklenilen şey’, hayır ve bereketden başka ne beklenir O, son derece dînin emirlerine bağlı olduğu için belki kadılık vazifesinde kusur ederim diye kadılığı kabul etmemişdir Kusur etdiği zaman Allâhü Teâlâ’nın kendisine vereceği cezanın halifenin verdiği cezadan çok daha şedîd olduğunu düşünerek dünyevî cezaya râzı olmuşdur Allâhü Teâlâ ondan ve O’nun gibi olmaya çalışanlardan râzı olsun Âmin İmam Mâlik ve Mezhebi Mâlik î Mezhebi’nin kurucusu Mâlik ibn -i Enes, Hicrî (93 -95) yılında Medîne’de doğmuş, (179) yılında yine Medîne’de Rahmet -i rahmana kavuşmuşdur Kendisi büyük bir müfessirdir Kur’ân -ı Kerîm âyetlerinden binlerce şer’î hüküm çıkarmışdır Tefsîru’l -garîbi’l -Kur’ân unvanlı bir eseri vardır Aynı zamanda büyük bir muhaddisdir Kırk yılda hazırladığı El -Muvatta adlı kitâbı, hadis âleminde pek makbuldür Halîfe H ârû nü’r -reşid, Muvatta’ya bir resmiyet vererek her tarafa neşr edilmesini istemişse de İmam Mâlik, yalnız kendi İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 32 kitabının düstûru’l -a’mâl tutulmasını muvafık görmemişdir İmam Mâlik bir hadis rivâyet edeceği zaman abdest alır, yıkanır, temiz elbise giyinir, g üzel kokular sürünür, saçına ve sakalına bir intizam verir, vekar ile yerine oturup hadisleri rivâyet etmeye başlardı Medîne’ye bir çök zevat gelerek İmam Mâlik’in derslerine devam eder, rivâyet etdiği hadîsleri zabta çalışırlardı Celâlü’d -din Suyût î, İmam Mâlik rahmetü’llâhi aleyh’den (983) zâtın isinlerini evinde kaydetmişdir İmâm Mâlik rahmetü’llâhi aleyh, ictihadlarını Kitâbü’llâh’a, Sünnet -i Nebeviyye’ye, İcmâ -i ümmet’e, beyân -ı fukahâ’ya ve Medîne -i Münevvere halkının ittifaklarına ist inad etdirirdi İmam Şâfiî, O’nun hakkında “Âlimler yâd edilince İmam Mâlik bir yıldızdır, eğer İmam Mâlik , ibn -i Uyeyne olmasaydı Hicaz’ın ilm i söner giderd i” diyerek İmam Mâlik’in müctehidler arasındaki mevkiini belirtmişdir Çünkü İmam Mâlik, i lme çok ehemmiyet verirdi O’nu kıskananlar, Medîne -i münevvere’de emir bulunan Câfer ibn -i Süleymân’a “İmam Mâlik, size yapılan bey’atdeki yeminleri mu’teber tutmuyor” diye haber vermişler, “Talâk -ı mükreh” hakkındaki ictihâdından vaz geçmesini tek lif et tirip redd cevâbını alınca da ellerine ve soyd urarak vüc ûdüne yetmiş kı rbaç vurdurup bir hayvana bindirerek teşhir ettirmişdir Her kırbaç vurulunca da “Yâ Rabb, onları efvet, çünkü onlar bilmiyorlar” diyerek bayılmış, ayılınca da “Şâhid olunuz , ben hakkımı beni döğene halâl kıldım” demişdir Halîfe Ebû Câferi’l - Mansûr, hâdiseden haberdar olunca Câfer’i azl etmiş ve İmam mâlik’den nasıl bir cezâ isterse onu İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 33 vereceğini bildirince de “Ben onu afvettim, ben Rasûlü’llâh’a karâbeti olan bir zattan ye vm -i kıyâmetde hasmı olmakdan hayâ ederim” cevâbını vermişdir Bu hâdise üzerine halkın İmam Mâlik’e olan hürmet ve muhabbeti daha da fazla artmışdır Bundan sonra da İmam Mâlik Mezhebi, Medîne’ye gelip gidenler vâsıtasiyle garbde ve Endülüs’de yayılmışdır İmam Şâfiî ve Mezhebi Şâfiî mezhebi’nin imamı, İmam Muhammed ibn -i İdris Eş - Şâfiî rahmetü’llâhi aleyh, Hicrî (150) yılında Gazze’de doğmuş, (204) yılında Mısır’da Rahmet -i rahmân2a kavuşmuşdur İki yaşında iken Mekke -i Mükerreme’ye götü rülmüş, temyiz çağına gelinceye kadar orada tahsiline devam etmişdir Dokuz yaşında iken de, Kur’ân -ı Kerîm’i ezberlemişdir Arabca nahiv, şiir ve lügate merak ederek küçük yaşta pek çok şey’ler ezberlemişdir Bir gün, Lebid’in şiirini okurken bir mu hâfız “Şiir okumakla onların neseb ve şerefine inersin Sen, din ilmini öğren ki Allâhü Teâlâ o ilmi sana bahşetsin” dedi Böyle bir sözden etkilenen İmam Şâfiî, gayet mütenebbih olup İmam mâlik’in Muvatta’sını ezberledi Onbeş yaşında iken kendisine fetvâ vermeye izin verildi O sene Medîne’ye İmam mâlik’in yanına gitdi İmam Mâlik’e Muvatta’yın ezbere okuyunca İmam mâlik hayretde kalarak “Eğer felâh bulacakj bir kimse varsa o da bu çocukdur” dedi Maddî durumu iyi olmadığı halde Şâfiî’yi yanına alıp misâfir etdi ve bi’z -zât hizmetini kendisi yapdı Şâfiî, oradan Mekke’ye gelince de Arabî ve fıkıh öğret meye başladı Şâfiî, babasını küçük yaşda kaybetmişdi Dul kalan annesinin terbiyesinde büyüdü Maddî durumları da iyi İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 34 olmadığı için Hârûnü’r -reşid zamânında Yemen’de vazife alarak ilmi, zekâsı ve adâletiyle kendisini tanıttı Bunu kıskanan devlet ri câli, Hârûnü’r -reşid’e isyan hazırlandığını bildirdiler Hârûnü’r -reşid de onları haps ettirdi Muhâkeme sonunda berâet ettiler toplanarak ilim öğrenmeye başladılar (195) yılında Bağdâd’a gitdi Bağdâd’ın âlimleri etrâfında toplanarak ilim öğrenmeye başladılar Bunların içinde Ahmed ibn -i Hanbel de vardı İki sene sonra İmam Muhammed ile buluştu ve ondan pek çok ilim yazdı, sonra Mekke’ye döndü (199) veyâ (200) yıllarında Mısır’a gitdi Vefatına kadar orada kaldı ve mezhebini orada Amr câmii’nde yazdırdı Mezhebini Kur’ân -ı Kerîm, Hadîs -i şerîf, Kıyas ve rey’den isti nbat etmişdir İmam Şâfiî Hazretleri, Ehl -i Sünnet’in bi’l -ittifak kabul etdiği dört büyük mezhebden birinin müessisidir Bu cihetle en büyük müçtehitlerden biridir İctihadlarında Kitâbü’llâh’a, Sünen -i Nebeviyye’ye, İcmâ -i ümmet’e, Sahâbe -i kirâm’ın müttefik oldukları kavillere ve kıyâs’a istinad eder İmam Ahmed ibn -i Hanbel’in oğl u Abdulllâh, “Ben babama “Şâfiî nasıl bir zatdır ki sen ona bu kadar çok duâ ediyorsun? ” dedim Babam da “Oğlum, Şâfiî, dünyâlar için güneş, insanlar için âfiyet mesabesindedir Bak, hiç bunların yerine kâim olabilecek bir şey’ var mıdır?” dedi Ebû Sevr de “Ben, Şâfiî’nin bir mislini görmedim Kendisi de kendisinin mislini görmüş değil” demişdir ki bu ifâdeler, İmam Şâfiî’nin müctehidler arasındaki yerini belirtmektedir Mezhebi, Mısır’da doğup şarkda ve garbde yayılmışdır Mısır ve Arabistan halkın ın çoğu, Şâfiî’dir Endonezya’da yetmiş bin Şâfiî vardır İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 35 Eserleri, Kitâbü’l -ümm, kendi ictihadlarını câmi’ bir kitabdır ki yedi cilt olarak matbu’dur Ahkâmü’l -Kur’ân, Es - Sünen, İhtilâfü’l -hadîs, Er -Risâle fi’l -usûl, El -Mevâris, Müsnedü’ş -Şâfiî, Edebü’l -Kâdî, El -Eşribe, Fedâil -i Kurayş, Es -Sebku ve’r -remy ’dir Ahmed bin Hanbel ve Mezhebi İmam Ahmed bin Hanbel, Serahs vâlisi Muhammed bin Hanbel’in oğludur (164) târihinde Bağdâd’da doğmuş ve (241) târihinde yine orada Rahmet -i rahmân’a kavuşmuşdur Tahsil için Kûfe, Basra, Mekke, Medîne, Yemen, Şam, El- Cezîre, Fâris, gibi zamânın parlak ilim ve fazîlet merkezlerini gezip dolaşmışdır Beş kere hacca gitmişdir Fıkıh ve hadîsdeki hocası, İmam Ebû Yûsüf’dür İmam Şâfiî, (190) yılında Bağdâd’a geldiğinde “Bağdâd’da, Ahmed ibn -i Hanbel’den daha fakih ve daha âlim bir kimse görmedim” demişdir İmam ibn -i Hanbel, büyük bir müfessir, yüksek bir muhaddisdir Üstâzü’l -müfessirîn lâkâbını almışdır Yazığı tefsirin, (120) bin hadîs -i şerîf’den ibâret olduğunu, Ebu’l -hüseyn ibni’l -Münâvî söylemektedir Otuzbin hadisden müteşekkil olan Müsned ismindeki hadis kitâbını (700) bin hadis arasından seçerek yadığı rivâyet olunur Müdekkik ve muktedir bir muhaddisdir İctihadlarını, kitâbü’llâh’a, sahih, merfû’ hadislere, ashâb -ı Kirâm’ın kavillerine i stinad etdirirdi Âbid, zâhid ve yüksek bir seciye sâhibi idi Fakîrâne yaşamayı arzu ederdi Halîfe Me’mun zamânında Ahmet ibn -i Düvâd’ın yanlış bir ictihâdını kabul etmeyince Halîfe Mu’tesim tarafından hapsedilerek dövülmüşdür Hapis müddeti (28) ay devam etmişdir ve (220) senesinde hapisden çıkarılmışdır Bu İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 36 şekildeki davranışları ile hakikat severlerin takdirlerini toplamışdır Bu gün, Şam, Irak, ve Necid’de pek çok Hanbelî vardır ki yetmiş milyon kadar Ehl -i sünnet, Hanbelî mezhebi ile amel eder İslâm Dîni’nin kaynakları İslâm Dîni’nin kaynaklarını, Kur’ân -ı Kerîm, Sünnet, İcmâü’l -ümmet ve Kıyâsı’l -fukahâ teşkil eder İcmâü’l -ümmet ve Kıyâsü’l -fukahâ, Kitâb ve Sünnet’e râci’dir Sünnet de Kur’ân -ı Kerîm’e râci’ olduğundan İslâm Dîni’nin asıl kaynağını Kitâb teşkil eder Bunun için İslâm Dîni’nin asıl kaymağını teşkil eden Kitâb’a da Aslü’l -usûl denir Kur’ân -ı Kerîm Kur’ân kelimesi, Arab lügatinde Karae ’den mastardır Cem’ etmek, toplamak, kırâet ve tilâvet etmek ma’nâlarına gelir Bunun için usûl imamları Kur’ân -ı Kerîm’i ta’rîf ederken “Nazm ile ma’nâ mecmuunun ismidir” demişlerdir Çünkü Kur’ân -ı Kerîm’in lâfzı da ma’nâsı da ilâhîdir Bunun için Kur’â n-ı Kerîm ne yalnız lâfızdır ve ne de yalnız ma’nâdır Her ikisinin birden ismidir Kur’ân -ı Kerîm’in Kur’ân’da sâbit olan ellibeş kadar ismi ve sıfatı vardır ki bunlardan ba’zıları şöyledir: Kitâbü’llâh : Allâh’ın kitâbı, Kelâ mü’ll âh :Allâh’ın kelâmı, Kitâbü’l -hakk :Doğru ve gerçek kitâ b, Kitâbü’l -münîr :Kalbleri ve fikirleri aydınlatan Kitâb Kitâbü’l -mübîn :Hayri şerri, iyiyi kötüyü ayıran Kitâb, Kitâbü’l -fürk ân :Hakkı bâtıldan ayıran Kitâb, İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 37 Kitâbü’t -tenz îl :Ceste ceste indirilen Kitâb, Kitâbü’z -zikr :Allâhü Teâlâ’yı hatırlatan Kitâb, Mushaf :İki kapak arasıdaki sayfalar Kur’ân -ı Kerîm, Cenâb -ı Hakkk tarafındannC ibrîl -i em în vâsıtasiyle Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’e Milâdî (610 ) yılında başlayıp (22 ) sene (2) ay (22 ) günde ceste ceste (âyet âyet, sûre sûre) inzâl olmuş bir nazm -ı celildir ki vahy -i metlûvv şeklinde inzâl olmuşdur İlk n âzil olan âyet, Alâk Sûresi’nin ilk beş âyetidir Son nâzil olan âyet de Bakara Sûresi’nin (281) ci âyet -i kerîmesidir İlk nâzil olan sûre, Fâtiha Suresi’dir ki (7) âyetdir Son nâzil olan Sûre, Nâs Sûresi’dir ki (6) âyetdir En uzun sûre, Bakar a Sûresi’dir ki (286) âyetdir En kısa sûre, Asr, Nasr ve Kevser Sûreleri ’dir ki (3) er âyetdir En kısa âyet ise, Müddessir (21 ) deki (Sümme nazara), Rahmân Suresi (64 ) deki (Müdhâmmetân) âyetleridir Kur’ân -ı Kerîm, (114) sûre ve (6666) âyetdir Bu sûrelerin bir kısmı Mekke’de, bir kısmı da Medîne’de nâzil olmuşdur Mekke’de nâzil olanlara Mekkî sûreler, Medîne’de nâzil olanlara da Medenî sûreler denir Mekkî sûreler daha ziyâde îman ve inanç esâsların a teallûk eden kısa sûrelerdir Hicretden sonra nâzil olan Medenî sûreler ise daha ziy âde amel, ahl âk ve sosyal hayâ ta ve hukûkî devlet nizamına teallûk eden âyetlerdir Nâzil olan âyetlerin nereye nasıl konulacağını, Hazreti muhammed aleyhi’s -selâm , vahiy kâtiblerine söyler, onlar da İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 38 oraya koyarlardı Vahiy kât ibleri de onları, o zamanki usû le göre, deriler, kürek kemikleri, hurma yaprakları ve taş tabletler üzerine yazarlar, hem de ezberlerlerdi Bu kâ tiblerin adedi kırk kadar vardı ki en meşhurlar ı, Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Zeyd ibn -i Sâbit, Muâviye, Übeyy ibn -i Ka’b, İbn -i Abbâs ve İbn -i Mes’ûd radıye’llâhü anhümdür Kur’ân -ı Kerîm’i, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm , Allâhü Teâlâ’dan nasıl almışsa o şekild e Ashâb -ı Kirâm’ına okur, onlar da O’nun ta’rîfi üzerine okuyarak ezberler ve yazarlardı Aynı zamanda ma’nâsını ve okuma şekillerini de öğrenip kayıt altına alırlardı ki şu mealdeki âyet -i kerîme’ler, bu husûsun en açık bir delilidir: “And olsun, Tû r’a, Neşr edilmiş kâğıt (lar) içinde yazılı Kitâb’a” 4 “Muhakkak o (Kitâb), elbette çok şerefli bir Kur’ân’dır Ki sıyânet edilmiş bir kitâbda (Mushafda) (yazılı) dır O’na tam bir sûretde temizlenmiş olanlardan başkası el süremez” 5 Kur’ân -ı Kerîm’in ba’zı âyetlerinde El -Kitâb, Es -Suhuf ifâdelerinin bulunması, Kur’ân -ı Kerîm’in bir Kitâb olduğunu ve yazı ile tesbit edildiğini de kesin olarak ifâde eder ki “Sana Kitâb’ı indiren O’dur” âyet -i kerîme’si bunun en açık bir delilidir 6 Kur’ân -ı Kerîm’in dört unsuru vardır: 1 -Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’e inzâl olunmuşdur 4 -Tûr, 1 -2-3 5 -Vâkıa, 77 -78-79 6 -Âl-i İmrân, 7 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 39 2-Lâfızdır 3 -Arabça olarak inzâl olmuşdur 4 -1-Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’den zamanımıza kadar tevâtür yoluyla nakl olunmuşdur Bu dört usurdan biri eksik olursa o kitâb, Kur’ân -ı Kerîm olmaz Kur’ân -ı Kerîm ilmi ikidir 1 -Kur’ân -ı Kerîm’in okunmasına âit olan ilim (İlm -i kırâet) 2 -Kur’ân -ı Kerîm âyetlerinin ma’nâsına âit olan ilim (İlm -i tefsir) Hiçbir ve çhile yalan üzere ittifakları aklen câiz olmayan büyük bir cemâat tarafından zamanımıza kadar tevâtüren nakl olunarak gelmiş olan Kur’ân -ı Kerîm’in ba’zı âyetleri , ma’nâsı aynı olduğu halde, birkaç veçhile okunur ki bunların hepsi, bi’z -zat Hazreti Muhamme d aleyhi’s -selâm tarafından Ashâb -ı Kirâm’a ta’lîm edi lip öğretlmişdir Bu konuların hepsi, kırâet kitablarında anlatılıp îzah edilmişdir Kur’ân -ı Kerîm’in toplanması Kur’ân -ı Kerîm, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın vefâtına kadar bir çok kâtibler tarafından muhtelif sahîfelere yazılmış olmasına ve büyük sayıda Sahâbî’lerin ezberinde bulunmasına rağmen, toplu olarak bir kitâb hâlinde tam bir metin olarak yazılmamış idi Esâsen Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm hayatda olduğu ve vahy de devam etdiği müddetce buna imkân da yokdu Ancak bu zamâna kadar nâzil olan Kur’ân sûreleri, her sene Ramazan ayı mukâbelelerinde Mescid -i Nebî’de okunur, Hazret Muhammed aleyhi’s -selâm da dinlerdi Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın hayâtının sonlarına doğru, Kur’ân -ı Kerîm’in vahyi tamamlandıkdan sonra, hayâtının son Ramazan ayında, Cebrâil aleyhi’s -selâm , İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 40 Kur’ân -ı Kerîm’i, -şimdiki tertîb üzere - başından sonuna kadar iki kere okumuşdur ki buna “Arzâ -i Ahîre : Son Arz ” denir Bu husûsları göz önünd e bulunduran Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm , hayâtının son Ramazan ayında, Kur’ân -ı Kerîm’i, Mescid -i Nebî’de, Cebrâil aleyhi’s -selâm ’ın ve Ashâb -ı Kirâm’ın huzûrunda -şimdiki tertîb üzere - başından sonuna kadar iki def’a okumuş ve Cebrâil aleyhi’s -selâm ile Ashâb -ı Kirâm da bu tilâvetde hâzır bulunmuşlardır İşte bu tilâvet, Kur’ân -ı Kerîm’in, bi’z -zât Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm tarafından bir bütün olarak ilk cem’ idir ki vahye müsteniddir Bunun için Kur’ân -ı Kerîm’in âyet ve sûrelerinin -şim diki tertîb üzere - tertîbi, tevkîfî olup ictihâdî değildir Cibrîl -i Emîn’in ta’lîmine, Rasûl -i Ekrem’in işâretine müsteniddir Nitekim namazda da bu tertîbe riâyet edilmesi, ekser fukahâca bir esâsdır Bu husûsları göz önünde bulunduran Hazreti Muha mmed aleyhi’s -selâm , hayâtının son Ramazan ayında, Kur’ân -ı Kerîm’i, Mescid -i Nebî’de, Cebrâil aleyhi’s -selâm ’ın ve Ashâb -ı Kirâm’ın huzûrunda -şimdiki tertîb üzere - başından sonuna kadar iki def’a okumuş ve Cebrâil aleyhi’s -selâm ile Ashâb -ı Kirâm da bu t ilâvetde hâzır bulunmuşlardır İşte bu tilâvet, Kur’ân -ı Kerîm’in, bi’z -zât Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm tarafından bir bütün olarak ilk cem’ idir ki vahye müsteniddir Bunun için Kur’ân -ı Kerîm’in âyet ve sûrelerinin -şimdiki tertîb üzere - tertîbi, tevkîfî olup ictihâdî değildir Cibrîl -i Emîn’in ta’lîmine, Rasûl -i Ekrem’in işâretine müsteniddir Nitekim namazda da bu tertîbe riâyet edilmesi, ekser fukahâca bir esâsdır İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 41 Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın vefâtından sonra halîfe olan Hazreti Ebû Bekri’s -Sıddîk radıye’llâhü anh zamânında, Hazreti Ömer radıye’llâhü anh ’ın önderliği ve Hazreti Ebû Bekri’s -Sıddîk radıye’llâhü anh ’ın emri ile, Kurrâ’ dan ve en mühim vahy kâtiblerinden olan Zeyd ibn -i Sâbit radıye’llâhü anh ’ın başkanlığı altın da toplanan bir hey’et -Hazreti Ömer, Hazreti Osmân, Hazreti Ali, Talhâ, Sa’d, Ebû Derdâ’, Mikdâd, Übeyy ibn -i Ka’b, Ebû Mûse’l - Eş’arî, Abdu’llâh ibn -i Mes’ûd radıye’llâhü anhüm gibi tanınmış Kurrâ’ lardan meydana gelen bir hey’et -, müteferrik bir halde bul unan Kur’ân sahîfelerini, -Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm’ın Arzâ -i Ahîre ’de ta’lîm edip gösterdiği şekilde - bir araya getirerek yeniden yazdı Bu ilim hey’etinin bir araya topladığı bu Kur’ân -ı Kerîm’i, bi’z -zât Hazreti Ömer radıye’llâhü anh, Ashâb -ı Kirâmı çağırarak onlara okumuş ve ilim hey’etinin ittifâkını âmme ittifâkı ile te’yîd etmişdir Bu sûretle de müteferrik bir halde ezberlenmiş ve yazılmış bulunan Kur’ân sahîfeleri, tamâmen yazılıp toplanmış ve hiçbir hatâ mevcûd olmadığı husûsund a da “İcmâ’ ” vâkî’ olmuşdur Toplanan bu nüshaya da “El -İmâm” veyâ “El - Mushafu’l -İmâm” adı verilmişdir Bu sûretle de Kur’ân -ı Kerîm’in ikinci cem ’i, aslına uygun bir şekilde yapılmışdır Büyük bir titizlik ve kıritik ( tenkitci ) bir zihniyet i le incelenip bir araya getirilen ve bütün Kur’ân -ı Kerîm metnini ihtivâ eden bu sahîfeleri, Zeyd ibn -i Sâbit radıye’llâhü anh , halîfe olan Hazreti Ebû Bekri’s -Sıddîk radıye’llâhü anh ’a teslîm etdi O da, Kur’ân -ı Kerîm metnini ihtivâ eden bu mukaddes emâne ti, vefâtından sonra hilâfet makâmına getirilmesini tavsiye etdiği Hazreti Ömer radıye’llâhü anh ’a İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 42 emânet etdi Hazreti Ömer radıye’llâhü anh da, kendisinden sonra halîfenin kim olacağını bilmediği için, Hazreti Muhammed aleyhi!s -selâm ’ın zevcesi ve kendi kızı olan Hazreti Hafsa radıye’llâhü anhâ ’ya teslîm etdi Bu sûretle de “El -İmâm” adı verilen Kur’ân metninin tamâmı, Hazreti Hafsa radıye’llâhü anhâ ’nın yanında emânet olarak kaldı Hazreti Ömer radıye’llâhü anh ’dan sonra hilâfet makâmına geçen Hazr eti Osmân radıye’llâhü anh zamânında, Ermenistan ve Azarbaycan fütûhâtına çıkan Irâk ve Sûriye askerleri arasında ba’zı kırâet farklarının zuhûr etmesi ve ihtilâfa sebebiyyet vermesi üzerine, kumandan olan Huzeyfe ibn -i El -Yemân radıye’llâhü anh , durumun vahimliğini, Hazreti Osmân radıye’llâhü anh ’a bildirdi Hazreti Osmân radıye’llâhü anh da, derhal faaliyyete geçerek yine Zeyd ibn -i Sâbit radıye’llâhü anh ’ın başkanlığı altında bir ilim hey’eti tertîb etdi ve bu ilim hey’etine de, Hazreti Hafsa radıye’llâhü anhâ ’nın yanında bulunan sahîfeler hâlindeki Kur’ân metnini getirtip bu tek nüshanın istinsah edilerek çoğaltılmasını emretdi Bu iş esnâsında da bir imlâ’ farkı zuhûr etdiği takdirde, Kurayş Lehçesi ’nin esâs tutulması ve Kur’ân -ı Kerîm’ in ona göre yazılması karar altına alındı Çünkü Arzâ -i ahîre , bu esâs üzerine vukû’ bulmuşdu Hey’et vazîfesini bitirdikden sonra, asıl nüsha, tekrar Hazreti Hafsa radıye’llâhü anhâ ’ya iâde edildi Bu sûretle de elde mevcûd olan tek nüsha, teksîr ed ilerek çoğaltılmış oldu ki bu gün ellerimizde mevcûd bulunan Mushaf -ı Şerîf ’lerin aslı bunlar olmuşdur Teksîr edilen bu nüshalardan birer aded Medîne, Mekke, Basra, Kûfe ve Şam ’a, -bir rivâyete göre de Yemen ve İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 43 Bahrayn ’e- gönderilmişdir Bu suretle de Kur’ân -ı Kerîm’de herhangi bit hatânın bulunması imkânsız hâle gelmişdir Kur’ân -ı Kerîm’e hareke ve işâretlerin konulması Kur’ân -ı Kerîm’in okunuşu hakkında çıkan ba’zı ihtilâfların sebeblerinden biri de, o zamanlar, yazıda, nokta, hareke ve işâretlerin bulunmamasıdır Bunun için Kur’ân -ı Kerîm’in ilk Resm -i Hatt ’ının tamâmında, nokta, hareke, tenvîn, hemze, şedde, vakf , ta’şîr ve fâsıla işâretleri gibi işâretler yokdu Çünkü birinci asırda yaşayan bütün Müslümânlar, Kur’ân -ı Kerîm’i -başka bir şey’ ile karışmaması için - ağızdan telkîn sûretiyle ezber edip öğrenmiş olduklarından O’na olan vukûfları da gâyet iyi idi Bu bakımdan hem yazanlar, hem okuyanlar, hem de dinleyenler, böyle bir şey’e ihtiyaç duymuyorlardı Bu husûs ise, Kur’ân -ı Kerîm hakkında müstesnâ bir özellik teşkil eder ki Ashâb -ı Kirâm’ın, Kur’ân -ı Kerîm’i, Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm ’dan ne kadar güzel ve sağlam bir şekilde büyük bir titizlik ile öğrenip hıfz etdiklerini gösterir Daha sonra Müslümânlar çoğalıp -Ashâb -ı Kirâm gibi - Kur’ân -ı Kerîm’e vukûfları olanlar azalınca ve yanlış okuma ihtimalleri de belirince, âyetlere, nokta, hareke, tenvîn , hemze, şedde, vakf, ta’şîr ve fâsıla işâretleri gibi işâretlerin konulmasına zarûret duyuldu Bunun için de bu gibi işâretlerin, Kur’ân -ı Kerîm’e yazılmasında ve konulmasında bir mahzûr görülmedi Hattâ böyle bir şey’in yapılması, bütün Müslümânlar taraf ından uygun görüldü ve Cumhûru’l - müslimîn tarafından tasvîb edildi Çünkü bunlar, Kur’ân -ı Kerîm’in asıl yazısından hâriç, Resm -i Hatt’ı tağyîrden berî’, O’nun şekil ve mâhiyyetini değiştirmekden uzak, bir nevî’ İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 44 tefsîrden ibâret, yalnız tilâvetini kolaylaş tırmaya hâdim, ziyâdesi ile zabt ve beyâna elverşli bir takım işâretlerdir Kur’ân -ı Kerîm’in tercemesi Toplumların mükemmel bir nizam içinde yaşaması, insanlara mutluluk yollarını gösteren Kur’ân -ı Kerîm kanunlarını bilmekle mümkündür Bunun i çindir ki ilâhî kitâbların hepsi, o toplu mun lisanı üzere inzal olmuşdur “Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyle göndermedik ki (emr olunduklarını ) onlara apaçık anlatsın” 7 Meâlindeki âyet -i kerîme’ler gibi âyet -i kerîme’ler, bunun en açık bir ifâdesidir Nazm’ı da Ma’nâ’sı da ilâhî olup vahy’e müstenid bulunan, bunun için de ne yalnız ma’nâ’dan ve ne de yalnız lâfız’dan ibâret olmayan, fakat her ikisinin birden tamâmı olan Kur’ân -ı Kerîm’in, bir kısmının veyâ tamâmının her hangi bir dildeki ma’nâsı veyâ ma’nâyı ifâdelendiren tercemesi, “Nazm ile ma’nâ mecmûu” nun ancak bir cüz’ü olabilmesi hasebi ile Kur’ân -ı Kerîm olamaz ve namaz gibi i bâdetlerde de okunamaz Çünkü namazda kırâet farzdır Kırâet ise, ancak “Nazm ile ma’nâ mecmûu” nun tamâmı ile tehakkuk eder Bu olmayınca da farz terk edilmiş olacağından namaz fâsid olur Bununla berâber Arabca bilmeyen Müslümânlara, Allâhü Teâlâ’n ın kelâmı olan Kur’ân -ı Kerîm’i, mümkün olduğu kadar kendi dilleri ile anlatmak, Müslümân olmayan kimseler arasında İslâm Dîni’ni yaymak ve onların her türlü dînî ihtiyaçlarını karşılamak için, Kur’ân -ı Kerîm’in, terceme ve tefsîri lüzûmlu, hattâ zarûrî gö rülmüşdür Bunun için bir çok İslâm âlimi, Kur’ân -ı Kerîm’in, Muhkem âyet’lerinin terceme 7 -İbrâhim, 4 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 45 ve tefsîrinin yapılabileceğine kâil olmuşlar ve müsâade etmişlerdir Fakat bu terceme ve tefsîrlerin de, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde Kur’ân -ı Kerîm evsaf ve hukmün ü hâiz olamıyacaklarını da, ehemmiyetle belirtip işâret etmişlerdir Kur’ân -ı Kerîm’in tercemesinde karşılaşılan bu güçlüklere rağmen Kur’ân -ı Kerîm, tüm insa nlığa anlatılıp duyurulmak için nâzil olmuş bir kitâb olduğundan onun özelliklerini belirten tercemelerinin de yapılması gerekdir Çünkü o, bir tarafdan mü’mine hitâb ederken kâfire bir inzar fırlatır, kâfiri inzar ederken mü’mine bir müjde nüktesi uzatır Avama hitâb ederken havassı düşündürür Âlime hitâb ederken câhili dinletir Câhile söylerk en âlime dokundurur Geçmişden bahs ederken geleceği gösterir Bu günü tasvir ederken yarını anlatır En sâde müşahedelerden en yüksek hakî katlere götürür Mü’minlere ğaybi anlatırken kâfirleri halden bîzar eder Bütün bunları anlatırken de hâle, makâma, m ekâna, zamâna, mevzua göre en uygun, en güzel kelimelerle ifâde eder Bunun için Kur’ân -ı Kerîm’in bu özelliklerinden, emir ve nehiylerinden ibret alıp hayatımıza güzel bir düzen verip mutlu bir hayat yaşamamız için onu anlamamız ve ona göre hareket etmemiz l âzımdır Bizi hidâyete götürmesi için onu kendi dilimiz ile öğrenip anlamamız gereklidir Bunun için de Kur’ân -ı Kerîm’in başka dillere terceme edilmesine , fıkıh imamlarınca müsâade edilmiş, fakat yapılan bu tercemelerin hiçbir zaman Kur’ân -ı kerîm hükmünü hâiz olmadığını da ehemmiyetle belirtmi şlerdir Çünkü Kur’ân -ı Kerîm, hem lâfzı hem de ma’nâsıyle mu’ciz, onu hakkıyle tercemeden beşer âcizdir Çünkü All âh kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark, tıpkı yaratanla yaratılan arasındaki fark gibidir Bu farkı İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 46 gidermeye ins -ü cin şöyle dursun, melekler ve peygamberler bile muktedir değildir Çünkü o, ezelî bir kelâm, terceme ise fâni bir dildir Bunun bö yle olduğunu, ya’nî Kur’ân -ı Kerîm’în Allâhü Teâlâ’nın kelâmı olup bir beşer sözü olmadığını ifâde eden bir çok âyet -i kerîme vardır ki onlardan ba’zıları şöyledir: “O’nu kendisi mi uydurup söyledi diyorlar Hayır, onlar îmân etmezler” “Öyleys e onlar da, eğer doğru söyleyenlerse, O’nun gibi bir söz getirsinler” 8 “De ki: Andolsun, eğer ins -ü cin bu Kur’ân’ın bir mislini getirmek için toplansalar ve ba’zıları ba’zılarına yardım da etseler yine O’nun bir mislini meydana getiremezler” 9 “Eğer kulumuz (Muhammed) in üzerine paça parça (sûre sûre, âyet âyet) indirdiğimiz (Kur’ân’ın Allâh katından geldiğin) den şübhe ediyorsanız haydi O’nun benzerinden siz de bir sûre getirin Allâh’dan başka şâhidlerinizi (ve bilginlerinizi) de (yardım a) çağırın, eğer (iddiânızda ) doğru (insan) lar iseniz” “Fakat bunu yapamazsınız –ki hiçbir zaman da yapamayaksınız - artık sakının o ateşden ki onun tuturağı insanla taşdir” 10 “O’nu (Kur’ân’ı) kendisi mi uydurdu diyorlar De ki: O halde haydi siz de O’nun gibi on sûre getirin , düzme ve 8 -Tûr, 33 -34 9 -İsrâ’, 88 10 -Bakara, 23 -24 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 47 uydurma olarak Allâh’dan başka kime gücünüz yetiyorsa onları da (yardıma) çağırın, eğer (iddiânızda) doğrucular iseniz” 11 Sünnet Lügatde, ta’kîb edilmesi i’tiyâd olunan (alışkanlık hâline getirilen) yol, örf ve âdet, bir şey’i âdet edinme, kişinin görünüşü ve gidişi, bir nesnenin görülebilen kısmı, ma’nâlarınadır ki iyi veyâ kötü, güzel veyâ çirkin olabilir İstılahda ise, ye rine göre farklı ma’nâlar alır ki bunların en önemlileri şunlardır: 1-Sünnetü’llâh Allâhü Teâlâ’nın kâinâtı idâre etmekdeki sünneti ( âdeti ) dir ki en küçük bir zerreden en büyük âlemlere kadar yerlerde ve göklerde olan her şey’, Allâhü Teâlâ’nın sünneti, âdeti ve adâleti iktizâsı olarak bir hısâb ve ölçü dâhilinde cereyan edip kendi görevlerini yaparlar Bunların hiç birisinde, en ufak bir değişiklik veyâ bozukluk veyâ hatâ’, vukû’ bulmaz ve böyle bir şey’in vukûu da düşünülemez 2-Sünenü’l -Enbiyâ’ Geçmiş Nebîlerin ( Peygamberlerin ) sünnetleridir ki dînin teblîğinde ta’kîb etdikleri yol ve âdet ma’nâsınadır 3-Sünenü’s -Sâlihîn İyi adamların -İslâm’a uygun - hayırlı işleri ve güzel âdetleri ma’nâsınadır 4-Sünenü’l -Milel Geçmiş milletlerin sünnetleri, örf ve âdetleri ma’nâsınadır ki “Falan kavmin sünneti budur” denilse “Falan kavmin âdeti 11 -Hûd, 13 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 48 budur” ma’nâsını ifâde eder Bunun için de bir çok milletler ve topluluklar, kendi alışkanlıklarına, kendi örf ve â detlerine, her zaman bağlı kalmışlar ve onlardan hiçbir zaman ayrılmak istememişlerdir 5-Sünnetü’r -Rasûl Yüce İslâm Dîni’nin nâşiri ve mecâzî ma’nâda bir şârii olan Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın haraket ve hayat tarzları ile İslâm Dîni’nin teblîğinde ta’kîb etdiği yol ma’nâsınadır Kur'ân -ı Kerîm, Cibrîl -i Emîn vâsıtası ile Hazreti Mehammed aleyhi's -selâm' a -hem lâfzı, hem de ma'nâsı - teblîğ ve tilâvet edilmiş bir vahy -i ilâhî'dir ki buna "Vahy -i Metluvv" denir İslâm Dîn i’nin ikinci kaynağı olan Sünnet'ler ( Hadîs'ler ) ise, Hazreti Muhammed aleyhi's -selâm 'ın kalbine Allâhü Teâlâ tarafından -yalnız ma'nâ olarak - ilham edilen şey'lerdir ki bunlara da "Vahy -i Gayr -i Metluvv" denir Bu hususda Cenâb -ı Hakk, Kur’ân -ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır: “O, kendi (re’y -ü) hevâsından söylemez O, kendisine (Allâh tarafından) ilkâ’ edile gelen bir vahy’den başka (bir şey’) değildir O’nu, müthiş kuvvetle mâlik olan (Cebrâîl aleyhi’s -selâm ) öğretdi” 12 “Eğer (Peygamber, söylemediğimiz ) ba’zı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, elbetde O’nun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik (boynunu vururduk ) Sonra da hiç şübhesiz, O’nun kalb damarını koparırdık 12 -Necm, 3 -4-5 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 49 (yaşatmazdık) O vakit hiç biriniz buna mâni’ de olamazdınız” 13 “Rasûl size ne verdi ise onu alın, size ne yasak etdi ise ondan da sakının Allâh’dan korkun Çünkü, Allâh (ın) azâbı çetindir” 14 Sünnet ’ler, senedlerine, râvîlerinin eded ve kuvvetlerine i’tibâr bakımından Mütevâtir, Meşhûr ve Âhad olmak üzere üç kısma ayrılırlar 1-Mütevâtir Sünnet’ler Yalan üzerine ittifak etmeleri âdete nazaran, muhâl olan - ya’nî aklın câiz gürmediği - bir cemâatin Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’dan rivâyet etdikleri Sünnet’lerdir Böyle bir Sü nnet’in, Hazreti Muhammed aleyhi’sselâm ’a ittisâli, kat’î olup her türlü şübheden uzakdır Bu bakımdan işitene, zarûrî olarak yakîn bir ilim ifâde eder Bundan dolayı da bu nev’î Sünnet’lerin sübûtu kat’îdir 2-Meşhûr Sünnet’ler Başlangıçda, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’dan bir iki kişi rivâyet etmiş olduğu halde, bi’l -âhare Ümmet -i merhûme arasında şöhret bularak -İkinci ve Üçüncü asırlarda - tevâtür derecesini bulan Sünnetlerdir Bu bakımdan bu şekildeki Sünnetlerin, Hazreti M uhammed aleyhi’s -selâm ’a ittisâlinde ma’nen -ma’nâ bakımından - bir şübhe yok ise de, sûreten -şekil bakımından - bir şübhe vardır Çünkü Birinci asırda Âhad Haber olan bir Sünnet, İkinci ve Üçüncü asırlarda -yalan üzerine tevâtür ve ittifakları tasavvur olu namayan bir 13 -Hâkka, 44 -45-46-47- 14 -Haşr, 7 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 50 cemâat arasında - şöhret bularak tevâtür derecesine yükselmişdir 3-Âhad Haber Bir kişinin bir kişiden, bir kişinin bir cemâatden veyâ bir cemâatin bir kişiden rivâtet etmiş olduğu bir Haber ( bir Sünnet ) dir Tevâtür derecesini bulam ayan râvîlerin -ya’nî iki üç zâtın - rivâyet etdikleri Sünnet’ler de, Âhad Haber kabîlindendir Hadîs’lerin diğer çe şitleri, hükümleri ve toplanıp yazılması , Fıkıh kitablarında uzun uzadıya anlatılmışdır 15 Bütün Müslüman’lar, Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in sünnetlerinin dinde bir hüccet olduğu ve onunla amel etmenin câiz bulunduğu hakkında ittifak etmişlerdir ki bu hususda İcmâ’ vârid olmuşdur Hadîslerin, konularına göre tertib edilib yazılmasına , Musannaf ismi verilir ki b u musannaf kitabların en mehüru Kütüb -i sitte denilen altı kitâbdır Bunlardan Buhârî ve Müslim kitablarına Sahîhayn , Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn -i Mâce kitablarına da Sünen denilir Sahîh -i Buhârî Buhârâlı İsmâil oğlu Muhammed tarafında n toplanıp yazılmışdır Hicrî (194) târihinde Buhârâ’da doğmuş ve (256) yılında Hartenk’de vefât etmişdir Küçük yaşda babasını kaybetdiği için yakın bir akrabası onun tahsili ile meşkul olmuşdur Büyük bir zekâya ve kuvvetli bir hâfızaya sâhibdi Bir çok üstâddan had îs ve fıkıh o kumuş, onaltı yaşınd a 15 - Bunun için bak: Fıkıh Usûlü , Dördüncü bölüm (Şer’î hukümlerin kaynağı olarak) Sünnet ss 99 -158 A Celâleddin Karakılıç İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 51 Mekke’ye giderek hadîs araştırmalarında bulunmuş , râvîlerin hâl tercemeleri ile meşkul olmuş, (16) sene durmadan Mekke, Medîne, Bağdâd, Kâhire, Şâm, Basra, Kûfe, Merv, Nişâbür, ve Askalan gibi büyük şehirleri gezib dolaşarak ikiyüzbin hadis ezberlemiş, t opladğı altıyüzbin hadisden sahih kabul etdiği (7275) hadisin mükerrer olanlarını çıkarıp gerisini kitabına almış ve bu eserine Câmî -i sahih ismini vermişdir ki İslâm âleminde, Kur’ân -ı Kerîm’den sonra en çok şöhret bulan bir kitâbdır Bu hadis lerin herbir ini yazarken evvelâ gusledip iki rek’at namaz kılarak AllâhüTeâlâ’ya istihâre yaptıktan sonra yazmışdır İhlâs ve takvâsı ile meşhur bir Türk âlimidir Sahîh -i Müslim İmâm Ebu’l -Huseyn Müslim bin Haccâc bin Müslim El - Kuşeynî El -Nisâburî, Arab’l arın Benî Kuşeyr nâmiyle meşhur olan bir kabilesinden olup Hicrî (204) yılında doğup (261) yılında Nişâbur’da rahmet -i rahmana kavuşmuşdur El - Câmiu’s -Sahîh ismini vediği kitâbında tekrarlarıyle berâber (7279) hadis -i şerîf vardır Bunlardan (4800) hadisi şerîf’i kitabına almışdır İmam Buhârî gibi kuvvetli bir hâfızaya sâhibdir Bu da İmam Buhârî gibi bir Türk âlimidir Sünen -i Ebû Dâvud Sünen -i Ebû Dâvud denilmek meşhur olan bu kitab, Sicistan’lı Eş’âs oğlu Süleyman (202 -275) tarafında toplanı p yazılmış ve beşyüzbin hadis içerisinden seçilen (4800) hadis -i şerifi ihtiva eder ki daha ziyade fıkıh ve ibadet konuları ile ilgili olup büyük bir şöhrete sahibdir Sünen -i Tirmizî Tirmiz’li İsmâil oğlu Muhammed tarafından (209 -279) tarafından toplanıp yazılmışdır Buna, Câmi -i Tirmizî de denir Kendisi, Buhârâ’ nın güneyinde Ceyhun nehri İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 52 kıyısında bulunan Tirmiz kasabasında doğmuş ve yine Tirmiz’de rahmet -i rahmana kavuşmuşdur Sünen -i Neseî Şuayb oğlu Ahmed tarafından toplanıp yazılmışdır ki kendisi (215 -216) tarihinde Horasan’ın Nesâ kasabasında doğmuş ve (303) yılında Remle ’de vefât ederek Beyt -i Makdis’e defn edilmişdir Kitabı, en çok hukuk ve ibâdet ile ilgili hsadîs -i şerîf’leri ihtivâ eder Sünen -i İbn -i Mâce Gazvin’li İbn -i Mâce (207 -273) tarafından toplanıp yazılmışdır Horasan’dan Mısır’a kadar her tarafı gezip dolaşarak bu kitâbı yazmışdır Not: Kur’ân -ı Kerîm’den sonra mu’teber olan bu altı kitâbın üçü, hem de birinci derecede olanları, Türk asıllı Türk âlimleri tarafından yazılmışdır Bu mühim hadis kitablarından başka İmam Mâlik’in Muvattâ isimli hadis kitâbı, İmam Ahmed İbn -i Hanbel’in, kırkbeş bin hadisi ihtivâ eden altı ciltlik Müsned isimli kitâbı da , en ünlü hadîs kitaplarının başında gelir İcmâü’l -ümmet El-İcmâ’ : lügatde, bir nesne üzerine ittifak etmek, dağınık şey’leri bir araya getirmek, toplamak ve cem’ eylemek, ma’nâlarınadır Ayrıca azm ve kasd etmek ma’nâlarına da gelir İst ılâhda ise, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’dan sonra, O’nun ümmetinden olan ve aynı asırda yaşayan İslâm müctehidlerinin şer’î bir huküm üzerine ittifak etmeleridir ki İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 53 İslâm âlimlerinin bu şekildeki bir icmâ’ ı, amelî konularda bir huccet ’dir Kitâb ve Sünnet’den sonra üçüncü bir delîl olan ve şer’î hukümlerin hâllinde mühim bir mevki’ işkâl eden “İcmâu’l - ümmet”, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın vefâtından sonra vukû’ bulmuş ve Ashâb -ı Kirâm tarafından -bi’l -hâssa son yıllarında - esâsları tesb ît edilmiş fıkhî (şer’î ) bir delîldir İcmâ’, yalnız ba’zı şer’î (dînî) hükümlerde ve amelî konularda cereyan eder, İ’tikâdî konularda İcmâ’ ve Kıyas yapılmadığı gibi şer’î olmayan konularda da icmâ’ yapılmaz İcmâ’, Muhammed aleyhi’s -selâm ’dan sonra O’nun ümmetinden olan ve aynı asırda yaşayan ve icmâ’a ehil olan İslâm müctehidlerinin şer’î bir k onu üzerine ittifak etmeleri ile sâbit old uğundan İslâm müctehidlerinin bir kısmının bir konu üzerine ittifak etmeleri, bir icmâ’ sayılmaz İslâm âlimlerinin bir icmâ’da bulunabilmesi için kendileri nde şu şartların bulunması lâzımdır: a-İcmâ’da bulunabilecek bir İslâm âlimi, fâsık bir kimse olmamalıdır b-İcmâ’da bulunabilecek bir İslâm âlimi, mübtedî olmamalıdır Ya’nî acemice davranışları ile bir yenilik ortaya koyma veyâ yeni bir şey’ ihdâs etme hevesinde bulunmamalıdır c-Şer’î bir hukmü, şer’î delîllerinden istinbât ve istihrâc melekesine sâhib, ictihâd kudretini hâiz, ihlâs ve takvâ sâhibi bir kimse olmalıdır İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 54 Dört delilden üçüncüsü olan icmâü’l -ümmet , kat’î bir huccet olup “yakîn” ifâde eder ve böyle bir delîl ile sâbit olan şer’î bir hukmü inkâr eden bir kimse tekfîr edilir Cenâze namazının ve Terâvih namazının cemâatle kılınması, icmâ’ ile sâbit olan birer hükümdür Kıyâsü’l -fıkahâ’ Kıyâs, lügatde, bir şey’i diğer bir şey’ ile takdîr etmek, iki şey’i birbiri ile ölçmek demekdir Ayrıca, bir şey’i başka bi r şey’e benzeterek huküm verme ve müsâvât ma’nâsına da gelir İstılâhda ise, iki ma’lûm şey’den ( iki bilinen şey’den ) birisinin mensûs olan ( nass ile sâbit olan ) hukmünü -ya’nî bu hukmün mislini (benzerini )-, aralarındaki müşterek ( müttehid ) illetden dolayı diğerinde de ictihâd sûretiyle tatbîk etmek (izhâr etmek ) dir Diğer bir deyimle, asl ’ın hukmünü, müşterek olan bir illet sebebi ile fer’ de vücûd bulmasını açıklamak ( izhâr etmek ) dir Kıyâs, müctehidlerin ekseriyyetine ( cumhûruna ) göre , Kitâb, Sünnet ve İcmâu’l -ümmet’den sonra şer’î bir huccet, şer’î bir delîldir Bunun böyle bir huccet, böyle bir delîl olduğu husûsu ise, Kur’ân -ı Kerîm, Sünnet ve müctehidlerin bir çoğunun ittifâkı ile sâbitdir Bununla berâber ictihâda müstenid bulunduğu ve zann’dan hâlî olmadığı için de, zannî delîllerden sayılmışdır Bunun için Kitâb, Sünnet ve İcmâu’l -ümmet’e muhâlif olan bir kıyâs, şer’î bir delîl olarak kabûl olunmaz Ancak Kitâb, Sünnet ve İcmâu’l -ümm et’e muhâlif olmayan ve bunlardaki esâslara istinâd eden bir kıyâs, şer’î bir delîl olarak kabûl edilir ve kendisi ile amel olunur İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 55 Sarih ve kat’î nass’lar ile sabit olan ibâded ve muâmelata âit konularda icmâ’ ve kıyas yapılmaz Namaz, oruç, zekât, hacc konularındaki katî nass’lar gibi Dînî (Şer’î) hükümler İslâm Dîni, fertlerin kalbini ve ruhunu temizler, aklî düşüncelerini islâh eder, hâl ve hareketlerini ta’yin ederek onları evvelâ bu dünyâda, sonra da âhiretde saâdetini te’min eder Bu güzel neticeyi alabilmelk için de bir takım hükümler koymuşdur ki bunlara Dînî veyâ Şer’î Huküm ’ler denir Bu hükümler üç gurubda toplanırlar: 1-İ’tikâdî hükümler 2-Amelî hükümler 3-Ahlâkî hükümler İ’tikâdî hükümler Di nde inanılması lâzım gelen tüm esâslara kesin olarak inanmak demekdir Bunlar hiçbir zaman değişmezler Bütün peygamberler bu esâsları teblîğ etmişlerdir Bunların hepsi Kur’ân -ı Kerîm’de açık açık deliller ile bildidirilmişdir Allâü Teâlâ vardır v e birdir Şerîki ve naziri yokdur Noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttsıfdır Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm O’nun kulu ve rasûlüdür Allâhü Teâlâ tarafında n rasûlü vâsıtasiyle teblîğ edilen dînî hükümlerin hepsi doğrudur ki bunların hepsi, tevâtüren bize kadar gelmiş, bizden sonra da kıyâmete kadar devam edecektir Kesin olarak şeksiz ve şübhesiz inanılması lâzım gelen bu i’tikad konuları iki kısımdır: 1-Allâhü Teâlâ’nın varlığına, birliğine, noksan sıfatlardan münezzeh o lup kemâl sıfatları ile muttasıf olduğuna inanmak İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 56 2-Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın Allâh’ın kulu ve rasûlü olduğuna inanmakd ır ki bu iki esâsı, Kelime -i Tevhîd dediğimiz şu mübârek cümlerle ifâde ederiz “( ُللها لاِ إ َو َلِ إ َلا ِ للها ُ لو ُ س َ ر ٌ د م َ ح ُ م ) : Lâ ilâhe illâ’llâh , Muhammedü’r -Rasûlü’llâh : Allâh’dan başka hiç bir ilâh, -hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - yokdur, ancak O vardır ; Muhammed -aleyhi’s -selâm - Allâh’ın ( kulu ve ) Rasûlü’dür ” Allâhü Teâlâ, îmân’ın şartı olan bu Kelime -i Tevhîd ’i, ilk def’a Levh -ı mahfûz’a yazmış, yarattığı her mahlûku bu esâsa göre inanıp yaşamakla, ( kendisini tesbîh ve tenzih etmekle ) görevlendirerek bu esâsın gereklerini yerine getiririp kulluk yapmaları ile sorumlu tutmuş dur ki îmân’ın ve İslâm’ın aslı, esâsı ve temeli olan bu mübârek cümleye “Kelime -i Tevhîd”, bunu söylemeye de “Tehlîl” denir Kelime -i Tevhîd’in bu aslı ve Kur’ân -ı Kerîm’in tamamı, Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’e nâzil olacağı husûsu, her peygambere bildirilmiş dir ki şu âyet -i kerîme’ler bunun apaçok bir delilidir: َ ينِ ل و َ ْ لْا ِ ر ُب ُ ز يِ ف َل ُو نِ إ َ و “Şübhe yok ki o (Kur’ân) daha evvelkilerin kitablarında da vardır” 16 َا َ ك ُو َنو ُفِ ر ْ ع َي َ با َتِ ك ْلا ُ م ُ ىا َن ْ ي َ تآ َ نيِ ذ ل َءا َن ْ بَ أ َ نو ُفِ ر ْ ع َي ا َ م ْ م ُ ىط “Kendilerine Kitâb verdiklerimiz, O’nu (o son Peygamberi) öz oğulları gibi tanırlar” 17 İslâm’ın beş şartından birincisi olan Kelime -i şehâdet de şöyledir: 16 -Şuarâ’, 196 17 -Bakara, 146 En’âm, 20 Şuarâ’, 196 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 57 نَ أ ُ د َ ه ْ شَ أ َ و ُ للها لاِ إ َو َلِ إ لآ ْ نَ أ ُ د َ ه ْ ش َا ُو ُلو ُ س َ ر َ و ُه ُ د ْ ب َ ع ًاد م َُ مُ “Eşhedü en -lâ ilâhe illâ’llâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh” : "Ben şâhidlik ederim ki ( şübhesiz bilirim ve bildiririm ki ) Allâhü Teâlâ’dan başka hiçbir ilâh ( hiçbir tanrı, hiçbir ma’bûd ) yok dur Yine ben şâhidlik ederim ki ( şübhesiz bilirim ve bildirim ki ) Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm Allâhü Teâlâ’nın kulu ve rasûlüdür" Kelime -i Tevhîd’i ve Kelime -i Şehâdet’i, hem lâfzı hem de ifâde buyurduğu bütün dînî hükümleri ile şeksiz şübhesi z kabul eden ve bunları dili ile ikrâr edip söyleyen bir kimseye Mü’min ve Müslüman denir Böyle bir kimsenin kalbinde, îman esâsları ve onları gereklerinden başka hiçbir şey’e yer verilmez Böyle bir kalb, hem Allâh sevgisinin hem de Allâh korkusunun merk ezidir Îmân ile ilgili ana konular, Âmentü ’nün esâsları denilen şu altı esâsda toplanarak ifâde edilmişdir: َ نِ م ِ ه ِّ ر َ ش َ و ِ هِ ْ يْ َ خ ِ ر َ د َ ق ْلاِ ب َ و ِ رِ خلآ ْا ِ م ْ و َ ي ْلا َ و ِ وِ ل ُ س ُ ر َ و ِ وِ ب ُت ُ ك َ و ِ وِ ت َ كِ ئ َل َ م َ و ِ للهاِ ب ُ ت ْ ن َ مآ ُ ث ْ ع َ ب ْلا َ و َ لى َاع َت ِ للها ٌّ ق َ ح ِ ت ْ و َ م ْلا َ د ْ ع َ ب ُو ُلو ُ س ُ ر َ و ُه ُ د ْ ب َ ع ًاد م َُ مُ نأ ُ د َ ه ْ ش َا َ و ُ للها لاإ َو َلِ إ لآ ْ نأ ُ د َ ه ْ ش َا “Âmentü bi’llâhi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusulihi ve’l -yevmi’l -âhiri ve bi’l -kaderi hayrihi ve şerrihi mine’llâhi Teâlâ, ( ve’l -ba’sü ba’de’l -mevt ); “Allâhü Teâlâ’nın var ve bir olduğuna ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak) olup kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğuna, Meleklerine, Kitâblarına, Peygamberlerine Âhiret gününe, Kadere, hayır ve şerrin Allâhü Teâlâ’dan İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 58 olduğuna îmân etdim, (ve öldükden sonra dirilmeye de inandım)” "Ben şâhidlik ederim ki (şübhesiz bilirim ve bildiririm ki) Allâhü Teâlâ’dan başka hiçbir ilâh (hiçbir tanrı, hiçbir ma’bûd) yokdur Yine ben şâhidlik ederim ki (şübhesiz bilirim ve bildiri m ki) Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm Allâhü Teâlâ’nın kulu ve rasûlüdür" Amelî hukümler İnsanların işlerine tealluk eden huküm ler demekdir Bunlar Allâhü Teâlâ’nın emir ve nehiylerine göre yapılması lâzım gelen işlerdir ki bu işler ya Allâhü Teâlâ’ya karşı veyâ kullara karşı veya Allâhü Teâlâ’nın kullarına karşı olan işlerdir Yaratana ibâdet ediniz, Allâhü Teâlâ’dan başkasına tapmayınız, yalan söylemeyiniz, başkalarının malına , canına, ırzına, nânûsuna tecâvüz etmeyiniz gibi emirlerdir Dînin bu kısmına şerî at denir ki bunlar, İbâdet Muâmel ât, Ukûbât ismi altında incelenirler İbâdet, kulun Allâhü Teâlâ’ya karşı olan göre vleridir ki bu görevlerin ruhu ihlâs, takvâ ve samimiyyetdir Muâmelât, insanların biribirleri arasında olan işler ve bunların hükümleridir ki insanlar arasındaki adâlet ve emniyyetin te’sisi için lâzım gelen hükümler gibi Ukûbât, ibâdet ve muâmel âtın pâ yidar olabilmesi için verilecek cezâ veyâ mükâfatlardır Ahlâkî hükümler Ahlâkın güzelleşmesine ve vicdânın terbiyesine âit olan hükümlerdir Yalan söylemeyiniz, hased etmeyiniz, herkese iyilik yapınız gibi İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 59 Bu hükümler, fertlerin kalblerini temizler, insanları yüksek bir ahlâk sâhibi yapar Bunun için Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm, “Ben ahlâkî fazîletleri tamamlamak için gönderildim” buyurmuş ve Allâhü Teâlâ yüksek ahlâkı sever, kötü işleri sevmez , is lâm güzel ahlâkdan ibâretdir, bir kul ahlâkını güzelleştirmedikçe îmânını kemâle erdiremez gibi ahlâk konularını teblîğ etmişdir Bir kul, ibâdeti az olduğu halde güzel ahlâkı sâyesinde âhiret derecelerinin en yükseğine ulaşabilir; kötü ahlâkı ile de âbidler zümresinden olduğu halde Cehennemin en alt derecelerine düşebilir İslâm’ın emir ve nehiylerindeki hikmet İslâm Dîni, insanların her iki dünyâda saadete ulaşabilmesi için iyi ve güzel olan işlerin yapılmasını emr etmiş; kötü ve fen â olan işlerin yapılma sını da yasak etmişdir Namaz kılınız, zekât veriniz, oruç tutunuz, adâletle hukm ediniz, birbirinize karşı güler yüzlü tatlı sözlü olunuz ; Adam öldürmeyiniz, yalan şâhitliği yaspmayınız, haram yemeyiniz, içki içmeyiniz, domuz eti yemey iniz gibi Bu şekildeki emir ve nehiylerin hikmetlerinin bir kısmı insanlar bilebilir, fakat insanların menfaatine olan bir kısmını da bilemez Bilgi vâsıtalarımız ve ilmin yolları İnsanlar, bir şey’in varlığını ve hakikatini ancak bilgi vâsıtasiyle anlayıb bilebilir ki bu vâsıtalar, duyu organlerı, doğru haber ve akıldir Duyu oarganları: Varlığında şübhe olmayan duyu organları beşdir ki bunlar, işitme (kulak), görme (göz), koklama (burun), tatma (dil) ve İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 60 dokunma (deri) organl arımızdır ki biz bu organlarımız ile işitilecek bir şey’i işitir, görülecek bir şey’i görür, koklanacak bir şey’in kokusunu alır, tadılacak bir şey’in tadını alır, dokunulacak şey’lerin de sert veyâ yumuşak olduklarını anlayıp biliriz Doğru haber ( Haber -i sâdık) Meydana gelen bir olaya uygun veyâ uygun olmayan bir haber demekdir ki böyle haberler ya tevâtürle olur veyâ bir Peygamberin haberi ile olur Mütevâtir haber Yalan üzere ittifakları aklen kabul edilmeyen bir çok kimselerin bir konuda ittifak ederek v erdikleri herhangi bir haberdir ki böyle bir haberde aslâ bir şekk ve şübhe olmaz Böyle bir haberin kesin bilgi ifâde etmesi için verilen haberin hisse ve müşahedeye dayanması ve akla uygun olması lâzımdır Meselâ, biz Ant arktika kıt’asını görmediğimiz halde onu görenlerin verdiği haberi doğru bulup bunda bir şübhe etmeyiz İki kere ikinin dört olduğunu akılla biliriz Kur’ân -ı Kerîm’in Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm’a vahy edilip insanlara teblîğ edildiğini biliriz ve bunun bize kadar tevâtür yoluyla geldiğine inanırız Peygamberlerin haberleri (Haber -i resul) Kendisinin peygamber olduğunu mu’cizeler ile isbât eden bir peygamber verdiği haberlerdir ki böyle haberler, tevâtür yolu ile bize kadar gelmiş ve bizden sonrada aynı şekilde devam edecektir Akıl, mahsusata âit şey’ ler hisler vâsıtası ile; nakil ile bilinecek şey’ler doğru haber ile; mâkûlâta âit şey’ler de akıl İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 61 ile bilinir ki bunda esâs umde akıldır Bunun için her mes’elenin isbât ve inkârın da ona âit vâsıta ve delil kullanılması gerekir İşte biz bu üç vâsıta sâyesinde net ve kesin bie bilgiye sâhib oluruz Akâid İlmi’nin yazılışı İslâm’ın ilk devirlerinde Ashâb -ı Kiram dînî ve şer’î hükümleri Peygamber aleyhi’s -selâm ’dan n asıl işitirlerse öylece kabul edib yaparlardı Neden ve niçinlerini incelemezlerdi Tâbiîn devrinde de böyle olmuşdur Onlar da müşkillerini Ashâb -ı Kirâm’dan sorup öğrenirlerdi Tâbiîn’in son zamanlarına doğru ve Tebe -i Tâbi în devrinde, bir takım fi tne ve fesat erbâbı tarafından bozuk i’tikadlar sokulmaya başlandı Bunun üzerine İsl âm Dîni’ne has olmak üzere sahih ve doğru i’tikad ve hükümleri bildirip bâtıl ve bozuk i’tikadlardan ayırmak için i’ tikad kitabları yazılmaya başlandı Kur’ân ve Sünnet’le , aklî ve naklî deliller ile dînin esâsları takviye edilip anlatıldı Fitne ve fesâd erbabının ortaya attığı bozuk fikirler ve onların islâma aykırılığı, çürüklüğü anlatıldı Onları radd edecek deliller ortaya konuldu Bu suretle bu yoldaki çalışmal ardan meydana gelen ilme, İlm -i Tavh îd ve Fıkh -i Ekber adı verildi ki bu hususda ilk def’a eser yazan İmam A’zam rahmetü’llâhi aleyh olmuşdur Bu konuda yazmış olduğu Fıkh -i Ekber kitâbı, akâid konularında en sağlam ve en güvenilir bir eser olmuşdur Daha sonraki devirlerdeki İslâm âlimleri de bu konulara daha ziyâde ehemmiye vererek İslâm i’tikâdını korumaya yönelik çalışmalar yapıp kitablar yazdılar İmam Mâtürîdî ve İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 62 İmam Eş’ar î bunların başında gelir ki her ikisi de Ehl -i sünnet esâslarının i’ tikadda imamıdır İKİNCİ BÖLÜM İSLÂM DÎNÎ’NİN Î’TİKÂD KÖKLERİ VE ÎMÂN Îmân: Lügatde, inanç, mutlak tasdik, kalbin bir şey’e ısınması, tereddü dü n sıfır olması, bir şey’i gözleri ile görmüş gibi inanmak ma’nâlarınadır Îmân, âmene kelimesinden alınmış bir kelimedir ki müteaddî olarak kullanılırsa sulh ve sükûn bahşeden ma’nâsını ifâde eder Çünkü Cenâb -ı Hakk’ın isimlerinden biri El -Mü’min’dir ki kullarını sulh ve sükûna kavuşturan ve onlara hidâyet veren ma’nâsına dır L âzım olarak kullanılınca da insanın kendisini sulh ve sükûna girdirdiği (kavuşturduğu) şey’ anlamına gelir Bunun için inanan bir insana el-Mü’min denir Bir mü’min, öyle esâsları kabul etmişdir ki bu esâslar onun ruhunu ve kafasını sulh ve sükûna kavuşturarak korkularını yok eder ve ona kesin bir emniyyet duygusu verir Bir mü’minin inandı ğı bu dînî esâslara usûl denir ki asl kelimesinin cem’ idir Asl, bir kök veyâ bir esâs prensip demekdir Us ûl ise, esâs prensipler ya ’nî bir kimsenin bağlı olduğu i’tikadlar demekdir Îmân’ın şer’î ma’nâsı ise, Allâhü Teâlâ’nın var ve bir olduğuna ve noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğuna ; Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm ’ın O’nun kulu ve resulü olduğuna ve ümmetlerine teblîğ ettiği şey’lerin hepsinin doğru ve gerçek olduğunu kalbiyle tasdik edip inanmak ve i’ tiraf etmekdir ki bu İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 63 gerçeği, Kelime -i Tevhîd dediğimiz şu mü bârek cümlerle ifâde ederiz “( ِ للها ُ لو ُ س َ ر ٌ د م َ ح ُ م ُللها لاِ إ َو َلِ إ َلا ) : Lâ ilâhe illâ’llâh , Muhammedü’r -Rasûlü’llâh : Allâh’dan başka hiç bir ilâh, -hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - yokdur, ancak O vardır ; Muhammed -aleyhi’s -selâm - Allâh’ın ( kulu ve ) Rasûlü’dür ” Allâhü Teâlâ, varlığı vâcib, zatının muktezâsı, doğmamış ve doğrulmamış, ebedî, ezelî, varlığının devâmında hür ve müstakil, ezelî ve ebedî bir hayat ile diri, sonradan olan mahlûkâtın hiç birisine benzemeyen, ilim, i râde, kudret, tekvin, semi’, basar, kelâm gibi kâmil sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh yegâne bir yaratıcıdır Allâhü Teâlâ’nın varlığ ını ve birliğini bu şeki lde kabul edip inanmak demek , bunların hepsini kabul edip inanmak demekdir Bunun için Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm, “Lâ ilâhe illâ’llâh” diyen bir kimse cennete girer , buyurmuşdur ki bu ifâde, Kelime -i Tevhîd’i hem lâfzı hem de ifâde ettiği tüm ma’n âları ile kabul edip gereğini emr edildiği gibi yapmak anlamındadır “Muhammedü’r -Rasûlü’llâh” cümlesi ise, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın Allâhü Teâlâ’nın kulu ve rasûlü olduğuna, O’nun Allâhü Teâlâ’dan vahy alıp kullarını tebliğ ettiği haberlerin hakk ve gerçek olduğuna, Allâh’ın meleklerine, kitâblarına, peygamberler ine, âhiret gününe, kazâ ve kadere, öldükden sonra dirilmeye, hayır ve şerrin Allâhü Teâlâ’nın takdiri ve yaratması ile meydana geldiğine inanmak demekdir Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın peygamberliğine bu şekilde inanıp îmân eden bir insan, bunların hepsine İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 64 inanmış demekdir Çünkü Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm, bunların hepsini tasdik edip inanan bir şeriat ile gelmişdir Bunun için Kelime -i Tevhîd, İslâm Dîni’nde inanılması ve gere ğinin yapılması lâzım gelen ve tüm akâid esâslarını ihtivâ eden bir anayasadır Bunu böyle kabul edip yaşamaya çalışan bir kimse mü’mindir ve Müslümandır Bunun için İslâm Dîni’ni bu şekilde kabul edip Müslüman olan bir kimse, bu Kelime -i Tevhîd’i söyleyip inanarak İslâm Dîni’ne girer Îmân’ın temeli olan yakîn bilgi (gözü ile görmüş gibi kesin bilgi), üç kaynakdan doğar: 1-Taklid: Bu şekilde meydana gelen bir îmâna Îmân -ı taklid denir ki ailenin ve toplumun te’siriyle kazanılır Böyle bir îmâna sâhib olan bir kimse, isterse bülûğa erdikden sonra bu îmânını kendi irâdesi ile kemâl mertebesine ulaştırabilir 2-İstidlâl: Böyle bir îmâna sâhib olan bir kimse aklî ve naklî deliller ile îmânın hakikatine ulaşabilir ki buna Îmân -ı istidlâlî denir 3-Rûhânî inkişaf: Kalbin derinliklerinden doğan bir yakîn nûru ile inanılması lâzım gelen konulardır ki böyle bir îmâna da Îmân -ı tahkîkî denir Îmân, inanılması lâzım gelen şey’ler bakımından ne artar ne de eksilir Fakat y akîn cihetinden k uvvetli vey â zayıf olabilir Îmân, tecezzi (bölünme) kabul etmez Bunun için inanılması lâzım gelen şey’lerden tek bir tânesine dahi olsa inanmayan veyâ kabul etmeyen bir kimse îmân etmiş olmaz ve söylediği Kelime -i Tevhîd’in bir anlamı kalmaz Bunun için ister icmâlî (kısa) îman olsun Kelime -i Tevhîd gibi, ister İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 65 tafsîlî îman olsun , inanılması lâzım gelen şey’lerin hepsini ayrı ayrı inceleyip îman etmek gibi, bunların hepsi bir bütün olup paçalanma (bölünme) kabul etmez Kur’ân -ı Kerîm’e göre îmân Kur’ân -ı Kerîm’de îmân, bâzan Hazreti Mehammed aleyhi’s -selâm’a inandığını diliyle ikrâr etme ma’nâsında gelir “Peygambere indirilen (Kur’ân -ı Kerîm) i dinledikleri vakit, hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin ya şla dolub taşdığını görürsün onların (Şöyle) derler: Ey Rabbimiz, îmân etdik Artık bizi (hakka) şâhid olanlarla berâber yaz” 18 Âyet -i kerîme’sinde ifâde buyurulduğu gibi Bâzan kalbin şeksiz ve şübhesiz tasdiki anlamına gelir “Bedevîler, îmân etd ik dediler De ki: Siz îmâ n etmediniz amma bâri Müslüman olduk deyin Îmân henüz sizin kalblerinize girib yerleşmemişdir” 19 Bâzan da hayırlı işler yapmakla berâber g arkadaşlarıdır;eçer “Îmân edib güzel güzel amellerde bulunanlara gelince onlar da Cennet’in arkadaşlarıdır Onlar orada ebedî kalıcıdırlar” 20 Bu gibi âyet -i kerîme’lerden anlaşıldiğina göre îmân, dil ile ikrâr, kalb ile tasdîkdir Bunun için İslâm Dini, ne mücerret bir îmândan, ne de inanmaksızın işlenilen bir takım fiillerden ib âret değildir O, bilerek inanmak, isteyerek teslîm olmak demekdir Bunun için îmân, hadîs -i şerîf’lerde de şöyle ifâde edilerek yapılması lâzım gelen hususlar, geniş bir şekilde anlatılmış olur: 18 -Mâide, 83 19 -Hucurât, 14 20 -Bakara, 82 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 66 “İmân’ın altmış küsur kolu vardır Hayâ da îmânın bir koludur” “Îmân’ın yetmişden fazla kolu vardır En yükseği Allâhü Teâlâ’dan başka tapılmaya lâyık hiçbir şey’ omadığına inanmak; en aşağı kolu da hiç bir kimseye zarar vermemek ve bir şey’i yoldan kaldırmakdır” “Kendisi için istediğini başkası için istemiyenin îmânı yokdur” Îmân’nın hakikati Îm ân, vicdânî bir emirdir İnsanın kendi irâde ve ihtiyâ riyle kalben tam bir teslîmiyyet, tasdik ve i’tirafdır Ya’nî Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın Allâhü Teâlâ’dan vahy ile alıp haber verdiği tevâtüren sâbit olan şey’leri kendi arzu ve ihtiyâriyle tasdik edib O’nun peygamberliğini n doğru olduğunu i’tiraf etmekdir Kalbinde böyle bir tasdik ve i’tiraf bulunan kimseye mü’min denir İmam Ebû Hanife “îmân yalnız dil ile ikrar değildi r” diyerek inanmadıkları halde dilleri ile “Biz de mü’miniz, biz de peygambere îmân etdik” diyen münâfıkların hepsine de mü’min demek lâzım gelirdi Halbuki Ku’ân -ı Kerîm bunların mü’min olmadıklarını belirterek şöyle buyurmaktadır: “Bedevîler, îmân etdik dediler De ki: Siz îmâ n etmediniz amma bâri Müslüman olduk deyin Îmân henüz sizin kalblerinize girib yerleşmemişdir” 21 Eğer yalnız Allâhü Teâlâ vardır diyerek O’nu bilmek îmân etmek olsaydı, peygamberin doğru ve İslâm’ın hakk olduğunu bildikleri ha lde bunu tasdik etmemiş olan Ehl -i kitâb’ın da mü’min olması lâzım gelirdi 21 -Hucurât, 14 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 67 İmam A’zâm rahmetü’llahi aleyh , “Îmân, kalb ile tasdik dil ile ikrardır” deyerek vicdânî bir iş olan tasdikin ancak dil ile, ikrar ile belli olabileceğini, tasdik bulunmasa bile yalnız ikrar veyâ yalnız ma’rifet ile onun Müslüman olduğuna hukm edilerek amel edilir Çünkü biz, onun vicdanındaki tasdiki bilemeyiz Onu ancak Allâhü Teâlâ bilir Dil ile ikrar, dünyada İslâmî hükümlerin icrâsı için lâzımdır Çünkü mü’min olduğunu ikrar etmeyen bir insana İslâm muâmelesi yapılmaz Böyle bir kimse Müslüman bir kadın ile evlenemez, Müslüman bir cemaate imam olamaz, ölünce İslâm mezarlığına gömül mez Böyle bir kimseye İslâm muâmelesi yapılması için dil ikrar şartdır Bununla berâber kalb ile tasdi k îmânın asıl rüknü, dil ile ikrar ise îmânın zâid bir runüdür Herhangi bir ikrâh hâlinde îmânını gzlemek mecbûriyyetinde kalan bir kimse, dili ikrar et mese bile îmânına bir zarar gelmez İslâm İslâm, selâm kelimesinden gelmiş bir lâfızdır ki Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın Allâhü Teâlâ tarafından teblîğe me’mur olduğu din veyâ o dînin ismidir ki insanları sulh ve sükûna kavuşdurmak anlam ındadır Lügatde, itâat, inkiyad ve bir şey’e tam olarak teslîmiyyet ma’nâlarını ifâde eder İstılahda ise, Allâhü Teâlâ’ya teslim olmak, onun emir ve nehiylerine boyun eğip gereğini yerine getirmek, Peygamber aleyhi’s -selâm ’ın teblîğ buyurduğu tüm hükümleri içi ve dışı ile kabul ederek onları en güzel bir şekilde yaşamak, kabul ettiğini fiilleri ile göstermekdir Îmân, tecezzi (bölünme) kabul etmediğinden her mü’min müslimdir, her müslim de mü’mindir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 68 Amel ile îmân arasındaki fark Îmân, akâid esâslarına şeksiz ve şübhesiz inanmakdır Bunları böyle kabul eden bir insana mü’min denir ki böyle bir insan, kabul ettiği bu esâslar ile sulh ve sükûna kavuşmuş olur Amel ise, Allâhü Teâlâ’nın yapmamızı emr etmiş olduğu işlerden mükell ef bir kimsenin kendi ihtiyarı ile yaptıkları fiillerdir Bir mü’min, tenbelliğinden dolayı Allâhü Teâlâ’nın emrettiği iyi ve güzel olan işleri işlemezse dinden çıkmış olmaz Çünkü amel, imânın hakîkâtine dâhil aslî bir rükün değildir Bununla berâbe r Allâhü Teâlâ’nın va’d etdiği yüksek ni’metlere kavuşmak için amel -i sâlih şartdır Çünkü mükâfâtlar, ancak amel -i sâlih ile elde edildiğinden Kur’ân -ı Kerîm’de şöyle buyurulmuşdur: “îmân edib güzel güzel amellerde bulunanlara gelince, onlar da cen netin arkadaşlarıdır; orada ebedî kalacaklardır” 22 “Kalblerimizde parlattığımız îmân nurunun hiç sönmemesi için Allâhü Teâlâ’nın emretdiği güzel şey’leri yapıp fenâ ve çirkin olan şey’leri yapmakdan her an kaçınmamız lâımdır Namaz, oruç gibi ibâdetl er îmânımızı kuvvetlendirir Âhiret azâbından korur Bizi iki cihanda mutlu kılar Allâhü Teâlâ’ya, Peygambere, âhiret gününe, uhrevî sorumluluklara, Alâhü Teâlâ’nın va’d -i ilâhîsine ve adâletine inanan bie insan, kulluk vazifesini yapmaya çalıştığı müddedce Allâhü Teâlâ’nın rızâsını kazanan bir kul olur Böyle hareket etmeyenler bundan mahrum kalırlar 22 -Bakara 82 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 69 Zarûrât -i dîniyye Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in Allâhü Teâlâ’dan vahy ile alıp bizlere teblîğ ettiği dînî hükümlere, Zarûrât -i dîniyye denir Her mü’min bunların tamâmına inanıp tasdik ederek gereklerini yerine getirmesi lâzımdır Bunlardan herhangi birini şübhe ile karşılayıp yapmazsa o kimse dinden çıkmış sayılır Îmânın sahih ve makbul olmasının şartları 1-îmân, yeis (korku) hâlinde olmamalıdır Bunun için bir kâfirin, ölüm ânındaki azâb -ı ilâhiyi gördüğü zaman îmânı sahih ve makbul değildir Fir’avn’in denizde boğulurken îmân ettiği gibi 2-Mü’min olan bir kimse inkâr ve tekzibe alâmet olan şey’lerd en herhangi birini yapmamalıdır Haram olan bir şey’e haram değildir demesi veyâ inanılması lâzım gelen bir şey’e inanmamak gibi Çünkü îmân bir bütün olup tecezzi (bölünme) kabul etmez 3-Mü’min bir kimse, dînî hükümlerin hepsinin güzel olduğunu kab ul edip hiç birisinin ifsâdında inad ve kibirlilik yapmamalıdır Meselâ, bir mü’min, hacc ve umre gibi ibadetlerden birisini güzel görmese veyâ Allâhü Teâlâ’nın emirlerinden birisini güzel görmeyerek yapmasa, o kimse îmânını kaybetmiş olur Îm ân, son nefese kadar muh âfaza edilmelidir Mü’min bir kimse îmânını son nefese kadar muhâfaza etmesi lâzımdır Ömrünün sonlarına doğru bu îmânına aykırı bir inanca sâhip olan bir kimse, yıllarca yapmış olduğu tüm ibâdetlerini boşa çıkarmış olduğu gibi büyük bir azâb -ı ilâhîye de müstahık olur Böyle bir kimse, yeniden tevbe ve istiğfâr ederek imân etmedikçe, afv edilmesi mümkün değildir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 70 Bunun aksine olarak ömrü boyunca günah işleyen bir kimse Yüce Rabb’ine yünelip Ondan afv ve mağfiret dileyerek îmân etse, böyle bir kimsenin îmânı kabul olup mağfiret olunur Çünkü îmân kapısı, Cenâb -ı Hakk’ın sonsuz rahmetinin bir gereği olarak, son nefese (îmân -ı y’es hâline) kadar açıkdır Çünkü âyet -i kerîme’de şöyle buyurulmuşdur: “(Yâ Muhammed, tarafımdan on lara) de ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden (günahkâr) kullarım Allâh’ın rahmetinden ümid kesmeyin (Eğer şirk’den sakınır ve günahlarınıza tevbe ederseniz) Allâh bütün günahlarınızı bağışlar Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir” 23 Tasdîk ve inkâr bakımından insanların durumu Tasdîk ve inkar bakımından insanlar ya mü’min veyâ kâfir veyâ münafık olur 1-Allâhü Teâlâ başda olmak üzere İslâm Dîni’nin tüm özelliklerine şeksiz ve şübhesiz inanan bir kimseye mü’min denir ki böyle kimseler hakkında Kur’ân -ı Kerîm’de şöyle buyurulmuşdur: “(O takvâ sâhibleri ki) onlar ğaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden (allâh yolunda) harcarlar” “Onlar, sana indirilelere de, senden evvel indirilenlere de inanırlar Âhirete de şübhesiz bir bigi ve inanç ile inanırlar” “İşte onlar, Rabb’lerinden (gelen) hidâyetin tam üzerindedirler Asıl mura tlarına kavuşanlar da işte on lardır” 24 “Kim Allâh’a ve Peygamber’e itâat ederse işte onlar, Allâh’ın, kendilerine ni’metler verdiği peygamberlerle, 23 -Zümer, 53 24 -Bakara, 3 -4-5 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 71 sıddîklarla, şehîdlerle, iyi adamlarla berâberdirler Onlar ne iyi arkadaşdır” 25 2-Allhü Teâlâ’ya ve İslâm Dîni’nin tüm özelliklerine inanmayan bir kimseye de kâfir denir ki bunlar hakkında da şöyle buyurulmuşdur: “Şübhe yok ki, küfr edenleri (inkâr edenleri), başlarına gelecek (azâb) ile inzâr etsen de inzâr etmesen de (uyarsan da uyarmasan da) birdir, inanmazlar” “Allâh, onlar ın kalbleri üstüne de, kulakları üstüne de mühür basmış, gözlerinin üzerine de perde çekmişdir En büyük azâb onlarındır” 37 3-Îmân etmediği halde içi dışına dışı içine uymayan iki yüzlü imsanlara da münâfık denir ki Böyle insanların azâbı, kâfirleri nkinden daha şediddir B unlar hakkında da Kur’ân -ı Kerîm’de şöyle buyurulmuşdur: “İnsanlardan kimi de, kendileri îmân etmiş olmadıkları hâlde, -Allâh’a ve âhiret gününe inandık - der” “(Onlar bu sözleri ile) Allâh’ı da, îmân edenleri de (gûyâ) aldatırlar Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatmazlar da yine farkına varmazlar” “Kalblerinde bir maraz vardır onların Allâh da marazlarını artırdı Yalan söylemekde oldukları için de acıklı bir azâb vardır onlara” “Kendilerine, -Yer (yü zün) de fesad yapmayın - denildiği zaman, -Biz ancak islâh edicileriz - derler” 25 -Nisâ’, 69 37-Bakara, 6 -7 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 72 “Gözünü aç, onlar muhakkak ki fesadcıların ta kendileridir Fakat farkında değildirler” “Onlara, -İnsanların (müslümânların) inandığı gibi inanın - denilince, -Biz de mi o beyinsizlerin inandığı gibi inanacağız? - derler Dikkât et ki (asıl) beyinsizler hiç şübhesiz kendileridir Fakat bilmezler” “Onlar îmân edenler ile buluştukları zaman -Biz de inandık - derler Şeytanları ile (hem fikir oldukları kendi adamları ile) yalnızca (başbaşa) kalınca ise -Emîn olun, biz sizinle berâberiz Biz ancak istihzâ edicileriz - derler” “(Asıl) Allâh onlarla isti hzâ eder ve taşkınlıkları, azgınlıkları içinde serseri serseri dolaşmalarına mühlet verir” “Onlar o kimselerdir k i doğru yolu bırakıp sapıklığı (eğri yolu) satın almışlardır Demek, alış -verişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru yolu da bulamamışlardır” "Onların hâli, ateş yakan bir kimsenin hâli gibidir ki o (ateş) çevresindekileri aydınlatmaya başlayınca Allâh (da) ışıklarını giderip (söndürüp) kendilerini karanlıklar içinde, görmez (ve şaşkın) bir şekilde, bırakı vermişdir" “(Onlar, bu hâlleri ile) bir sürü sağırlar, bir sürü dilsizler, bir sürü körlerdir Artık (Hakk’a) dönmezler” "Yâhud onların hâli, gökden boşanan yağmur (a tutulmuşun hâli) gibidir ki onda (o yağmurda) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek çakışı vardır Ölüm korkusu ile yıldırımlardan (korunmak için) , parmaklarını kulaklarına tıkarlar Allâh kâfirleri (işte bö yle) çep çevre kuşatandır" İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 73 "O şimşek (nerdeyse) hemen hemen gözlerini (n nûrunu) kapıp alıverecek Onları aydınlatınca (da onun ışığı) içinde yürürler Başlarına karanlık çökünce de (bir odun kütüğü gibi) dikilip kalırlar Allâh dileseydi onların işit melerini, gözlerini giderirdi (de kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi Bu sûretle de hiç bir şey'i işitemez ve göremez olurlardı ki bu da -Rahmân olan - Allâh'ın rahmetinin ve lûtfunun münâfıklara tanıdığı bir fırsatdır Bu fırsatdan faydalanıp kurtuluş imkânını da elden kaçırırlarsa vay onların hâline) Şübhe yok ki Allâh, her şey'e hakkıyle kâdirdir" 26 Küfür Lügatde bir şey’i örtmek anlamınadır İstılahda ise, Hazreti Muhammed aleyhi’s -selâm ’ın Allâhü Teâlâ’dan vahy ile alıp insanlara teb lîğ ettiği dînî hakikatleri kabul etmeyip onlara inanmamak ma’nâsınadır Îmân, kalb ile tasdik dil ile ikrar olduğu gibi, küfür de bunlara inanmamakdır Bunun için îmân edilmesi lâzım gelen şey’lerden birisini veyâ hepsini kalben inkâr etmek nasıl kü für ise, bunlardan birisini tahkir ve tazyîf etmek de küfürdür Îmânı gerektiren şey’lerin inkârının dört şekli vardır ki şöyledir: 1-Küfr -i inkârî: Allâhü Teâlâ’nın varlığını ve birliğini kabul etmeyerek dili ve kalbi ile ikrar ve i’tiraf etmekdir 2-Küfr -i cehû dî: Allâhü Teâlâ’nın varlığını ve birliğini kalbiyle bildiği ve dili ile de söylediği halde, kibir ve gururundan, emirlerini yerine getirmemek ve bunda israr etmekdir İblîs’in küfrü gibi 26 -Bakara, 8 -20, İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 74 3-Küfr -i inâdî: Allâhü Teâlâ’nın varlığını ve birliğini kalbiyle bildiği ve dili ile de söylediği halde, hasedinden ve azgınlığından Allâh’ın peygamberine inanmamak ve getirdiği dînî hükümleri kabul etmemekdir Ebû Cehil ve benzerlerinin küfrü gibi 4-Küfr -i nifâkî: Allâhü Teâlâ’yı ve peygamberini dili ile söylediği halde kalbiyle inanmamakdır Übreyy ibn -i Selül ve benzerleri gibi Bu şekillerin herhangi birini yapan bir kimseye mü’min denilmez Bu hallerden birisi veya birkaçı kendisinde bulunduğu halde ölen bir kimse cehenn emlik olur İslâm Dî ni’ne nasıl girilir İslâm Dîni’ne girmek isteyen bir kimse, kendi hür irâdesi ile Allâh’dan başka hiçbir ilâh olmadığına ve Hazreti Muhammed aleyhi’selâm ’ın Allâhü Teâlâ’nın peygamberi olduğuna inanması ve bunu dili ile ik rar etmesi lâzımdır Bundan sonra da “Ben İslâm Dîni’nden başka her di nden uzaklaştım Allâhü Teâlâ’nın birliğine, meleklerine, kitâblarına, peygamberlerine, Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm ’ın Allâh’ın kulu ve peygambri olduğuna ve onun peygamberliğinin um ûmî olduğuna, âhiret gününe, kazâ ve kadere, hayır ve şerr her şey’in Allâh’ın yaratmasiyle meydana geldiğine inandım ve îmân etdim” demesi lâzımdır Bundan sonra da tepeden tır nağa kadar yıkanıp gusl ederek hem maddî hem de ma’nevî bedenini temizleyip İslâm Dîni’nin diğer hükümlerini öğrenip onları , emr edildiği veyâ nehy e dildiği şekilde yerine getirmeye çalışması lâzımdır İşte böyle bir kimse ezeldeki fıtrî imânını, kendi hür irâdesi ile kesbî îmâna çeviren bir mü’min olmuş olur İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 75 Îmânın amelî kıymet Îmân, insanı insan yapan, insanı nefsî ve süflî arzularından uzaklaştıran, insanı varacağı hedefe götüren, insanın yaratılışındaki gâye ve hedefi öğreten, her iki dünyâda saâdete ulaştıran ve insanı tüm mahlûkâtın en üstünü ve en şereflisi yapan güzel bir inanış şeklidir İnanıp îmân esâslarına riâyet eden bir insan doğru söyler, ilim ve irfan sâhibi bir insan olmayı arzu eder, hakk ve ad âletden ayrılmaz, hayâ tın meşakkatli hallerine tahammül edip katlanır, toplumun men faatlerini kendi menfaatinden üstün tutar, i nsanlara zarar veren nefsî ihtiraslardan kurtulmasını bilir ve kalbini her türlü fenalıklardan temizleyip iyi bir insan olur İmân etmeyen ve dînî esâslara inanmayan bir insan da bunların aksini yapıp sâh ibsiz, desteksiz, me’yus, idealsiz ve ahlâksız bir insan olup dünyâda ve âhiretde perişan olur ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Allâhü Teâlâ Hazretlerine îmâm Bülûğ çağına (erginlik çağına) gelmiş her akıllı insanın kendisine farz olan Allâhü Teâlâ’nın varlığın a, birliğine, noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf olduğuna inanıp îmân etmesi l âzımdır ki böyle bir îman, sahih bire düşünce ve doğru bir muhâkeme ile elde edilir Bunun için de Ku’ân -ı Kerîm’de şöyle buyurulmuşdur: “Onlar (Allâh’ın) göklerde ve yerdeki o muazzam mülk -ü saltanatına, Allâh’ın yarattiği her hangi bir şey’e, İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 76 belki ecellerinin yaklaşmış olduğuna hiç bakmadıl ar mı?” 27 “De ki: Göklerde ve yerde neler var, (bir kere) bakın” 28 “(Bu Ku’ân), âyetlerimi iyiden iyiye düşünsünler, temiz akıl sâhibleri (bundan ibret) alsınlar diye, sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitâbdır” 29 Bu şekildeki bir çok âyet -i kerîme’lerde, Allâh’ın varlığını, birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıf atları ile muttasıf olduğunu iyice anlayıp îmân etmek için göklere bakın, yerlere bakın, kendi nefsinize bakın ve bütün buların yaratılışlarındaki akıllara hayret veren inceliklerini düşünün, buyurulmuşdur Allâh ism -i hâssı ile ilâh ism -i âmmın ın arasındaki fark Allâh lâfzı, her şey’i yaratan, terbiye eden, besleyip büyüten , mükemmele eriştiren Hakk Teâlâ’nın, kemâl sıfatları ile muttasıf olan bir vâcibü’l -vicûdun , zâ tına delâletr eden bir İsm -i hâss veyâ bir İsm -i alem ’dir Bu isim ile , Al lâhü Teâlâ’dan başka hiçbir ma’bud , hiçbir tanrı yâdedilemez Ve çoğul olarak da söylenemez Çünkü O, var olan, bir olan, eşi ve benzeri olmayan tek ilâhdır Kendisine itâat edenleri lûtfi ile bağışlayan, esirgeyen; isyan edenleri de cezâlandıran hıkmet s âh ibi bir ilâhdır İlâh lâfzı ise, tanrı, ma’bud gibi bir İsm -i âmm ’dırki çoğulu âlihe (tanrılar) olarak kullanılır Bâtıl tanrılar ve 27 -A’râf, 185 28 -Yûnüs, 101 29 -Sâd, 29 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 77 ma’budlar anlamına gelir Bunun için Allâh isminin, Tanrı olarak terceme edilmesi yanlış olur Hulâsa olarak şöyle deriz: "Allâh" lâfzı, Ulûhiyyet 'e (tanrılık vasfına ) mahsûs sıfatların hepsini kendinde toplamış bulunan bir alem ( has isim ) dir ve sayılan isimler içinde İsm -i A'zâm (En büyük isim ) dir Aynı zamanda Vâcibü'l -vücûd 'a delâlet eder ki varlığı zarûrî olan, bir an dahî yokluğunu farz etmek mümkün olmayan zât demekdir O'nun varlığı, zâtının muktezâsıdır, ya'nî varlığında zâtından başka bir şey'e muhtaç değildir 30 "Allâh" lâfzı, bütün kemâl sıfatlarını kendisinde toplayan Cenâb -ı Hakk'ın zâtını, sıf atlarını, fiillerini hep birden ifâde eden bir lâfza -ı celâl'dir Bütün kemâl sıfatları ondadır Çoğul olarak kullanılmaz ve "Allâh'lar" denilmez Allâh, Allâh'dır 30 -Bu husûsda, merhûm Ali Osman Tatlısu, "Esmâü'l -husnâ şerhi" adlı eserinde şu güzel açıklamayı yapmaktadır: "Allâh ism -i şerîfinin hem lâfzında hem ma'nâsında topluluk vardır Lâfzındaki topluluk: Bu ismi teşkil eden harfler birer birer kald ırılsa, ma'nâ bozulmaz ve yine Zât -ı Hakk 'a delâlet eden bir ism -i alem olarak kalır Baştaki hemze kaldırılarak (Li'llâhi) dense, birinci lâm kaldırılıp (lehû) dense, bu lâm da kaldırılıp (Hû) dense, hep aynı ma'nâdır, Allâh'a delâlet ederler Kur'ân'da ç ok yerlerde her üçü de gelmişdir Yalnız bir (He) kaldığı sûrette de yine Zâtu'llâh'a delâlet eder Çünkü (Hû) ism -i şerîfinin aslı da yalnız (He) dir (Vav) aslî değil, zâiddir -Sarf ilminde beyan edildiğine göre tesniye ve cemi' hallerinde bu (vâv) bütü n bütün ya'nî hem yazılışta, hem okunuşta düşüyor - Eğer (vâv) aslî olsaydı sâbit kalırdı Şu halde tek bir harf olan (He) de Esmâü'l -husnâ'dan bir isimdir Hem de zât -ı ulâhiyyete delâlet eden bir isimdir Her canlı mahlûk, teneffüs etmek sûretiyle mecbûrî olarak Allâh'ı anmaktadır Çünkü (He) harfinin mahreci gögüsden ve ciğerlerden gelen nefes ile çıkar Her nefes, bir (He) harfidir Her insan ve hattâ teneffüs eden her mahlûk, farkına varmadan her nefesde Allâhü Teâlâ'yı bu ismi ile anmaktadır T eneffüs, Allâh'ı anmak olunca, Allâh anılmadığı sûrette hayat bitiyor demekdir Şu halde bu ism -i şerîf, aynı hayat demekdir Ruhların, bedenlerin varlıkda devâmı, ancak bu ism -i şerîf ile te'mîn edilmektedir ki bu husûs, her an açıkça görülmektedir" "Esmâü'l -Husnâ Şerhi" Merhûm Ali Osman Tatlısu Ankara, 1963 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 78 Hem hakk, hem bâtıl ma'bûdlar hakkında kullanılan ve çoğul olarak da kullanılabilen "İlâh: Tanrı " kelimesi, onun yerini tutmaz Al âh ü Teâlâ’nın isimleri çokdur Fâtiha Sûresi’nde Allâh, Rabb, Rahmân, Rahîm ve Mâlik olarak geçer Bunlardan Rabb ismi, bir şey’i mertebe mertebe yükselterek en mükemmele eriştiren ve onları her an kollayıp göz eten, onların eğitim ve öğretimini en mükemmel bir şekilde yapan anlamına geldiğinden duâlarımızı dâimâ bu Rabb ismi ile yapar ve Yâ Rabb, Yâ Rabbenâ (Ey Rabb’im, Ey Rabb’imiz) diye hitâb ederiz Bunun için âyet -i kerîme’de şöyle buyurulmuşdur: “En güzel isimler Allâh’ındır O halde O’na bu isimler ile duâ edin O’nun isimlerinde eğri yola gidenleri bırakın Onlar, yapmakda olduklarının cezasına uğratılacaklardır” 31 “O, öyle bir Allâh’dır ki vücûde getireceği her şey’i hıkmeti muktezasınca tak dir edendir Onları var edendir Varlıklara sûret verendir En güzel isimler O’nundur Göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) O’nu tesbîh (ve tenzih) eder O, mutlak gâlibdir Yegâne hüküm ve hıkmet sâhibidir” 32 Bunun için Allâhü Teâlâ, zâtı ile değil sıfatları ve isimleri ile bilinir ki bu isimlere "Esmâü'l -husnâ : En güzel isimler " denilir Allâhü Teâlâ'nın bu sayısız isimlerinden (99) tânesi Eb û Hurayra radıye'llâhü anh 'ın rivâyet etdiği bir hadisi şerif’de de, şöyle buyurulmuşdur: 31 -A’râf, 180 32 -Haşr, 24 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 79 "Allâhü Teâlâ'nın doksandokuz ismi vardır Kim bunları anlayıp beller ve ezberlerse cennete girer" Bu isimler, Tevhîd kelimesi ile birlikde yüz eder ki anlamları, kısaca şöyledir: 1-Lâ ilâhe illâ'llâh: Allâh'dan başka hiç bir ilâh -hiç bir tanrı, hiç bir ma'bûd - yokdur, yalnız O vardır 33 Buradaki "Allâh" lâfzı, Ulûhiyyet 'e ( tanrılık vasfına ) mahsûs sıfatların hepsini kendinde toplamış bulunan bir alem (has isim ) dir ve sayılan isimler içinde İsm -i A'zâm (En büyük isim ) dir Aynı zamanda Vâcibü'l -vücûd 'a delâlet eder ki varlığı zarûrî olan, bir an dahî yokluğunu farz etmek mümkün olmayan zât demekdir O'nun varlığı, zâtının muktezâsıdır, ya'nî varlığında zâtından başka bir şey'e muhtaç değildir 34 33 -"Lâ ilâhe illâ'llâh" ibâresi, îmânın birinci ruknü (farzı), "Muhammedü'r - Rasûlü'llâh" ibâresi de ikinci ruknü (farzı) dır Sahîh bir îmân, ancak bu iki rukün i le birlikde mümkün olur Bunlarda birinin kabûl edilmemesi hâlinde o îman sahîh ve makbûl olmaz Hristiyan'ların, Hazreti Muhammed aleyhi's -selâm 'ın peygamberliğini kabûl etmedikleri gibi 34 -Bu husûsda, merhûm Ali Osman Tatlısu, "Esmâü'l -husnâ şerhi" adlı eserinde şu güzel açıklamayı yapmaktadır: "Allâh ism -i şerîfinin hem lâfzında hem ma'nâsında topluluk vardır Lâfzındaki topluluk: Bu ismi teşkil eden harfler birer birer kaldırılsa, ma'nâ bozulmaz ve yine Zât -ı Hakk 'a delâlet eden bir ism -i alem olarak kalır Baştaki hemze kaldırılarak (Li'llâhi) dense, birinci lâm kaldırılıp (lehû) dense, bu lâm da kaldırılıp (Hû) dense, hep aynı ma'nâdır, Allâh'a delâlet ederler Kur'ân'da çok yerlerde her üçü de gelmişdir Yalnız bir (He) kaldığı sûrette de yine Zâtu'llâh'a delâlet eder Çünkü (Hû) ism -i şerîfinin aslı da yalnız (He) dir (Vav) aslî değil, zâiddir -Sarf ilminde beyan edildiğine göre tesniye ve cemi' hallerinde bu (vâv) bütün bütün ya'nî hem yazılışta, hem okunuşta düşüyor - Eğer (vâv) asl î olsaydı sâbit kalırdı Şu halde tek bir harf olan (He) de Esmâü'l -husnâ'dan bir isimdir Hem de zât -ı ulâhiyyete delâlet eden bir isimdir Her canlı mahlûk, teneffüs etmek sûretiyle mecbûrî olarak Allâh'ı anmaktadır Çünkü (He) harfinin mahreci gö güsden ve ciğerlerden gelen nefes ile çıkar Her nefes, bir (He) harfidir Her insan ve hattâ teneffüs eden her mahlûk, farkına varmadan her nefesde Allâhü Teâlâ'yı bu ismi ile anmaktadır Teneffüs, Allâh'ı anmak olunca, Allâh İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 80 "Allâh" lâfzı, Cen âb -ı Hakk'ın zâtını, sıfatlarını, fiillerini hep birden ifâde eden bir lâfza -ı celâl'dir Bütün kemâl sıfatları ondadır Çoğul olarak kullanılmaz ve "Allâh'lar" denilmez Allâh, Allâh'dır Hem hakk, hem bâtıl ma'bûdlar hakkında kullanılan ve çoğul olarak d a kullanılabilen "İlâh: Tanrı " kelimesi, onun yerini tutmaz 2- ُ ن َْ حْ رل َا :Er -Rahmân: Dünyâda îmân eden etmeyen herkesi ve her mahlûku esirgeyen, onlar hakkında hayır ve rahmet murad eden, sevdiğini sevmediğini ayırd etmeyerek bütün mahlûkâtı sayısız ni'metlere ğark eden ve hiç bir şarta bağlı olmadan herkesin ihtiyâcını veren 3- ُ ميِ ح رل َا :Er -Rahîm: Âhiretde yalnız îmân edenleri esirgeyen, verdiği ni'metleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî ni'metler ile mükâfatlandıran, kul un ihlâsına göre -en az bire on olmak üzere - hududsuz, hesapsız mükâfatlar veren 4- ُ كِ ل َ م ْل :El -Melik: Bütün kâinâtın sâhibi, mutlak sûretde (kayıtsız şartsız ) hukümdârı Sonsuz âlemlerde ve sayısız mahlûkat üzerinde hâkimiyyet ve saltanat sâhibi, O'nun istediği olur istemediği olmaz Dilediğini dilediği gibi yapar, sorumlu olmaz 5- ُ س ُ و ّ د ُ ق ْل َا :El -Kuddûs: Hatâdan, gafletden, her türlü ayıpdan, kirden, pasdan, eksiklikden, uzak Yaratılmışların vasıflarından olan her türlü hal ve vasıfdan uzak 6- ُ م لآ سل َا :Es -Selâm: Her türlü ârıza ve noksanlıkdan, dertden, belâdan, ayıbdan, kusurdan uzak olan Kullarını her türlü tehlike ve belâ'lardan anılmadığı sûrette hayat biti yor demekdir Şu halde bu ism -i şerîf, aynı hayat demekdir Ruhların, bedenlerin varlıkda devâmı, ancak bu ism -i şerîf ile te'mîn edilmektedir ki bu husûs, her an açıkça görülmektedir" "Esmâü'l -Husnâ Şerhi" Merhûm Ali Osman Tatlısu Ankara, 1963 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 81 selâmete çıkaran Cennet'deki bahtiyar kullarına selâm eden Onlara l^tfunü i hsân eden 7- ُ نِ م ْ ؤ ُ م ْلا :El -Mü'min : Gönüllerde îmân nûru uyandıran, kendine sığınanlara aman verip onları koruyan, emniyyet altına alan 8- ُ نِ م ْ ي َ ه ُ م ْلا :El -Müheymin: Bütün varlığı görüp gözeten, gözetici ve koruyucu Rabbü'l - âlemîn (âlemlerin Rabbi ) Hiç bir zerre, hiç bir mahlûk, O'nun bu lûtuf ve âtıfetinden bir an dahî uzak kalmaz 9- َ ا ُ زيِ ز َ ع ْل :El -Azîz: Mağlûb edilmesi mümkün olmayan gâlip Kuvvet ve galebe sâhibi, her emrinde ve nehyinde gâlip ve üstün 10 - َْ لْ َا ُ ر اب :El -Cebbâr : Eksikleri tamamlayan, kırılanları onaran, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan 11 - ُ ر ِّ ب َ ك َت ُ م ْل َا :El -Mütekebbir: Her şey'de ve hâdisede büyüklüğünü gösteren, büyüklük ve ululuk kendine mahsûs olan 12 - ُ قِ ل َا ْ لْا :El -Hâlik: Yoktan var eden, her şey'in varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri ta'yîn ve tesbît eden ve ona göre yaratan 13 - ُءىِ ر َاب ْل َا :El -Bârî: Her şey'in a'zâ ve organlarını ve o şey' için lâzım olacak olan şey'le ri birbirine uygun olarak bir ölçü dâhilinde yaratan 14 - ُ ر ِّ و َ ص ُ م ْلا :El -Musavvir: Her şey'e bir şekil ve özellik veren, birbirine benzeyen şey'lerin özelliklerini ayrı ayrı yaratan ( İnsanların birbirine benzemeyen parmak izleri ve "DNA" ları g ibi ) 15 - ُ ر اف َغ ْل َا :El -Ğaffâr: Afv ve mağfireti çok olan İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 82 16 - ُ ر اه َ ق ْل َا :El -Kahhâr: Her dilediği şey'i yapmak kudretine sâhip olan, gâlib ve hâkim olan Dilediği şey'i hor, hakîr ve helâk eden 17 - ُ ب اى َ و ْل َا :El -Vehhâb: Çeşit çeşit ni'metleri her zaman bağışlayan, veren 18 - ُ ق از رل َا :Er -Razzâk: Yaratılmışların faydalanacakları şey'leri ihsân eden, rızıklarını yaratan 19 - ُ ح ات َ ف ْل َا :El -Fettâh: Müşkil ve zor olan şey'leri açan, kolaylaştıran 20 - ُ ميِ ل َ ع ْل َا :El -Alîm: Her şey'i en iyi bilen, olmuş ve olacak şey'leri en iyi bilen 21 - ُ طِ س َاب ْل َا :El -Bâsit: Açan, genişleten 22 - ُ ضِ ب َاق ْل َا :El -Kâbid: Sıkan, daraltan 23 - ُ ضِ ف َا ْ لْ َا :El -hâfid: Alçaltan, yukarıdan aşağı indiren, rezil ve rüsvây eden 24 - ُ عِ ف ارل َا :Er -Râfi': Yükselten, yukarı kaldıran, şanlı ve şerefli kılan 25 - لِ ذ ُ م ْلا :El -Müzill: Zillete düşüren, hor ve hakîr kılan 26 - زِ ع ُ م ْل َا :El -Muizz: İzzet veren, şeref ve haysiyyet veren, ağırlayan 27 - ُ عيِ م سل َا :Es -Semî': İşiten, her şey'i en iyi bir şekilde işiten İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 83 28 - ُيِْ ص َب ْل َا :El -Basîr: Gören, her şey'i en iyi bir şekilde gören 29 - ُ م َ ك َْ لْا :El -Hakem: Hukm eden, her şey'in hukmünü yerine getiren 30 - ُ ل ْ د َ ع ْل َا :El -Adl: Çok adâletli, zulm etmeyerek herkese hakkını veren 31 - ُ فيِ ط لل َا :El -Lâtîf: En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, rûh ve akıl gibi şey'lerin nasıl yapıldığın a nüfûz edilemiyen en ince ve en gizli şey'leri yapan, görülüp bilinemeyen yollardan kullarına çeşitli menfaatler sağlayan 32 - ُيِْ ب َْ لْا :El -Habîr: Her şey'in iç yüzünden, gizli tarafından haberdâr olan, en küçük zerrelerin bile her türlü harekât ından haberi olan 33 - ُ ميِ ل َْ لْا :El -Halîm: Hılmi çok, gücü yetdiği halde suçluların cezâsını hemen vermeyip yumuşak davranan, tevbe ve istiğfâr etmeleri için mühlet verip cezâlarını geriye bırakan 34 - ُ ميِ ظ َ ع ْل َا :El -Azîm: Çok azametli, pek büyük 35 - ُ ر ُ وف َغ ْل َا :El -Ğafûr: Avf ve mağfireti çok olan 35 36 - ُ ر ُ وك شل َا :Eş -Şekûr: Kendi rızâsı için yapılan iyi işleri, daha fazlası ile karşılayan 36 35 -Bu işm -i şerîf ile ilgili olup aynı maddeden gelen isimlerin ma'nâları da şöyledir: Ğafûr: Melekût âlemine karşı her türlü çirkinliklerimizi örten Ğâfir: Kötü ve yüz kızartıcı işlerimizi diğer insanlara karşı gizleyip örten Ğaffâr: Kötü ve yüz kızartıcı işlerimizi kendi nefsimize karşı unutturup bizleri mahcûb olmakdan kurtarıp ferahlatan 36 -Şukür: İyiliği iyilik ile karşılamak demekdir ki kulun, Allâhü Teâlâ'ya karşı yapması gereken bir vazîfedir Kul şukr ederse, Allâhü Teâlâ onu n şukrünü karşılıksız bırakmaz İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 84 37 - ىِ ل َ ع ْل َا :El -Aliyy: Pek yüksek Kudretde, bilgide, hukümde, irâdede ve diğer bütün kemâl sıfatlarında üstün olup her şey' kendisinin dûnunda, emrinde ve hukmü altında olan 37 38 - ُيِْ ب َ ك ْل َا :El -Kebîr: Pek büyük Göklerde ve yerde eşsiz tek büyük Bir şey'in varlı ğı veyâ yokluğu, O'nun irâdesine bağlıdır O, "Ol" deyince hemen oluverir, "Olma" deyince de o anda her şey' yok olur 39 - ُ ظيِ ف َْ لْ َا :El -Hafîz: Her şey'i belli vaktine kadar âfât ve belâ'dan koruyan, yapılan işleri her türlü tafsîlâtı ile -noksa nsız olarak - koruyup tutan 40 - ُ تيِ ق ُ م ْل َا :El -Mukît: Bütün yaratılmışların rızkını ta'yîn ve takdîr eden, onları yaratmazdan önce yaratıp veren 38 41 - ُ بيِ س َْ لْ َا :El -Hasîb: Herkesin hayâtı boyunca yapıp ettiklerinin hesâbını bütün tafsîlâ tı ile bilen 39 42 - ُ ليِ ل َْ لْ َا :El -Celîl: Celâlet ve ululuk sâhibi, zâtı da sıfâtı da büyük, her yerde ve her noktada hâzır ve nâzır Kâinâtın her noktasında her zerreye aynı Kul şukr etmezse, nankörlük edip şukr etmeyenleri sevmez Sevmediği için de onları himâye etmez ve kendi nefisleri ile başbaşa bırakır Zamânı gelince de hesâbını sorar 37 -Allâhü Teâlâ, kâinâtın her noktasında her ze rreye aynı nisbetde yakın ve her insana şah damarından daha yakındır Zamandan, mekândan, benzeri veyâ ortağı veyâ yardımcısı olmakdan münezzehdir 38 -Mahlûkâtın rızıklarını, Allâhü Teâlâ'nın yaratıp verdiğine inanan bir kul, rızık husûsunda endîşe etmez, O'nun va'dine güvenir Rızkını elde etmek için de meşrû' olan sebeblerin dışına çıkmaz Allâhü Teâlâ her mahlûk için ne kadar yaşama müddeti ta'yîn etmişse ona göre de rızkını ta'yîn ve takdîr etmişdir Hiç bir mahlûk kendisi için ta'yîn ve takdîr edilen r ızkını bitirmeden ölmez ve hiç bir kimse başkasına âit ta'yîn ve takdîr edilen rızıkdan bir zerre bile alamaz 39 -Allâhü Teâlâ, serîu'l -hısâb 'dır Her şey'i, hiç bir ameliyyeye, hiç bir hısâba kitâba muhtaç olmadan doğrudan doğruya ânında bilir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 85 nisbetde yakın, insana da şah damarından daha yakın Her ümîdin, her emel in meydana gelmesi ancak O'nun irâdesine bağlı olan 43 - ُيمِ ر َ ك َ َ ْ ل َا :El -Kerîm: Keremi bol olan 40 44 - ُ بيِ ق رل َا :Er -Rakîb: Her varlık üzerinde gözcü olan, her işi kontrolü altında bulunduran, her şey'i bilen ve gören, rasad yerinde olan 45 - ُ بيِ ج ُ م ْل َا :El -Mücîb: Kendine yünelip yalvaranların isteklerini veren Allâhü Teâlâ, kendisinden ne istendiğini işitir ve bil ir Dilerse ânında verir, dilerse sonra verir, dilerse hiç vermez Hıkmetini kendisi bilir 46 - ُ عِ س َاو ْل َا :El -Vâsi': Geniş ve müsâadekâr olan İlmi, rahmeti, kudreti, afv ve mağfireti geniş olan, ilminden hiç bir şey' gizli kalmayan 47 - َْ لْا ُ ميِ ك :El -Hakîm: Her emri, her nehyi, her işi bir hıkmet gereği olan 48 - ُ د ُ ود َ و ْل َا :El -Vedûd: İyi ve sâlih kullarını seven, onları rahmet ve rızâsına erdiren, sevilmeye ve dostluğa lâyık olan Seven ve sevilen 49 - ُ ديِ ج َ م ْل َا :El -Mecîd : Şânı büyük ve yüksek olan 50 - ُ ثِ ع َاب ْل َا :El -Bâis: Ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaran 41 40 -Allâhü Teâlâ, ba'zı kulları hakkında keremiyle, ba'zı kulları hakkında da intikâmı ile muâmele buyurur O'na hesap soracak başka bir kudret yokdur İyilik yapanlara mükâfat verir Kötülük yapanların da cezâ' görmelerine râzı olmadığı için onları Rahmân isminin m uktezâsı olarak önceden azâb ile tehdîd eder Kimseyi redd etmez Huzûruna çıkmak için de vâsıtalar aranmasına müsâade etmez Herkes dileğini doğrudan doğruya arz eder İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 86 51 - ُ ديِ ه شل َا :Eş -Şehîd: Her zaman ve her yerde hâzır ve nâzır olan 42 52 - ق َْ لْ َا :El -Hakk: Varlığı hiç değişmeyen, yok olmayan, bâkî olan 53 - ُ ليِ ك َ و ْل َا :El -Vekîl: İşlerini, kendisine bırakanların işini onların yapabileceğinden daha iyi yapan Tevekkül edilmeye lâyık olan Her şey'de kendisine güvenilen 54 - يِ و َ ق ْل َا :El -Kaviyy: Pek güçlü Kayıtsız şartsız her şey'e kâdir olan 55 - ُ ينِ ت َ م ْل َا :El -Metîn: Çok sağlam Kuvvet ve kudretinde metîn olan 43 56 - ِ لى َ و ْل َا :El -Veliyy: Sevdiği iyi kullarının dostu, yardımcısı, sıkıntılarını giderip ferahlık verici, karanlıklardan kurtarıp nûrlara çıkarıcı, hidâyet verici 57 - ُ ديِ م َْ لْ َا :El -Hamîd: Kendisine hamd -ü senâ' olunan, her varlığın kendi dili ile öğülen, Hamd ve şukür ile kendisine ta'zîm ve ibâdet olunan 58 - ىِ ص ْ ح ُ م ْل َا :El -Muhsî: Sayısız varlıkların, zerrelerin her birinin sayısını bir bir bilen 59 - ىِ د ْ ب ُ م ْل َا :El -Mübdî': Mahlûkâtı maddesiz ve örneksiz olarak yaratan 44 41 -Allâhü Teâlâ, Kıyâmet gününde veyâ Âhiret gününde bütün insanları diriltip Arasat meydanında toplayacakdır ki buna "Ve'l -ba'sü ba'de'l -mevt: Öldikden sonra dirilme " denir 42 -Şehîd , şâhid'in mübâleğasıdır 43 -Allâhü Teâlâ, hem Kâdir, hem Kaviyy, hem Metîn 'dir Hiç bir iş O'na meşakkat vermez, hiç bir kimsnin yardımına muhtaç olmaz, hiç bir kimse O'nun irâdesine karşı gelmez, hiç bir kimse O'nun kudretinden kurtulamaz İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 87 60 -: ُ ديِ ع ُ م ْل َا El -Muîd: Yaratılmışları yok etdikden sonra tekrar yaratan 61 - ْ ح ُ م ْل َا ِ يى :El -Muhyî: İhyâ' eden, can bağışlayan, can veren, sağlık veren 62 - ُ تيِ م ُ م ْل َا :El -Mümît: Her canlının ölümünü yaratan 63 - ى َْ لْ َا :El -Hayy: Diri ve canlı olan Her şey'i bilen ve her şey'e gücü yeten 64 - ُ مو ي َ ق ْل َا :El -Kayyûm: Gökleri, yeri ve her şey'i tutan 65 - ُ دِ ج َاو ْل َا :El -Vâcid: İstediğini istediği vakit ânında bulan 66 - ُ دِ ج َام ْل َا :El -Mâcid: Kadri, şânı büyün olan Kerem ve semâhati ( cömertliği ) bol olan 67 - ُ دِ ح َاو ْل َا :El -Vâhid : Tek olan Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde, hukümlerinde ortağı ve benzeri bulunmayan 68 - ُ د َ م صل َا :Es -Samed: Herkesin ve her şey'in ihtiyaçlarını, isteklerini veren, ızdırablarını ve sıkıntılarını gideren Hiç bir şey'e muhtaç olmayan, fakat her şey' ve herkes kendine muhtaç olan 69 - ُ رِ د َاق ْل َا :El -Kâdir: İstediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten 70 - ُ رِ د َت ْ ق ُ م ْل َا :El -Muktedir: Kuvvet ve kudret sâhibleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden 44 -Ezelde, zaman ve mekân mefhûmları yokken, Allâhü Teâlâ vardı Varlığını, birliğini, ke mâlini bildirmek için hıkmeti ile insanı ve insanı imtihân etmek için de kâinâtı yarattı İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 88 71 - ُ م ْل َا ُ م ِّ د َ ق :El -Mukaddim: İstediğini ileri geçiren, öne alan 72 - ُ ر ِّ خ َ ؤ ُ م ْل َا :El -Müahhir: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan 73 - ُ ل و َلاْ َا :El -Evvel: İlk Varlığının evveli ve başlangıcı olmayan Ezelî olan 74 - ُ رِ خلآْ َا :El -Âhir: Son Varlığının sonu olmayan Ebedî olan 75 - ُ رِ ىا ظل َا :Ez -Zâhir: Âşikâr Kudreti her şey'de tecellî edip görünen 76 - ُ نِ ط َاب ْل َا :El -Bâtın: Gizli Görülmeyen 77 - ِ لى َاو ْل َا :El -Vâlî: Kâinâtı ve her an olup bitenleri tek başına tedbîr ve idâre eden 78 - ِ لى َاع َت ُ م ْل َا :El -Müteâlî: Yaratılmaşlar hakkında aklın mümkün gördüğü her şey'den, her hal ve tavırdan pek yüce 79 - ّ ر َ ب ْل َا :El -Berr: Kulları hakkında iyiliği ço k olan Kolaylığı ve rahatlığı isteyen 80 - ُ ب او تل َا :Et -Tevvâb: Tevbeleri kabûl edip günahları bağışlayan 81 - ُ مِ ق َت ْ ن ُ م ْل َا :El -Müntekım: Suçluları, adâleti ile lâyık oldukları cezâya çaptıran 82 - و ُ ف َ ع ْل َا :El -Afüvv: Afvi çok olan 83 - ُ ف ُ ؤ رل َا :Er -Raûf: Çok re'fetli, esirgeyen, şefkatli, merhametli İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 89 84 - ِ ك ْ ل ُ م ْلا ُ كِ ل َام :Mâlik'ül -mülk: Mülkün ebedî sâhibi, hukümdârı 85 - ِ م َار ْ كِ لا ْا َ و ِ للآ َْ لْا ُ وذ :Zü'l -Celâli ve'l -İkrâm: Hem büyüklük, ululuk sâhibi, hem de fazl ve kerem sâhibi 86 - ُ طِ س ْ ق ُ م ْل َا :El -Muksıt: Her işini birbirine denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan 87 - ُ عِ م َا ْ لْ َا :El -Câmi': İstediğini istediği zaman, istediği yerde toplayan Bir anda, bir araya toplayıp eski hâline getiren 88 - ِ نِ َغ ْل َا :El -Ğaniyy: Zengin, her şey'den müstağnî olan Hiç bir şey'e ihtiyâcı olmayan 89 - ِ نِ ْ غ ُ م ْل َا :El -Muğnî: İstediğini z engin yapan 90 - ُ عِ ن َام ْل َا :El -Mâni': Bir şey'in meydana gelmesine müsâade etmeyen 91 - را ضل َا :Ed -Dârr: Acı ve zarar verici şey'leri yaratan 92 - ُ عِ ف انل َا :En -Nâfi': Hayır ve fayda verici şey'leri yaratan İnsanı imtihan etmek için hayır ve şerr arasında muhayyer bırakıp istediği tarafın sebeblerini yaratan 45 93 - ُ ر ونل َا :En -Nûr: Âlemleri nurlandıran, dilediği zihinlere, gönüllere nûr yağdıran 94 - ىِ د َا ْ لْ َا :El -Hâdî: Hidâyet veren, istediği kullarını lütûf ve keremi ile hayırlı ve kârlı yollara muvaffak kılan, murâdına erdiren 45 -Allâhü Teâlâ'nın irâdesi, ilmi, kazâ'sı ve takdîri, hayır ve şerr işlerimizde müşterekdir Fakat rızâsı, muhabbeti ve emri hayır işlerimizde vardır; şerr işlerim izde yokdur İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 90 95 - ُ عيِ د َب ْل َا :El -Bedî': Örneksiz, misâlsiz nice âlemler îcâd eden, yaratan 96 - ىِ ق َاب ْل َا :El -Bâkî: Varlığının sonu olmayan 46 97 - ُ ثِ ر َاو ْل َا :El -Vâris: Allâhü Teâlâ'nın, belli bir zaman için verdiği ni'metlerin geçici sâhibleri öldükden sonra, varlığı devam eden servetlerin hakîkî sâhibi, mülkün vârisi 98 - ُ ديِ ش رل َا :Er -Raşîd: Her işi, ezelî takdîrine göre, bir nizâm ve hıkmet dâhilinde, dosdoğru âkıbetine ulaştıran, vâsıl eden 99- ُ ر ُ وب صل َا :Es -Sabûr: Çok sabırlı olan Âsîlerden ve suçlulardan öç almakda acele etmeyip -son nefese kadar tevbe kapısını açık bulundurm ak için - mühlet veren Allâhü Teâlâ’nın sıfatları Âkil ve bâliğ olan her insana, Allâhü Teâlâ’nın varlığını, birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf olduğunu sıfatları ile bilmesi ve ona îmân etmesi farzdır Bu sıfatlar, V ücûd, Kıdem, Bekâ, Vahdâniyet, Muhâlefetü n l i’l-havâdis (sonradan olanlara benzememek ), Kıyâm bi -nefsihî, Hayat, İlim, Semi’, Basar , İrâde, Kudret, Kelâm ve Tekvîn’dir Bu sıfatlar ile muttasıf olmayan bir zât, kâinâtın hâliki olmak şân ına ve ulûhiyyetine sâhib olamaz 46 -Varlığının devâmı Ebedî ve Ezelî olan ( başlangıcı ve sonu olmayan ) Allâhü Teâlâ'nın, sonu olmamaya "El -Bâkî" denildiği gibi, önü olmamaya da "El -Kadîm" denir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 91 Vüc ûd: Var olmak demekdir Allâhü Teâlâ vardır Gerçekden varlık sıfatı ile muttasıfdır Varlık kendisinden hiçbir şekilde ayrılmayan bir mevcuddur Varlığı başkasından ve başkası vâsıtasiyle değil zatının muktezasıd ır Bunun için varlık, Şân -ı bârî’de vâcib, zıddı olan a dem (yokluk) mümteni’dir Buna Süfât -i nefsiyye de denir Kıdem: Allâhü Teâlâ , kadim ve ezelîdir Bu O’nun sıfatıdır Varlığının ezelî olması yânî bir başlangıcı olmamakdır Bunun için Kıdem, Şân -ı bâri’de v âcib, zıddı olan h udüs (sonradan olma) mümteni’dir Bekâ: Allâhü Teâlâ bâkîdir Varlığının bir sonu yokdur Bunun için Bekâ, Şân -ı bâri’de vâcib, zıddı olan zevâl mümteni’dir Vahdâniyyet : Allâhü Teâl â’nın bir olması demekdir Zâtında, sıfatlarında, işlerinde tek olup eşi, benzeri ve ortağı olmamak demekdir Bunun için Vahdâniyet, Şân -ı bâri’de vacib, zıddı olan iştirak (teaddüd) mümten i’dir Muhâlefetün li’l -havâdis : Allâhü Teâlâ, zâtında ve sıfatlarında hiçbir şey’e benzemez Bunun için Muhâlefetün li’l -havâdis, Şân -ı bâri’de vâcib, zıddı olan müşâbehet (benzerlik) mümteni’dir Kıyâm bi -nefsihî : Varlığı kendi zatının muktezâsı olup başkasından olmamak, va rlığı için başka bir şey’e muhtaç olmamak demekdir Bunun için Kıyâm bi -nefsihî, Şân -ı bâri’de vâcib, zıddı olan kıyâm bi’l -gayr mümteni’dir Bu sıfatlardan Vücûd sıfatına Sıfât -ı nefsiyye , diğer sıfat lar a da Sıfat -ı selbiyye, Sifât -ı ma’neviy ye ve Sıfat -ı tenzîhiyye de denir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 92 Hayat: Allâhü Teâlâ, ezelî ve ebedî bir hayat ile haydir (diridir) Bunun için Hayat, Şân -ı bâri’de vâcib, zuddı olan memat (ölüm) mümteni’dir İlim: Allâhü Teâlâ alî mdir, her şey’ i bilir demekdir ki olmuşu, olanı ve olacağı, gerek kül hâlinde ve gerekse ayrı ayrı hepsini bilir Bunun için İlim, Şân -ı bâri’de vâcib, zıddı olan cehil mümteni’dir İrâde: Bir şey’in şöyle veyâ böyle olmasını dilemek ve dilediği gibi ta’yin ve tahsis etmekdir Kâinatda olmuş ne varsa hepsi O’nun dilemesi ve dilediği şekilde olmuşdur Bunun için İrâde, Şân -ı bâri’de vacib, zıddı olun kerrâhiyet (îcab) mümteni’dir Kudret: Allâhü Teâlâ’nın bütün mahlûkâtta te’sîr ve tasarrufa muktedir olması demekdir Bunun için Kudret, Şân -i bâri^de vâcib, zıddı olan acz mümteni’dir Kelâm : Allâhü Teâlâ’nın harf ve savta muhtaç olmayarak söylemesi, konuşmsası demekdir Bunun için Kelâm, Şân -ı bâri’de vâcib, zıddı olan ebkemiyyet mümteni’dir Semi’: Allâhü Teâlâ’nın gizli ve açık her şey’i işitmesi demekdir Bunun için Semi’, Şân -ı bâri’de vâcib, zıddı olan summ (işitmemezlik ) mümteni’dir Basar: Allâhü Teâlâ’nın her şey’i görmesi demekdir ki uzaklık, yakınlık, karanlık, gizlilik g ibi şey’lerin hiçbir te’siri olmaz Bunun için B asar, Şân -ı bâri’de vâcib, zıddı olan a’mâ mümteni’dir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 93 Tekvin: Allâhü Teâlâ’nın bir şey’i dilediği gibi bi’l -fiil yaratması demekdir ki Cenâb -ı Hakk, bu sıfatı ile irâdesinin muktezasına göre te’ sir ve îcâd eder Allâhü Teâlâ’nın yaratmak, rızık vermek, ni’met vermek, azâb etmek, diriltmek, öldürmek gibi tüm fiilleriîdir Tekvin sıfatına râci Bu sıfatların hepsi, birer Sıfat -ı zâtiyye ’dir Tekvîn sıfatı ise, bir Sıfat -ı fiiliyye ’dir Allâhü Teâlâ için v âcib olan bu sıfatlar, Şân -ı bâri’de vâcib olduğundan bunların zıdları mümteni’dir Çünkü bu zıtlar ın hepsi noksan birer sıfattır Bu sekiz sıfata, Sıfât -ı Sübûtiyye, Sıfât -ı Zâtiyye, Sıfât -ı vücûdiyye de denir Allâhü Teâlâ ’nın Şân -i ilâhî’ sinde câiz olan şey’ler Allâhü Teâlâ’nın, ne kadar garib ve hârikülâde olursa olsun, aklen mümkün olan her şey’i yaratıp yaratmaması câizdir Bun u neden böyle yaratmış veyâ neden böyle yapmış denilemez Allâhü Teâlâ’dan başka bir yara tıcı olmadığı cihetle hayır ve şerr dediğimiz şey’leri de yaratması câizdir Bunların her biri bir hıkmet dâhilindedir Hayır olan şey’ler de rızası vardı r, şerr olan şey’lerde rızâsı yokdur ki bunların yarayılışı bizim niyetlerimize göredir Bunun için, şu sıfatlar da Allâhü Teâlâ için câizdir Dilerse diriltir, dilerse öldürür Halk: Yaratma İbdâ’: Yokdan ya ratma (îcâd) İhyâ’: Diriltme İmâte: Öldürme Ten’im: ni’metlendirme Ta’zîb: Azablandırma Terzîk: Rızıklandırma İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 94 1-Allâhü Teâlâ’nın aklen mümkün olan şey’leri yaratıp yaratmaması câizdir 2-Allâhü Teâlâ’nın, hıkmeti îcâbı olarak kullari için iyi ve iyi olmayan şey’leri yaratması câizdir 3-Hayır ve şerr olan şey’leri yaratması câizd ir 4-Allâhü Teâlâ’nın, kendi hür irâdesi ile kendi kâbiliyyetini dalâlete veya hidâyete çeviren kullarına istekleri doğrultusunda dalâletde bırakması veyâ hidâyet vermesi câizdir 5-Hıkmetinin muktezxâsı olarak kullarına bir takım ni’metler ve rmesi veyâ azâb etmesi câizdir 6-Küfür veyâ şirkden başka kullarının büyük veyâ küçük günahlarını afv etmesi câizdir 7-Âhiretde, Allâhü Teâlâ’yı, şânına ve âhiret ahvâline lâyık bir şekilde zamandan ve mekândan münezzeh olarak kullarının görm esi câizdir Fiilî sıfatlar ile zâtî sıfatlar arasındaki fark Cenâb -ı Hakk’ın, Sıfat -ı ilâhiyye’nin zıddı ile ittisâfı câiz olduğu halde, Sıfat -ı zâtiyye’nin zıddı ile ittisâfı câiz değildir Meselâ, İhyâ’ ve imâte fiilleri tekvin sıfatına râci ’dir Bunun için Cenâb -ı Hakk, hem ihyâ’ hem de imâte buyurur Hayat, ilim, kudret sıfatları ise, Sıfat -ı zâtiyye’den oldukları için Allâhü Teâlâ, bunlat -rın zıddı olan memat, cehl ve acz sıfatları ile ittisafdan münezzehdir Allâhü Teâlâ, vücûd sıfa tiyle vardır ve varlık sıfatı ile muttasıfdır Varlığı kendisinden ayrılmayan bir mevcuddur O’nun varlığı başkasından değil, başkası vâsıtasiyle değil zâtının îcâbıdır Vâcibü’l -vücâddur Bir İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 95 an dahi yokluğu düşünülemez, muhaldir Her an, her yerde ve her zamanda hâzır ve nâzırdır Allâhü Teâlâ Kıdem sıfatı ile ezelî ve ebedîdir O, evvel ve âhir olduğundan oarlığının evveli ve sonu yokdur Kendi varlığı vâcib olduğundan başka bir mûcide ihtiyâcı yokdur Allâhü Teâlâ, Vahdâniyyet sıfatı ile tek olup vâhiddir Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, ulûhiyyet ve ma’bûdiyyetinde şeriki, naziri ve dengi yokdur Böyle noksanlıklardan münezzehdir, uzakdır O, doğmamış ve doğurulmamışdır Hiçbir şey’e ve hiçbir kimseye ihtiyâcı yokdur, fakar her şey’ ve herkes her an O’na muhtacdır “De ki: O, Allâh’dır, O birdir (ve tekdir) Allâh (ulu) dur Samed’dir (zevâl bulmayan bir Bâkî’dir Hiç bir şey’e muhtaç değildir Fakat her şey’ ve herkes doğrudan doğruya O’na muhtaçdır) O, doğurmadı ve doğurulmadı Hiç bir şey’, O’nun dengi, eşi, ortağı ve benzeri değildir” Şirk ne demekdir Şirk veyâ şerik veyâ ortaklık, tevhî din zıddı dır ki Allâ hü Teâlâ’nın zâtına veyâ sıfatlarına veyâ ef’âline veyâ O’na kar şı yapılan ibâdetler konusunda olur Bu bakımdan ş irk, en büyük bir zulümdür ki âyet -i kerîme’lerde şöyle buyurulmuşdur: “Şübhesiz, şirk, çok büyük bir zulümdür” 47 “Onların çoğu, Allâh’a şirk (ortak) koşmaksızın îmân etmez” 48 47 -Lukmân, 13 48 -Yûsüf, 106 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 96 “Hepinizin ilâhı (zâtında ve sıfatlarında aslâ benzeri bulunmayan) bir tek ilâhdır Ondan başka hiçbir İlâh (hiçbir tanrı, hiçbir ma’bûd) yokdur Rahmân ve Rahîm (olan da ancak) O’dur 49 Eğer göklerde ve yerde Allâh’dan başka ilâhlar olsaydı bunla rın ikisi de (gökler ve yer), muhakkak fesâda uğrayıb giderdi O halde Arş’ın Rabb’i olan Allâh, onların vasf (ve isnâd) edegeldikleri her şey’den uzakdır, münezzehdir” 50 “Muhakkak ki Allâhü Teâlâ, kendisine şirk (ortak, eş ) koşulmasını aslâ mağfiret etmez (bağışlamaz) Bundan başkasını ( şirkden başka olan günahları ), dilediği kimseler için ( kendisinde hayır gördüğü kimseler için ) mağfiret eder (bağışlar ) Kim Allâh’a şirk koşarsa, muhakkak ki o, çok büyük bir günah ile iftirâ’ etmiş olur” 51 Şirkin çeşitleri 1-Allâhü Teâlâ’nın birliğine îmân etmeyerek iki ilâh kabûl etmek, ap -açık bir şirk’dir Mecûsî’lerin inançları bu şekildedir ki onlar, hayır ve şerr ilâhı diye iki ilâh kabûl ederler Bunun için bunlara “Müşrik ” denir 2-Allâhü Teâlâ’nın var ve bir olduğunu kabûl etdikleri halde, kendilerini Allâhü Teâlâ’ya yaklaştırmak maksâdı ile veyâ Allâhü Teâlâ yanında şefâatci olur ümîdi ile veyâ şuursuz bir şekilde babalarının, dedelerinin, büyüklerinin yaptıklarına aynen uymak sûretiyle b aşka bir kimseyi veyâ başka bir şey’i aracı kabûl edip ona tapınmak ve onun yardımını beklemek de açık bir şirk’dir 49 -Bakara, 163 50 -Enbiyâ’, 22 51 -Nisâ’, 48 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 97 Meselâ, İslâmiyyet’den önce, başta Mekke müşrik’leri olmak üzere, Arabistan’ın bir çok yerlerinde yaşayan insanların ekseriyyeti, put ları, tanrı olarak tanımazlardı Fakat onları, Allâhü Teâlâ’ya yaklaştıran bir şefâatci olarak kabûl ederlerdi İşte bunların bu halleri de açık bir şirk’dir 3-Te’sîri ( meydana gelen hâdiseleri ), yalnız görünen ve bilinen hâdiselere bağlamak ve tabi atın hakîkî bir müessir olduğuna inanmak da, açık bir şirk’dir Çünkü Tevhîd ’e aykırıdır Bunun için te’sîri, tabiate bağlayanlar ve her şey’i tabiat yapıyor diyenler ile bunlara uyanlar da müşrik sayılırlar 4-Hristiyân’larda olduğu gibi, ”Baba -oğul -Rûhu’l - Kudüs” esâslarını Allâhü Teâlâ’ya isnâd ederek Allâhü Teâlâ’nın -hâşâ - böyle üç unsurdan meydana gelmiş olduğuna inanmak da, açık bir şirk’dir Çünkü böyle bir inanış, Allâhü Teâlâ’nın “Vahdâniyyet” ine, -ya’nî Allâhü Teâlâ’nın birliğine, zâtında, sıfâtında, ef’âlinde ve esmâ’sında tek olup eşi, benzeri ve ortağı olmadığına -, aykırıdır Böyle bir inanışa sâhib olan Hristiyân’lar, tamâmen yanlış olan ve kendilerini küfre götüren, şöyle bir inanışı ileri sürmektedirler: Teslis ’de ki esâsa göre, Baba ilâh, kendi ilâh’lığı cevherinden Oğul’a ve Rûhu’l -Kudüs’e birer cevher vermiş, bu sûretle her biri birer ilâh olan üç uknüm ( üç unsur ), ya’nî Baba, Oğul ve Rûhu’l -Kudüs’ den meydana gelen zât, hem cevher’de, hem ilâh’lık vasfında birleş ip bir ilâh olmuşdur Daha doğrusu Allâhü Teâlâ’yı, bir cevher’den üç şahsa ayırmışlar, sonra da üç şahsı -cevher’lerinin cinsi ile - ilâh’lık sıfatında birleştirerek bir şahıs yapmışlar, bu sûretle de üç zât’ı hem cevher’de, hem de sıfat’da ortak yapar ak ( birleştirerek ) üç İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 98 şahsı bir şahıs, üç ilâh’ı bir ilâh yapmışlardır Çünkü cevher’leri bir, sıfat’ları bir, demişlerdir Bu sûretle de ap -açık bir şirk içine düşmüşlerdir Allâh, -hakîkaten üçün (üç tanrı’nın) biridir -, diyenler (ya’nî Allâhü Teâl â’ya Meryem ve îsâ’yı da şerîk yaparak onları tanrı tanıyanlar), and olsun, kâfir olmuşlardır Halbuki bir tek Tanrı’dan başka hiç bir tanrı yokdur Eğer söyledikleri (bu sözden) vaz geçmezlerse içlerinden o kâfir kalanlarına her halde pek acıklı bir azâb dokunacakdır” 52 5-Bir veyâ bir çok kişiyi, ilâh’lık vasfında vahdet -i cinsiyye ve vahdet -i nev’iyye ile birleştirerek bir ilâh kabûl edenler de ap -açık bir şirk ve küfr içine dalmış olurlar Cenâb -ı Hakk’a evlâd ve ortak isnâd etmek sûretiyle, “Uzeyr, Allâh’ın oğlu’dur Allâh’ın eli bağlıdır Allâh fakir biz zenginiz” diyen Yahûdî’ler; “Mesih, Allâh’ın oğlu’dur O, üçün üçüncüsüdür” diyen Hristiyân’lar; “Melekler, Allâh’ın kızları’dır Putlar, O’nun ortaklarıdır” diyen Müşrik’ler; Allâh’a ve Rasûl’üne, -bu şekildeki söz ve isnâdları ile - ezâ etdiklerinden büyük bir azâba dûçar olacakları bildirilmişdir ki şu âyet -i kerîmeler, bunu açık bir şekilde ifâde etmektedir: “Hakîkat, Allâh’a ve Rasûl’üne (O’nu tekzîb etmek sûretiyle) ezâ edenler (yok mu?) Allâh onları dünyâ’da da, 52 -Mâide Sûresi, âyet 73 İslâm Akâidi İslâm Dîni’nde kesinlikle inanılmas ve kalb ile tasdik edilip ikrar edilmesi zarûrî olan esâslar (İ’tikâdî Hukümler) 99 âhiret’de de lâ’netleyip rahmet’inden koğmuş ve onlara horlayıcı bir azâb hazırlamışdır” 53 6-Yaptığı ibâdetleri, Allâhü Teâlâ’nın emri oldu ğu için değil, şahsî ve dünyevî maksatlar için yapmak da bir çeşit şirk’dir 7- Bir kimsenin başkasına karşı üstünlük taslaması veyâ sâhib olduğu ni’met’leri kendinden bilerek kibir ve gurûra kapılması da bir şirk’dir Gurûr ve kibirleri yüzünden Allâhü Teâlâ’ya şirk koşarak müşrik olan şeytanların ve bu şekilde davranış gösteren insanların durumu böyledir 8- Allâhü Teâlâ’dan başka velîler, dostlar, kurtarıcılar ve hâmîler edinmek de bir şirk’dir “İnsanlardan bir kısmı da vardır ki Allâh’a karşı ortaklar, denk’ler, nazîr’ler ve emsâl’ler tutarlar da onları Allâh sever gibi severler (Allâh’a olan sevgileri gibi muhabbet beslerler Onların emirlerine, nehiylerine, arzûlarına itâat ederler Böyle yap mak sûretiyle de Allâh’a şirk, ortak koşarlar Allâh’a karşı yapılacak şey’leri onlara yaparlar Allâh’ın rızâsını düşünmeden onların rızâsını kazanmaya çalışırlar Hattâ Allâh’a isyân olan şey’lerde bile onlara itâat ederler) Halbuki îmân edenlerin Allâh ’a karşı olan sevgi (ve itâat) leri ise, her şey’den ziyâdedir” 54 10 -Yirminci asırda olduğu gibi bir takım kimselerin kendilerine göre fikir, sistem, düzen ve kurallar geliştirip 53 -Nisâ’ Sûresi, âyet 171 54 -Bakara Sûresi, âyet 165 Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 1 ss 572 Elmalılı M Hamdi Yazır ...