CKarakilic.com
Current View

Bir Kurtarıcı Bekliyorum

İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 0 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni) şânına lâyık bir şekilde yüceltip yaymaya çalışacak Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyacımız var Y A Z A N A li Celâleddin Karakılıç 2016 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 1 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni) şânına lâyık bir şekilde yüceltip yaymaya çalışacak Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve İhlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyacımız var İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 2 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 3 İ ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni ) şânına lâyık bir şek ilde yüceltip yaymaya çalışacak Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyacı mız var Y A Z A N Ali Celâleddin Karakılıç 2016 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 4  İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 5 Besmele Hamdele Salvele ْ س ِ ب ِ م يِ ح � ر لا ِ ن َْ حْ � ر لا ِ لله ا ِ م َ ا َ ين ِ م َل ا َ ع ْل ا ِّ ب َ ر ِ لله ِ ُ د ْ م َْ لْ لا ِ م يِ ح � ر لا ِ ن َْ حْ � ر لا لا ِ م ْ و َ ي ِ ك ِ ل ا َ م ِ ن يِّ د لا ط � ي ِ إ � ي ِ إ َ و ُ د ُب ْ ع َ ن َ ك ا َ ك ا ُ ين ِ ع َت ْ س َن ط َ ط ا َ ر ِ ص َ م يِ ق َت ْ س ُ م ْل ا َ ط ا َ ر ِّ ص لا ا َن ِ د ْ ه ِ ا َ ا َ ن يِ ذ � ل ا ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع َ ت ْ م َ ع ْ ن لا ِ ب و ُ ض ْ غ َ م ْل ا ِ ْ يْ َ غ َ ين ِّ ل ا � ض لا لآ َ و ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع َ ا � ل ا ِ لله ِ ُ د ْ م َْ لْ َ د َ ه ي ذ ي َ ت ْ س ُ م ٍ ط ا َ ر ِ ص َ � ِ إ ُء ا َ ش َي ْ ن َ م ي ِ د ْ ه َ ي ُ لله ا َ و ِ م لآ ْ س ِ لإ ْا َ و ِ ن ا َيم ِ لإ ِ ل ا َن ٍ م يِ ق َ ا َ ى ف َط ْ ص ا َ ن يِ ذ � ل ا ِ ه ِ د ا َب ِ ع َ ى ل َ ع ٌ م لآ َ س َ و ِ لله ِ ُ د ْ م َْ لْ َ ا � ص ل ِ ب ِّي � ط لا ِ ه ِ ب ْ ح َ ص َ و ِ ه ِ ل آ َ ى ل َ ع َ و ٍ د � م َُ مُ ا َن ِ ل و ُ س َ ر َ ى ل َ ع ُ م َلا � س لا َ و ُة َ و ل ْ ن َ م َ و َ ن يِ ر ِ ه ا� ط لا َ ين ٍ ن ا َ س ْ ح ِ إ ِ ب ْ م ُ ه َ ع ِ ب َت ِ ن يِّ د لا ِ م ْ و َ ي َ � ِ إ Bi’smi’llâhi’r - Rahmâni’r - Rahîm Bütün âlemlerin Rabb’i, Rahmân ve Rahîm, Din Günü'nün sâhibi olan Allâh’a hamd olsun Yâ Rabb, biz Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz Bizleri doğru yola hidâyet eyle O kendilerine ni’met ver diklerinin yoluna ilet Gazâba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil Bizi, îmân’a ve (fıtrat dîni olan) İslâm’a hidâyet eden Allâh’a hamd olsun Allâh, kimi dilerse onu, (kendisinde hayır gördüğü kimseleri) doğru yola iletir Hamd olsun Al lâh’a ve selâm olsun O’nun beğenip seçtiği (kendisinde hayır görüp doğru yola iletdiği ) kullarına Salât ve selâm, Rasûl’ümüz Hazreti Muhammed üzerine, tayyîb ve tâhir olan Âl ve Ashâb’ının üzerine ve Kıyâmet’e kadar ihsân ile Âl ve Ashâb’ına tâbi’ olanların üzerine olsun Âmîn    İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 6 ُ لله ا ِ د ِ ر ُي ْ ن َ م ِ ن ي ِّ د لا ِ فِ ُه ْ ه ِّ ق َ ف ُ ي ًا ْ يْ َ خ ِ ه ِ ب “ Allâhü Teâla, bir kimsenin hayrini dilerse, onu dinde fakih yapar (anlayışlı ve bilinçli kılar)” Buhârî, Kitâbü’l - ilm, Cüz’ 1 ss 28 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 7 ِ ب ِ م يح � ر لا ِ ن ْ حْ � ر لا ِ ه ّل لا ِ م ْ س Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıy le İ ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni ) şânına lâyık bir şek ilde yüceltip yaymaya çalışacak Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyacı mız var        Ö N S Ö Z Bir kurtarıcı bekliyorum, Nerede, ne zaman ve nasıl; ِ ة َئ ا ِ م ِّ ل ُ ك ِ س ْ أ َ ر َ ى ل َ ع ِ ة � م ُلا ْا ِ ه ِ ذ َِ لِ ُ ث َ ع ْ ب َ ي َلله ا � ن ِ إ َا ه َن ي ِ د ا َ َ لِ ُ د ِّ د َُ يُ ْ ن َ م ٍ ة َن َ س “ Şübhesiz Allâhü Teâlâ, her yüz sene başında bu ümmetin dînini yenileyen bir müceddid gönderir” 1 Hadîs - i şerîf’inin gereğini yerine getirecek, İslâm Dîni’nin aslı ve esâsı olan Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına sâhib çıkacak , takvâ ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcı Zü’l - Karneyn gibi Dîn - i Tevhîd Seddi’ nin inşâsını yeniden yapacak, Ma’nevî kalb imizin Haram - ı Şerîf ’inde , Allâh korkusundan ve Allâh sevgisinden başka hiçbir şey’e yer v ermeyecek ; demokrasi, özgürlük, lâiklik, hoşgörü gibi 1 - Et - Tâcü’l - Câmiu li’l - Usûl fî Ehâdîsi’r - Rasûl s a v C 3 ss 428 (Ebû Dâvud, El - Hâkim ve El - Beyhekî) Eş - Şeyh Mansûr Ali Nâsıf İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 8 Batının kokuşmuş beşerî sistemlerin in şirk, küfür , nifâk , fesâd ve bid’at virüslerinin girmes ine hiçbir şekilde müs âade etmeyecek bir k u rtarıcı Bunun için, İ ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni ) şânına lâyık bir şekilde yüceltip yaymaya çalışacak Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyacı mız var Öyle bir kurtarıcı ki kılavuzu karga’lar değil , Nizâmü’l - mülk’ler, Edebâlî’ler, Ak Şemseddin’ler, Zenbilli ler gibi hüdhüd ’ler olan bir kılavuz 2 Bu esâsa binâen k urtuluş a ve sevâba nâil olabilmek için, zamânımızın din âlimleri olarak, üzerimize düşen görev, ُ ين ِ ب ُ م ْل ا ُ غ لآ َب ْل ا � لا ِ إ ا َن ْ ي َل َ ع ا َ م َ و “Bizim üzerimize (düşen vazîfe) ap - açık bir teblîğ’den başka (bir şey’) değildir” 3 2 - Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi insanları kendisine müşâvir ( danışman ) yapmayan idâreciler , ne kadar dikkât ederlerse etsinler her zaman ve her yerde hatâ edebilirler Bunun için “Kılavuzu karga olanın burnu çöplükden kurtulmaz” denilmiştir Bunun için Süleyman aleyhi’s - selâm ’ın Hüdhüdü gibi; diğer bir ifâde ile merhum Alpaslan’ın Nizâmü’l - mülk’ü, Osman Gâzî’nin Edebâlî’si, Fâtih’in Ak Şemseddin ’i , Kânûnî’nin Zembilli Ali Cemâlî Efendi’leri gibi, hakikatleri haber verip doğru yolu gösterici müşavirleri olan idâreciler, her zaman ve her yerde dünyevî ve uhrevî başarılara ulaşıp mutlu olurlar Çünkü Süleyman aleyhi’s - selâm ’ın Hüdhüdü, büyük bir şirk ve ihtişam içinde yaşayan Bekıs’ın durumunu heber verdiği zaman, Süleyman aleyhi’s - selâm tarafından gerekli olan işler yapıldıktan sonra, ekâbirleri ile birlikte Süleyman aleyhi’s - selâm ’ın huzur una gelen Belkıs’ın “( ْ ت َل ا َق َ ن َ م ْي َل ُ س َ ع َ م ُ ت ْ م َل ْ س َا َ و ي ِ س ْ ف َ ن ُ ت ْ م َل َظ ِّ نِّ ِ إ ِّ ب َ ر ِ َ ين ِ م َل ا َ ع ْل ا ِّ ب َ ر ِ لله : Ey Rabb'im, hakîkat ben kendime yazık etmişim Süleymân'ın maıyyetinde âlemlerin Rabb'i olan Allâh'a teslîm oldum (Müslümân oldum) ” diyerek Müslüman olmasına sebeb olduğu gibi, tebeasının da Müslümân olmasına sebeb olmuştur (Neml,44) 3 - Yâsîn, 17 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 9 ُ ين ِ ب ُ م ْل ا ُ غ لآ َب ْل ا َ ك ْ ي َل َ ع ا َ � نَّ ِ إ َف ا ْ و � ل َ و َ ت ْ ن ِ إ َف “Eğer yüz çevirirlerse, artık senin üzerine düşen (vazîfe) ancak apaçık bir teblîğden ibâretdir” 4 âyet - i kerîme ’ lerinde ifâde buyurulan teblîğ görevini , bir nebzecik de olsa, - hem nefsimize, hem de hemcinslerimize karşı - yerine getirmeye çalışmakdır Çünkü halifelik vasfı ile yaratılan insanı, düştüğü ve düşürüldüğü derekelerden kurtarıp hidâyete yöneltmek, en doğru yolda yürütmek, dînî gerçekleri, işitir, görür ve anlar hâle getirmek; dalâletde bırakmakdan, fesât yollarında yürütmekden, dînî gerçekleri, işitemez, göremez ve anlayamaz bir hâle getirmekden, çok daha iyi, çok daha şerefli, çok daha yücedir Onun üzerine atom bombaları yağdırmak, onu fesât yollarında yürütmekden, hakîkâtleri işitemez, göremez ve anlayamaz hâle getirmekden, gaflet içerisinde yaşatıp boş emeller peşinde heder olup gi tmesine sebeb olmakdan daha güzel ve daha ehvendir Çünkü birincisinin azâbı dünyevî olup geçici; ikincisinin azâbı ise hem dünyevî hem de uhrevî olup süreklidir ( َ ن ْ ت ِ ف ْل ا َ و ِ ل ْ ت َ ق ْل ا َ ن ِ م � د َ ش َا ُة ج : Fitne katilden beterdir ) 5 4 - Nahl, 82 5 - Bakara, 191 Fitne : İmtihân, sınav ve sınama ma’nâsına geldiği gibi, bir adamı veyâ bir topluluğu azdırmak, doğru yoldan saptırmak, dâhilî ihtilâf, ayrılık, karışıklık, küfr, azgınlık, sapıklık, günah işlemek, rüsvaylık, belâ’, azâb, çirkin olan bir şey’i beğenip kalbin ona meyl ve muhabbet etmesi, ma’nâlarına da gelir İmâm Birgivî Hazretleri de, Tarîkât - ı Muham mediyye adlı eserinde, fitneyi şu şekilde ta’rîf ve tavsîf eder: “Fitne, insanları, meşrû’ bir fâide olmaksızın, ızdırâba, ihtilâle, ihtilâfa, mihnet ve belâ’ya düşürmekdir ki kalbe ârız olan âfetlerdendir” Kurân - ı Hâkîm ve Meâl - ı Kerîm, C 1 ss 52 Hasan Basri Çantay İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 10 ( ُ ر َ ب ْ ك َا ُة َن ْ ت ِ ف ْل ا َ و ِ ل ْ ت َ ق ْل ا َ ن ِ م ط : Fitne katilden daha büyükdür ) 6 ilâhî hitâbları ise, bunun en güzel bir delîlidir Ne mutlu böyle bir görevi yerine getirip hem kendisini, hem de hemcinslerini, düştüğü ve düşürüldüğü derekelerden kurtarmaya çalışıp Rızâ - i Bârî’yi kazanmasını bilenlere… Ali Celâleddin Karakılıç 07 - Şubat - 2016 28 - Rabîü’l - âhir - 1437 Talas - Kayseri    6 - 11 - Bakara, 217 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 11 Ehl - i sünnet ve’l - cemâat yolu ne demek Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm ’ın gösterdiği yoldan gidenlere ve O’nun Sünnet ’ine yapışanlara “Ehl - i sünnet”, O’nun gösterdiği ve teblîğ buyurduğu ahkâmı, kendi keyf ve arzûlarına göre te’vîl ve tefsîr edip değiştirenlere de “Ehl - i bid’at” denir Ehl - i bit’at’in, bir çok şu’beleri ve kısımları vadır ki bunlar, Kelâm ve Akâid kitâblarında anlatılmışdır İslâ m Dîni’ni Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslar ına göre inanıp yaşamak isteyen Müslüman ’ lar, Rasûlü’llâh aleyhi’s - selâm ’ın; tayyîb, tâhir olan Âl ve Ashâb - ı Kirâm’ının; kıyâmete kadar ihsân ile Âl ve Ashâb’ına tabi’ olan Müslümanların ; bulunduğu i’tikad üzerinde bulunup Kitâb, Sünnet, İcmâü’l - ümmet ve Kıyâsü’l - fukahâ’ esâslarına göre inanıp yaşamayı; i’tikadda ve amelde Selefiyye yolunun temsilcileri olan, Ehl - i Sünnet ve’l - Cemâat mezhebi esâslarına göre inanıp amel etmeyi, üstün bir va sıf kabûl edip i’tikad’da Mâtürîdî ve Eş’arî; amelde Hanefî, Mâlikî, Hanbelî ve Şâfiî mezheblerinden birini tercih ederek müttakî ve ihlâs sâhibi bir Mü’min ve Müslümân olarak yaşamayı ve o yolda ömür tüketmeyi en doğru bir yol kabul ederler İslâm D îni’ne ve müslüman’lara hizmet amacı ile de olsa, Mason teşkîl âtlarının, mel’un Ortadoğu projesi’nin , yenilikc i ’ lerin, telfikci’lerin, Paralelci ’ lerin emel ve arzularına uygun telfikcilik ’ den, yenilikc ilik ’ den , ılımlı islâmiyet , radikal islâmiyet , demokratik islâmiyet gibi şirk, küfür, nifâk , fesâd ve bid’ at olan şey’le ri yapmaktan ve tefrîka’nın an a kaynağı olan her türlü cemâatc ilik’den , İslâm dışı inanışlardan ve onların gereklerini yapmakdan şiddetle kaçarlar İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 12 Bunlar , Tevhîd ve İslâm esâslarını samîmiyyetle kabul edib Rabb’ ler ine yönelerek O’na lâyık bir kul olmaya çalışan şer’a uygun îmân, ibâdet, ahlâk ve muâmelât sâhibi iyi bir Müslümân ’ dırlar Allâhü Teâlâ’nın emir ve nehiylerini “ ( َ ت ْ ر ِ م ُا ا َ م َ ك ْ م ِ ق َت ْ س َ ا ف : Emr olunduğun gibi dosdoğru ol” 7 emrine imtisâlen emr edildiği veyâ nehy edildiği gibi aynen yerine getirmeye çalışır lar ; ifrat ve tefrîd yollarına gitmez ler ; emr edilen veyâ nehy edilen şey’lerin bir kısmını beğenib yaparak diğer bir kısmını beğenmeyib veyâ kifâyetsiz görüb veyâ zamânın ihtiyaşlarına cevâb vermez gibi bir inanç sap ıklığına düşüp terk etmez ler Rabb’ine kul olup kula kul olmaz lar Ehl - i sünnet ve’l - cemâat yolu dediğimiz Kur’ân’ın, Rasûlü’llâh aleyhi’s - selâm ’ın ve Ashâb - ı Kirâm’ın yolundan ayrılmaz lar Çünkü İslâm Dîni , bir bütündür; tecezzî ( bölünme ) kabul etmez Ehl - i Sünnet ve ’l - Cemâat mensubu bu Müslüman’lar , inançla ilgili konularda ve İslâmî esâslarda , Kitâb ve Sünnet 'deki ifâdeleri esâs alarak Rasûlü'llâh aleyhi's - selâm 'ın ve Ashâb - ı kirâm'ın bi'z - zât yaşayarak gösterdiği yoldan ayrılmazlar Bu yolda giden ilk müslümânlara "Selefiyye" denir Bunlar, daha sonra "Mâtürîdî" ve "Eş'arî " mezhebi adı altında ikiye ayrılmışlardır ki esâsda, aralarında büyük bir fark yokdur Bu mezhebleri temsîl eden İmâm Mâtürîdi rahmetü'llâhi aleyh ve İmâm Eş'arî rahmetü'llâhi aleyh , ömürleri boyunca Ehl - i sünnet ve ’l - cemâat esâslarını savunmuşlar, bâtıl inançlara karşı büyük mücâdeleler vermişler, bu sûretle de İslâm dîni'nin esâslarını bozulmakdan korumuşlardır Allâhü Teâlâ onlardan râzı olsun 7 - Hud, 112 ve Şûrâ,15 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 13 Amelde, Hanefî olanlar i'tikadda Mâtürîdî; Mâlikî ve Şâfiî olanlar i'tikadda Eş'arî; Hanbelî olanların bi r kısmı Selefî, bir kısmı da Eş'ârî'dir Ehl - i sünnet fırkası veyâ Nâciye fırkası ismi ile anılan bu Müslümân’lar , tek bir fırka ( mezheb ) olup Rasûlü'llâh aleyhi's - selâm 'ın ve Ashâb - ı kirâm'ın ın bulunduğu i'tikâd üzerinde bulunup Kitâb, Sünnet, İcmâu'l - ümmet ve Kıyâsü'l - fukâhâ' esâslarına göre inanıp amel eden Ehl - i sünnet ve ’l - cemâat mezhebine mensûbdurlar Kendi aralarında Mâtürîdî ve Eş'arî kollarına ayrılırlar ki her ikisi de esâsda aralarınd a büyük bir fark olmayıp - Selefiyye yolunda olduğundan - tek mezheb sayılırlar Bu nun için bu inanışda ve bu yolda olanların hepsi, "Ehl - i sünnet ve ’l - cemâat" ismi ile anılırlar 8 Bunlar, Allâhü Teâlâ’nın emir ve nehiy’lerinden başka fikir, sistem, düzen, kural ve düşünceleri kabul etmedikleri gibi , - kendi ihtiyaçlarına veyâ toplumun ihtiyaçlarına daha iyi cevâb verir, kendilerine yardım eder, menfaatlerini korur, işlerini görür, tehlikelerden kurtarır, dünyevî ihtiyaçlarımıza daha iyi cevâb verir düşüncesi ile - , bir takım kimseleri velî , sâhib, dost, hâmi ve kurtarıcı kabûl ederek onları ilâhlaştırmak veyâ bir ma’bûd hâline getirmek veyâ onlara bir üstünlük tanımak gibi bir inancın da , açık bir şirk oldu ğunu bilirler ve kendilerini bu gibi hallerden uzak tutararak Allâhü Teâlâ’nın tavsıyelerine uyarlar Çünkü, Allâhü Teâlâ, bunlardan elde 8 - "Ashâb - ı Kirâm ile Tâbiîn'e, Selef - i sâlihîn denilir Bunlar, Ehl - i sünnet ve ’l cemâat 'ın ilk rehberleridir Bunlar, Peygaberimizin yolunu hakkıyle ta'kîb etmiş, İslâmiyyeti her tarafa yaymaya çalışmış, İslâm birliğini, İslâm câmiasını kuvvetlendirmiş, bid'atlardan ya'nî dîn nâmına sonradan türemiş, dîne aykırı bulunmuş şey'lerden uzak bulunmuşlardır" Büyük İslâm İlmihâli, ss 33 Ömer Na sûhi Bilmen İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 14 edilecek dünyevî menfaatlerin, örümceğin mesel olmuş şu hâline benzediği ni , aşağıdaki âyet - i kerîme ’ ler inde e n açık bir ifâde ile beyân edip ibret alınması nı tavsiye buyur muşdur: ِ ت و ُب َ ك ْ ن َ ع ْل ا ِ ل َث َ م َ ك َء ا َي ِ ل ْ و َا ِ لله ا ِ ن و ُ د ْ ن ِ م او ُ ذ َ� تَّ ا َ ن يِ ذ � ل ا ُ ل َث َ م ج ًا ت ْ ي َ ب ْ ت َ ذ َ� تَّ ِ ا ط ُ ب ْل ا َ ن َ ه ْ و َا � ن ِ إ َ و ُ ي ِ ت و ُب َ ك ْ ن َ ع ْل ا ُ ت ْ ي َ ب َل ِ ت و م ا � ن ِ إ َ ن و ُ م َل ْ ع َ ي او ُن ا َ ك ْ و َل ُ م َل ْ ع َ ي َ لله ٍ ء ْ ي َ ش ْ ن ِ م ِ ه ِ ن و ُ د ْ ن ِ م َ ن و ُع ْ د َي ا َ م ط ُ ل ا َث ْ م َلا ْا َ ك ْ ل ِ ت َ و ُ م يِ ك َْ لْ ا ُ ز يِ ز َ ع ْل ا َ و ُ ه َ و ِ س ا� ن لِ ل ا َ ه ُ ب ِ ر ْ ض َن ج َ ن و ُ م ِ ل ا َ ع ْل ا � لا ِ إ ا َ ه ُل ِ ق ْ ع َ ي ا َ م َ و “Allâh’dan başka velîler (dostlar, dayanaklar, putlar, kurtarıcılar) edinenlerin sıfatı, kendine bir yuva yapan örümcek misâli gibidir Halbuki bilmiş olsalar, evlerin en çürüğü her halde örümcek yuvasıdır” “Halbuki Allâh, kendinden başka neye tapıyorlarsa (neye değer veriyorlarsa) şübhesiz ki biliyor O mutlak gâli b, tam huküm ve hıkmet sâhibidir” “Hem bu misaller yok mu?, Biz onları insanlar için îrâd ediyoruz (söylüyoruz) Bununla berâber onlara, âlim olanlardan başkasının aklı ermez” 9 Bu âyet - i kerîme ’ lerde, ap - açık görülüyor ki Allâhü Teâlâ’dan başka velîler, dostlar, kurtarıcılar, hâmîler edinenler veyâ O’na şirk koşanlar ın hâli , - hiç bir şekilde dîni olmayanlar gibi - büsbütün evsiz, dayanaksız değil, ancak bir sinek avlayıp ondan istifâde edebilecek kadar bir eve tutunmuş olan örümceğin hâli gibidir Bunun için böyle bir ev, evlerin en çürüğüdür Ne bir gölge yapar, ne bir fayda sağlar, ne de bir koruma yapar En ufak bir rüzgâr ile veyâ dokunma ile târ - u mâr olup gider 9 - Ankebût, 41 - 42 - 43 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 15 Bunun için Yüce Rabb’imiz, Kur’ân - ı Kerîm’inde şöyle buyurmuşdur: ِ ت ا َ ك ْ ل ل َ ن يِ ذ � ل ِ ل ا َ ه ُل َ ع َْ نَ ُة َ ر ِ خ لآ ْا ُ ر ا� د ّ و ُل ُع َ ن و ُ د يِ ر ُي لآ ً ا ِ ض ْ ر َلا ْا ِ فِ ً ا د ا َ س َف لآ َ و ط َ ين ِ ق �ت ُ م ْ ل ِ ل ُة َب ِ ق ا َ ع ْل ا َ و “İşte âhiret yurdu Biz onu yer yüzünde büyüklenmek (böbürlenmek) ve fesâd arzûsuna düşmeyecek kimselere veririz (En güzel) âkıbet, Allâh’a yönelip O’nun ikâb’ından (azâb’ından) sakınan müttekî’lerindir” 10 ُ و ق � ر َ ف َ ن يِ ذ � ل ا َ ن ِ م ًا ع َي ِ ش او ُن ا َ ك َ و ْ م ُ ه َ ن ي ِ د ا ط َ ن و ُ ح ِ ر َف ْ م ِ ه ْي َ د َل ا َ ِ بِ ٍ ب ْ ز ِ ح � ل ُ ك " (O müşrikler ) ki onlar, dinlerini darma dağınık etmişler, fırka fırka olmuşlardır (Bunlardan) her zümre, kendi yanında olanla böbürlenicidir (Kendi yanındaki ile böbürlenmekde, kendilerindekine güvenmektedir Her fırka ve her cemâat, kendi mezhebini doğru zannı ile, s ülûk etmiş olduğu mesleki ile ferahlanırlar; hattâ her fırka kendi i'tikâdını doğru zannı ile iftihâr eder, ferahlanır) 11    10 - Kasas Sûresi, âyet 83 11 - Rûm, 32 Hak Dîni Kur'ân Dili Türkce Tefsir, C 6 ss 3225 Elmalılı M Hamdi Yazır Hulâsatü'l - Beyân fî Tefsîri'l - Kur'ân, C 11 ss 4277 Mehmed Vehbi İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 16 Ehl - i sünnet ve’l - cemâat yoluna aykırı olan v e Ehl - i Bid’at konularına işâret eden âyet - i kerîme’lerden ve hadîs - i şerîf’lerden ba’zıları : ُ و ّ ب ِ ُ يُ ًا د ا َ د ْن َا ِ لله ا ِ ن و ُ د ْ ن ِ م ُ ذ ِ خ �ت َ ي ْ ن َ م ِ س ا� ن لا َ ن ِ م َ و ِ لله ا ِّ ب ُ ح َ ك ْ م ُ ه َ ن ط ِ لله ِ ًا ّب ُ ح � د َ ش َ أ او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا َ و ط “İnsanlardan bir kısmı da vardır ki Allâh’a karşı ortaklar, denk’ler, nazîr’ler ve emsâl’ler tutarlar da onları Allâh sever gibi severler (Allâh’a olan sevgileri gibi muhabbet beslerler Onların emirlerine, nehiylerine, arzûlarına itâat ederler Böyle yapmak sûretiyle de Allâh’a şirk, ortak koşarlar Allâh’a karşı yapılacak şey’leri onlara yapar lar Allâh’ın rızâsını düşünmeden onların rızâsını kazanmaya çalışırlar Hattâ Allâh’a isyân olan şey’lerde bile onlara itâat ederler) Halbuki îmân edenlerin Allâh’a karşı olan sevgi (ve itâat) leri ise, her şey’den ziyâdedir” 12 ا و ُق � ر َ ف َ ن يِ ذ � ل ا � ن ِ إ او ُن ا َ ك َ و ْ م ُ ه َ ن ي ِ د ً ا ع َي ِ ش ٍ ء ْ ي َ ش ِ فِ ْ م ُ ه ْ ن ِ م َ ت ْ س َل ط ْ م ُ ه ُ ر ْ م َا ا َ � نَّ ِ إ َ ن و ُل َ ع ْ ف َ ي او ُن ا َ ك ا َ ِ بِ ْ م ُ ه ُ ئ ِّب َن ُ ي �ُ ثُ ِ لله ا َ � ِ إ “Dinlerini (bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek sûretiyle) parça parça edenler, (dinde fırkalara ayrılıp gurup gurup olanlar, her biri ayrı bir reise, ayrı bir lidere, başka bir hiss - ü hevâ’ya taraftarlık ederek fırka fırka, parça parça, ekol ekol olup tefrîkaya düşenler, bu sûretle de dinlerini bir çok işlerinden ayıranlar), (yok m u?), (Habîbim), Sen hiç bir 12 - Bakara Sûresi, âyet 165 Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 1 ss 572 Elmalılı M Hamdi Yazır 1960 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 17 vechile onlardan değilsin Onların işi (cezâ’sı), ancak Allâh’a âiddir Sonra O, (zamanı gelince) ne yapıyorlardı, kendilerine haber verecekdir” 13 Bu âyet - i kerîmede geçen “şiyea” lâfzı, “şîa” kelimesinin çoğulu d u r Şîa ise, bir reise, bir lidere tâbi’ ve ona yardımcı olan insanlardan meydana gelen bölük, cemâat, topluluk demekdir Bu duruma göre âyet - i kerîmenin meâli, - büyük müfessir merhûm ve mağfûr Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a göre - şöyle olmaktadır: “Muhakk ak ki dinlerini tefrîk edenler, ya’nî dînin ba’zı hukümlerini kabûl edip ba’zı hukümlerini kabûl etmeyerek parça parça edenler, veyâ dinlerini Tevhîd - i Hakk’da toplamayıp muhtelif emel’ler, ma’bûd’lar, metbû’lar ve türlü türlü yollar ile çatallandıra nlar, veyâ din, insanın bâtınına ve rûhuna âiddir Zâhirine ve cismâniyyetine karışmaz Din başka, millet başkadır Din insanın filân işine hâkim ise de filân işine karışmaz gibi bir görüşe sâhib olarak dinlerini bir çok işlerinden ayıranlar, v eyâ çalışmalarını tevhîd için değil, Müslümân’ların birlik ve berâberliğini bozmak için yapanlar, veyâ şîa şîa olanlar, ya’nî her biri ayrı bir reise, ayrı bir lidere, ayrı bir hiss - ü hevâ’ya taraftarlık ederek fırka fırka, parça parça olup tefrîka’y a düşenler, fitne fesâd peşinde koşanlar (yok mu?), 13 - En’âm, 159 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 18 (Habîbim) sen, hiç bir vechile onlardan değilsin, (ya’nî dinlerini parça parça edenlerin, şîa şîa olup tefrîkaya düşenlerin yaptıklarından, hallerinden, felâketlerinden mes’ul olmadığın gibi, haklarında Allâh’dan bir şey’ sorup istemeye yetkin de yokdur Ne onların sana tutunmağa ve gitdikleri yolu sana isnâd etmeye hakları vardır Ne de senin onlara şefâat etmeye selâhiyyetin) Onlara yapılacak iş, tatbik olunacak emir, yalnız Allâh’a âiddir Ne yapacağını O bilir Sonra zamânı gelince O da onlara ne yaptıklarını, ne işlediklerini haber verecekdir” 14  Aynı şekilde, lâ ik , demokratik ve özgür bir anlayışla, " Biz din işlerini dünyâ işlerinden ayırmak istiyoruz, biz de Müslümân’ız, kimsenin dînî hayâtı na karışmayız, fakat lâiklikden; lâik, demokratik ve özgür bir hayat yaşamakdan da vaz geçmeyiz" diyen kimselerin, - Allâhü Teâlâ’nın secde emrini gururlanıp kibirlenerek yerine getirmeyen İblîs gibi - , bütün çalışmalarının ve gayretlerin in de zarar ve ziyandan, dalâlet ve hüsrândan başka bir netîce doğurmayacağı husûsları da, şu âyet - i kerîme ’ de açıkca ifâde buyurulup belirtilmişdir: ٍ ف ْ ر َ ح َ ى ل َ ع َ لله ا ُ د ُب ْ ع َ ي ْ ن َ م ِ س ا� ن لا َ ن ِ م َ و ج ٌ ر ْ ي َ خ ُه َب ا َ ص َا ْ ن ِ إ َف ِ ن ِ ه ِ ب � ن َا َ م ْط ا ج ٌة َن ْ ت ِ ف ُه ْ ت َ ب ا َ ص َا ْ ن ِ إ َ و ِ ن ِ ه ِ ه ْ ج َ و َ ى ل َ ع َ ب َل َ ق ْ ن ا فق َ ة َ ر ِ خ لآ ْا َ و ا َي ْ ن � د لا َ ر ِ س َ خ ط َ ك ِ ل َ ذ ُ ين ِ ب ُ م ْل ا ُ ن ا َ ر ْ س ُْ لْ ا َ و ُ ه ِ ن و ُ د ْ ن ِ م او ُع ْ د َي ُه ُع َ ف ْ ن َ ي لآ ا َ م َ و ُه � ر ُ ض َي لآ ا َ م ِ لله ا ط ُ د يِ ع َب ْل ا ُ ل لآ � ض لا َ و ُ ه َ ك ِ ل َ ذ َ ل او ُع ْ د َي َ م ْ ق َا ُه � ر َ ض ْ ن ِ ه ِ ع ْ ف َ ن ْ ن ِ م ُ ب َ ر ط ُيْ ِ ش َ ع ْل ا َ س ْ ئ ِ ب َل َ و َ � ْ و َ م ْل ا َ س ْ ئ ِ ب َل 14 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 3 ss 2110 Elmalılı M HamdiYazır İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 19 “İnsanlardan bir kısmı da vardır ki (cân - ü gönülden değil de işine gelen tarafından, bir kenarından, bir ucundan tutarak veyâ dil ucu ile müslümân olarak) Allâh’a ibâdet eder Eğer kendilerine bir hayır dokunursa ona yapışır, yatışır, (fit olur) Eğer bir fitne (bir şerr, bir zarar) isâbet ederse yüz üstü dönüverir (de irtidâd eder) (İşte bu şekilde Allâh’a kulluk eden bir kimse), dünyâ’da da, âhiret’de de hüsrâna uğramışdır Bu ise, ap - açık bir ziyandır, (ap - açık bir hüsrândır)” “ (Böyle kimseler) Allâh’ı bırakıb da kendisine ne zarar, ne de fâide vermeyecek şey’lerin ardına düşerek (onlara taparcasına onlara duâ eder ve onlardan menfaat beklerler) Böyle bir davranış ise, (Hakk ’dan) en uzak bir sapıklığın ta kendisidir” “ (Evet) o, zararı fâidesinden daha yakın olan şey’lere tapar, (onların izinden gider) (Taptığı o şey’ler veyâ peşinden gidip korumaya çalıştığı o kimseler ), ne kötü yardımcı, ne fenâ’ bir yoldaşdır” 15 َ ت َ س ْ ف ِ َ ت � م ُا ُ قُ ِ ت َ َ َ ى ل َ ع لآ َ ق ْ ر ِ ف َ ين ِ ع ْ ب َ س َ و ٍ ث ُ ك ًة � ل � ا نلا ِ فِ ْ م ُ ه ً ة َ د ِ ح ا َ و � لا ِ إ ِ ر َ ا ق ُ و ل ا ُ و س َ ر ا َي َ ي ِ ه ْ ن َ م َ ا ق ِ لله ا َ ل َ ل � ل ا َ ن يِ ذ َ ا نَ أ ا َ م َ ى ل َ ع ْ م ُ ه َ ل َ ع ِ ب ا َ ح ْ ص َا َ و ِ ه ْ ي “Benim ümmetim yakında yetmişüç fırkaya ayrılacakdır Bunların hepsi Cehennem’dedir Ancak biri Cehennem’den müstesnâdır” (Peygamber aleyhi’s - selâm’ ın huzûrunda bulunan Ashâb - ı kirâm da): “O bir fırka kimlerdir? Yâ Rasûle’llâh” 15 - Hacc, 11 - 12 - 13 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 20 (deyince, O da), “ Onlar, benim ve ashâb’ımın bulunduğumuz i’ tikâd üzere bulunanlar, benim ve ashâb’ımın gitdiği yoldan gidenlerdir” (cevâbını vermişdir) 16 Başka bir Hadîs - i şerîf’de de şöyle buyurulmuşdur: “Yahûdî’ler, yetmişbir fırkaya ayrıldı Birinden başka hepsi Hâviye’dedir (Hâviye denilen Cehe nnem’dedir)” “Hristiyan’lar, yetmişiki fırkaya ayrıldı Birinden başka hepsi Hâviye’dedir” “Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacakdır Birinden başka hepsi Hâviye’dedir” - O bir tâne fırka - i nâciye kimdir? Yâ Rasûle’llâh süâline karşı da, “Onlar, benim ve ashâb’ımın üzerinde gitdiğimiz yolda (Ehl - i sünnet yolunda) gidenlerdir” Not: Bu hadîs - i şerîf’lerde ifâde buyurulan yetmişbir, yetmişiki ve yetmişüç lâfızları hakîkat ifâde etdiği gibi, mecâzî olarak çokluk da if âde eder ki bu günkü Müslümân’ların dinde fırkalara ayrılıp gurup gurup, ekol ekol olmaları; her birinin ayrı bir rei se, ayrı bir lidere, başka bir hiss - ü hevâ’ya taraftarlık ederek fırka fırka, parça parça, ekol ekol olup tefrîkaya düşmeleri , bun un açık bir örneğidir Bu konularda araştırma yapan bir ilim ehli de şöyle diyor: 16 - Usûlü Fıkıh Dersleri, ss 84 Büyük Haydar Efendi Akâid - i Hayriyye Tercemesi, ss 9 Mehmed Vehbi Bu hadîs - i şerifi, Hâkim, Mü stedrek’inde rivâyet etmişdir Sahîh - i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - i Sarih Tercemesi,C 11 ss 64 - 65 Kâmil Miras İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 21 “ İçinde bulunduğumuz şu zamanda çeşitli İslâmî cemâatler ile görüşüp teâtî - i efkâr’da ( fikir alış - verişinde ) bulunduk Onlardan her bir cemâat - Bizim hocamız İslâm’a daha fazl a insan yetiştirmişdir Bunun için zamânın müceddidi veyâ mehdî’si varsa o da bizim hocamızdır, başka bir kimse olamaz” diyor ve böylece çeşitli fikirler ve birbirine zıd iddiâlar ortaya çıkarak tefrîka meydana geliyor ” 17 “ İslâmda halîfe ta’yin etmenin büyük hıkmetlerinden biri de, Müslümân’ları bir araya getirip birleştirmekdir Bunun için bir zamanda iki halîfe ta’yin edilmesi câiz değildir ” 18 Bunun için Ehl - i sünnet ve’l - cemâat es âslarının, K ıyâmete kadar devam edeceğine işâret buyuran Rasûlü’ llâh sallâ’llâhü aleyhi ve sellem, aşağıdaki Hadîs - i şerîf’ lerinde şöyle buyurmuşdur : ْ م ُ ه َ ف َل ا َ خ ْ ن َ م ْ م ُ ه � ر ُ ض َي لآ ِّ ق َْ لْ ا َ ى ل َ ع َ ن يِ ر ِ ه ا َظ ِ ت � م ُا ْ ن ِ م ٌة َ ف ِ ئ ا َط ُ ل ا َ ز َ ت لآ “ Ümmetimden dâimâ hakk üzere gâlib ve zâhir, muhâliflerinden kendilerine zarar gelmez bir tâife , ( Ehl - i sünnet ve’l - cemâat yolunda olan Müslümân’lar, kıyâmet e kadar) hiç eksik olmayacaktır” 19  İslâm ve Müslümân düşmalarının a rzularını yerine getirmek İslâm ve Müslümân düşmalarının arzûlarını yerine getirmek de, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına aykırıdır ki bu hususa işâretle de şöyle buyurulmuşdur: 17 - Günümüz Mes’elelerine Fetvâ’lar, C 2 ss 251 Halil Günenç 18 - Aynı eser, C 2 ss 207 Halil Günenç 19 - Sahîh - i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - i Sarih Tercemesi, C 1 ss 78 Ahmed Naim İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 22 َ ل َ و َ ت ْ ن َ ى ض ْ ر ْ ن َ ع ْ ل ا َ ك ُ و ه َي � ن لا لآ َ و ُ د َ ا ص َ ى ر َ ّ ت َ ح َ ت � ت ِ ب � ل ِ م َ ع َ ت ْ م ُ ه ط “Ne Yahûdî’ler, ne Hıristiyan’lar, - Sen onların dînine (milletine) uyuncaya kadar - , senden (aslâ) hoşnûd olmaz (lar) " 20 َ ي ا َ ه � ي َ أ ا ا و ُ ذ ِ خ �ت َ ت َلا او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا َ ء ا َي ِ ل ْ و َ أ ى َ ر ا َ ص � ن لا َ و َ د و ُ ه َ ي ْل ا م ْ م ُ ه ُ ض ْ ع َ ب ُ ء ا َي ِ ل ْ و َ أ ٍ ض ْ ع َ ب ط ْ ن َ م َ و ْ م ُ� لِ َ و َ ت َ ي ِ م ْ ن ْ م ُ ك ْ م ُ ه ْ ن ِ م ُه � ن ِ إ َف ط َ م ْ و َ ق ْل ا ي ِ د ْ ه َ ي َلا َه ّل لا � ن ِ إ ين ِ م ِ ل ا� ظ لا “Ey îmân edenler, Yahûdî’leri de, Nasrânî’leri de kendinize yâr (ve üstünüze hâkim) tutmayın Onlar (ancak) birbirinin yâ rânıdırlar İçinizden kim onları dost (ve hâkim) edinirse o da onlardandır Şübhesiz A llâh o zâlimler gürûhuna muvaffakıyyet vermez ” 21 � ن َ د ِ ج َت َل ِ ل ً ة َ و ا َ د َ ع ِ س ا� ن لا � د َ ش َ أ � ل ا و ُن َ م آ َ ن يِ ذ َ د و ُ ه َ ي ْل ا َ و ا و ُ ك َ ر ْ ش َ أ َ ن يِ ذ � ل ا ج � ن َ د ِ ج َت َل َ و ْ م ُ ه َ ب َ ر ْ ق َ أ َ م ِ ل ً ة � د َ و َ ن يِ ذ � ل َ ن يِ ذ � ل ا او ُن َ م آ ا َ و ُل ا َق ى َ ر ا َ ص َن ا� ن ِ إ ط ْ م ُ ه ْ ن ِ م � ن َ أ ِ ب َ ك ِ ل َ ذ َ ن و ُِ بِ ْ ك َت ْ س َي َلا ْ م ُ ه � ن َ أ َ و ا ًن ا َب ْ ه ُ ر َ و َ ين ِ س ي ِّ س ِ ق “İnsanların, îmân edenlere düşmanlık bakımından, en şiddetlisi, and olsun ki, Yahûdî’lerle Allâh’a eş koşan (müşrik) l e r i bulacaksın Onların, îmân edenlere sevgisi bakımından, daha yakınını da, and olsun, - Biz Nasrânî’leriz - diyenleri bulacaksın Bunun sebebi şudur: Çünkü onların içinde keşişler (ilim ve ibâdetle meşkul olanlar), râhibler (âhiret korkusu ile dünyâyı erk edi p kendilerini manastırlara habs edenler) vardır Şübhe yok ki 20 - Bakara, 120 21 - Mâide, 51 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 23 onlar (hakkı i’tirâf konusunda o derecede) büyüklenmek istemezler” َ ء ا َي ِ ل ْ و َ أ ْ م ُ ك � و ُ د َ ع َ و ي ِّ و ُ د َ ع او ُ ذ ِ خ �ت َ ت َ لا او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا ا َ ه � ي َ أ ا َي ْ ن ِ إ ْ م ُ ك َل او ُن و ُ ك َي ْ م ُ ك و ُ ف َ ق ْ ث َ ي ً ء ا َ د ْ ع َ أ ْ م ُ ه َ ي ِ د ْي َ أ ْ م ُ ك ْ ي َل ِ إ او ُط ُ س ْ ب َ ي َ و ْ م ُ ه َ ت َن ِ س ْل َ أ َ و َ ن و ُ ر ُ ف ْ ك َت ْ و َل او � د َ و َ و ِ ء و � س لاِ ب ط Ey îmân edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız (olanlar) ı dostlar edinmeyin, (âdetlerini benimseyip tuzaklarına düşmeyin)… ” “Eğer onlar size bir tırnak tuttururlarsa, (sizi ele geçirir size istediklerini yaptırırlarsa, sahte dostlukları size bir fayda vermeyip) hepinizin düşmanları olacaklar ve ellerini, dillerini kötülükle size uzatacaklar (size söğüp sayacaklar, sizi per işan edip öldürmeye çalışacaklar) dır (Zâten) onlar, (ah bir dîninizden dönüp) kâfir olsanız (diye), temenni edib durmaktadırlar” 22 ُ لله ا ُ م ُ ه َ ن َ ع َل َ ن يِ ذ � ل ا َ ك ِ ئ َل ُ و ا ْ م ُ ه َ ر َا ص ْب َا َ ى م ْ ع َا َ و ْ م ُ ه � م َ ص َا َف “İşte bunlar, Allâh’ın kendilerini lânet lediği, bu yüzden kendilerini sağır ve gözlerini kör kıldığı kimselerdir” 23 ا ً م ْ و َ ق او � ل َ و َ ت َ ن يِ ذ � ل ا َ � ِ إ َ ر َ ت َْ لَ َ أ م ِ ه ْ ي َل َ ع ُه � ل لا َ ب ِ ض َ غ ط َ م ِ م م ُ ه ا ْ ن َ لا َ و ْ م ُ ك ْ م ُ ه ْ ن ِ م لا ِ ب ِ ذ َ ك ْل ا ى َل َ ع َ ن و ُ ف ِ ل َْ يُ َ و َ ن و ُ م َل ْ ع َ ي ْ م ُ ه َ و ا ًب ا َ ذ َ ع ْ م َُ لِ ُه � ل لا � د َ ع َ أ ا ً د يِ د َ ش ط “Allâh’ın kendilerine gazâb etdiği bir kavmi (Yahûdî’leri) dost edinenleri görmedin mi? Bunlar sizden (mü’minler’den) de değildir, onlardan (Yahûdî’lerden) de 22 - Mümtehıne, 1 - 2 23 - Muhammed, 23 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 24 değildir Bunlar, kendileri de bilib dururlarken , yalan yere (biz mü’miniz diye) yemîn ederler” “Allâh, onlar için çetin bir azâb hazırladı” 24 َ لا َ ء ا َي ِ ل ْ و َ أ َ ن يِ ر ِ ف ا َ ك ْل ا َ ن و ُن ِ م ْ ؤ ُ م ْل ا ِ ذ ِ خ �ت َ ي ْ ن ِ م َ ين ِ ن ِ م ْ ؤ ُ م ْل ا ِ ن ْ و ُ د ج ْ ن َ م َ و ْ ل َ ع ْ ف َ ي ْ ن َ أ � لا ِ إ ٍ ء ْ ي َ ش ِ فِ ِ ه ّل لا َ ن ِ م َ س ْ ي َل َ ف َ ك ِ ل َ ذ ْ م ُ ه ْ ن ِ م او ُ ق � ت َ ت ً ة ا َ ق ُ ت ط ُه ّل لا ُ م ُ ك ُ ر ِّ ذ َُ يُ َ و ُ ه َ س ْ ف َ ن ط ُ يْ ِ ص َ م ْل ا ِ ه ّل لا َ � ِ إ َ و “Mü’min’ler, Mü’min’leri bırakıb da kâfirleri dost edinmesin Kim bunu yaparsa artık (ona) Allâh’dan hiçbir şey’ (hiçbir yardım) yokdur Meğer ki onlardan, gelebilecek bir tehlikeden dolayı, (onların hâkim oldukları yerlerde bulunmak gibi bir sebeble) sakınmış olasınız (O takdirde kalbdeki îmâna zarar gelmemek şartıyle onlarla zâhiren ve muvakkaten dosluk yapabilirsiniz Onlarla ittifak yapmak gib i) Allâh size kendisinden korkmanızı emr ediyor Nihâyet gidiş de ancak Allâh’adır” 25    Allâhü Teâlâ’nın Demokratik, Lâik ve Özgür bir hayat yaşamak isteyen kullarını uyarışı Allâhü Teâlâ, Kur’ân - ı Kerîm’inde, � ن ِ ْ لْ ا ُ ت ْ ق َل َ خ ا َ م َ و ِ ن و ُ د ُب ْ ع َ ي ِ ل � لا ِ إ َ س ْن ِ لا ْا َ و “Ben cinleri de, insanları da (başka bir hıkmetle değil) ancak bana kulluk etsinler, (benim varlığımı ve birliğimi 24 - Mücâdile, 14 - 15 25 - Âl - i İmrân, 28 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 25 bilsinler, beni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak bana kulluk etsinler), diye yaratdım” 26 buyurarak halifelik vasfına namzet olarak yaratmış olduğu biz kullarına karşı olan sonsuz rahmetinin bir eseri olarak ; Demokratik, Lâik ve Özgü r bir hayat yaşamak isteyen kulları ile , îmân edip Müslüm ân olarak yaşamak isteyen kullarının dünyadaki ve âhiretteki hallerini, şu âyet - i kerîme’lerde apaçık bir şekilde ifâde buyurup gözlerimizin önüne sermektedir: ْ ر ُ ف ْ ك َي ْ ل َ ف َء ا َ ش ْ ن َ م َ و ْ ن ِ م ْ ؤ ُ ي ْ ل َ ف َء ا َ ش ْ ن َ م َف ْ م ُ ك ِّب َ ر ْ ن ِ م � ق َْ لْ ا ِ ل ُق َ و لا َ ا ا� ن ِ إ ا َن ْ د َت ْ ع ًا ر ا َن َ ين ِ م ِ ل ا� ظ لِ ل لا ا َ ه ُ ق ِ د ا َ ر ُ س ْ م ِ ِ بِ َ ط ا َ ح َا ط ُ و ثيِ غ َت ْ س َي ْ ن ِ إ َ و ٍ ء ا َ ِ بِ او َُ ا َغ ُ ي ا َ ه و ُ ج ُ و ْل ا ي ِ و ْ ش َي ِ ل ْ ه ُ م ْل ا َ ك ط ُ ب ا َ ر � ش لا َ س ْ ئ ِ ب ط ًا ق َ ف َ ت ْ ر ُ م ْ ت َء ا َ س َ و “ (Habîbim) de ki: Hakk olan şey’ (Kur’ân - ı Kerîm) Rabb’iniz tarafından gelen bir hakk’dır (gerçekleri bildiren bir Kitâb’dır) Artık dileyen kimse îmân etsin, (O’nun emir ve nehiy’lerini hakkıyle yerine getirsin ve O’nun ahlâkı ile ahlâklansın) Dileyen kimse de îmân etmesin, (küfür ve şirk yolunu tercih ederek O’nu kabullenmesin ve gösterdiği yoldan gitmesin) Biz de (küfür ve şirk yolunu tercih ederek ve ni’metlerimize nankörlük yaparak nefsine zulm eden) zâlimlere öyle bir ateş hazırladık ki (o ateşin) etrâfını saran dıvarları, kendilerini çepçevre kuşa tacakdır Onlar (orada, susuzlukdan) feryâd etdikce ve yardım istedikce (kaynamış ve) kalın bir mâyi’a (zeytin yağı tortusuna) benzeyen ve yüzleri yakıp kavuran bir su ile imdâd olunacaklardır O, ne fenâ içecekdir (Ve o ateş) ne kötü bir dayanakdır, (ne kötü yaşanılacak bir yerdir)” 27 26 - Zâriyât, 56 27 - Kehf, 29 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 26 ٍ ف ْ ر َ ح َ ى ل َ ع َلله ا ُ د ُب ْ ع َ ي ْ ن َ م ِ س � ا نلا َ ن ِ م َ و ج ٌ ر ْ ي َ خ ُه َب َا ص َا ْ ن ْإ َف ِ ن ِ ه ِ ب � ن َا َ م ْط ا ج ٌة َن ْ ت ِ ف ُه ْ ت َ ب َا ص َا ْ ن ِ إ َ و ِ ن ِ ه ِ ه ْ ج َ و َ ى ل َ ع َ ب َل َ ق ْ ن ا فق َ ة َ ر ِ خ ْ لآ ا َ و َا ي ْن � د لا َ ر ِ س َ خ ط ُ ين ِ ب ُ م ْل ا ُ ن َا ر ْ س ُْ لْ ا َ و ُ ه َ ك ِ ل َ ذ “İnsanlardan bir kısmı da vardır ki (cân - ü gönülden değil de işine gelen tarafından, bir kenarından, bir ucundan tutarak veyâ dil ucu ile müslümân olarak) Allâh’a ibâdet eder Eğer kendilerine bir hayır dokunursa ona yapışır, yatışır, (fit olur) Eğer bir fitne (bir şerr, bir zarar) isâbet ederse yüz üstü dönüverir (de irtidâd bile eder) (İşte bu şekilde Allâh’a kulluk eden bir kimse), dünyâ’da da, âhiret’de de hüsrâna uğramışdır Bu ise, ap - açık bir ziyandır, (ap - açık bir hüsrândır)” 28 Bunun için böyle lâik, domokratik, özgür bir İslâm anlayışına ve keyfî bir İslâm görüşüne sâhib olan kimseler, eğer azâb - ı ilâhî ’ye ehemmiyet verme den ona katlanmayı ve, ِ ة َ ر ِ ف ْ غ َ م ْل اِ ب َ ب ا َ ذ َ ع ْل ا َ و َ ى د ُْ لِ اِ ب َ ة َل لآ � ض لا ا ُ و َ ر َ ت ْ ش ا َ ن يِ ذ � ل ا َ ك ِ ئ َل و ُا ج ا َ م َف ِ ر ا� ن لا َ ى ل َ ع ْ م ُ ه َ ر َ ب ْ ص َا “Onlar, hidâyet’i bırakıp dalâlet’i, mağfiret’e bedel azâb’ı satın almış kimselerdir Onlar, ateşe karşı ne kadar da sabırlıdırlar (ne kadar da dayanaklıdırlar)” 29 âyet - i kerîme ’ler inde ifâde buyurulan Cehennem azâbına tahammül etmeyi akılları kesi yorsa, İslâm Dîni karşısında lâik, demokratik ve özgür bir görüşe sâhib olmakda, hakk ile bâtılı birbirine karıştırıp küfür, şirk ve nifâk içinde yaşamakda da bir beis yokdur 28 - Hacc, 11 29 - Bakara, 175 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 27 ُ و لِ م َ ع َ و او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا � ن ِ إ لآ ا� ن ِ إ ِ ت ا َِ لْ ا � ص لا ا ْ ن َ م َ ر ْ ج َا ُ ع يِ ض ُن ًلا َ م َ ع َ ن َ س ْ ح ا َ ر ِ و ا َ س َا ْ ن ِ م ا َ ه يِ ف َ ن ْ و � ل َُ يُ ُ ر ا َ ه ْ ن َلا ْا ُ م ِ ه ِ ت َْ تَ ْ ن ِ م ي ِ ر َْ تَ ٍ ن ْ د َ ع ُ ت ا� ن َ ج ْ م َُ لِ َ ك ِ ئ َل و ُا ً ا با َي ِ َ َ ن و ُ س َب ْ ل َ ي َ و ٍ ب َ ه َ ذ ْ ن ِ م َ و ٍ س ُ د ْ ن ُ س ْ ن ِ م ًا ر ْ ض ُ ح ا َ ه يِ ف َ ين ِ ئ ِ ك �ت ُ م ٍ قُ َ ر ْ ب َت ْ س ِ ا ِ ك ِ ئ ا َ ر َلا ْا َ ى ل َ ع ط َ م ْ ع ِ ن � ث لا ُ ب ا َ و ط َ ف َ ت ْ ر ُ م ْ ت َن ُ س َ ح َ و ًا ق “Îmân edib de güzel güzel amel (ve haraket) lerde bulunanlar (a gelince) : Biz, şübhe yok ki iyi amel ve hareket edenin (ni’metlerimize karşı nankörlük etmeyenin) mükâfâtını zâyi’ etmeyiz” “Onlar (işte böyledir) : Altınd an ırmaklar akar Adn Cennet’leri onlarındır Orada tahtlar üzerinde kurularak, orada altın bileziklerle bezenecekler İnce dibâ’dan (ipekden) , kalın dibâ’dan yeşil elbîseler giyecekler Ne güzel sevâb, ne güzel dayanak (ne güzel yaşanılacak bir yer)” 30 � ن ِ إ ِ ة �ي ِ َ بِ ْل ا ُ ر ْ ي َ خ ْ م ُ ه َ ك ِ ئ َل ْ و ُ أ ِ ت ا َِ لْ ا � ص لا او ُل ِ م َ ع َ و او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا َ د نِ ع ْ م ُ ه ُ ؤ ا َ ز َ ج ُ ر ا َ ه ْ ن َ ْ لْ ا ا َ ه ِ ت َْ تَ ن ِ م ي ِ ر َْ تَ ٍ ن ْ د َ ع ُ ت ا� ن َ ج ْ م ِ ِّ بِ َ ر َ ن يِ د ِ ل ا َ خ ا ً د َب َ أ ا َ ه يِ ف ط َ ر َ ي ِ ض ُ ه ْ ن َ ع او ُ ض َ ر َ و ْ م ُ ه ْ ن َ ع ُه � ل لا ط َ ر َ ي ِ ش َ خ ْ ن َ م ِ ل َ ك ِ ل َ ذ ُ ه �ب “Îmân edib de güzel güzel amel (ve hareket) de bulunanlar, hiç şübhesiz yaratılanların en hayırlısıdır” “Onların Rabb’leri nezdinde mükâfâtı altlarında ırmaklar akmakda olan Adn cennetleridir Hepsi de içlerinde ebedî, dâimî kalıcıdırlar Allâh bunlardan hoşnûd olmuşdur, bunlar da O’ndan hoşnûd olmuşlardır İşte bu (mutluluk), Rabb’inden korkanlara mahs usdur” 31 30 - Kehf, 30 - 31 31 - Beyyine, 7 - 8 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 28 ُ ل ْ و َ ق ْل ا َا ه ْ ي َل َ ع � ق ََ لْ َا ه يِ ف ا ُ و ق َ س َ ف َ ف َا ه يِ ف َ ر ْ ت ُ م َا ن ْ ر َ م َا ًة َي ْ ر َ ق َ ك ِ ل ْ ه ُ ن ْ ن َ أ َا ن ْ د َ ر َا ا َ ذ ِ إ َ و ٍ ح ُ و ن ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م ِ ن و ُ ر ُ ق ْل ا َ ن ِ م َا ن ْ ك َل ْ ه َا ْ م َ ك َ و ًا يْ ِ م ْ د َت َا ه َا ن ْ ر � م َ د َف ط "Biz bir memleketi helâk etmek istediğimiz vakit onun ni'met ve refahdan şımarmış elebaşılarına (ileri gelenlerine, Allâh'a, peygambere ve Kur'ân'a itâati) emr ederiz de onlar orada (bu emrimize rağmen) itâatden çıkarlar (Emirlerimizi dinlemiyerek isyanlarını, fısklarını artırırlar da kendi hevâ ve heveslerine uyarlar) Artık o (memlekete) karşı azâb hakk olmuşdur İşte biz onu kökünden mahv - ü helâk etmişizdir" "Nûh ( devrin) den sonra nice asırlar (halkını) helâk etdik (helâk ettiğimiz gibi) " 32 ِ س ُ ف ْ ن َلا ْا َ و ِ ل َا و ْ م َلا ْا َ ن ِ م ٍ ض ْ ق َ ن َ و ِ ع ُ و ْ لْ ا َ و ِ ف ْ و َْ لْ ا َ ن ِ م ٍ ء ْ ي َ ش ِ ب ْ م ُ ك � ن َ و ُل ْ ب َن َل َ و ِ ت َا ر َ م �ث لا َ و ط َ ن يِ ر ِ ب ا � ص لا ِ ر ِّ ش َب َ و لا “And olsun, sizi biraz korku, (biraz) açlık, (biraz da) mal, can ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihân edeceğiz Sabr edenlere (lûtf - ü keremim i) müjdele” 33 َ ن ُ و ع ِ ج ْ ر َ ي ْ م ُ ه � ل َ ع َل ِ َ بِ ْ ك َلْ ْا ِ ب َا ذ َ ع ْل ا َ ن ُ و د َنى ْ د َلْ ْا ِ ب َا ذ َ ع ْل ا َ ن ِ م ْ م ُ ه � ن َ ق يِ ذ ُن َل َ و "Biz, o en büyük azâbdan (âhiret azâbından) ön ce de onlara mutlakâ yakın azâbdan (katl, esâret, kuraklık, kıtlık, salgın hastalıklar gibi dünyevî azâblardan) tatdıracağız Tâki ric'at etsinler (Küfür, şirk ve nifakdan îmâna dönüp tevbe etsinler diye) " 34    32 - İsrâ', 16 - 17 33 - Bakara, 155 34 - Secde, 21 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 29 Allâhü Teâlâ’nın Rasûlü’llâh aleyhi’s - selâm ’ı uyarışı ve i kinci vahiy Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem , Hirâ’ dağındaki mağaradaki ilk vahiyden üç sene kadar sonra bir gün yolda gide rken yükseklerden bir ses işitir Başını kaldırıp baktığı zaman , e vvelce Hırâ' d ağındaki mağarada gördüğü Meleği - gök ile yer arasında bir kürsîye oturmuş bir hâlde - görü r Yine korkup titreyerek hemen evine gelip yatar ve üstünü örtdürür O, bu hâlde sâkinleşmeye çalışırken Cebrâîl aleyhi's - selâm gelip O'na görünür ve ikinci vahyi ge ti rerek şu âyet - i kerîme ’ leri okur: َ ا ا َي ُ ر ِّ َ � د ُ م ْل ا ا َ ه � ي لا ْ ر ِ ذ ْن َا َف ْ م ُق لا ْ ر ِّ ب َ ك َف َ ك �ب َ ر َ و لا ْ ر ِّ ه َط َف َ ك َب ا َي ِ َ َ و لا َ ز ْ ج � ر لا َ و ْ ر ُ ج ْ ه ا َف لا "Ey (örtüsüne) bürünüp sarınarak ( kendi istirahatini düşünüp yatan Habîbim) Kalk, artık ( kendi istirahatini düşünüp yatmanın zamânı değil; halifelik vasfına sâhip kullarım, gaflet ve dalâlet içerisinde ömür tüketip duruyor Onlara benim azâbımı haber ver, inananları ve inanmayanları benim azâb ım ile) korkut, Rabb'ini büyük tanı Ve elbîseleri ni temizle Azâba sebeb olacak günahlardan da artık uzak ol" 35 Bu suretle bu âyet - i kerîme’leri vahy - i metluvv 36 ile alan Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem , artık 35 - Müddessir, 1 - 5 36 - Kur'ân - ı Kerîm, Cibrîl - i Emîn vâsıtası ile Hazreti Mehammed aleyhi's - selâm' a - hem lâfzı, hem de ma'nâsı ile birlikde - teblîğ ve tilâvet edilmiş bir vahy - i ilâhî'dir ki buna "Vahy - i Metluvv" denir İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 30 Rasûlü'llâh ( Allâh'ın Rasûlü ) olduğunu anlamışdı Büyük ve büyük olduğu kadar da çok zor ve eşsiz vazîfesi başlamışdı Peygamberliğini îlân etmesi kendisine emr olunmuşdu Bunda hiç bir şübhesi kalmamışdı Bunun için Allâhü Teâlâ Hazretleri ’ nin ilâhî emrini yerine getirecek, bütün beşeriyyet târihini başdan başa değiştirip insanlara yeni bir istikâmet gösterecekdi Çünkü âhir zaman peygamberinin, İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı, (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni) şânına lâyık bir şekilde yüceltip yayma zamânı gelmişti    Allâhü Teâlâ’nın İslâm âlimlerini uyarışı Hazreti Muhammed sallâ’llâhü aleyhi ve sellem ’in şahsında, b u âyet - i kerîme’ler ile ifâde buyurulan Emr - i ilâhî’ler, aynı zamanda, “Ben Yüce Rabb’imin var olduğuna, bir olduğuna, noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf bulunduğuna inanan Müttekî bir Müslümanım” diyebilen halifelik vasfına sâhib her İslâm âlimine de şâmildir Bunun için, َ ا ْ ن ِ م � ق َْ لْ َ ر ْ ن ُ ك َت َلا َف َ ك ِّب ِ م َ ن َ ن يِ َ ت ْ م ُ م ْل ا “ (Bu) Hakk (ve hakikat ler ) Rabb’inden (gelen gerçek ler ) dir Öyle ise (vazifeni gereği yap ve) şüphecilerden olma” 37 Sünnet'ler ( Hadîs'ler ) ise, Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm 'ın kalbine Allâhü Teâlâ tarafından - yalnız ma'nâ olarak - ilham edilen şey'lerdir ki bunlara da "Vahy - i Gayr - i Metluvv" denir 37 - Âl - i İmrân, 60 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 31 ْ ر ُ ك ْذ ا َ و َ ر َ ك �ب ِّ و ُ د ُغ ْل اِ ب ِ ل ْ و َ ق ْل ا َ ن ِ م ِ ر ْ ه َْ لْ ا َ ن و ُ د َ و ًة َ ف ي ِ خ َ و ًا ع � ر َ ض َت َ ك ِ س ْ ف َ ن ِ فِ ْ لآ ا َ و ْ ن ُ ك َت َلا َ و ِ ل ا َ ص ِ م َ ين ِ ل ِ ف ا َغ ْل ا َ ن “Rabb’ini, içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an (O’nun emirlerini yerine getirerek görevini yap) ve ğ âfillerden olma” 38 âyet - i kerîme’lerinin ışığında, üzerimizdeki şübhe ve ğaflet küllerini silkerek Emr - i ilâhî ’ lerin gereğini yerine getirmeye çalışalım Büyük bir ni’ met - i ilâhî olarak bizlere tevdî’ edilen Teblîğ görevimizi, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına göre, hiçbir kimseden çekinmeden ve hiçbir şey’den korkmadan önce kendi nefislerimize, sonra da İs lâmî hakikatleri göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle getirilen muhataplarımıza yapmaya çalışalım ki “Bildiğini söylemeyenden daha zâlim kim vardır” hitabının sorumluluğundan kurtulalım İ çinde yaşadığımız şu zamânda, Müslümân olduğunu söyleyen bir çok kimseler, Allâh’a, Peygamber’e, Kur’ân’a ve İslâm Dîni esâslarına inanıp onun etrâfınd a toplandıklarını iddiâ ediyorlar Fakat i’tikâd’da, amel’de, ahlâk’da veyâ muâmelât’da, Ehl - i sünnet yolundan ayrıldıkların ın farkında olmuyor lar, olsalar bile ondan vaz geçmiyorlar Hattâ bilerek veyâ bilmeyerek İslâm Dîni’nin bir kısım esâslarını, kendi hevâ ve heveslerine göre te’vîl ve tefsîr etmeye, zamânın îcâblarına uydurmaya çalışıyorlar Bu halleri ile de ta’kîb etdikleri yolun doğru olduğuna inanarak - k üfür yolunda değilse bile - bid’at, fesâd, zulüm ve nifâk yo llarında yürüdüklerini bilmiyorlar İslâm, bunları, bid’at, fesâd, zulüm 38 - A’râf, 205 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 32 ve nifâk ehli olarak vasıflandırır ki bu kötü netîce, İslâm’ın en büyük düşmanı olan dînî cehâletin ve bilgisizliğin bir eseridir Ne yazık dır ki bu günün Türkiye’sindeki - hattâ İslâm âlemindeki - Müslümân’ların bir çoğu, - kökü içeride veyâ dışarıda olan ve İslâm dışı bir gâyeye hizmet eden maksatlı veyâ maksatsız kişiler tarafından - bu fesâd, nifâk, zulüm ve bid’a t yollarına saptırılmış ve hakîkî İslâm esâslarından koparılmaya çalışılmışdır Böyle kimseleri kurtarıp hakîkî İslâm yoluna yöneltmeye çalışmak ise, her akl - ı selim sâhibi İslâm âlimi ’nin en başta gelen görevlerindendir Allâhü Teâlâ’nın ve Rasûl’ün ün istediği hakk yolda yürüyerek müttekîler gurûbundan olmayı arzu eden Müslümân’ları - özellikle Müslümân Türk’leri - , bu hakk yoldan çevirip hüsran ve iflâsa sürüklemek sûretiyle yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar, muhtelif isim ve sıfatlar altında, yıllar ca hattâ asırlarca süren çalışmalarının mühim bir netîce vermediğini görünce, son çâreyi , 39 39 - Burada, “Özellikle Müslüman Türkler” ifâdesinin kullanılması, ba’zı müfessirlere göre, Müslüman Türkler’in inkirâzının, kıyâmet alâmetlerinden olmasındandır Çünkü, Kur’ân - ı Kerîm’de ifâde buyurulduğuna göre, Zü’l - karneyn’in , delinmesi ve aşılması mümkün olmayan bir sedd , - Dîn - i Tevhîd Seddi - yapmış olması ve Cenâb - ı Hakk’ın va’di tahakkuk edince bu Dîn - i Tevhîd Seddi ’nin yıkılması, - Ye'cûc ve Me'cûc denilen iki fitne ve fesad topluluğunun çıkmasına ve tüm insanları eşi görülmedik felâketlere sürüklemesine sebeb olacağından - Kıyâmet'in on büyük alâmetinden birisidir Bunun için tefsîr kitâblarında şöyle denilmişdir: "Aşılması ve delinmesi mümkün olmayan bu sedd hakkında bir çok rivâyet ve eser varsa da bunların hiç birisi Kur'ân'da ifâde buyurulan vasıflara uymuyor Allâhü a'lem, Kur'ân - ı Kerîm'in haber verdiğ bu sedd, Zü'l - karneyn 'den, onun yapılmasını isteyen kavmin, bu sâyede gerek ferd olarak gerekse toplum olarak sâhip olmak istedikleri maddî ve ma'nevî bir kuvvet ve kudret olsa gerektir ki böyle bir sedd, onların demir kütleleri gibi kuvvetli ve kudretli olan unsurlarına ( kalblerine ) akıtılan rabbânî bir feyz ile teşekkül etmiş olan ma d dî ve ma'nevî bir sedd demek olur" İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 33 “İslâm Dîni’ni ortadan kaldırmak mümkün değildir Mensûbu olan Müslüman’ları da dîninden döndürmek mümkün değildir Ancak Avrupa kânunlarına İslâmî bir kılıf giydirerek onları yanlış yollara sevk edip tefrikaya ve bizim yolumuza sürükleyebiliriz ” diyerek a - İslâm’ın içinde İslâm’ı yıkmakda, b - İslâm’ın usûl ve metotlarını kullanmak sûretiyle İslâm’ı bozup me nsublarını bid’at, fesâd, nifâk, tefrîka ve şirk yollarına saptırmakda, bulmuşlardır ki Ortadoğu projesi ’ nin ana temelini teşkil eden Ilımlı İslâmiyet, Demokrati k İslâmiyet, PKK , IŞİD, DAİŞ, "Eğer bu kavim, müfessirlerin nakl ettikleri gibi Türk kavmi ise, burada Zü'l - karneyn'e kuvvetle yardım eden Türk'lerin mazîde yer yüzünü fitne ve fesaddan kurtarmak için yaptıkları hizmetlerin ehemmiyyetine işâret edilmiş olduğu gibi, Hazreti Muhamme d aleyhi' - selâm 'ın Bi'set'inden ( Peygamber olarak gönderilmesinden ) sonra İslâm'a yapacakları hizmetlere de işâret edilmiş olur Bunun için Türk'lerin inkirâzı, Ye'cûc ve, Me'cûc seddinin yıkılması ve nizâm - ı âlemin fesâdı demek olacakdır ki böyle büyük bi r felâketin vukûu eşrât - ı saat ’ dendir" Bunun için böyle bir hal vukûu zamanında, Müslüman Türk ’ler olarak, Tevhîd Dîni inancı' nı ve ,, ْ م ِ ه ِ س ُ ف ْ ن َا ِ ب َا م ا ُ و ِّ يْ َغ ُ ي � ت َ ح ٍ م ْ و َ ق ِ ب َا م ُ ر ِّ ي َغ ُ ي لآ َ لله ا � ن ِ ا ط ُه َل � د َ ر َ م لآ َف ًا ء ُ و س ٍ م ْ و َ ق ِ ب ُ لله ا َ د َا ر َا َا ذ ِ ا َ و ج Bir Toplum, özlerindeki (güzel hal ve ahlâkı) değiştirip bozuncaya kadar Allâh şübhesiz ki onun (hâlini) değiştirip bozmaz Allâh bir toplumun da fenâlığını (azâbını) diledi mi artık onun reddine hiç bir (çâre) yokdur (Ra’d, 11) âyet - i kerîme’sinde ifâde buyurulan özümüzdeki güzel hâl ve ahlâkı bozmuş olacağımızdan - Allâh korusun - helâkımız kaçınılmaz bir netîce olur Bunun netîcesi olarak da böyle bir Türk seddinin ( böyle bir denge unsurunun ) yıkılması; fitne, fesâd, anarşi, terör, zulüm, fuhuş, ahlaksızlık ve dehşetin kaynağı olan Ye'cûc ve Me'cûc topluluğunun, dünyânın her tarafında pervâsızca at oynatır hâle gelmesi demek olacağından, tüm insanların felâketine sebeb olur ki bu da kıyâmetin büyük alâmetlerindendir Târih boyunca İslâm'a ve İslâmî ilimlerin yayılmasına hizmet eden Müslümân'ların ekseriyyetinin Türk asıllı olmala rı da bunun başka bir kanıtıdır Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr,C 5 ss 3291 Elmalılı M Hamdi Yazır S B M Tecr'id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 98 Kamil Miras İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 34 PYD, YPG gib nifak ve fesâd kuruluşları ve bunların iki yüzlü mel’un destekçileri , bunun ap - açık birer delîlidir Bu husus, ş u âyet - i kerîme ’de , en açık ve en bâriz bir şekilde ifâde buyurulmuşdur: ِ ب ْ ل َ ي ِ ل َ و ْ م ُ ه و ُ د ْ ر ُ ي ِ ل ْ م ُ ه ُ ؤ ا َ ك َ ر ُ ش ْ م ِ ه ِ د لآ ْ و َا َ ل ْ ت َ ق َ ين ِ ك ِ ر ْ ش ُ م ْل ا َ ن ِ م ٍ يْ ِ ث َ ك ِ ل َ ن �ي َ ز َ ك ِ ل َ ذ َ ك َ و ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع او ُ س ْ م ُ ه َ ن ي ِ د ط ْ و َل َ و ُ و ل َ ع َ ف ا َ م ُ لله ا َء ا َ ش َ ن و ُ ر َ ت ْ ف َ ي ا َ م َ و ْ م ُ ه ْ ر َ ذ َف ُه “Onların (hem fikir olan) ortakları, ( ya’nî gerek cin ve gerekse insan şeytanlarının telkin etdikleri bâtıl şey’leri Allâh’a ortak koşup hakk yoldan saparak nefsânî arzûlarına uyan ve doğru bir şey’ imiş gibi ona hizmet etmeyi gâye edinen müşrikler , hakk yolda oldukları halde kendileri gibi şirk’e saptırdıkları) müşrik’lerden çoğuna, - ( ْ م ُ ه و ُ د ْ ر ُ ي ِ ل : hem onları helâke düşürmek, - ( ِ ب ْ ل َ ي ِ ل َ و ْ م ُ ه َ ن ي ِ د ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع او ُ س : hem de kendilerine karşı dinlerini karma karışık edip bozmak için, ( ْ م ِ ه ِ د لآ ْ و َا َ ل ْ ت َ ق : evlâtlarını öldürmeyi ( ya’nî doğru yoldan saptırıp dalâlet yollarına götürmeyi ; hakikatleri göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle getirmeyi ) , iyi ve güzel (bir şey’ imiş gibi, medenî bir davranış gibi) gösterdi ( ler ve onları dalâlet yollarına saptırmayı doğru ve güzel bir davranış gibi telkin etdi ler ) Allâh dileseydi, bunu yapamazlardı O halde onları, uydurdukları (o iftirâları) ile baş başa bırak” 40 Bu âyet - i kerîme’de ifâde buyurulduğu gibi, fitne, fesâd , tefrika ve terör erbâbının birinci işi , Müslümân’ların dîni’nin saf ve temiz hâlini bozup içi nden çıkılmaz bir hâle getirmek; 40 - En’âm, 137 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 35 ikinci işi de , İslâm Dîni mensublarını - bi’l - hâssa genç Müslümân’ları - bid’at, fesâd, nifâk, tefrîka ve şirk yollarına saptırarak hakîkatleri göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle geti rmekdir ki böyle bir öldürme, َ ن و ُع ِ ج ْ ر َ ي لآ ْ م ُ ه َ ف ٌ ي ْ م ُ ع ٌ م ْ ك ُب ٌّ م ُ ص “ (Onlar), bir sürü sağırlar, bir sürü dilsizler, bir sürü körlerdir Artık (Hakk’a) dönmezler” 41 âyet - i kerîmesinin ifâdesine göre, dünyevî ve uhrevî her türlü felâketin başlangıcıdır İçinde yaşadığımız b öyle bir halden kurtuluşun tek çâresi ise , hem kendilerine , hem de diğer Müslümân’lara karşı zulümkâr olan bu insanlara meyl etmemek, on lara karşı uyanık olmak ve İslâm’ı, doğru bi r şekilde öğrenip amel etmekdir ki bu da ancak İslâm Dîni’ni, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına göre öğrenip yaşamaya ve yaşatmaya çalışmakla mümkündür İşte bunun için, İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni ), şânına lâyık bir şekilde yüceltip yaymaya çalışacak Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyacımız vardır    İslâm ve Müslüman düşmanlarının çalışma şekilleri Ge nçlerimizi doğru yold an saptırıp dalâletde bırakmayı; İslâmî hakîkatleri göremez, işitem ez ve anlayamaz bir hâle 41 - Bakara, 18 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 36 getirip helâke düşürmeyi , bir ma’rifet sanan içimizdeki ve dışımızdaki akıl ve îmân fukarâsı İslâm ve Müslüman düşmanları nın çalışma şekilleri, daha önce geçmiş olan şu âyet - i kerîme’de ve benzerlerin de açıkça ifâde buyurulduğuna göre, gözümüzü dört açıp böyle mel’un kimselerin tuzaklarına düşmemek lâzımdır Aksi taktirde Huzûr - u ilâhî’deki Mahkeme - i kübrâ ’da , ma’zeretimiz k abûl edilmez َ ء ا َي ِ ل ْ و َ أ ْ م ُ ك � و ُ د َ ع َ و ي ِّ و ُ د َ ع او ُ ذ ِ خ �ت َ ت َ لا او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا ا َ ه � ي َ أ ا َي ْ ن ِ إ ْ م ُ ك و ُ ف َ ق ْ ث َ ي ً ء ا َ د ْ ع َ أ ْ م ُ ك َل او ُن و ُ ك َي ْ م ُ ه َ ي ِ د ْي َ أ ْ م ُ ك ْ ي َل ِ إ او ُط ُ س ْ ب َ ي َ و ْ م ُ ه َ ت َن ِ س ْل َ أ َ و ْ و َل او � د َ و َ و ِ ء و � س لاِ ب َ ن و ُ ر ُ ف ْ ك َت Ey îmân edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız (olanlar) ı dostlar edinmeyin, (âdetlerini benimseyip tuzaklarına düşmeyin) ” “Eğer onlar size bir tırnak tuttururlarsa , (sizi ele geçirir size istediklerini yaptırırlarsa, sahte dostlukları size bir fayda vermeyip) hepinizin düşmanları olacaklar ve ellerini, dillerini kötülükle size uzatacaklardır (Zâten) onlar , (ah bir dîninizden dönüp) kâfir olsanız (diye) , temenni edib durmaktadırlar” 42 َ ا ك َ ر ُ ش ْ م ِ ه ِ د لآ ْ و َا َ ل ْ ت َ ق َ ين ِ ك ِ ر ْ ش ُ م ْل ا َ ن ِ م ٍ يْ ِ ث َ ك ِ ل َ ن �ي َ ز َ ك ِ ل َ ذ َ ك َ و ُ ؤ ْ م ُ ه و ُ د ْ ر ُ ي ِ ل ْ م ُ ه ْ م ُ ه َ ن ي ِ د ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع او ُ س ِ ب ْ ل َ ي ِ ل َ و ط ْ و َل َ و ُ و ل َ ع َ ف ا َ م ُ لله ا َء ا َ ش َ ن و ُ ر َ ت ْ ف َ ي ا َ م َ و ْ م ُ ه ْ ر َ ذ َف ُه “Böylece onların (hem fikir olan) ortakları, hakk yolda oldukları halde kend ileri gibi şirk’e saptırdıkları müşrik’lerden çoğuna , - ( ْ م ُ ه و ُ د ْ ر ُ ي ِ ل : hem onları helâke düşürmek, 42 - Mümtehıne, 1 - 2 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 37 - ( ِ ب ْ ل َ ي ِ ل َ و ْ م ُ ه َ ن ي ِ د ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع او ُ س : hem de kendilerine karşı dinlerini karma karışık edip bozmak için, ( ْ م ِ ه ِ د لآ ْ و َا َ ل ْ ت َ ق : evlâtlarını öldürmeyi ( ya’nî doğru yoldan saptırıp dalâlet yollarına götürmeyi ; hakikatleri göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle getirmeyi ) , iyi ve güzel (bir şey’ imiş gibi, medenî bir davranış gibi) gösterdi ( ler ve onları dalâlet yollarına saptırmayı doğru ve güzel bir davranış gibi telkin etdi ler ) Allâh dileseydi, bunu yapamazlardı O halde onları, uydurdukları (o iftirâları) ile baş başa bırak” 43 Evet, Fâs ıklar, zâlimler, kâfirler, münâfıklar ve müşrikler istemese de, hukmü kıyâmete kadar devâm edecek olan Kur'ân - ı Kerîm'in bu âyet - i kerîmesinde zikri geçen " Katl: Öldürme " lâfzı, - Fıkıh Usûlü ilmi ’ ndeki lâfız kurallarına göre - hakîkat olarak alınırsa, maddî benliği yok etme (öldürme) ma'nâsı anlaşılır Bu manâya göre, Câhiliyye devrinde olduğu gibi, "İns ve cin şeytanları, müşriklerin çoğunu n , akıllarını, fikirlerini, duygularını, bir takım kuruntular ile ifsâd etdiler Onlara , fakirlik korkusu ile yetişmiş çocuklarını öldürmeyi, putlara kurban etmeyi, kızlarını diri diri mezara gömmeyi, iskât - ı cenîn etmeyi, bu sûretle de kendi nesillerini kendilerine kırdırmayı, bir iktisâd, bir akıl, bir nâmûs ve bir dîn işi gibi iyi bir şey ' olarak telkîn etdiler ve bunu da ( yukarıda ifâde edilen ) iki maksad için ( hem 43 - En’âm, 137 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 38 onları helâke düşürmek, hem de kendilerine karşı dinlerini karma karışık edip bozmak için ) , yaptılar 44 " ve z amânımızda yapıldığı gibi n üfus plânlaması, doğum kontrolü, kürtaj gibi şekiller ile de kendi nes i llerini kendiler i hel âk ettiler , ma'nâsı anlaşılır 45 Mecâz olarak alınırsa, ma'nevî benliği yok etme (öldürme) ma'nâsı a nlaşılır ki bu ma'nâya göre de, İns ve cin şeytanları , aşağıdaki âyet - i kerîme’ ler de ifâde buyurulduğu gibi, binbir türlü hîle ve desîse ile, akla hayâle gelmedik baskılar ile , hakk yolda oldukları halde kend ileri gibi şirk’e saptırdıkları müşrik’lerden çoğunun , "Beyinlerini yıkayarak hakk yoldan döndürüp ken di çocuklarını, kendi nesillerini helâke götürmeyi, onları Sırat - ı müstekîm ’den, İslâm yolundan uzaklaştırmayı, boş ve faydasız şeyler ile meşkul edip hakîkatleri, göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle getirmeyi, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için iy i bir şey' imiş gibi telkîn etdiler ve bunu da iki şey' için , - ( ْ م ُ ه و ُ د ْ ر ُ ي ِ ل : hem onları helâke düşürmek, 44 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr, C 3 ss 2063 Elmalılı M Hamdi Yazır 45 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr, C 3 ss 2063 Elmalılı M Hamdi Yazır Bu husûsu, büyük insan Hazreti Ömer radıye'llâhü anh şöyle anlatır: Câhiliyyet devrinde iken yaptığımız iki iş vardı ki onlar hatırıma geldikce birine ağlar, diğerine gül erim Beni ağlatan o acı hâtıra şudur: Kız evlâtlarımızı diri diri toprağa gömerdik Hiç bir şey'den haberi olmayan o ma'sum yavrulara hangi yürekle bu fecî cinâyeti işlerdik, bilmem Onu hatırladıkca yüreğim yanar, ciğerim parçalanır, ağlarım B eni gülmeye sevk eden gülünç şey' de şudur: Câhiliyyet devrinde evlerimizde putlarımız bulunurdu Bir sefere çıkacağımız zaman yanımızda bulunmak üzere undan, helvadan o putların bir sûretini yapardık Yolculuğumuz esnâsında onlara tapardık Sonra yolda aç kalınca o undan, helvadan yaptığımız putları yerdik Biraz önce taptığımız putu mîdemize indirirdik Bundan daha gülünç bir şey' var mıdır? Bunu hatırladıkca da ne kadar akılsızca işler yaptığımıza gülmekden kendimi alamam İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 39 - ( ِ ب ْ ل َ ي ِ ل َ و ْ م ُ ه َ ن ي ِ د ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع او ُ س : hem de kendilerine karşı dinlerini karma karışık edip bozmak için, (içinden çıkılmaz bir hâle getirmek için ), yaptılar " ma'nâsı anlaşılır ki bu şekilde bir öldürme, maddî varlıklarını öldürmeden daha şedîddir Çünkü birinci şekilde öldürülen evlatların cennetlik olma durumları vardır İkinci şekilde öldürülen (hakîkatleri göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle getirilip şuursuz bir şekilde körü körüne İslâm düşmanlığı yapan, ins ve cin şeytanlarının istediği bir nesil hâline getirilen) evlâtların ise, - son nefeslerine kadar hakk yola yönelip Fıtrî îmân ’larını yenileyip Kesbî îmân sâhibi olarak kendilerini kurtaramazlarsa - ebedî olarak cehennemlik olma durumu vardır İçinde yaşadığımız bu zamanda ise, her iki şekli de, her zaman ve her yerde, muhtelif şekillerde görmek mükündür Bize düşen görev ise, İslâmî hakîkatleri, yapabi ldiğimiz kadar teblîğ edip gözler önüne sermek ; hem kendimizi , hem de çocuklarımızı koruyup küfür, ş irk, nifâk ve fesâd erbabının aşağıdaki âyet - i kerîme’lerde ifâde buyurulan mel’un fikir emellerine âlet olup onların tuzaklarına düşürmemeye çalışmakdır َ و ْ م َُ لِ َ ل يِ ق ا َ ذ ِ إ ِ ض ْ ر َلْ ا ِ فِ ْا و ُ د ِ س ْ ف ُ ت َلا لا َ ن و ُ ح ِ ل ْ ص ُ م ُ ن َْ نَ ا َ � نَّ ِ إ ْا و ُل ا َق َأ َ لا ُ م ُ ه ْ م ُ ه � ن ِ إ َ ن و ُ ر ُ ع ْ ش َي � لا ن ِ ك َ ل َ و َ ن و ُ د ِ س ْ ف ُ م ْل ا َا م َ ك ُ ن ِ م ْ ؤ ُ ن َأ ا ُ و ل َا ق ُ س � ا نلا َ ن َ م آ َا م َ ك ا ُ و نِ م آ ْ م َُ لِ َ ل يِ ق َا ذ ِ إ َ و ُء ا َ ه َ ف � س لا َ ن َ م آ ط َ ن ُ و م َل ْ ع َ ي لآ ْ ن ِ ك َل َ و ُء َا ه َ ف � س لا ُ م ُ ه ْ م ُ ه � ن ِ إ لآ َا “ (Fitne yi, fesâdı , nifâkı durmadan körükleyen kimselerin) kendilerine, - Yer (yüzün) de fesâd yapmayın - denildiği zaman, - Biz ancak islâh edicileriz - derler” İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 4 0 “Gözünü aç Onlar muhakkak ki fesâd’cıların ta kendileridir Fakat farkında değildirler” “Onlara, insanların îmân etdiği gibi siz de îmân edin denildiği vakit, - Biz de o beyinsizlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) inandığı gibi mi inanacağız - derler Dikkât et ki (asıl) beyinsizler hiç şübhesiz kendileridir Fakat bilmazler” 46 َ و ُ ن ن َل او ُ ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا َ ل ا َق َ لا َ و ِ ن آ ْ ر ُ ق ْل ا ا َ ذ َِ بِ َ ن ِ م ْ ؤ ِ ذ ِ إ ى َ ر َ ت ْ و َل َ و ِ ه ْي َ د َي َْ ين َ ب ي ِ ذ � ل اِ ب َ د نِ ع َ ن و ُف و ُق ْ و َ م َ ن و ُ م ِ ل ا� ظ لا ُ ع ِ ج ْ ر َ ي ْ م ِ ِّ بِ َ ر ُ ل و ُ ق َ ي َ ل ْ و َ ق ْل ا ٍ ض ْ ع َ ب َ � ِ إ ْ م ُ ه ُ ض ْ ع َ ب َ ن يِ ذ � ل ا َ لا ْ و َل او ُ ر َ ب ْ ك َت ْ س ا َ ن يِ ذ � ل ِ ل او ُ ف ِ ع ْ ض ُت ْ س ا َ ين ِ ن ِ م ْ ؤ ُ م ا� ن ُ ك َل ْ م ُت نَ أ َ ن يِ ذ � ل ا َ ل ا َق ْ م ُ ك ا َن ْ د َ د َ ص ُ ن َْ نَ َ أ او ُ ف ِ ع ْ ض ُت ْ س ا َ ن يِ ذ � ل ِ ل او ُ ر َ ب ْ ك َت ْ س ا َ ء ا َ ج ْ ذ ِ إ َ د ْ ع َ ب ى َ د ُْ لِ ا ِ ن َ ع م ُ ك ْ � مّ م ُت ن ُ ك ْ ل َب َ ين ِ م ِ ر َ ن يِ ذ � ل ا َ ل ا َق َ و او ُ ر َ ب ْ ك َت ْ س ا َ ن يِ ذ � ل ِ ل او ُ ف ِ ع ْ ض ُت ْ س ا ِ ل ْ ي � ل لا ُ ر ْ ك َ م ْ ل َب ِ ر ا َ ه � ن لا َ و ْ ذ ِ إ ا ً د ا َ د نَ أ ُه َل َ ل َ ع َْ نَ َ و ِ ه � ل لاِ ب َ ر ُ ف ْ ك � ن ن َ أ ا َن َ ن و ُ ر ُ م ْ أ َت ط َ ة َ م ا َ د � ن لا او � ر َ س َ أ َ و ا � م َل َ ب ا َ ذ َ ع ْل ا ا ُ و َ أ َ ر ط ْ ا ا َن ْ ل َ ع َ ج َ و َ لا ْ غ َلْ ِ فِ َ ل ا و ُ ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا ِ قُ ا َن ْ ع َ أ ط � لا ِ إ َ ن ْ و َ ز ُْ يُ ْ ل َ ه َ ن و ُل َ م ْ ع َ ي او ُن ا َ ك ا َ م “O küfr eden (beyinsizler) ler , (Deccâl’ler, Tâğut’lar, Mücrim’ler ve bâtıl fikirleri ile büyüklük taslayanlar) : - Biz ne bu Kur’ân’a, ne de ondan öncekilere aslâ inanmayız - dedi (ler) O zâlimler Rabb’lerinin dîvânında mevkûf dururlarken, sözü (kabahati ) birbirine evirib çevirir (lerken, içlerinde) zaif sayılanlar (idâre edilenler) , o büyüklük taslayanlara (idâre edenlere) : - Siz olmasaydınız muhakkak ki biz mü’minler (den) olmuşduk - derler (ken) sen (onların hâlini) bir görmelisin” 46 - Bakara, 11 - 12 - 13 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 41 “Büyüklük taslayanlar zaif sayılanlara (Deccâl’ler, Tâğut’lar, Mücrim’ler ve bâtıl fikirleri ile büyüklük taslayanlar idâre ettikleri kimsel ere), - Size hidâyet geldiği zaman biz mi sizi ondan çevirdik? Hayır, siz kendiniz suçlu idiniz - der (ler) ” “Zaif sayılanlar da büyüklük taslayanlara: - Hayır, gece gündüz (işiniz) hilekârlık idi Çünkü siz bize hep Allâh’a küfr etmemizi, O’na ortaklar tanımamızı emr ediyordunuz - derler Azâbı görünce de hepsi pişmanlıklarını içlerine atarlar (da suçlu olduklarını i’tiraf edemezler) Biz de o küfr edenlerin (İdâre edenler ile edilenlerin) boyunlarına (ateş) tomrukları (nı) takarız (Böylece) onlar, ancak yapmakta oldukları günahları yüzünden cezâlandırılırlar” 47 âyet - i kerîme ’ ler inin ifâdesine göre , binbir türlü hîle ve desiseyi bir ma’rifet sayan o beyinsizler , idâre edenler ile id âre edilen kâfirler şöyle derler: لآ او ُ ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا َ ل َا ق َ و َ ن ُ و بِ ل ْ غ َ ت ْ م ُ ك � ل َ ع َل ِ ه يِ ف ا ْ و َغ ْل ا َ و ِ ن آ ْ ر ُ ق ْل ا َا ذ َ ه ِ ل ا ُ و ع َ م ْ س َت “Küfr eden (beyinsiz ) ler şöyle dediler: Sakın ş u Kur’ân’ı dinlemeyin, o okundukça gürültü yapın, belki bastırır galebe edersiniz ( belki onun anlatılmasına, öğretilmesine ve anlaşılmasına mâni' olursunuz ) ” 48 َ ين ِ م ِ س َت ْ ق ُ م ْل ا َ ى ل َ ع َا ن ْل َ ز ْ ن َا َا م َ ك لا َ ين ِ ض ِ ع َ ن آ ْ ر ُ ق ْل ا ا ُ و ل َ ع َ ج َ ن يِ ذ � ل َا “ (Peygamberin ve İslâm’ın aleyhinde çalışmak için) iş bölümü yapanlara (azâb) indirdiğimiz gibi; (ba’zı âyetlerini kabûl edip ba’zı âyetlerini kabûl etmemek gibi bir şekil ile) Kur’ân’ı parçalayanlara da (azâb indirdik) ” 49 47 - Sebe’ 32 - 33 48 - Fussılet, 26 49 - Hıcr, 90 - 91 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 42 َ ك َ م ْ ر ُ ف ْ ك ا ِ ن َا س ْن ِ ْ لا ِ ل ل َا ق ْ ذ ِ ا ِ ن َا ط ْ ي � ش لا ِ ل َث ج َ ف ٌء ى ِ ر َب ِّنى ِ ا َ ل َا ق َ ر َ ف َ ك � ا م َل َ لله ا ُ ف اخ َا ِّنى ِ ا َ ك ْ ن ِ م َ ين ِ م َل َا ع ْل ا � ب َ ر َ ف ِ ر � ا نلا ِ فِ َا م ُ ه � ن َا َا م ُ ه َ ت َب ِ ق َا ع َ ن َا ك َا ه يِ ف َ ن يِ د ِ ل َا خ ط َ و ج َ ك ل َ ذ َ ز ُ ا ؤ ا َ ين ِ م ِ ل � ا ظ ل ع " (Münâfıkların ve kâfirlerin) hâli, şeytanın hâli gibidir Çünkü (şeytan) , insana - Küfr et - der de o küfr edince - Ben kakîkaten senden uzağım Çünkü ben âlemleri Rabb'i olan Allâh'dan korkarım - der" "Nihâyet ikisinin de (azdıranın da azanın da) âkıbeti hakîkaten ebedî ateşin içinde kalmaları olmuşdur İşte zâlimlerin (münâfıkların ve kâfirlerin) cezâsı budur" 50 َ ك ُب ِ ج ْ ع ُ ي ْ ن َ م ِ س ا� ن لا َ ن ِ م َ و ِ فِ ا َ م َ ى ل َ ع َ لله ا ُ د ِ ه ْ ش ُي َ و ا َي ْ ن � د لا ِ ة و َي َْ لْ ا ِ فِ ُه ُل ْ و َ ق ِ ه ِ ب ْ ل َ ق لا ِ م ا َ ص ِ ْ لْ ا � د َل َا َ و ُ ه َ و ا َ ه يِ ف َ د ِ س ْ ف ُ ي ِ ل ِ ض ْ ر َلا ْا ِ فِ َ ى ع َ س � � َ و َ ت ا َ ذ ِ إ َ و َ ل ْ س � ن لا َ و َ ث ْ ر َْ لْ ا َ ك ِ ل ْ ه ُ ي َ و ط َ د ا َ س َ ف ْل ا � ب ِ ُ يُ لآ ُ لله ا َ و َ لله ا ِ ق � ت ا ُه َل َ ل يِ ق ا َ ذ ِ إ َ و ِ ْ ثُ ِ لا ْا ِ ب ُة � ز ِ ع ْل ا ُه ْت َ ذ َ خ َا ُ م � ن َ ه َ ج ُه ُب ْ س َ ح َف ط ُ د ا َ ه ِ م ْل ا َ س ْ ئ ِ ب َل َ و “İnsanlardan öylesi vardır ki onun (bu) dünyâ hayâtına âid sözü hoşunuza gider (de seni imrendirir) (Üstelik bu yetmiyomuş gibi) kalbin de olana Allâh’ı şâhid tutar (da seni Bir hâtıra : 1963 - 1964 ders yılında, o zaman müdürü bulunduğum Kayseri İmâm - Hatip Okulu'nu ziyârete gelen merhûm Mehmet Özgüneş, dînde reform yapmak sevdâları ile bir takım girişimlerde bulunan Osman Nûri Çerman ve arkadaşlarının, o zamanki Millî Birlik Komitesine bir dilekçe vererek "Kur'ân - ı Kerîm'in ibâdet ve ahlâk ile ilgili âyetlerini bırakıp diğer kısımlarını çıkarmak sûretiyle yeni bir Kur'ân yapmak isteğinde bulunduklarını, fakat çetin müzâkereler sonucunda bu isteğin redd edildiğini" ifâde etdi Bu konuşmadan bir saat kadar sonra Kur'ân - ı Ke'rîm'in meâlini okurken bu âyet - i kerîmeyi gördüm ki böyle bir hâdise de, Kur'ân - ı Kerîm'in bir mu’cize oluşunun apaçık bir delîlidir 50 - Haşr,16 - 17 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 43 kendisine inandırmaya çalışır) Habuki o, (İslâm) düşmanlarının en yamanı, en gaddarıdır” “O, (senin yanından ayrılıp) yer yüzünde bir iş başına geçti mi, orada fesâd çıkarmaya (orayı fesâda vermeye), hars’i (el inizin emeği olarak çalışıp çabalayıp elde etdiğiniz her şey’i) ve nesl’i (göz bebeği yavrularınızı) helâk etmeye (kökünden kurutup yok etmeye) koşar (çalışır) Allâh da fesâdı (ve böyle fesâdcıları) sevmez” “Ona - Allâh’dan kork (da böyle yapma) - denildiği zaman ızzet (i nefsi, câhilâne kibir ve gurûru onu tutar, onu onurlandırır da daha ziyâde) günah işlemeye götürür İşte, böylelerinin hakkından ancak Cehennem gelir O, ne fenâ’ yatakdır, ne kötü yatılacak bir yerdir” 51 َ ُ يُ ْ ن َ م ِ س ا� ن لا َ ن ِ م َ و َ ش � ل ُ ك ُ ع ِ ب �ت َ ي َ و ٍ م ْ ل ِ ع ِ ْ يْ َغ ِ ب ِ لله ا ِ فِ ُ ل ِ د ا ٍ د يِ ر َ م ٍ ن ا َط ْ ي لا “İnsanlardan kimi (de vardır ki nefsini ıslâha, i’tikâdını tashîhe, ahlâkını tanzîme çalışmaz da) Allâh (ın dîni) hakkında bir bilgisi olmadığı halde münâkaşa eder durur ve (bu husûsda insanlardan ve cinlerden olan) her azgın şeytan’ın ardına düşer” 52 ٍ يْ ِ ن ُ م ٍ ب ا َت ِ ك لآ َ و ً ى د ُ ه لآ َ و ٍ م ْ ل ِ ع ِ ْ يْ َغ ِ ب ِ لله ا ِ فِ ُ ل ِ د ا َُ يُ ْ ن َ م ِ س ا� ن لا َ ن ِ م َ و لا ِ لله ا ِ ل يِ ب َ س ْ ن َ ع � ل ِ ض ُي ِ ل ِ ه ِ ف ْط ِ ع َ ِ نِّ ا ََ ط َ م ْ و َ ي ُه ُ ق يِ ذ ُن َ و ٌ ي ْ ز ِ خ ا َي ْ ن � د لا ِ فِ ُه َل ِ ق يِ ر َْ لْ ا َ ب ا َ ذ َ ع ِ ة َ م يِ ق ْل ا “İnsanlar ın içinde öylesi vardır ki ne bir bilgisi, ne istidlâl edeceği bir senedi (rehberi), ne de aydınlatıcı bir kitâbı (vahy ve ilhâm’ı) olmaksızın (sırf insanları) Al lâh 51 - Bakara Sûresi, âyet 204 - 205 - 206 52 - Hacc, 3 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 44 yolundan saptırmak için (kibir ve azametle) yanını eğip bükerek, Allâh hakkında kavga (münâkaşa) eder durur Dünyâ’da rüsvaylık O’nundur (böylelerinindir) Biz O’na kıyâmet günü’nde de Harîk (yangın) azâbını (Cehennem azâbını) tatdıracağız” 53 � ن ِ إ ُه ا َن � ي َ ب ا َ م ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م ى َ د ُْ لِ ا َ و ِ ت ا َن � ي َ ب ْل ا َ ن ِ م ا َن ْل َ ز ْ ن َا ا َ م َ ن و ُ م ُت ْ ك َي َ ن يِ ذ � ل ا ِ ب ا َت ِ ك ْل ا ِ فِ ِ س ا� ن لِ ل لا َ ن و ُن ِ ع � لا لا ُ م ُ ه ُ ن َ ع ْ ل َ ي َ و ُ لله ا ُ م ُ ه ُ ن َ ع ْ ل َ ي َ ك ِ ئ َل و ُا لا � لا ِ إ ُ و ن �ي َ ب َ و او ُ ح َل ْ ص َا َ و او ُب ا َت َ ن يِ ذ � ل ا ُ و ا َف ا ُ و ت َا َ ك ِ ئ َل ُ ب ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع ج ُ ب ا َ و � ت لا ا َن َ أ َ و ُ و ا َف ٌ ر ا� ف ُ ك ْ م ُ ه َ و او ُت ا َ م َ و او ُ ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا � ن ِ إ ُ م يِ ح � ر لا َ ل َ ع َ ك ِ ئ َل ْ ي ْ م ِ ه َ و ِ لله ا ُة َن ْ ع َل ا َ ه يِ ف َ ن يِ د ِ ل ا َ خ َ ين ِ ع َْ جْ َا ِ س ا� ن لا َ و ِ ة َ ك ِ ئ َل َ م ْل ا ج ُ ب ا َ ذ َ ع ْل ا ُ م ُ ه ْ ن َ ع ُ ف � ف َُ يُ لآ َ و َ ن و ُ ر َظ ْ ن ُ ي ْ م ُ ه لآ َ و “O kimseler ki, bizim inzâl etdiğimiz beyyine’leri ve (Allâh’ın emrine, hukümlerine, irşâdına ve bunlara îmân etmenin, ittibâ’ etmenin vücûb’una delâlet eden ve ayn - ı hidâyet, mahz - ı hidâyet olan) âyet ve delîl’leri, - biz bunu insanlar için Kitâb’da açık bir şekilde beyân etdikden sonra - ketm ederler (gizlerler) İşte onlar (ın hâli): Onlara, hem Allâh lâ’net eder, hem lâ’net etmek şânından olan (melekler ve insanlar) lâ’net eder” “Ancak tevb e edenler, tevbe edib de islâh - ı hâl edenler, islâh - ı hâl edib de ketm etdiği hakîkatleri beyân edip neşr edenler (yok mu?), işte ben de bunların tevbelerini kabûl ederim, (ve kendilerini lâ’net’den istisnâ’ ederim) (Çünkü) Tevvâb olan da, Rahîm olan da a ncak benim” 53 - Hacc, 8 - 9 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 45 “ (Tevbe etmeyib de) küfürlerinde sâbit olanlar ve bu hâl üzere ölenler (yok mu?), onlar kâfir’lerdir ki işte, Allâh’ın, meleklerin ve bütün insanların lâ’neti onların üstündedir” “ (Onlar), onun (o lâ’net’in yâhud Cehennem’in) içinde ebedî olarak kalırlar Onlardan ( ile’l - ebed) ne azâb hafifletilir, ne de kendilerinin yüzlerine bakılır, (onlara hiç bir mühlet ve müsâade de verilmez)” 54 َ ر ِ خ لآ ْا ِ ب َ ن ُ و نِ م ْ ؤ ُ ي لآ َ ن يِ ذ � ل ا َْ ين َ ب َ و َ ك َن ْ ي َ ب َا ن ْ ل َ ع َ ج َ ن آ ْ ر ُ ق ْل ا َ ت ْ أ َ ر َ ق َا ذ ِ إ َ و ًا ر ُ و ت ْ س َ م ًا ب َا ج ِ ح ِ ة لا ًا ر ْق َ و ْ م ِ ِ نِ آذ آ ِ فِ َ و ُه و ُ ه َ ق ْ ف َ ي ْ ن َأ ًة �ن ِ ك َا ْ م ِ ِ بِ ُ و ل ُق َ ى ل َ ع َا ن ْ ل َ ع َ ج َ و ط ِ فِ َ ك �ب َ ر َ ت ْ ر َ ك َذ َا ذ ِ إ َ و ًا ر ُ و ف ُن ْ م ِ ه ِ ر َا ب ْ د َا َ ى ل َ ع ْ و � ل َ و ُه َ د ْ ح َ و ِ ن آ ْ ر ُ ق ْل ا “Sen Kur’ân’ı okuduğun zaman seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz” “Ve kalblerinin üzerine, onu (Kur’ân’ı) anlamalarına (engel) perdeler gerer, kulaklarına bir ağırlık veririz Sen Rabb’ini, Kur’ân’da bir tek olarak andığın zaman da ürkek ürkek arkalarını döner (kaçar ) lar“ 55 54 - Bakara, 159 - 162 1971 yılında D İ B da Dînî Hizmetler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Daire Başk anı olarak çalıştığım sıralarda, i’tirâzlarıma rağmen, yenilikçi arkadaşlarımızın da desteğiyle, y akînen tanıdığım bir takım fitne ve fesâd erbâbı kimselerin, “Rejime ters düşecek, kulağa hoş gelmeyecek, göze batacak konuların konuşulmaması için” İslâmî olmayan bir takım gerekçeler ile teklif olarak getirdikleri Merkezî Hutbe sisteminin yürürlüğe konması, d aha sonra aynı gerekçelerle Merkezî Va’z sistemi yürürlüğe konu lu p İslâm’ın teblîğ metodu inhisar altına alınarak bir çok değerli meslekdaşları mız ın saf dışı bırakılması, b u da yetmiyormuş gibi Merkezî Ezan sistemi ile de yüzlerce câmiden günde en az beş kere ifâde buyurulan Tekbîr, Tevhîd, Teblîğ, tesbîh, şehâdet ve da’vet sesleri nin susturul ması, b u suretle de şeytanlar ın ve İslâm düşmanları nın sevindir ilmesi, b u âyet - i kerîme’lerde ifâde buyurulan hususlardan olsa gerekdir Allâhü a’lem 55 - İsrâ’, 45 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 46 َ م �ن َ ه َ ج ُ ر َا ن ْ م َُ لِ ا ُ و ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا َ و ج ْ ن ِ م ْ م ُ ه ْ ن َ ع ُ ف � ف َُ يُ لآ َ و ا ُ و ت ُ و م َي َ ف ْ م ِ ه ْ ي َل َ ع ى َ ض ْ ق ُ ي لآ َا ِ بِ َا ذ َ ع ط ٍ ر ُ و ف َ ك � ل ُ ك ى ِ ز َْ نَ َ ك ِ ل َا ذ َ ك ج َا ه يِ ف َ ن ُ و خ ِ ر َط ْ ص َي ْ م ُ ه َ و ج ْ ل َ م ْ ع َ ن َا ن ْ ج ِ ر ْ خ َا َا ن �ب َ ر ُ ل َ م ْ ع َ ن � ا ن ُ ك ى ِ ذ � ل ا َ ر ْ ي َ غ ًا ِ لْ َا ص ط ُ م ُ ك َء َا ج َ و َ ر � ك َ ذ َت ْ ن َ م ِ ه يِ ف ُ ر � ك َ ذ َت َ ي َا م ْ م ُ ك ْ ر ِّ م َ ع ُ ن َْ لَ َ و َا ُ ر يِ ذ �ن لا ط ٍ يْ ِ ص َن ْ ن ِ م َ ين ِ م ِ ل � ا ظ لِ ل َا م َف ا ُ و ق ُ و ذ َف ع "O kimseler ki küfr etdiler, Cehennem ateşi on lar içindir (Onlar orada) öldürülmezler ki ölsünler (O Cehennem) azâbından bir kısmı, onlardan kaldırılıp hafifletilmez de İşte biz, küfürde ileri giden herkesi böyle cezâlandırırız" "Onlar orada (şöyle) bağrışırlar: - Ey bizim Rabb'imiz, bizi çıkar Daha evvel yapmakda devam etdiğimizden bambaşka iyi amel (ve hareketler) yapacağız - Size iyice düşünecek kimsenin düşünebileceği ve öğüt kabûl edeceği kadar bir ömür vermedik mi ? Size (azâb ile) korkutan (âkıbetinizi haber veren kitâb ve peyga mber) de gelmişdi Şimdi tadın (azâbı) Artık zâlimler için hiç bir yardımcı yok" 56    Müslümân’ların başına gelen felâketlerin ana sebebi İçinde yaşadığımız şu zaman ın Müslümanları olarak başımıza gelen felâketlerin ana sebebi ise , Kur’ân - ı Kerîm’in ifâde buyurduğu Tevhîd ve îmân esâslarına ; diğer bir ifâde ile, 56 - Fâtır, 36 - 37 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 47 “ ِ لله ا ُ ل و ُ س َ ر ٌ د � م َ ح ُ م ُلله ا � لا ِ إ َ ه َل ِ إ َلا : Lâ ilâhe illâ’llâh , Muhammedü’r - Rasûlü’llâh : Allâh’dan başka hiç bir ilâh, - hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd - yokdur, ancak O vardır ; Muhammed - aleyhi’s - selâm - Allâh’ın ( kulu ve ) Rasûlü’dür ” Kelime - i Tevhîd ’inin ifâde buyurduğu İslâm Dîni esâslarına , inanıyoruz dediğimiz halde, onları emr olunduğumuz gibi yerine getirmeyişimizdir Çünkü, her birimiz “Ben Müslümanım” dediğimiz halde bir elimizde Müslümanlık ; diğer elimizde şirkin, küfrün, nifâkın ve anarşînin kaynağı olan demokrasi, lâiklik, özgürlük ve hoşgörü gibi beşerî sistemler Bu da yetmiyormuş gibi İslâm’ın emir ve nehiylerini kifâ yetsiz görerek veyâ zamanın ihtiyaçlarına cevap vermiyor gibi bir düşünceye kapılarak, Allâhü Teâlâ’ya “ hâşâ ” cehâlet isnad edip, bunu bir kurtuluş vesilesi olarak kabul edişimiz Bu şekildeki yanlış fikir ve inanışların mahmurluğu içinde ömür tüketir ken de, Batılıların veyâ içimizdeki bazı akıl ve îmân fukarası zavallıların tepkilerinden korkarak Allâhü Teâlâ’dan korkmayı aklımıza bile getirmiyoruz Bunun için de Allâhü Teâlâ, çeşitli şekillerde - Suriye ve benzerlerinde olduğu gibi - bizim üzerimizdeki uyarı niteliğindeki azâbını, gazâbını eksik etmeyerek uyarılarda bulunmasına rağmen biz bunların hiç birisinden gerekli dersi almıyoruz ve Yüce Rabb’imize yönelip O’na kayıtsız şartsız teslim olarak O’nun emir ve nehiylerini, emr olunduğ umuz gibi , yerine getirmeyi düşünmüyoruz Hakbuki Allâhü Teâlâ, insanların dünyevî uhrevi mutluluğa ermesi için sonsuz rahmetinin bir eseri olarak göndermiş olduğu Kur’ân - ı Kerîm’inde bizi şöyle uyarıyor: İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 48 َ ن ُ و د َا ن ْ د َلْ ْا ِ ب َا ذ َ ع ْل ا َ ن ِ م ْ م ُ ه � ن َ ق يِ ذ ُن َل َ و ُ م َل ْظ َا ْ ن َ م َ و َ ن ُ و ع ِ ج ْ ر َ ي ْ م ُ ه � ل َ ع َل ِ َ بِ ْ ك َلا ْا ِ ب َا ذ َ ع ْل ا َا ه ْ ن َ ع َ ض َ ر ْ ع َا �ُ ثُ ِ ه ِّب َ ر ِ ت آيآ ِ ب َ ر ِّ ك ُذ ْ ن �ِ مِ ط َ ن و ُ م ِ ق َت ْ ن ُ م َ ين ِ م ِ ر ْ ج ُ م ْل ا َ ن ِ م � ا نِ إ “Biz, o en büyük azâbdan (âhiret azâbından) önce de onlara mutlakâ yakın azâbdan (kat i l, esâret, kıtlık, salgın hastalıklar ve düşman tasallutu gibi dünyevî azâblardan) tatdıracağız Tâ ki ric’at etsinler (küfür, şirk ve nifakdan uzaklaşıp bize yönelerek kesbî îmâna dönsünler diye) ” 57 “Kendilerine Rabb’inin âyetleri ile öğüt verilib de sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kimdir? Hiç şübhesiz ki biz , günahkârlardan intikam alıcılarız” 58 ْ م َُ لِ ِ ه ّل لا ِ ت ا َي آ ِ ب او ُ ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا � ن ِ إ ٌ د يِ د َ ش ٌ ب ا َ ذ َ ع ط ْ ن ا و ُذ ٌ ز يِ ز َ ع ُه ّل لا َ و ٍ م ا َ ق ِ ت “Allâh’ın âyet’lerini tanımayanlar için pek şiddetli bir azâb vardır Allâh Azîz’dir (güçlüdür, kuvvetlidir) ve (ni’metlerine karşı nankörlük edip küfür, şirk, fitne ve fesâd peşinde koşup da nefsine zulm edenler hakkında da ) intikam sâhibidir” 59 ا َي َ ء ا َي ِ ل ْ و َ أ ْ م ُ ك � و ُ د َ ع َ و ي ِّ و ُ د َ ع او ُ ذ ِ خ �ت َ ت َ لا او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا ا َ ه � ي َ أ ْ ن ِ إ ً ء ا َ د ْ ع َ أ ْ م ُ ك َل او ُن و ُ ك َي ْ م ُ ك و ُ ف َ ق ْ ث َ ي ْ م ُ ه َ ي ِ د ْي َ أ ْ م ُ ك ْ ي َل ِ إ او ُط ُ س ْ ب َ ي َ و ْ م ُ ه َ ت َن ِ س ْل َ أ َ و َ ن و ُ ر ُ ف ْ ك َت ْ و َل او � د َ و َ و ِ ء و � س لاِ ب ط Ey îmân edenler, benim de düşman ım, sizin de düşmanınız (olan müşrikleri ) i dostlar edinerek (âdetlerini benimsemeyin ve tuzaklarına düşmeyin) ” 57 - İbn - i Abbâs radıye'llâhü anhümâ, bu husûsa işâretle, "Bir toplum, Allâhü Teâlâ'ya karşı olan ahdini bozarsa, Allâhü Teâlâ, o topluma düşmanlarını musallat eder" buyurmuşdur Taberânî 58 - Secde, 21 - 22 59 - Âl - i İmrân, 4 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 49 “Eğer onlar size bir tırnak tuttururlarsa, (sizi ele geçirir size istediklerini yaptırırlarsa, sahte dostlukları size bir fayda vermeyip) hepinizin düşmanları olacaklar ve ellerini, dillerini kötülükle size uzatacaklardır (Zâten) onlar , (ah bir dîninizden dönüp) kâfir olsanız , (diye) temenni edib durmaktadırlar” 60    Müslümân’ların başına gelen felâketlerin nedeni ve çaresi İçinde yaşadığımız huzursuzlukların ve eşi görülmemiş anarşik olayların nedeni ve çaresi ise , şu Hadîs - i kudsî ’de, en veciz bir şekilde ifâde buyurulup açıklanmıştır ki bize düşen görev, aklımızı başımıza toplayarak tevbe ve istiğfara yönelerek Yüce Rabb’i mizden dünyevî ve uhrevî mutluluğumuzu isteyip niyaz etmekdir: "Ben Allâhü Azîmü'ş - şân, melikü'l - mülûkum (Hukümdarların hukümdârıyım) Hukümdarların kalbleri ve nâsıyeleri (alınları) benim elimdedir Kullar bana itâat ederlerse ben de onları onlara rahmet (vesîlesi) kılarım Eğer kullar bana isyân ederlerse ben de onları onlara ukûbet (ezâ, cefâ ve azab) vesîlesi kılarım Binâen - aleyh hukümdarlara sebb ile (sövme sayma ile) meşkûl olmayın Fakat bana tevbe ederek mürâceat edin ki ben de onları size bükeyim, (Sizin için rahmet vesîlesi yapayım)" 61 Bu bakımda n insanlık târihinde i nsan oğlunun başına her ne gelmişse, - bülûğ çağından ölüm ânına kadar - üzerine farz 60 - Mümtehıne, 1 - 2 61 - Hak Dîni Kur'ân Dili Türkce Tefsir, C 2 ss 1071 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (Ebu's - Suûd Tefsîri'nden İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 50 olan dinî esâslara inanmayışından veyâ Allâhü Teâlâ’nın - “Oku, öğren” emrine rağmen - onları gereği gibi doğru bir şekilde öğrenip emr olunduğ umuz gibi inanıp amel etmeyişinden gelmiştir Bunun için Allâhü Teâlâ, Kur’ân - ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır : َ ا م ِ ه ّل لا َ ن ِ م َف ٍ ة َن َ س َ ح ْ ن ِ م َ ك َب ا َ ص َ أ ز ن ِ م َ ك َب ا َ ص َ أ ا َ م َ و ْ ن ِ م َف ٍ ة َئ ِّي َ س َ ن َ ك ِ س ْ ف ط “Sana gelen her iyilik (Allâhü Teâlâ’nın lûtf - ü ihsânı olarak) Allâh’dandır Sana gelen her fenalık da (kendi amelinin bir karşılığı ve intikâmı olarak) kendindendir” 62 Bunun için s onsuz rahmet , mağfiret ve kudret sâhibi olan Allâhü Teâlâ’nın , bu âyet - i kerîme’de ifâde buyurulan lütuf ve ihsanına mazhar olabilmenin tek şartı , Tevhîd Dîni İslâm’ ın ana esâslarını iyi kavrayıp sevginin, korkunun ve tâatin tek merkezi olan yüce Rabb’imizin bizlere verdiği maddî ve ma’nevî ni’metlerin kıymetini bilmek ve özümüzdeki ( inançlarımızdaki ) güzel hal ve ahlâkı bozmamak için elimizden gelen her türlü gayreti gösterip Tevhid Dîni İslâm ’ın gereği olan Dînî kimliğimizi kazanarak ihlâs ve takvâ sâhibi bir kul olmaya çalışmaktır Diğer bir ifâde ile , ezeldeki Aslî veyâ Fıtrî îmân ’mızı Kesbî îmân ’a çevirerek ihlâs ve takvâ s âhibi bir kul olmaya çalışarak özümüzdeki ( inançlarımızdaki ) güzel hal ve ahlâkı değiştirip bozmamaya çalışmaktır ki şu âyet - i kerîme, bunun en açık bir delîlidir: ْ َ يُ ِ ه ِ ف ْ ل َ خ ْ ن ِ م َ و ِ ه ْي َ د َي ِ ْ ين َ ب ْ ن ِ م ٌ ت َا ب ِّ ق َ ع ُ م ُه َل ِ لله ا ِ ر ْ م َا ْ ن ِ م ُه َن ُ و ظ َ ف ط َا م ُ ر ِّ ي َغ ُ ي لآ َ لله ا � ن ِ ا ْ م ِ ه ِ س ُ ف ْ ن َا ِ ب َا م ا ُ و ِّ يْ َغ ُ ي � ت َ ح ٍ م ْ و َ ق ِ ب ط ُه َل � د َ ر َ م لآ َف ًا ء ُ و س ٍ م ْ و َ ق ِ ب ُ لله ا َ د َا ر َا َا ذ ِ ا َ و ج ْ ن ِ م ْ م َُ لِ َا م َ و ٍ ل َا و ْ ن ِ م ِ ه ِ ن ُ و د 62 - Nisâ’, 79 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 51 " (Her insanın) önünde, arkasında kendisini Allâh'ın emriyle gözetleyecek ta'kîbci (melek) ler vardır Bir Toplum, özlerindeki (güzel hal ve ahlâkı) değiştirip bozuncaya kadar Allâh şübhesiz ki onun (hâlini) değiştirip bozmaz Allâh bir toplumun da fenâlığını (azâbını) diledi mi artık onun reddine hiç bir (çâre) yokdur Onlar için Allâh'dan başka bir velî (sâhib ve kurtarıcı) da yokdur" 63    Dînî kimliğini kazanan insanların, Allâhü Teâlâ’nın, Melekler’in ve Peygamberlerin ifâdesi ile d eğeri ve şerefi Tevhid Dîni İslâm ’ın gereği olan Dînî kimliğimizi kazanarak ihlâs ve takvâ sâhibi bir kul olmamızı isteyen yüce Rabb’imiz, Kur’ân - ı Kerîm’inde, en güzel bir şekilde halifelik vasfı ile yaratıldığımız için üstün bir vasfa sâhib olduğumuzu ; yerleri gökleri, ölümü hayâtı bizleri imtihan etmek için yarattığını , İblîs’den başka her mahlûku bize hizmet etmek için emrimize âmâde kıldığını; yer yüzünün halifeliğine lâyık olarak kimimizi kimi mi zin üzerine derecelerle çıkardığını; Ma’rifetü’llâh ( All âh’ı bilme ve O’na inanma duygusu ) için de yüksek bir ilim sâhibi olma vasfına sâhib bulunduğumuzu, if âde buyurarak şânımızı yüceltir ve 63 - Ra'd, 11 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 52 1 - ( ِّ ت لا َ و ُ و ت ْي � ز لا َ و ِ ين ِ ن لا ُ و ط َ و ِ ن ي ِ س ِ ر َ ين لا ْ ل ا ا َ ذ َ ه َ و َ ل َ ب ِ م َلا ْا ِ د ِ ين َا ن ْ ق َل َ خ ْ د َ ق َل ٍ يم ِ و ْ ق َ ت ِ ن َ س ْ ح َا ِ فِ َ ن ا َ س ْن ِ لا ْا ط : Tîn, Zeytûn, Sînîn dağı ve bu emîn şehir hakkı için yemîn ederim ki biz, insan ı en güzel bir sûretde yaratdık) 64 diyerek üstün bir vasfa sâhib bulunduğum u z u ;  2 - ( ا َن ْ م � ر َ ك ْ د َ ق َل َ و َ ن ِ م ْ م ُ ه ا َن ْ ق َ ز َ ر َ و ِ ر ْ ح َب ْل ا َ و ِّ ر َ ب ْل ا ِ فِ ْ م ُ ه ا َن ْ ل َ َ حْ َ و َ م َ د آ ِ نِ َب َ ا ب ِّي � ط لا ً لا يِ ض ْ ف َ ت ا َن ْ ق َل َ خ ْ ن �ِ مِ ٍ يْ ِ ث َ ك َ ى ل َ ع ْ م ُ ه ا َن ْ ل � ض َف َ و ِ ت : And olsun ki biz âdem oğullarını (insanı) üstün bir ızzet ve şerefe mazhar kıldık Onlara, karada, denizde taşıyacak (vâsıtalar verdik) Onlara, güzel güzel tertemiz rızıklar verdik Onları, yaratdığımızın bir çoğundan (hepsinden) cidden üstün kıldık (onlara tafdîl etdik) 65 diyerek bütün m ahlûkâtın, büyük bir cömertlik ve fedâkârlıkla emrimize (hizmetimize ) âmâde bulunduğunu ;  3 - ( َ ء ا َ ْ سْ َلا ْا َ م َ د آ َ م � ل َ ع َ و ا َ ه � ل ُ ك : Âdeme (insana) bütün isimleri O (Allâh) öğretdi” 66 64 - Tîn, 1 - 4 Buradaki “Emîn şehir” den murad, h er bakımdan emîn bir şehir olan Mekke şehri (Haram - ı şerîf) veyâ Allâhü Teâlâ’dan başka hiç bir kimsenin hiç bir şekilde nüfûz ve te’sir edemiyeceği ma’nevî kalb’dir ki Allâhü Teâlâ’ya ve emirlerine îmânın esâsı ve tasdîki veyâ reddi, her bakımdam emîn bir şehir olan bu ma’nevî kalbde tecellî eder Buna gore de ins an, cennetlik veyâ cehennemlik olur 65 - İsrâ’, 70 66 - Bakara, 31 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 53 ( ا َ م َ ن ا َ س ْن ِ لا ْا َ م � ل َ ع ِ م َل َ ق ْل اِ ب َ م � ل َ ع ي ِ ذ � ل َا ْ م َل ْ ع َ ي َْ لَ : Kalemle yazı yazmayı , (yazı yazıp ilim öğrenmeyi) O öğretdi İnsana bilmediğini de O öğretdi” 67 diyerek yüksek bir ilim sâhibi olduğumuzu ;  4 - ( ًة َ ف يِ ل َ خ ِ ض ْ ر َلا ْا ِ فِ ٌ ل ِ ع ا َ ج ِّ نِّ ِ إ ِ ة َ ك ِ ئ َل َ م ْ ل ِ ل َ ك �ب َ ر َ ل ا َق ْ ذ ِ إ َ و ط : Hani Rabb’in meleklere: - Muhakkak ben yer yüzünde (benim emirlerimi teblîğ ve infâza me’mûr) bir halîfe (bir insan) yaratacağım - demişdi” 68 ( ٍ ض ْ ع َ ب َ قُ ْ و َ ف ْ م ُ ك َ ض ْ ع َ ب َ ع َف َ ر َ و ِ ض ْ ر َلا ْا َ ف ِ ئ لآ َ خ ْ م ُ ك َل َ ع َ ج ي ِ ذ � ل ا َ و ُ ه َ و ْ م ُ ك ي َت آ ا َ م ِ فِ ْ م ُ ك َ و ُل ْ ب َي ِ ل ٍ ت ا َ ج َ ر َ د ط : O, sizi yer (yüzün) ün halîfeleri yapan, size verdiği şey’lerde sizi imtihâna çekmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır” 69 diyerek yer yüzünün halîfeliğine lâyık olduğumuzu ; beyân edip şânımızı yüceltir  Meleklerine, Yâ Rabb , kulunu avf et Onun gün ahlarını bağışla Ona rahmet et ” , duâsını yaptırarak ; َ ا ُ و لِ م َْ يُ َ ن يِ ذ � ل ِ ه ِ ب َ ن و ُن ِ م ْ ؤ ُ ي َ و ْ م ِ ِّ بِ َ ر ِ د ْ م َِ بِ َ ن و ُ ح ِّب َ س ُي ُه َل ْ و َ ح ْ ن َ م َ و َ ش ْ ر َ ع ْل ا َ ن او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ِ ل َ ن و ُ ر ِ ف ْ غ َ ت ْ س َي َ و ج َ ا ن �ب َ ر ً ا م ْ ل ِ ع َ و ًة َْ حْ َ ر ٍ ء ْ ي َ ش � ل ُ ك َ ت ْ ع ِ س َ و ْ ر ِ ف ْ غ ا َف َ ا ذ َ ع ْ م ِ ه ِ ق َ و َ ك َل يِ ب َ س او ُع َ ب � ت ا َ و او ُب ا َت َ ن يِ ذ � ل ِ ل ِ م يِ ح َْ لْ ا َ ب 67 - Alâk, 4 - 5 68 - Bakara, 30 69 - En’âm, 165 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 54 ٍ ن ْ د َ ع ِ ت ا� ن َ ج ْ م ُ ه ْ ل ِ خ ْ د َا َ و ا َن � ب َ ر ِ ن َ ت ْ د َ ع َ و ِ ت � ل ا ْ م ِ ئ آ بآ ْ ن ِ م َ ح َل َ ص ْ ن َ م َ و ْ م ُ ه ْ م ِ ِ تِ ا �ي ِّ ر ُذ َ و ْ م ِ ه ِ ج ا َ و ْ ز َا َ و ط ُ م يِ ك َْ لْ ا ُ ز يِ ز َ ع ْل ا َ ت ْن َ أ َ ك � ن ِ إ ج ِ ت آ ِّي � س لا ُ م ِ ه ِ ق َ و ط ُه َت ْ ِ حْ َ ر ْ د َ ق َ ف ٍ ذ ِ ئ َ م ْ و َ ي ِ ت آ ِّي � س لا ِ ق َت ْ ن َ م َ و ط َ و ُ ه َ ك ِ ل َ ذ َ و ُ م يِ ظ َ ع ْل ا ُ ز ْ و َ ف ْل ا ع “Arşı yüklenen, bir de onun etrâfında bulunan (melekler), Rabb’lerini hamd ile tesbîh ( ve tenzih) ederler Ona îmân ederler Mü’minlerin de bağışlanmasını isteyerek (şöyle derler): - Ey Rabb’imiz, Senin rahmetin ve ilmin her şey’i kuşatmışdır O halde tevbe edenleri, senin yoluna uyup gidenleri bağışla Onları cehennem azâbından koru - ” “Ey Rabb’imiz, onları da, onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden sâlih olanları da - kendilerine va’d etdiğin - Adn cennetlerine sok Azîz ve Hakîm olan (yegâne gâlib, huküm ve hıkmet sâhibi olan) şübhesiz ki (ancak) Sensin Sen” “Bir de onlar ı her türlü fenâlıklardan koru Sen, kimi kötülüklerden korursan o gün (âhiretde) muhakkak ki onu rahmet (ine mazhâr) etmişsindir” - Bu, en büyük necât ve saâdetin ta kendisidir” 70 ْ ن َ م ِ ل َ ن و ُ ر ِ ف ْ غ َ ت ْ س َي َ و ْ م ِ ِّ بِ َ ر ِ د ْ م َِ بِ َ ن و ُ ح ِّب َ س ُي ُة َ ك ِ ئ َل َ م ْل ا َ و ِ ض ْ ر َلا ْا ِ فِ ط � ن ِ إ لآ َ أ َ للها ُ م يِ ح � ر لا ُ ر و ُ ف َغ ْل ا َ و ُ ه “Melekler, Rabb’lerini hamd ile tesbîh ediyorlar Yeryüzündeki kimselerin (Mü’minlerin) bağışlanmalarını 70 - Mü’min, 7 - 8 - 9 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 55 istiyorlar Gözünüzü açın Şübhesiz ki Allâh, Ğafûr ve Rahîm’dir (bağışlayıcı ve esi rgeyicidir)” 71 diye istiğfâr ett irip duâ yaptırarak değerimizi yükseltir  P eygamberlerine “Ümmetim, Ümmetim” diye şefâat yetkisini vererek; analara babalara “Oğlum, kızım” diye sevgi ve şefkât duygusunu ilhâm ederek; hemcinslerine “Eşim, dostum” diye hizmet etme aşkını öğreterek , diğer mahlûkat içerisindeki derecemizin yüksekliğini hatırlatır ve şöyle buyurur: � ن ِ إ ِ ت ا َِ لْ ا � ص لا او ُل ِ م َ ع َ و او ُن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا لا ِ ة �ي ِ َ بِ ْل ا ُ ر ْ ي َ خ ْ م ُ ه َ ك ِ ئ َل ْ و ُ أ ط ْ م ُ ه ُ ؤ ا َ ز َ ج ٍ ن ْ د َ ع ُ ت ا� ن َ ج ْ م ِ ِّ بِ َ ر َ د نِ ع ْ ن ِ م ي ِ ر َْ تَ َ ن يِ د ِ ل ا َ خ ُ ر ا َ ه ْ ن َ ْ لْ ا ا َ ه ِ ت َْ تَ ا ً د َب َ أ ا َ ه يِ ف ط ُ ه ْ ن َ ع او ُ ض َ ر َ و ْ م ُ ه ْ ن َ ع ُه � ل لا َ ي ِ ض � ر ط ُ ه �ب َ ر َ ي ِ ش َ خ ْ ن َ م ِ ل َ ك ِ ل َ ذ “Hakîkat şudur ki Îmân edib de güzel güzel amel (ve hareket) de bulunanlar, yaratılanların en hayırlısıdır” “Onların R abb’leri nezdindeki mükâfâtı altlarından ırmaklar akmakda olan Adn cennetleridir Hepsi de içlerinde ebedî, dâimî kalıcıdırlar Allâh bunlardan hoşnûd olmuşdur Bunlar da O’ndan hoşnûd olmuşlardır İşte bu (mutluluk) Rabb’inden korkan (lar) a mahsusdur” 72    71 - Şûrâ, 5 72 - Beyyine, 7 - 8 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 56 Dînî kimliğini kazanmaya çalışan insanlara İblîs’in (şeytanın) tasallutu Kibirlenip gururlanarak Allâhü Teâlâ’nın “Âdem için (Allâh’a) secde edin” emrine uymayan, yaptığı bu hatâda ısrârından dolayı Allâhü Teâlâ’nın rahmetinden ebedî olarak uzak kalan ve bundan dolayı da insanın en büyük bir düşmanı olarak bildirilen İblîs ( Şeytân ) ise , ِ نِ َت ْ ي َ و ْ غ َا ا َ م ِ ب َف َ ل ا َق َ َ لا َ م يِ ق َت ْ س ُ م ْل ا َ ك َط ا َ ر ِ ص ْ م َُ لِ � ن َ د ُع ْ ق لا � ُ ثُ َ لآ ْ ن ِ م ْ م ُ ه � ن َ ي ِ ت ْ م ِ ه ِ ل ِ ئ ا َ َ شَ ْ ن َ ع َ و ْ م ِ ِ نِ ا َ ْ يم َا ْ ن َ ع َ و ْ م ِ ه ِ ف ْ ل َ خ ْ ن ِ م َ و ْ م ِ ه يِ د ْي َا ِ ْ ين َ ب ط لآ َ و ِ َ تَ ْ م ُ ه َ ر َ ث ْ ك َا ُ د َ ن يِ ر ِ ك ا َ ش َ ل ا َق َ م ا ً م و ُ ؤ ْ ذ َ م ا َ ه ْ ن ِ م ْ ج ُ ر ْ خ ا ا ً ر و ُ ح ْ د ط َ ل ْ ن َ م َ َ لْ ْ م ُ ه ْ ن ِ م َ ك َ ع ِ ب َت � ن نّ ْ م ْ م ُ ك نِ م َ م � ن َ ه َ ج َ ين ِ ع َْ جْ َ أ “ (Mâdem ki) Sen beni azgınlığa mahkûm etdin And olsun ki ben de buna karşılık, onları (senin yolundan) saptırmak için, senin doğru yolunda (pusu kurup) oturacağım ” “ Sonra, and olsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından gelip (onlara musallat olacağım) Sen de onların çuğunu şukr edici (bir kul ) olarak bulamıyacaksın” “ (Allâhü Teâlâ da, her yönden) zemme uğramış ve (rahmetimden) koğulmuş olarak çık oradan Yemin ederim ki, onlardan kim sana uyarsa cehennemi bütün sizden dolduracağım, dedi” 73 73 - A’râf, 16 - 17 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 57 ُ لله ا ُه َن َ ع َل م َ َ لا َ َ ل ا َق َ و ًا ض و ُ ر ْ ف َ م ًا بي ِ ص َن َ ك ِ د ا َب ِ ع ْ ن ِ م � ن َ ذ ِ � تَّ لا ُ َ لا َ و � ل ِ ض َ لآ َ و ْ م ُ ه � ن َ ي ِّ ن َ م ُ َ لا َ و ْ م ُ ه � ن ِ م ا َ ع ْ ن َلا ْا َ ن ا َ ذ آ � ن ُ ك ِّت َب ُي َل َ ف ْ م ُ ه � ن َ ر ُ م ْ م ُ ه � ن َ ر ُ م َ لآ َ و َ غ ُ ي َل َ ف ِ لله ا َ ق ْ ل َ خ � ن ُ ر ِّ ي ط َ ر ِ س َ خ ْ د َ ق َ ف ِ لله ا ِ ن و ُ د ْ ن ِ م ًا ّي ِ ل َ و َ ن َا ط ْ ي َ ش لا ِ ذ ِ خ �ت َ ي ْ ن َ م َ و ًا نيِ ب ُ م ًا نا َ ر ْ س ُ خ ط “Allâhü Teâlâ da, ona (İblîs’e) lâ’net etdi (ve rahmet’inden kovdu) O da (İblîs de) - Celâl’in hakkı için yemîn ederim ki: 1 - Kullarından bir nasîb (bir pay) edineceğim, 2 - Onları mutlakâ (dalâlet yollarına) saptıracağım, 3 - Muhakkak onları boş kuruntulara (olmayacak şey’lere) boğacağım, 4 - Kesin olarak onlara emr edeceğim de davarların (hayvanların) kulaklarnı (ibâdet ediyoruz zannı ile) yaracaklar (putlar için nişanlıyacaklar), 5 - Onlara muhakkak emr edeceğim de Allâh’ın hilkâtini (yaratdığını) değiştirecekler - , dedi ” 74 “(Allâhü Teâlâ da), - Kim Allâh’ı bırakarak şeytanı yâr (dost) edinirse, şübhesiz o, açıkdan açığa büyük bir hüsrâna (ziyana) düşmüşdür - ( buyurdu)” 75 ِ ل َ ن ا َ ك َ ن ا َط ْ ي � ش لا � ن ِ إ ِ ْ لا ًا نيِ ب ُ م ًا ّ و ُ د َ ع ِ ن ا َ س ْن “Şeytan, muhakkak insanın ap - açık bir düşmanıdır” 76 74 - Kılonlama , g enler ile oynayıp yaratılışın şeklini değiştirmek , GDO lu ürünler gibi yapılması dînen câiz olmayan şey’ler, İblîs’in telkin edip öğrettiği bu değişikliklerden başka bir şey’ değildir 75 - Nisâ’, 118 - 119 76 - İsrâ’, 53 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 58 ْ م ُ ه َ ن ْ و َ ر َ ت لآ ُ ث ْ ي َ ح ْ ن ِ م ُه ُل يِ ب َق َ و َ و ُ ه ْ م ُ ك ي َ ر َ ي ُه � ن إ ط َء َا يِ ل ْ و َا َ ين ِ ط َا ي � ش لا َا ن ْ ل َ ع َ ج � ا نِ إ َ ن ُ و نِ م ْ ؤ ُ ي لآ َ ن يِ ذ � ل ِ ل “O (şeytan) ve kabîlesinden olan (lar), sizi, sizin kendilerini göremiyeceğiniz yer (ler) den muhakkak görür (ler), Biz şeytanları, îmân etmeyeceklerin velîleri yaptık” 77 âyet - i kerîme ’ lerinde ifâde buyurulduğu gibi, insanın en büyük düşmanı olduğundan olanca kuvveti ile insanın kadrini düşürmeye çalışır Sonra da, َ ك َ م ْ ر ُ ف ْ ك ا ِ ن َا س ْن ِ ْ لا ِ ل ل َا ق ْ ذ ِ ا ِ ن َا ط ْ ي � ش لا ِ ل َث ج َ ف ِّنى ِ ا َ ك ْ ن ِ م ٌء ى ِ ر َب ِّنى ِ ا َ ل َا ق َ ر َ ف َ ك � ا م َل َ لله ا ُ ف اخ َا َ ين ِ م َل َا ع ْل ا � ب َ ر " (Münâfıkların ve kâfirlerin) hâli, şeytanın hâli gibidir Çünkü (şeytan) , insana - Küfr et - der de o küfr edince - Ben kakîkaten senden uzağım Çünkü ben âlemleri Rabb'i olan Allâh'dan korkarım - der" diyerek tabana kuvvet kaçar ve şöyle der: ٌ ر َا ج ِّ نِّ ِ إ َ و ِ س � ا نلا َ ن ِ م َ م ْ و َ ي ْل ا ُ م ُ ك َل َ ب ِ ل َا غ لآ َ ل َا ق َ و ْ م َُ لِ َا م ْ ع َا ُ ن َا ط ْ ي � ش لا ُ م َُ لِ َ ن �ي َ ز ْ ذ ِ إ َ و ْ م ُ ك َل لا لآ َا م ى َ ر َا ِّ نِّ ِ إ ْ م ُ ك ْ ن ِ م ٌ ئ ِ ر َب ِّ نِّ ِ إ َ ل َا ق َ و ِ ه ْ ي َ ب ِ ق َ ع َ ى ل َ ع َ ص َ ك َن ِ ن َا ت َئ ِ ف ْل ا ِ ت َء َا ر َت � ا م َل َ ف َ لله ا ُ ف َا خ َا ِّ نِّ ِ إ َ ن ْ و َ ر َ ت ط ِ ب َا ق ِ ع ْل ا ُ د يِ د َ ش ُ لله ا َ و ع “O zaman şeytan onların yaptıklarını süslemiş ve şöyle demişdi: - Bu gün insanlardan size galebe edecek (hiç bir kuvvet) yokdur Ben de sizin muhakkak yardımcınızım - Vaktâki iki ordu (iki hasım karşı karşıya) göründü, (o zaman da), - Ben sizden kat'iyyen uzağım Gerçek şu ki ben sizin 77 - A'râf, 27 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 59 göremiyeceğizi görüyürum Ben Allâh' dan korkarım Allâh'ın azâbı şiddetlidir - diyerek iki topuğu üstüne (tabana kuvvet) kaçtı” 78 ْ م ُ ك ُت ْ ف َل ْ خ َا َف ْ م ُ ك ُت ْ د َ ع َ و َ و ِّ ق َْ لْ ا َ د ْ ع َ و ْ م ُ ك َ د َ ع َ و َ لله ا � ن ِ إ ُ ر ْ م َلْ ْا َ ي ِ ض ُق ا � م َل ُ ن َا ط ْ ي � ش لا َ ل َا ق َ و ط � لا ِ إ ٍ ن َا ط ْ ل ُ س ْ ن ِ م ْ م ُ ك ْ ي َل َ ع ِ � َ ن َا ك َا م َ و ِ � ْ م ُت ْ ب َ ج َت ْ س َا ف ْ م ُ ك ُت ْ و َ ع َ د ْ ن َأ ج ِ نِّ ُ و م ُ و ل َت لآ َف ْ م ُ ك َ س ُ ف ْ ن َا ا ُ و م ُ و ل َ و ط � ي ِ خ ِ ر ْ ص ُِ بِ ْ م ُت ْ ن َأ َا م َ و ْ م ُ ك ِ خ ِ ر ْ ص ُِ بِ َا نأ َا م ط ا َ ِ بِ ُ ت ْ ر َ ف َ ك ِّنِّ ِ إ ُ ل ْ ب َ ق ْ ن ِ م ِ ن و ُ م ُت ْ ك َ ر ْ ش َا ط ِ ل ا� ظ لا � ن ِ إ ٌ م يِ ل َا ٌ ب َا ذ َ ع ْ م َُ لِ َ ين ِ م “Şeytan der ki: Şübhesiz Allâh size sözün doğrusunu söyledi Ben de size va'd etdim amma, size yalancı çıkdım Zâten benim sizin üzerinizde hiç bir hukmüm, nüfûzum da yokdu Yalnız ben sizi çağırdım, siz de bana hemen ic âbet etdiniz O halde kusûru bana yüklemeyin, Siz kendinizi kınayın Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz Esâsen beni evvelce (Allâh'a) ortak tutmanızı da muhakkak tanımamışdım ya Zâlimlerin hakkı, (evet onların hakkı) elbette pek acıklı bir azâbdır (Eğer bilmiş olsalardı bu yola gitmezlerdi) ” 79 ِ لله ا ِ ل يِ ب َ س ِ فِ َ ن ُ و لِ ت َا ق ُي ا ُ و ن َ م آ َ ن يِ ذ � ل َا ج ِ ت ُ و غ ا� ط لا ِ ل يِ ب َ س ِ فِ َ ن ُ و لِ ت َا ق ُي او ُ ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا َ و ِ ن َا ط ْ ي � ش لا َء َا يِ ل ْ و َا ا ُ و لِ ت َا ق َف ج ًا ف يِ ع َ ض َ ن َا ك ِ ن َا ط ْ ي � ش لا َ د ْ ي َ ك � ن ِ إ ج “Îman edenler, Allâh yolunda harb ederler Küfr edenler de şeytan yolunda savaşırlar Öyle ise o şeytanın dostları ile döğüşün Şübhesiz ki şeytanın hîlekârlığı zaîfdir” 80    78 - Enfâl, 48 79 - İbrâhîm, 22 80 - Nisâ', 76 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 60 Dînî kimliğini kazanamayan insanların Allâhü Teâlâ nazarında ki değeri Allâhü Teâlâ, ilm - i ezelîsi ile, A hd - i M îsâk ’ da bulunan zürriyyetin tamâmında, kendi fiil ve ihtiyarları ile kimlerin samîmî bir şekilde îmân edeceğini, kimlerin etmeyeceğini gâyet iyi bildiği için, 81 ِ س ْن ِ لا ْا َ و ِّ ن ِ ْ لْ ا َ ن ِ م ًا يْ ِ ث َ ك َ م � ن َ ه َِ لْ ا َن ْا َ ر َ ذ ْ د َ ق َل َ و ز ُ و ل ُق ْ م َُ لِ ا َ ِ بِ َ ن و ُ ه َ ق ْ ف َ ي لآ ٌ ب ز ا َ ِ بِ َ ن و ُ ر ِ ص ْ ب ُ ي لآ ٌُ ين ْ ع َا ْ م َُ لِ َ و ز ا َ ِ بِ َ ن و ُع َ م ْ س َي لآ ٌ ن ا َ ذ آ ْ م َُ لِ َ و ط ُ ؤ ا َ ك ِ ئ َل ْ ل َب ِ م ا َ ع ْ ن َلا ْا َ ك � ل َ ض َا ْ م ُ ه ط ا ُ ؤ َ ن و ُل ِ ف ا َغ ْل ا ُ م ُ ه َ ك ِ ئ َل "And olsun ki biz ins - ü cinden bir çoğunu cehennem için yaratmışız dır Onların kalbleri vardır, bunlarla idrâk etmezler; gözleri vardır, bunlarla görmezler; kulakları vardır, bunlarla işitmezler Onlar dört ayaklı hayvanlar 81 - Tüm insanlar, daha rûhlar âleminde iken insan timsâli küçük zerrecikler hâlinde Âdem aleyhi’s - selâm ’ın rûhânî sulbünden yaratılmışdır ki Kudret - i ilâhî, bu küçük zerrecikler hâlindeki insanlara, kendisinin varlığını, birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatla rı ile muttasıf bulunduğunu anlayıp ikrâr edebilecek bütün özellikleri vererek mükellef bir hâle getirmiş ve “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” süâlini sorarak “Evet, Rabb’imizsin, şâhid olduk” cevâbını alarak rubûbiyyetini (yegâne Rabb ve Ma’bûd olduğunu) ikrâr etdirmişdir ki bu süâl ve cevaba Ahd - i Mîsak denir B u zürriyyetin tamâmı, Yevm - i mîsâk ’da, Allâhü Teâlâ’nın varlığını, birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh olup kemâl sıfatları ile muttasıf olduğuna îmân edib O’nun Rubûbiyyetini ( yegâne Rabb ve Ma’bûd olduğunu ) kendi hür irâdeleri ile kabul etdiklerini söylediler ve hiç bir i’tirazda bulunmadılar Bununla berâber bu mîsakda, samimi olanlar dünyâ hayatında da samîmî olark îmân edib Mü’min ve Müslümân oldular Samîmî olmayanlar da kerhen, - îmân etmiş gibi göründüklerinden - dünyâ hayâtında da kesbî îmâna yönelmiyerek ezelî îmânları olan f ıtrî îmânlarını kesbî îmâna çevirib Mü’min ve Müslümân olamadıklarından kâfir, Müşrik veyâ fâsık oldular İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 61 gibidir Hattâ daha sapıkdırlar Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir" 82 b uyurmuş ve öyle takdîr etmişdir Î mân etmeyeceklerin, hayvanlardan da aşağı bir durumda olmaları husûsu ise, üzerinde durulup ıbret alınması gereken bir konudur ki inanmayan insanlar, hayvanların şu özelliklerine bile sâhip değildirler Çünkü hayvanlar, 1 - Kendi yaratılışlarına göre, - bir çok âyet - i kerîmede belirtildiği üzere - Cenâb - ı Hakk'ı tesbîh ve te nzîh ederek O'na ibâdet ederler ki şu âyet - i kerîme’ler, bunun açık bir delîlidir ِ ض ْ ر َ ْ لْ ا َ و ِ ت ا َ و ا َ م � س لا ِ فِ ا َ م ُه َل ُ ح ِّب َ س ُي ج ُ م يِ ك َْ لْ ا ُ ز يِ ز َ ع ْل ا َ و ُ ه َ و “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu tesbîh (ve tenzih) eder O, A zîz’dir, Hakîm’dir” 83 � ن َ أ َ ر َ ت َْ لَ َ أ ْ ن َ م ُه َل ُ ح ِّب َ س ُي َه � ل لا ٍ ت ا� ف ا َ ص ُ ر ْ ي � ط لا َ و ِ ض ْ ر َ ْ لْ ا َ و ِ ت ا َ و ا َ م � س لا ِ فِ ط ُ ه َ ح يِ ب ْ س َت َ و ُه َت َ لا َ ص َ م ِ ل َ ع ْ د َق ٌّل ُ ك ط َ ن و ُل َ ع ْ ف َ ي ا َ ِ بِ ٌ م يِ ل َ ع ُه � ل لا َ و “Görmedin mi? Göklerdekiler, yerdekiler ve havada kanatlarını çarpa çarpa uçan kuşlar hep Allâh’ı tesbîh (ve tenzih) ediyor Her biri duâsını da, tesbîhini de muhakkak bilmişdir Allâh, ne yaparlarsa hakkıyle bile ndir” 84 2 - Fıtrat ve yaratılış özelliklerinden dışarı çıkmazlar Ne için yaratılmış iseler o görevi yaparlar 3 - Seçebildikleri kadar menfaat ve zarar veren şey'leri seçerler Menfaat verenleri alırlar, zararlı olanları terk ederler 82 - A'râf, 17 9 83 - Haşr, 24 84 - Nûr, 41 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 62 4 - Kendi yaratılış özelliklerini değiştirmek sapıklığına düşmezler 85 Bu bakımdan Fıtrî îmân ’larını Kesbî îmân ’a çevirip Dînî kimliğini kazanamayan insanlar , yaratılanların en aşağısı, en şerlisi , en kötüsü olduğundan Allâhü Teâlâ nazarında bir değeri yokdur Bunun için de böyle olan insanlar hakkında, şöyle buyurulmuşdur: َ ين ِ ك ِ ر ْ ش ُ م ْل ا َ و ِ ب ا َت ِ ك ْل ا ِ ل ْ ه َ أ ْ ن ِ م او ُ ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا � ن ِ إ َ ن يِ د ِ ل ا َ خ َ م � ن َ ه َ ج ِ ر ا َن ِ فِ ا َ ه يِ ف ط ِ ة �ي ِ َ بِ ْل ا � ر َ ش ْ م ُ ه َ ك ِ ئ َل ْ و ُ أ ط “Hakîkat şudur ki, kitablılardan olsun, müriklerden olsun küfr edenlerin (hepsi) , cehennem ateşindedirler; onun içinde ebedî kalıcıdırlar Yaratılanların en kötüsü de onların ta kendileridir ” 86 او ُ ر َ ف َ ك َ ن يذ � ل ا ِ لله ا َ د ْ ن ِ ع ِّ ب ا َ و � د لا � ر َ ش � ن ِ إ ْ ؤ ُ ي لآ ْ م ُ ه َ ف َ ن و ُن ِ م “Allâh katında, yer yüzünde yürüyen (yaşayan) hayvanların en şerlisi ve en kötüsü, kâfir olanlardır Çünkü onlar, (Allâh’a) îmân etmezler” 87    Toplumları idâre edenlerin çalışma şekilleri Bu kadar büyük bir şerefe ve dereceye sâhib olmamıza rağmen bizleri idâre eden h emcinsleri miz , bizim için yaşadıklarını, bizim için ğayret sarf ettiklerini, bizim için 85 - Hak Dîni Kur'ân Dili Türkçe Tefsir, C 4 ss 2336 Elmalılı Hamdi Yazır 86 - Beyyine, 6K 87 - Enfâl, 55 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 63 çalıştıklarını, bizim için uğraştıklarını, bizim için didindiklerini, bizim için öldüklerini, bizim için fedâkârlık yaptıklarını, iddiâ eder ler Çağdaş medeniyet seviyesine yükselteceklerini söylerler Fakat bunların ekseriyyeti hayır yolunu tercih edecekleri yerde şerr yollarını tercih ettiklerinden idâre ettikleri toplumları küfür , ş irk , nifâk, dalâlet , fitne ve fesâd yollarına götürürler ki bu husus şu âyet - i kerîme’de açıkça ifâde buyurulup dile getirilmişdir: ا َن ْ ل َ ع َ ج َ ك ِ ل َ ذ َ ك َ و َ ر ِ ب ا َ ك َ أ ٍ ة َي ْ ر َ ق ِّ ل ُ ك ِ فِ ْ ُ مّ ا َ ه يِ م ِ ر ُ و ر ُ ك ْ م َي ِ ل ا َ ه يِ ف ا ط َ ن و ُ ر ُ ك َْ يم ا َ م َ و ْ م ِ ه ِ س ُ ف نَ أ ِ ب � لا ِ إ َ ن و ُ ر ُع ْ ش َي ا َ م َ و “Biz, her şehir ve kasabada, (mal, mülk, servet ve makam sâhibi büyüklerini , - başında bulundukları topluma örnek olup onları hidâyet yoluna mı, yoksa dalâlet yoluna mı sevk edecekler diye - îmân ve küfür arasında muhayyer bıraktık Peygamberimiz onlara doğru yolu göstermesine rağmen onların ekseriyyeti küfür , şirk ve nifâk yolunu tercih ettiler) Biz de , Mücrim’leri (oraların günahkârlarını ve onlara uyanları imtihân etmek için), o yerlerde (rahmetimizin bir eseri olarak mühlet verip kendi amellerine kendilerinin şâhid olup bir i’tiraz haklarının kalmaması için) hilekârlık etsinler (hîle ve desiselerine devam etsinler) diye, büyük adamlar (tanınmış büyükler) yaptık (Onları imtihân etmek için onlara böyle bir imkân verdik) Halbuki on lar hilekârlığı başkasına değil, kendilerine yaparlar da farkında olmazlar, (olsalar bile ondan vaz geçmazler) ” 88 Ne yazık dır ki toplumlar ı idâre eden böyle kimselerin pek çoğu , kendilerine verilen akıl ni’metini doğru yolda kullanıp 88 - En’âm, 123 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 64 hidâyet ve îmân yoluna yönelemedikleri için, hemcinslerini mutluluğa erdirmekden ziyâde , onları hüsrâna, dalâlete, zara ra, ziyana, iflâsa ve ğaflete sürüklemiş ; pek azı da akıl ni’metini doğru yolda kullanıp hidâyet yollarını tercih ettikleri için , hemcinslerini, Hâlik ve mahlûk karşısında çok şerefli ve i’tibârlı derecelere yükseltmişdir Bu iki yönü ile insan hayâtı , ba’zan bir şâirin dilinde birkaç mısrâ, ba’zan bir kâtilin elinde birkaç kurşun, ba’zan bir rüzgârın önünde bir kuru yaprak, ba’zan bir çobanın elinde b irkaç sürü, ba’zan da bir sarrâfın elinde birkaç cevher olmuştur, İşte bu yönleri ile insan, gerçekten üzerinde durulmaya, düşünmeye ve araştırma yapmaya değer bir mahlûk Asıl hüner, asıl ma’rifet, ona bir şâir, bir kâtil, bir rüzgâr, bir çoban gözü ile değil, bir sarrâf gözü ile bakmakdır Bu yapılabilirse o, düştüğü ve düşürüldüğü dalâlet dere keler in den kurtarılıp hakîki değerine yükseltilmiş, asıl değerini bulmuş olur Onu, düştüğü ve düşürüldüğü bu derekelerden kurtarıp hidâyete yöneltmek, en doğru yolda yürütmek, gerçekleri, işitir, görür ve anlar hâle getirmek; dalâletde bırakmakdan, fe sât yollarında yürütmekden, gerçekleri, işitemez, göremez ve anlayamaz hâle getirmekden, çok daha iyi, çok daha şerefli, çok daha yücedir Onun üzerine atom bombaları yağdırmak, onu fesât yollarında yürütmekden, hakîkâtleri işitemez, göremez ve anlaya maz bir hâle getirmekden, gaflet içerisinde yaşatıp boş emeller peşinde heder olup gitmesine sebeb olmakdan , daha güzel ve daha ehvendir Çünkü birincisinin azâbı dünyevî olup İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 65 geçici, ikincisinin azâbı hem dünyevî hem uhrevî olup süreklidir Bunun için âye t - i kerîme’de şöyle buyurulmuşdur: َ ين ِ ك ِ ر ْ ش ُ م ْل ا َ ن ِ م او ُن و ُ ك َت لآ َ و َ ة َ و ل � ص لا او ُ م يِ ق َا َ و ُه و ُ ق � ت ا َ و ِ ه ْ ي َل ِ إ َ ين ِ ب يِ ن ُ م لا "Hepiniz O'na (Allâh’a) dönün, O'ndan korkun Namaza devam edin Müşriklerden olmayın" 89    Mükerrem, muazzez, muhterem bir varlık olan şerefli bir insanı ve toplumları ihyâ’ etmek İ nsanlık âleminin her ferdi, halifelik şerefine namzet ahsen - i takvim üzerine yaratılan ve kemâlâtın cemisini kendisinde toplayan mükerrem, muazzez, muhterem bir varlık olduğundan böyle şerefli bir insanı ve içinde bulunduğu toplumları, karşılaşacağı - küfür, şirk, fitne, fesad, zulüm, açlık, susuzluk, gibi - dünyevî ve uhrevî her hangi bir teh likeden veyâ helâkden kurtararak hayâtının devamına sebeb olmak , onu ihyâ ’ etmek ( onu diriltmek ) gibidir Çünkü ihyâ ’ nın ( diriltmenin ) hakîkî ma’nâsı, Allâhü Teâlâ’nın kudreti dâhilinde olup insanlar için mümkün olmadığından, bir kimsenin bir kimseyi - dünyevî ve uhrevî - helâkten kurtarmasına , onu himâye etmesine, ona can verircesine bir iyilik lûtfunda bulunma sı na da mecâzî ma’nâda ihyâ’ denilmişdir 90 Bunun için Hayber’in fethi esnâsında kumandayı Hazreti Ali radıye’llâhü anh ’a v eren Hazreti Muhammed sallâ’llâhü 89 - Rûm Sûresi, âyet 31 90 - Hulâsatü’l - Beyân fî Tefsîri’l - Kur’ân,C 3 ss 1207 Mehmed Vehbi İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 66 aleyhi ve selem , “Yâ Ali, Hayber sâhasında alarga bir yere inip ordugâhını kur Evvelâ onları İslâm Dîni’ne da’vet et ve üzerine vâcib olan İslâm Dîni esâslarını haber ver Yâ Ali , tek bir kişinin senin irşâdın ile Müslümân olması, iyi bil ki sana kızıl develer bahş edilmesinden, senin de onları yoksullara tasadduk etmenden hayırlıdır” buyurmuşdur 91 Bununla ilgili olarak َ س ا� ن لا ا َي ْ ح َ أ ا َ � نَّ َ أ َ ك َف ا َ ه ا َي ْ ح َ أ ْ ن َ م َ و ِ َ جْ ا ً ع ي “ Kim bir canı kurtarırsa , ( hidâyet e ermesine vesîle olursa) bütün insanları diriltmiş gibi olur ” 92 Âyet - i kerîme’ sinin hakîkî anlamı ise , - birkaç günlük geçici dünyâ hayâtı ve rahatlığı uğruna , ölümü kat’î olmayan bir insanı parçalayıp diğer bir insanı yaşatmak için değil - , İslâm’ı tavsıye edip Sırât - ı müstekîm ’e yönelterek düny evî ve uhrevî ebedî mutluluğa erdirmek, anlamındadır Çünkü âyet - i 91 - Sahîh - i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - i Sarîh Tercemesi,C 8 ss 345 (1236 nolu Hadîs - i şerîf) ve C 10 ss 280 Kâmil Miras 92 - Mâide, 32 Bu âyet - i kerîme’nin tamâmının meâli şöyledir: “Bundan dolayıdır ki İsrâil oğullarına şu hakikati hukm ettik: Kim bir canı, bir can mukâbilinde veyâ yer yüzünde bir fesâd çıkarmakdan dolayı olmayarak öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur Kim de onu kurtarırsa bütün insanları diriltmiş gibi olur And olsun ki peygamberlerimiz onlara beyyineler (apaçık âyetler, deliller, mu’cizeler) getirmişdi Sonra hakîkaten yine içlerinden bir çoğudur ki bunların arkasından, (hâlâ) yer yüzünde (fesâd ve cinâyet husûsunda) muhakkak haddi aşanlardır” “Allâh’a ve Rasûlüne (ve mü’minlere) harb açanların, yeryüzünde (yol kesm ek suretiyle) fesâdcılığa koşanların cezâ’sı, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları, yâhud (sağ) elleri ile (sol) ayaklarının çaprazvârî kesilmeleri, yâhud da (bulundukları) yerden sürülmeleridir Bu, onların dünyâdaki rüsvaylığıdır Âhiretde ise onlara pek b üyük bir azâb da vardır” Mâide,32 - 33 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 67 kerîme’nin tamamı, İnsanları, fitne ve fesaddan uzaklaştırarak onların hu zur ve güveni ni sağlamayı ifâde buyurmaktadır Organ nakli ve benzer i konular ise , kanaatimizce, insanın en büyük bir düşmanı olan İblîs’in yeminle söylediği beş konudan biri olan “ ط ِ لله ا َ ق ْ ل َ خ � ن ُ ر ِّ ي َغ ُ ي َل َ ف ْ م ُ ه � ن َ ر ُ م َ لآ َ و : Onlara muhakkak emr edeceğim de Allâh’ın hilkâtini (yaratt ığını , yarattığı şey’lerin yaratılış şekillerini ) değiştirecekler” 93 âyet - i kerîme’sinin ifâdesine göre, yaratılışın normal şeklini değiştirip insanları yanlış yollara götüren ve z amânımızda yaygın bir hâle gelen “Organ nakli”, “Tüp bebek” , “T aşıyıcı”, “ Kılonlama” , “G enler ile oynayıp yaratılışın şeklini değiştirmek” gibi, İblîs’in telkin ettiği bir ilme göre, yapılan başarılardır Allâhü a’lem Çünkü İblîs, bilgisi ve ibâdeti ile yüksek dereceler kazanan, fakat Allâhü Teâlâ’nın meleklere hitâben “Ben, kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıkdan bir beşer (bir halîfe) yaratacağım” 94 , “Ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim (can verdiğim) zaman siz onun için (onu kıble edinerek bana) secde edin, (veyâ O’nun ve evlâtlarının hizmetine girin)” 95 , emri karşısında , “ Ben O’na secde etmem, ç ünkü beni ateşden halk etdi n , O’nu toprakdan Onun için ben ondan hayırlıyım ” diyerek gurur ve kibire kapılıp ilâhî emre itâat etmediği için la’nete uğrayan, bundan dolayı da insanların en büyük düşmanı olan bir mel’undur    93 - Nisâ’,119 94 - Hıcr, 28 95 - Hıcr, 29 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 68 Başımıza gelen felâketlerin teşhisi ve ondan kurtuluşun çâresi Evet, teşhis budur ; ya’nî halifelik vasfına namzet insanları , Sırât - ı müstekîm ’e yönelterek onlara düny evî ve uhrevî mutluluk yollarını gösterip ihyâ ’ etmekdir İlâcı ise , Allâh’a, Peygamber’e ve Kurân’a inanmak, onlara tam bir teslîmiyyet ile itâat etmek, bu sûretle de َ ا ًا ني ِ د َ م لآ ْ س ِ لا ْا ُ م ُ ك َل ُ ت يِ ض َ ر َ و ِ ت َ م ْ ع ِ ن ْ م ُ ك ْ ي َل َ ع ُ ت ْ م َْ تْ َا َ و ْ م ُ ك َن ي ِ د ْ م ُ ك َل ُ ت ْ ل َ م ْ ك َا َ م ْ و َ ي ْل ط “Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim Üzerinizdeki ni’metimi tamamladım ve size din olarak Müslümân’lığı beğenip seçtim ve ondan (ve onun îc âblarını yerine getirenlerden) râzı oldum” 96 âyet - i kerîme’sinin ifâde buyurduğu hakîkî İslâm’ı, dalâlete, bid’ate, hatâya ve tefrîkaya düşmeden , bütün hukümleri ile yaşamaya ve yaşatmaya çalışmakdır Zâten Kelime - i Tevhîd ’in ma’nâsı da bunu ifâde etmez mi? 97 İşte bunun için başımıza gelen ve gelecek olan felâketlerden kurtuluşun tek çâresi , kendisi ile amel olunması lâzım gelen Dînî hükümleri, Cenâb - ı Hakk’ın murâdına en yakın bir şekilde yerine getirmeye çalışarak , nass karşısında 96 - Mâide, 3 97 - Kelime - i Tevhîd , “ Lâ ilâhe ille’llâh: Allâh’dan başka hiç bir ilâh (hiç bir tanrı, hiç bir ma’bûd) yokdur, ancak O vardır” cümlesidir ki bu mübârek söze “Kelime - i Tevhîd”, bunu söylemeye de “Tehlîl” denir Bu cümle, Kelime - i Tevhî’din birinci rüknünü (farzını) teşkil eder Bunun ikinci ruknü (farzı ) ise, “ Muhammedü’r - Rasûlü’llâh: Muhammed (aleyhi’s - selâm) Allâh’ın elçisi, peygamberidir” cümlesidir Bunları ve ifâde etdikleri ma'nâları - istisnâsız olarak - , kalbi ile tasdîk edip dili ile ikrâr eden bir Müslümân, Allâh’dan başka hiç bir şey’e kıymet ve değer vermez ve onların peşinden gitmez İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 69 ( ya’nî Kur’ân ve Sünnet ile sâbit olan kat’î hükümler karşısında ) veyâ emr - i ilâhî karşısında , kendi aklına göre re’y ve kıyâs’da bulunarak isyan eden İblîs gibi olmamak, bu şekildeki bir davranış ile veyâ hevâ ve heves ile gizli veyâ açık bir “Ş i r k” yoluna sapmamakdır Çünkü Tevhîd’in zıddı olan şirk , en büyük bir zulümdür Bunun için “Tevhîd” in ve “Şirk” in ne demek olduğunu iyice anlayıp idrâk ed en bir Müslümân, “Şirk” in her çeşidine karşı yalan, yanlış, eğri, bozuk, sahte, bâtıl, uydurma inanç ve akîde’lerden, hevâ ve heveslerden, fikir ve ahlâk kurallarından yüz çevirip dâimâ Hakk’a ve doğruya yönelir Dîni, yalnız Allâh için hâlis kılıp tefrik aya, nifaka ve keyfî yorumlara düşmeden onun etrâfında toplanır Tam bir ihsân, ihlâs ve teslîmiyyet ile yalnız Allâh’a kulluk eder Yalnız O’nun yardımını ister Yalnız O’na ibâdet ederek ecir ve mükâfâtını O’ndan bekler Sahtekâr, çıkarcı , yenilikci ve b id’at sâhibi kimselerin arzû ve isteklerine âlet olmaz F itne , fesâd ve bid’at sâhibi kimselere karşı, taraf tutma gayretini göstermez Onlara karşı bir meyli olduğunu, gizli veyâ açık bir şekilde belirtmez Bi’l - hâssa bid’at sâhibi kimselerin küfrünü veyâ dâiye olduğunu ( ya’nî kendi fikir ve duygularını telkin ve teşvîk edici olduğunu ) iyice ayırt edip kendisini ve etrâfındakileri böyle tehlikeli yollara yöneltmekden korumaya çalışır Bunları anlayıp idrâk edince de, İslâm’da, her hangi bir kim senin şer’î bir huküm vaz’ etmesinin mümkün olmadığını, kendi hevâ ve hevesine veyâ başkalarının hevâ ve hevesine uyarak - İslâm’a ve müslümân’lara hizmet gâyesi ile de olsa - din nâmına yeni bir şey’ ihdâs etmenin aslâ câiz olmadığını iyice anlayıp kavrar v e kendini Allâh’a yöneltip O’na teslim olur Allâhü Teâlâ’nın Peygamberine ve o Peygamber İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 70 vâsıtası ile göndermiş bulunduğu Kur’ân - ı Kerîm’e itâat eder Emr edilenleri , emr edildiği gibi yapmaya; nehy edilenleri de, nehy edildiği gibi yapmamaya çalışır Bun ları yaparken de ifrât ve tefrîdden kaçınır Kula kul olmaz Kula üstünlük de taslamaz Vekâr ve olgunluğunu muhâfaza ederek insanlığın gâye ve hedefi olan kâmil insan , olgun insan hedefine doğru yol almaya çalışır Dünyâsını ve âhiretini mutlu kılıp başarıya ulaşır İnsan ve cin şeytanlarının şerrinden, nefis bataklığının şehevî câzibelerinden kurtulup Cennet ’e ve Cemâl ’e ulaşır Bunun netîcesi olarak da “Selâm Selâm” hitâbına nâi l olur Ne mutlu böyle bir netîceye nâil olanlara    İmân ve ihlâs sâhibi bir insan m ükemmel bir bilgisayara benzer Evet, bu esâslar dâhilinde Hakk’a yönelmesini ve O’na Teslim olmasını bilen îmân ve ihlâs sâhibi bir kimse, her yönü ile mükemmel bir Bilgisayara benzer Bunun için böyle îmân ve ihlâs sâhibi bir kimse, sâhib olduğu îmân esâslarını, her yönü ile her zaman ve her yerde şirk , küfür ve nifâk virüslerinden korumaya çalışır Nasıl ki bir bilgisayara her hangi bir şekilde bir veyâ bir kaç virüs girince, bütün bilgileri ve çalışmaları bir anda alt - üst edip bozar ve işe yaramaz bir hâle getirirse, her hangi bir şekilde insana musallat olan bir şirk veyâ küfür veyâ nifâk hâl i de, o kimsenin îmân ve tevhîd esâslarını bir anda yok edip gider İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 71 Bunun için bozulan bir bilgisayarı temizleyip yeniden bilgiler yüklemek gerektiği gibi, yok olan veyâ işe yaramaz bir hâle gelen îmân ve tevhîd esâslarını da yeniden tâzeleyip küfür, şirk , ve nifâk virüslerinden temizlemek lâzımdır ( ا َ ه ي� ك ز ْ ن َ م َ ح َل ْ ف َا ْ د َق لا ص : Onu (nefsini, şirk, küfür , nifâk ve günahlardan) tertemiz yapan, muhakkak (dünyâ ve âhiret selâmetine) ermişdir (Umduğuna nâil, korkduğundan emîn olmuştur) ” 98 ( ا َ ه ي � س َ د ْ ن َ م َ ب ا َ خ ْ د َق َ و ط : Onu (nefsini, şirk, küfür , nifâk ve günahlar ile) alabildiğine örten (hakîkâtleri göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle getiren) ise, elbetde (dünyâda ve âhiretde) ziyana uğramışdır” 99 Âyet - i kerîme’leri, bunun açık bir delîlidir Bu bakımdan nefsimizi, ömrümüz boyunca, her zam an ve her yerde tertemiz yapmak; faydalı, tem iz ve güzel olan şey’leri almak; faydasız, pis ve zararlı olan şey’leri terk etmek, yaşayışımızın şiârı olmalıdır Bunun için kara sinek gibi her önümüze gelen şey’e konup ondan istifâde etmek yerine, bal arısı gibi olup faydalı ve şifâlı şey’ler peşinde koşarak hem kendimizi hem d e başkalarını istifâde ettirmenin yollarını aramalıyız Bunun içindir ki kullarına karşı sonsuz rahmet ve mağfiret sâhibi olan Yüce Rabb’imiz, son nefesimize kadar afv ve mağfiret kapısını açık tutarak şöyle buyurmaktadır: 98 - Şems, 9 99 - Şems, 10 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 72 َ ن يِ ذ � ل ا َ ي ِ د ا َب ِ ع ا َي ْ ل ُق ِ لله ا ِ ة َْ حْ َ ر ْ ن ِ م او ُط َن ْ ق َ ت لآ ْ م ِ ه ِ س ُ ف ْ ن َا َ ى ل َ ع او ُف َ ر ْ س َا ط � ن ِ إ ً ا ع يِ َ جْ َ ب و ُن � ذ لا ُ ر ِ ف ْ غ َ ي َ لله ا ط ُ م يِ ح � ر لا ُ ر و ُ ف َغ ْل ا َ و ُ ه ُه � ن ِ إ “ (Yâ Muhammed, tarafımdan onlara) de ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden (günahkâr) kullarım Allâh’ın rahmetinden ümid kesmeyin (Eğer Tevhîd’e yönelir, şirk’den sakınır ve günahlarınıza tevbe ederseniz) Allâh bütün günahlarınızı bağışlar Çünkü O, Ğafûr ve Rahîm’dir, (çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir) ” 100 ْ م ُ ك ِّب َ ر � ِ إ او ُب يِ ن َا َ و ُ م ُ ك َي ِ ت ْا َي ْ ن َ أ ِ ل ْ ب َ ق ْ ن ِ م ُه َل او ُ م ِ ل ْ س َا َ و لآ �ُ ثُ ُ ب ا َ ذ َ ع ْل ا َ ن و ُ ر َ ص ْ ن ُ ي “Size azâb gelib çatmadan Rabb’inize dönün O’na teslim olun Sonra size yardım edilmez” 101 ْ ن َ أ ِ ل ْ ب َ ق ْ ن ِ م ْ م ُ ك ِّب َ ر ْ ن ِ م ْ م ُ ك ْ ي َل ِ إ َ ل ِ ز ْن ُا ا َ م َ ن َ س ْ ح َا او ُع ِ ب � ت ا َ و ُ ب ا َ ذ َ ع ْل ا ُ م ُ ك َي ِ ت ْا َي َ لا ْ م ُت ْ ن َا َ و ًة َت ْ غ َ ب َ ن و ُ ر ُع ْ ش َت لا “Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azâb gelmezden önce Rabb’inizden size indirilenin (size verilen ni’metlerin) en güzeli (olan Kur’ân - ı Kerîm’e ve peygamberlerin en ha yırlısı olan Hazreti Muammed) e uyun” 102 “ ِ ر ا َ ص ْب َلْ ْا ِ � و ُا ا َي او ُِ بِ َت ْ ع ا َف : İşte ey akıl ve basîret sâhibleri, siz bundan ibret alın (ve Hakk’a yönelin)” 103    100 - Zümer, 53 101 - Zümer, 54 102 - Zümer, 55 103 - Haşr, 2 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 73 Başımıza gelen felâketlerden kurtuluşun diğer bir çâresi de, eğitim ve öğretimin İslâmî esâslara göre yapılmasıdır Başımıza gelen felâketlerden hem kendimizi, hem de hemcinslerimizi dünyevî ve uhrevî felâketlerden kurtarıp ihyâ’ etmenin diğer bir çâresi de , en güzel bir şekilde yaratılmış olan insanın , eğitim ve öğretiminin ( ta’lîm ve terbiye si nin ) de, kara sinek gibi her önümüze gelen şey’e konup ondan istifâde ederek değil, b al arısı gibi faydalı v e şifâlı şey’ler peşinde koşup İslâmî esâslara uygun olarak yapılması ile mümkündür Bunun için â lemlerin Rabb’i olan Allâhü Teâlâ, insanlık âlemini, dalâletden hidâyete, zulümden adâlete, cehâletden ilme, zulmetden nûra, haksızlıkdan hakka, eğrilikden doğruluğa, kötülükden iyiliğe, çirkinlikden güzelliğe, kirlilikden temizliğe ve hulâsa her türlü nok sanlıkdan kemâle yöneltip onlara insanlık vasıflarını kazandırmak, bu sûretle de onları dünyevî ve uhrevî mutsuzlukdan mutluluğa ulaştırmak için, - sevgili Rasûl’ü Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm vâsıtası ile - göndermiş bulunduğu Kur’ân - ı Kerîm’in daha ilk sayfasında, لَاج َ ب ْي َ ر َلا ُ ب ا َت ِ ك ْل ا َ ك ِ ل َ ذ ج ِ ه يِ ف ج ى ً د ُ ه ِ ل َ ين ِ ق �ت ُ م ْ ل “Elif Lâm Mîm Bu Kitâb, öyle bir kitâb’dır ki kendisinde (Allâh tarafından gönderilmiş olduğunda) aslâ şübhe yokdur O, (nefsini, zarar verecek şey’lerden ve şer’a muhâlif olan günahlardan korumak isteyen takvâ sâhibi) müttekî’ler için, (doğru yola irşâd edici, sevâb ve hayır İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 74 yollarını gösterici ve menfaatlerine delâlet edici) bir hidâyet’dir (doğru yolun ta kendisidir) 104 buyurmakda ve bu Kitâb karşısındaki t utum ve davranışları ile - müttekî, kâfir, münâfık ismi altında - başlıca üç gurûba ayrılan insanların vasıf ve özelliklerini, en güzel bir şekilde açıklayıp îzah etdikden ve bu Kitâb’ın ancak Müttekî ’ler için , - dünyevî ve uhrevî seâdet ve selâmet yollarını gösterici - bir hidâyet rehberi olduğunu belirtdikden sonra, büyüklüğünün ve “Rahmân” isminin muktezâsı olarak, tekrar hepsini birden kendisine kulluk ve ibâdete da’vet etmekde ve israrla Müttekî ’ler gurûbundan olmamızı iste yerek şöyle buyurmakta d ı r 105 ا َي ْ م ُ ك � ل َ ع َل ْ م ُ ك ِ ل ْ ب َ ق ْ ن ِ م َ ن يِ ذ � ل ا َ و ْ م ُ ك َ ق َل َ خ ي ِ ذ � ل ا ُ م ُ ك �ب َ ر او ُ د ُب ْ ع ا ُ س ا� ن لا ا َ ه � ي َا َ ن و ُ ق � ت َ ت “Ey insanlar, sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabb’inize ibâdet edin, (O’nu tanıyıp O’na kullukda bulunun) Tâ ki, (Kur’ân’ın kendilerini doğru yola ilettiği) takvâ sâhibi (Müttakî ve Muhlâs kullarımızdan) olasınız (Bu sûretle de seâdete, felâha, mutluluğa ve hüsn - i âkıbete eresiniz Umduğunuza nâil, korkduğunuzdan emîn olarak O sizden râzı, siz de O’ndan râzı olasınız) 106 Bunun neticesi o larak da, 104 - Bakara, 1 - 2 Takvâ: Lügatde, sakınma, korunma, korkma ma’nâsınadır İstılahda ise, âhiretde insanlara zarar verecek şey’lerden sakınmakdır Bu bakımdan takvâ sıfatlarına sâhib olan kimselere “Müttekî” denir Bu konuda fazla bilgi için bak: Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 1 ss 166 - 171 Elmalılı Muh Hamdi Yazır Hulâsatü’l - Beyân fî Tefsîri’l - Kur’ân, C 1 ss 37 - 38 Mehmed Vehbi Kur’ân - ı Hakîm ve Meâl - i Kerîm, C 1 ss 13 Hasan Basri Çantay 105 - Bakara, 21 106 - Bakara, 21 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 75 “ ُ ه ْ ن َ ع او ُ ض َ ر َ و ْ م ُ ه ْ ن َ ع ُلله ا َ ي ِ ض َ ر : Allâh bunlardan hoşnûd olmuşdur, bunlar da O’ndan (Allâh’dan) hoşnûd olmuşlardır” 107 hakîkatine nâil olasınız    Rabb ism - i şerîfi’nin gerektirdiği Eğitim ve öğretim Eğitim ve öğretimin ( ta’lîm ve terbiyenin ) en güzel bir örneğini teşkil eden bu şekildeki bir eğitim ve öğretim , Allâhü Teâlâ’nın “Rabb” ism - i şerîfinin bir muktezâsıdır ki Rabb , “Esmâü’l - Husnâ: En güzel isimler” sâhibi olan Allâhü Teâlâ’nın isimlerinden birisi olup her şey’i gereği gibi terbiye edip kemâle îsâl edici ( ulaştırıcı ) ma’nâsınadır Eğer, Allâhü Teâlâ’nın, mahlûkâta ( yaratılmışlara ) karşı “Rabb” ism - i şerîfinin muktezâsı olan bu eğitim ve öğretim “ta’lîm ve terbiye” olmasaydı, bütün mahlûkât ve mükevvenâtın, bi’l - hâssa insanlığın, kendisini her türlü zarar ve noksanlıklardan kurtarıp kemâle ulaştırması ve istenilen gâyeye vâsıl olması, hiç şübhesiz mümkün olmazdı İnsanlığın en büyük ihtiyâc ı olan bu inâyet - i ilâhiyyeyi ( Allâhü Teâlâ’nın bu lûtuf ve ihsânını ), mahlûkâtın en güzeli, en şereflis i ve en üstünü olmak isteyen her insanın, iyi düşünmesi ve ona göre değerlendirmesi, ancak kendi menfeatı îcâbıdır Bu bakımdan Müttekî’ler gurûbu ndan olup kendisini her türlü tehlike ve noksanlıklardan ku r tararak insanların en 107 - Beyyine, 8 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 76 kerîmi, en mükerremi, en şereflis i ve en üstünü olmak isteyen her insanın, her şey’den önce, Allâhü Teâlâ’nın, Kur’ân - ı Ker îm’de ve Rasûl’ünün Sünnet’inde bildirdiği dînî huk ümleri, yapılmasını veyâ yapılmamasını istediği husûsları, doğru bir şekilde öğrenmesi, bunun netîcesi olarak da kendisine verilmiş olan bu kadar ni’met’lere karşı, O’na lâyıkı ile hamd - ü senâ’da bulunup ( teşekkür edip ) O’nun rızâsını kazanabilmenin usûl v e yollarını bilmesi, gerekdir Bu ise, ancak “Ehl - i sünnet ve ’l - cemâat yolu” dediğimiz dînî esâsları öğrenmekle, bu yolda yürümenin usûl ve yollarını en iyi bir şekilde tesbit etmesini bilen - İmâm A’zam, İmâm Mâlik, İmâm Şâfiî, İmâm Hanbel gibi - müctehidlerin gösterdiği yoldan gitmekle ve onların tesbit etdikleri dînî esâslardan dışarı çıkmamakla mümkündür 108 Bunun en güzel ve en doğru bir dayanağı ise, “Fıkıh Usûlü İlmi” ile “Fıkıh İlmi” dir 108 - Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm’ın gösterdiği yoldan gidenlere ve O’nun Sünnet’ine yapışanlara “Ehl - i sünnet”, O’nun gösterdiği ve teblîğ buyurduğu ahkâmı, kendi keyf ve arzûlarına göre te’vîl ve tefsîr edip değiştirenlere de “Ehl - i bid’at” denir Ehl - i bit’at’in, bir çok şu’beleri ve kısımları vadır ki bunlar, Kelâm ve Akâid kitâblarında anlatılmışdır ِ َ ت ْ ف َ ت َ س َ ل ا َق ِ لله ا َ ل و ُ س َ ر ا َي َ ي ِ ه ْ ن َ م ا ُ و ل َا ق ً ة َ د ِ ح ا َ و � لا إ ِ ر ا�ن لا ِ فِ ْ م ُ ه � ل ُ ك ًة َق ْ ر ِ ف َ ين ِ ع ْ ب َ س َ و ٍ ث َل َ َ َ ى ل َ ع ِ ت � م ُا ُ قُ ِ ب ا َ ح ْ ص َا َ و ِ ه ْ ي َل َ ع َا نَأ ا َ م َ ى ل َ ع ْ م ُ ه َ ن يِ ذ � ل ا “Benim ümmetim, yakında yetmişüç fırkaya ayrılacakdır Bunların hepsi Ce hennem’dedir Ancak birisi müstesnâdır - O bir fırka kimlerdir? Yâ Rasûle’llâh - Onlar, benim ve ashâbımın bulunduğumuz i’tikad üzere bulunanlar, benim ve ashâbımın gitdiği yoldan gidenlerdir” Hadîs - i şerîfi ise, bunun en güzel bir delîlidir Us ûl - i Fıkıh Dersleri, ss 84 Büyük Haydar Efendi Akâid - i Hayriyye Tercemesi, ss 9 Mehmed Vehbi “Bu Hadîs - i şerîfi, Hâkim, Müstedrek’inde rivâtet etmişdir” Sahîh - i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - i Sarih Tercemesi C 11 ss 64 - 65 Kâmil Miras İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 77 Bu konunun ehemmiyetine binâendir ki Cenâb - ı Hak k, Kurân - ı Kerîm’inde , Rasûlü’llâh aleyhi’s - selâm da Hadîs - i şerîf’lerinde şöyle buyurmuşdur: ْ ن َ ي ِ ل َ ن و ُن ِ م ْ ؤ ُ م ْل ا َ ن ا َ ك ا َ م َ و ا و ُ ر ِ ف ً ة � ف آ َ ك ط ِّ ل ُ ك ن ِ م َ ر َ ف َ ن َلا ْ و َل َ ف ِ م ٍ ة َق ْ ر ِ ف ٌة َ ف ِ ئ آ َط ْ م ُ ه ْ ن ِ ل ا و ُ ه � ق َ ف َ ت َي ِ ن يِّ د لا ِ فِ ِ ل َ و ْ ن ُ ي ْ م ُ ه َ م ْ و َ ق او ُ ر ِ ذ ا و ُع َ ج َ ر ا َ ذ ِ إ َ ن و ُ ر َ ذ َْ يُ ْ م ُ ه � ل َ ع َل ْ م ِ ه ْ ي َل ِ إ “Mü’min’lerin hepsi (top yekûn) savaşa çıkacak değildirler O halde (onların her sınıfından yalnız birer zümre savaşa gitmeli), kimi de - din ve şeriat ilimlerini iyice öğrenmeleri ve kavmleri (savaşd an) dönüb kendilerine geldikleri zaman onları Allâh azâbiyle korkutmaları için - (gitmeyip kalmalıdırlar) Olur ki (bu suretle Mü’min’ler aykırı hareketlerden) kaçınırlar” 109 “Allâhü Teâlâ, bir kimsenin hayrini delerse, onu dinde fakih yapar (anlayışlı ve bilinçli kılar)” 110 Aslında bir usûl (ve metot) ilmi olan “Fıkıh Usûlü İlmi”, dînî hukümlerin, “El - Edilletü’l - erbea : Dört delîl ” dediğimiz - Kitâb, Sünnet, İcmâu’l - Ümmet ve Kıyâsü’l - Fukahâ’ gibi - ana kaynaklarından, doğru bir şekilde incelenip anlaşılmasında, fıkhî mes’elelerin îzah edilmesinde, müctehidler arasındaki ittifak ve ihtilâf noktalarının incelenip anlaşılmasında, âyet - i kerîme ve hadîs - i şerîfleri n ve onlardan çıkarılan hukümlerin - kasıtlı veyâ kasıtsız, yanlış anlam, tefsîr ve te’vîllerine meydan vermeden - Şârî ’in ( hakîkî ma’nâda Allâhü Teâlâ’nın, mecâzî ma’nâda Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm’ın ) murâdına uygun olarak doğru bir şekilde idrâk edilmesinde, bu sûretle de İslâm Dîni ile onun müntesibleri olan Müslümânların ( Ümmet - i merhûmenin ), 109 - Tevbe, 122 110 - Buhârî, Kitâbü’l - ilm, Cüz’ 1 ss 28 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 78 Ehl - i S ünnet ve ’l - c emâat yolu dışındaki Ehl - i Bid’ât yollarına saptırılmamasında, en büyük rolü oynar Ayrıca, İslâm şerîat ve hukûkunun, ne gibi esâ slara dayandığının bilinmesine, hukûk ile ilgili kânunların, nizamların, ilmî bir şekilde incelenip anlaşılmasına ve hukûk f ikrinin inkişâfına vesîle olur Bu esaslara riâyet ederek takvâ sâhibi bir Müslüman olmaya çalışan mükellef bir kimse, Kesbî îmân ’ın gerektirdiği emir ve nehiyleri yerine getirirken de, - her türlü küfür, şirk , nifâk ve bid’at’dan uzak olarak - , Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm ’ın Cenâb - ı Hakk’dan gerek “Vahy - i Metluvv” gerekse “Vahy - i Gayr - i Metluvv” şeklinde vahy ile alıp ins - ü cinne teblîğ etmekle görevli bulunduğu Kitâb, Sünnet, İcmâu’l - Ümmet ve Kıyâsü’l - Fukahâ’ esâsları dâhilinde, “El - Edilletü’l - erbea: Dört delîl” esâsına dayanan Ehl - i Sünnet ve’l - cemâat yolu ’ nun emir ve nehiyleri doğrultusunda hareket eder 111    Eğitim ve öğretim ehlinin yetiştirilme şekli Cenâb - ı Hakk’ın lütfu ve ihsânı ile ecdâd yâdigârı olan şu güzel vatanımızda, yıllarca eğitim ve öğretimin temsilcisi o lan öğretmenlerimize hitâben “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” dedik ama, bu nesli yetiştirecek öğretmenleri, Allâhü Teâlâ’nın Rabb isminin muktezâsı olan eğitim ve öğretim sistemini terk ederek, hattâ onu aşağılıyarak Batının lâiklik, demokrasi, özgürlük, hoşgörü gibi mesnedsiz 111 - Bu konularda fazla bilgi için bak: Fıkıh Usûlü A Celâleddin Karakılıç İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 79 fikirlerini benimseterek yetiştirmeye çalıştık Onun için de böyle yetiştirilen öğretmenlerin bir çok yanlışlar ile yetiştirdikleri nesil, özünde ( inançlarında ) , şirk, küfür ve nifâk külleri ile örtülmüş Fıtrî îmân esâsları olduğu halde, Kesbî îmânı kazanamadığı için hakk - hukuk tanımayan, kalbinde Allâh korkusu ve Allâh sevgisi bulunmayan bu günkü isyankâr nesil m eydana geldi ki şu âyet - i kerîme ve hadîs - i şerîf bunun açık bir delilidir: ًا ف يِ ن َ ح ِ ن يِّ د لِ ل َ ك َ ه ْ ج َ و ْ م ِ ق َا َف ط ِ ت � ل ا ِ لله ا َ ت َ ر ْط ِ ف َا ه ْ ي َل َ ع َ س � ا نلا َ ر َط َف ط "O halde (Habîbim) yüzünü bir muvahhid olarak dîne, Allâh'ın o fıtratına (yaratışına) çevir ki O, insanları bu fıtrat üzerine ( fıtrî îmân ile, bu ahd ve zimmet inancı ile) yaratmışdır" 112 Bunun için h er insan, dünyâya gelişinde bu îmân ve bu fıtrat ile yaratılır ki bu vasfa Aslî îmân veyâ Fıtrî îmân denir ْ و أ ِ ه ِ ن َا ر ِّ ص َن ُ ي ْ و أ ِ ه ِ ن َا د ِّ و َ ه ُ ي ُه َا و َب َا َف ِ ة َ ر ْط ِ ف ْل ا َ ى ل َ ع ُ د َل ُ و ي � لا ِ إ ٍ د ُ و ل ْ و َ م ْ ن ِ م ا َ م ِ ه ِ ن ا َ س ِّ ج َُ يم "Her çocuk ancak İslâm fıtratı üzere dünyâya gelir Bundan sonra anası babası onu, (Yahûdî ise) Yahûdî, (Nasrânî ise) Nasrânî, (Mecûsî ise) Mecûsî yaparlar" 113 İşte, bu âyet - i kerîme ve hadîs - i şerîf’in ifâdesine göre , dünyâya gelen her insan, bu vasıf ile ( bu aslî veyâ fıtrî îmân ile ) yaratılmış olduğundan bu vasıf bülüğ çağına kadar devam eder Bülüğ çağına geldikden sonra ölünceye kadarki zaman içerisinde , ezeldeki ahdini yenileyip yenilememek konusunda 112 - Rûm, 30 113 - Buhârî, cenâiz, ss 120 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 80 serbestdir Eğer ezelî ahdini yeniden tâzeleyip gereğini yerine getirirse Mü’min ve Müslümân olur ki buna, "Kesbî îmân" denir Eğer ezelî ahdini yerine getirmeyip verdiği sözü ve yaptığı mukâveleyi inkâr edip kabul etmezse, o zaman da müşrik veyâ kâfir veyâ fâsık ol ur Bunun için, ْ م ُ ك � ل َ ع َل ْ م ُ ك ِ ل ْ ب َ ق ْ ن ِ م َ ن يِ ذ � ل ا َ و ْ م ُ ك َ ق َل َ خ ي ِ ذ � ل ا ُ م ُ ك �ب َ ر او ُ د ُب ْ ع ا ُ س ا� ن لا ا َ ه � ي َا ا َي َ ن و ُ ق � ت َ ت “Ey insanlar, sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabb’inize ibâdet edin, (O’nu tanıyıp O’na kullukda bulunun) Tâ ki, (Kur’ân’ın kendilerini doğru yola ilettiği) takvâ sâhibi (Müttakî ve Muhlâs kullarımızdan) olasınız (Bu sûretle de seâdete, felâha, mutluluğa ve hüsn - i âkıbete eresiniz Umduğunuza nâil, korkduğunuzdan emîn olarak O sizden râzı, siz de O’ndan râzı olasını z) ” 114 b uyurulmuşdur    Eğitim , öğretim ve kurtuluş gayretlerimizden almak istediğimiz netîce nasıl olmalıdır ? Eğer biz, bu gün, içinde bulunduğumuz şu zamandaki eğitim, öğretim ve kurtuluş gayretlerimizden güzel bir netîce almak istiyorsak, böyle bir netîce, 1 - ( َ ين ِ ق �ت ُ م ْ ل ِ ل ً ى د ُ ه : O ( Kur’ân, takvâ sâhibi ) müttekîler için, bir hidâyetdir ( doğru yolun ta kendisidir )” 115 114 - Bakara, 21 115 - Bakara Sûresi, âyet 2 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 81 ( ْ م ُ ك ي َ ق ْ ت َا ِ لله ا َ د ْ ن ِ ع ْ م ُ ك َ م َ ر ْ ك َا � ن إ : Şübhesiz ki sizin Allâh nezdinde en şerefliniz, takvâca en ileride olanınızdır” 116 âyet - i kerîme’lerine göre, “Takvâ” sâhibi bir kul olmadan; 2 - ( َ ين ِ ص َل ْ خ ُ م ْل ا ُ م ُ ه ْ ن ِ م َ ك َ د ا َب ِ ع � لا إ : Ancak, onlardan, hâlis ( ihlâs sâhibi ) kulların hâriç, (onları yollarından saptıramam Çünkü benim azdırmam onları etkilemez)” 117 âyet - i kerîme’sine göre, “İhlâs” sâhibi bir kul olmadan; 3 - ( ِ ت َا و ُط ُ خ ا ُ و عِ ب �ت َ ت َلا َ و ًة � ف َا ك ِ م ْ ل ِّ س لا ِ فِ ا ُ و ل ُ خ ْ د ا ا ُ و ن َ م آ َ ن يِ ذ � ل ا ا َ ه � ي َا َا ي ٌ ين ِ ب ُ م ٌّ و ُ د َ ع ْ م ُ ك َل ُه � ن إ ِ ن َا ط ْ ي � ش لا : Ey îmân edenler, hep birlikde silme ( İslâm’a, barışa, dünyâ ve âhiret selâmetine, birlik ve berâberliğe ) girin ( Kâmil, olgun, iyi, takvâ ve ihlâs sâhibi birer müslümân olun Ayıp ve kusurlardan uzak bulunun ) Şeytanın adımları ardına düşmeyin ( şeytânî yollara sapmayın ) Çünkü o, sizin için ap - açık bir düşmandır” 118 âyet - i kerîme’sine göre, “Silm” e giren bir topluluk olmadan , insan ve cin şeytanlarına karşı tedbir almadan; 4 - Rabb’inin istediği hakk yolda yürüyerek “Müttekî” ler gurûbundan olmayı arzu eden müslümânları - özellikle İslâm’a en çok hizmet eden müslümân Türk’leri - , bu yoldan çevirip hüsrân ve iflâsa sürüklemek sûretiyle yıkm ak isteyen iç ve dış 116 - Hucurât Sûresi, âyet 13 117 - Hıcr, 40 ve S â d, 83 118 - Bakara, 208 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 82 düşmanların, “ İslâm’ı n içinde İslâm’ı yıkmakda ki çalışmalarına; diğer bir deyimle İslâm’ın usûl ve metot larını kullanmak sûretiyle, “ İslâm’ı bozup mensublarını bid’at, fes ât ve şirk yollarına saptırma yolundaki mefur emellerine (15 - Temmuz - 2016 Cum’a gecesindeki kalkışmaya karşı koyduğumuz gibi) karşı çıkıp “ tedbir ” almadan , mümkün değildir Aksi ise, hüsrân ve iflâs’dır    Dünyâda ve âhiretde mutlu bir hayat yaşamanın yolu Allâhü Teâlâ’nın takdiri ve lû t fu ile yüzlerce şehîd, gâzi ve ecdâd yâdiğârı olan şu güzel vatanımızda huzur ve sükûn içerisinde mutlu bir hayat yaşama mızın tek yolu , demokrasî, lâiklik, özgürlük, hoşgörü gibi İslâm dışı beşerî sistemleri terk ederek ; bid’at olan şey’leri yapmakdan, cemaatcilikden , telfikcili kden, yenilikcilikden, tefrî ka dan , ihtilâf dan , nifak dan , fesâd dan , fitne ve katil hâdise lerinden uzak kalmaya çalışarak ; içimizdeki ve dışımızdaki vatan, millet ve İslâm düşmanlarından hem kedimizi, hem de vatan ve milletimizi korumakla mümkündür Bunun da tek yolu , İslâm Dîni’nin akâid, ibâdet, ahlâk ve muâmelât konularını, bi’l - hâssa akâid konularını, ٍ ف ْ ر َ ح َ ى ل َ ع َلله ا ُ د ُب ْ ع َ ي ْ ن َ م ِ س � ا نلا َ ن ِ م َ و ج ٌ ر ْ ي َ خ ُه َب َا ص َا ْ ن ْإ َف ِ ن ِ ه ِ ب � ن َا َ م ْط ا ج ْ ن ِ إ َ و ٌة َن ْ ت ِ ف ُه ْ ت َ ب َا ص َا ِ ن ِ ه ِ ه ْ ج َ و َ ى ل َ ع َ ب َل َ ق ْ ن ا فق َة َ ر ِ خ ْ لآ ا َ و َا ي ْن � د لا َ ر ِ س َ خ ط ُ ن َا ر ْ س ُْ لْ ا َ و ُ ه َ ك ِ ل َذ ُ ين ِ ب ُ م ْل ا İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 83 “İnsanlardan bir kısmı da vardır ki (cân - ü gönülden değil de işine gelen tarafından, bir kenarından, bir ucundan tutarak veyâ dil ucu ile müslümân olarak) Allâh’a ibâdet eder Eğer kendilerine bir hayır dokunursa ona yapışır, yatışır, (fit olur) Eğer bir fitne (bir şerr, bir zarar) isâbet ederse yüz üstü dönüverir (de irtidâd bile eder) (İşte bu şekilde Allâh’a kulluk eden bir kimse), dünyâ’da da, âhiret’d e de hüsrâna uğramışdır Bu ise, ap - açık bir ziyandır, (ap - açık bir hüsrândır)” 119 â yet - i kerîme’sinde belirtildiği üzere, - İslâm’ın işimize gelen taraflarını yapıp diğer taraflarını terk ederek ve beşerî bir sistem olan demokrasi ve lâiklik prensiplerini yükseltip İslâmı ve Müslümanları aşağılıyarak , sonu dünyada ve âhiretde hüsran olan demokrasi şemsiyesi altında toplayarak değil, İlâhî bir sistem olan İslâm’ın şemsiyesi altında - Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına göre anlatıp Müslümanları şuurlu bir îmân ve amel sâhibi yapmaya çalışmakla mümkündür Çünkü İslâm Dîni bir bütündür, tecezzî kabul etmez Bunun için İslâm’ın bir hükmünü kabul etmemek veyâ kifâyetsiz görmek, tamâmını kabul etmemek demektir ki böyle bir davranış, insanı dinden çık arır Sorumluluğu hem ma’nevî, hem de kânûnî olan böyle kutsal ve büyük bir görev de , ancak, siyâsîlerin değil, millet hazînesinden bu nâma maaş alan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilâtı mensuplarının görevidir Aksi taktirde aşağıdaki âyet - i kerîme’de ve benzerlerinde ifâde buyurulan mühim görevi ( i’lâ - i kelimetü’llâh’ı : İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni ) şânına lâyık bir şekilde 119 - Hacc, 11 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 84 yüceltip yayma görevini yapmamış oluruz ki bunun da sonu, Arab Baharı gibi ald atıcı bir demokrasi , lâiklik ve özgürlük felsefesinin altında ezilen Müslümanların hâli gibi , büyük bir hüsrandır Çünkü yapılan tüm mücâdele ve mücâhedeler, Tevhîd ve İslâm ’ın ihyâsı için değil, demokrasi, lâiklik ve özgürlük içindir Bunun için de Allâhü Teâlâ’nın ilâhî yardımı, Müslümanlara gelmiyor Çünkü, Allâhü Teâlâ, ْ ل اِ ب ُه َل و ُ س َ ر َ ل َ س ْ ر َ أ ي ِ ذ � ل ا َ و ُ ه ه ُ ُ ه َ ر ِ ه ْظ ُي ِ ل ِّ ق َْ لْ ا ِ ن يِ د َ و ى َ د ْ و َل َ و ِ ه ِّ ل ُ ك ِ ن يِّ د لا ى َل َ ع َ ن و ُ ك ِ ر ْ ش ُ م ْل ا َ ه ِ ر َ ك ع “Müşriklerin hoşuna gitmese de O (Allâh) , dînini (İslâm dînini) diğer bütün dinlerden üstün kılmak için peygamberini hidâyetle (Tevhîd ve Kur’ân ile) ve hakk dîn ile (İslâm dini ile) gönderendir” 120 buyurmuşdur    Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilâtına düşen görev Sorumluluğu hem kânûnî hem ma’nevî olan ve dînî hizmet nâmına m illet hazînesinden maaş alan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilâtı makamlarındaki yetkililer, yenilikçilik , cemaatçilik, telfikcilik , parelelcilik gibi , Ehl - i sünnet ve’l - cemâat dışı görüş ve inanışlarını terk ederek, büyük bir silkinme ile , Ehl - i Sünnet ve’l - cemâat esâslarına yönelip, merhum ve mağfur Edebâlî’ler, Ak Şemseddin’ler, Zembilli Ali Efendi’ler gibi , dik durmasını bilerek böyle bir görevi yaparlar mı? Yapmazlar mı? Yapabilirler mi? Yapamazlar mı? Veyâ 120 - Saff, 9 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 85 yaptırılmazlar mı? Onu da bilemiyorum Bununla berâber böyle bir hizmet, bu günkü ortamda olmayacak ve yapılamayacak bir şey ’ değildir Çünkü ( � ن ِ ك َل َ و ِ ه ِ ر ْ م َا َ ى ل َ ع ٌ ب ِ ل ا َ غ ُ لله ا َ و َ ن و ُ م َل ْ ع َ ي لآ ِ س ا�ن لا َ ر َ ث ْ ك َا : Allâh emrinde (hâkim ve) gâlib’dir F akat insanların bir çoğu (bunu) bilmezler” 121 Yeter ki Tevhîd’in, şirkin, küfrün, nifâkın ve fitnenin ne olduğunu iyi öğren ip kendimizi ona göre koruyalım; m ücâdele v e müc âhedemizi ona göre yapalım ve aşağıdaki âyet - i kerîme’de ifâde buyurulan şu d ört ana esâsı 1 - Îman etmek, 2 - Sâlih amel işlemek, 3 - Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm ’a vahy edilen ler e inanmak, 4 - Hazreti Muhammed aleyhi’sselâm ’a vahy edilen Kur’ân’ın hakk ve gerçek olduğuna inanmak, esâslarını, istisnâsız yerine getirip şirk, küfür ve nifak virüslerinden kendimizi uzak tutalım ki Allâhü Teâlâ’nın , “ içinizden (azimli) sabırlı yüz (kişi) olursa , yirminiz ikiyüze, bininiz iki bine bedeldir” ilâhî va’dine ve yardımına mazhar olalım 122 121 - Yûsüf, 21 122 - “ Onlar öbürlerini (Müslümân'ları) dış gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı ” Âl - i imr ân, 13 “Ey peygamber, mü’minleri harbe teşvik et İçinizden sabr - u sebâta mâlik yirmi (kişi) bulunursa onlar iki yüze galebe ederler Sizden yüz (kişi) kâfirlerden binini yener Çünkü onlar anlamazlar gürûhudur” “Şimdi Allâh sizden (yükü) hafifletdi Bildi ki sizde muhakkak bir za’f vardır O halde içinizden (azimli) sabırlı yüz (kişi) olursa iki yüzü yenerler, sizden bin (kişi) olursa iki bine galebe çalarlar, Allâh’ın izniyle Allâh, sabr - u sebât edenlerle berâberdir” Enfâl, 65 - 66 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 86 َ ن يِ ذ � ل ا َ و ُ و لِ م َ ع َ و او ُن َ م آ ا ُ و ن َ م آ َ و ِ ت ا َِ لْ ا � ص لا ٍ د � م َُ مُ ى َل َ ع َ ل ِّ ز ُ ن ا َ ِ بِ ا ن ِ م � ق َْ لْ ا َ و ُ ه َ و ْ م ِ ِّ بِ � ر لا ْ م َُ لِ ا َب َ ح َل ْ ص َ أ َ و ْ م ِ ِ تِ ا َئ ِّي َ س ْ م ُ ه ْ ن َ ع َ ر � ف َ ك “ (Allâhü Teâlâ), îmân eden ; (îmân edib de) sâlih amel ler işleyen ; (iyi amellerde bulunub da) , Muhammed - aleyhi’s - selâm - a indirilene (vahy edilen Kur’ân’a ve diğer vahy edilenlere şeksiz şübhesiz ) inanan ; ( vahy edilen şey’lerin) Rabb’lerinden gelen bir hakk (ve gerçek) olduğuna (şeksiz şübhesiz) îmân eden ; kimselerin günahlarını bağışlamış ve hallerini iyileştirmişdir ” 123 Ne yazıkdır ki y üz seneye yakın bir zamandan beri , ( hattâ ikiyüz seneye yakın bir zamandan beri ), bu dört şarttan ilk üç şartı, kusurlarımız ile birlikte yerine getirmeye çalıştığımız halde, İlâhî sistemin anayasası olan Kur’ân’ın ifâde buyurduğu dördüncü şartı gereği gibi yerine getirmediğimiz için dünyevî ve uhrevî hayatımızın ihtiyaçlarını, demokrasi, özgürlük, hoşgörü ve lâiklik gibi beşerî sistemler ile karşılamaya çalıştık ve hâlen de çalışıyoruz Böyle bir çalışmanın sonu da, Tevhîd ’i ve gereklerini terk ederek demokrasi, lâiklik ve özgürlük terâneleri ile Arab Bahârı ’na kavuştuğunu zanneden Müslümanların akla hayâle gelmedik zulüm, işkence ve şiddetlere mâruz kaldıkları gibi, dünyâda ve âhiretde z arardan, ziyandan ve hüsrandan başka bir şey’ değildir Çünkü b u dört "Hani siz Rabb'inizden imdâd istiyordunuz da O da: - Muhakkak ki ben size meleklerden birbiri ardınca bin ( lercesi) ile imdâd ediciyim - , diyerek duânızı kabûl buyurmuşdu" Enfâl, 9 “ O vakit sen Mü'min'lere: - İndirilen üçbin melekle Rabb'inizin size imdâd etmesi yetişmez mi size? - diyordun” “ Evet, siz sabr ( - u sebât) eder, (itâatsizlikden) sakınırsanız, onlar (düşmanlar) da ansızın üstünüze gelecek olurlarsa Rabb'iniz size nışanlı nışanlı beşbin melekle imdâd edecektir” Âl - i imrân,124 - 125 123 - Muhammed, 2 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 87 ana şarttan birisinin eksik olması halinde o îmânın sahih ve makbûl olmayacağı husûsu, bir çok âyet - i kerîme’de ve hadîs - i şerîf’de belirtildiği gibi, şu âyet - i kerîme’de de, açık bir şe kilde ifâde buyurulmuştur َ ن و ُ ك ِ ر ْ ش ُ م ْ م ُ ه َ و � لا ِ إ ِ لله اِ ب ْ م ُ ه ُ ر َ ث ْ ك َا ُ ن ِ م ْ ؤ ُ ي ا َ م َ و “Onların çoğu, Allâh’a ortak tutmaksızın îmân etmez (şirk koşmadan îmân etmez ” 124 Rasûlü’llâh aleyhi’s - selâm da , ( َ د ْ ن ِ ع ُ م َظ ْ ع َأ ِ ب ْن � ذ لا � ي َا ِ لله ا ؟ : Allâh ındinde en büyük günah nedir?" diye soran bir kimseye, ( َ ع َْ تَ ْ ن َأ َ ل ِ ل � ل َ ك َ ق َل َ خ َ و ُ ه َ و ًا ّ د ِ ن ِ ه : Seni yaratmış olduğu hâlde Allâh'a şirk koşmandır " 125 buyurmuşdur Bu âyet - i kerîme ve hadîs - i şerîf’de ifâde buyurulan Şirk ise, şu âyet - i kerîme’lerin ifâdesine göre en büyük bir zulümdür ِ لله اِ ب ْ ك ِ ر ْ ش ُت لآ �َ نِ ُ ب ا َي ط ٌ م يِ ظ َ ع ٌ م ْ ل ُظ َل َ ك ْ ر ِّ ش لا � ن ِ إ “Ey oğlum, Allâh’a şirk koşma Çünkü şirk, en büyük bir zulümdür” 126 َ لله ا � ن ِ إ ِ ه ِ ب َ ك َ ر ْ ش ُي ْ ن َ أ ُ ر ِ ف ْ غ َ ي لآ ا َ م ُ ر ِ ف ْ غ َ ي َ و ُء ا َ ش َي ْ ن َ م ِ ل َ ك ِ ل َ ذ َ ن و ُ د ج ْ ن َ م َ و ِ د َ ق َ ف ِ لله اِ ب ْ ك ِ ر ْ ش ُي ً ا م يِ ظ َ ع ًا ْ ثْ ِ ا ى َ ر َ ت ْ ف ا “Muhakkak ki Allâhü Teâlâ, kendisine şirk (ortak, eş ) koşulmasını aslâ mağfiret etmez (bağışlamaz) Bundan başkasını ( şirkden başka olan günahları ), dilediği kimseler için ( kendisinde hayır gördüğü kimseler için ) mağfiret eder 124 - Yûsüf, 106 125 - Sahîh - i Müslim Tercemesi ve Şerhi, C 1 ss 364 Ahmed Davudoğlu 126 - Lukmân,13 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 88 ( bağışlar ) Kim Allâh’a şirk koşarsa, muhakkak çok büyük bir günah ile iftirâ’ etmiş olur” 127 Yıllardan beri lâiklik, demokrasi, özgürlük, sınırsız hoşgörü gibi Batının İslâm dışı kokuşmuş düzen ve sistemleri de, hiç farkına varmadan gayet rahatlıkla kafalarımızın içine yerleştirdiğimiz birer putdan başka bir şey’ değildir Bunun için âyet - i kerîme’de şöyle buyurulmuşdur: ُه ْ ن ِ م َ ل َب ْ ق ُ ي ْ ن َل َ ف ًا ني ِ د ِ م لآ ْ س ِ لإ ْا َ ر ْ ي َ غ ِ غ َت ْ ب َ ي ْ ن َ م َ و ج َ ن يِ ر ِ س َا ْلْ ا َ ن ِ م ِ ة َ ر ِ خ لآ ْا ِ فِ َ و ُ ه َ و "Kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa (İslâm dışı fikir, görüş, yorum, sistem, düzen, rejim ve inanış şekillerine uyarsa) ondan (bu dîn, İslâ m dışı bu fikir, görüş, yorum, sistem, düzen, rejim ve inanış şekilleri) aslâ kabûl olunmaz ve o, âhiretde de en büyük zarara uğrayanlardandır" 128    Bir k urtarıcıya olan ihtiyaç Y ukarıdan beri anlatılan esâ s lara binâen, Tevhîd inancı ve ruhu ’ nun üzerindeki küfür, şirk, nifak ve fesâd küllerini yok edip atacak ve İ ’lâ - i kelimetü’llâh’ı : İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni , şânına lâyık bir şekilde yüceltip yaymaya çalışacak Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyaç vardır Diyeceksiniz ki bu günkü gençliğimizin ve Müslümanım diyen halkımızın içinde bu yüksek rûha ve inanca sâhip çıkacak kaç insanımız var? Şunu hiç bir zaman unutmayalım ki asırlarca Ye’cûc ve Me’cûc gibi fitne ve fesat topluml arına 127 - Nisâ’,48 128 - Âl - i İmrân, 85 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 89 karşı Zü’l - Karneyn tarafından dünyanın bir denge unsuru olarak delinmesi, aşılması, yıkılması mümkün olmayan demir kitleleri gibi salâbetli ( kuvvetli kudretli ) unsurlarına erimiş bakır gibi akıtılan îmân cevherine sâhip Dîn - i Tevhîd Seddi ’nin îmân âb idesi kahraman ecdadımızın, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışından sonra, onun bir devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Müslüman mensubları olarak “Ben Müslüman bir Türküm” diyen bu günkü gençliğin ve halkın , özlerindeki ( inançlarındaki ) Tevhîd inancı ve ruhu yok olmuş değildir Üzerlerindeki küfür, şirk, nifak ve fesad küllerini yok edip atacak ve İ ’lâ - i kelimetü’llâh’ı : İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni , şânına lâyık bir şekilde yüceltip yaymaya çalışacak Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyacı vardır İnşâallâh böyle bir kurtarıcıyı bulur peşinden gideriz 129 Eğer, ( ُ د ِّ د َُ يُ ْ ن َ م ٍ ة َن َ س ِ ة َئ ا ِ م ِّ ل ُ ك ِ س ْ أ َ ر َ ى ل َ ع ِ ة � م ُلا ْا ِ ه ِ ذ َِ لِ ُ ث َ ع ْ ب َ ي َلله ا � ن ِ إ َا ه َن ي ِ د ا َ َ لِ : Şübhesiz Allâhü Teâlâ, her yüz sene başında bu ümmetin dînini yenileyen bir müceddid gönderir” 130 Hadîs - i şerîfi’nin ifâde buyurduğu böyle bir kurtarıcıyı bulamazsak ( : Mülk, küfr ile, şirk ile berâber devam eder, (fakat) zulm ile (fitne, fesâd, terör, anarşi, fuhuş, yolsuzluk, gibi ahlâksızlıklar ile; tefrika ve ihtilâf gibi çeşitli görüş ve yorumlar ile) berâber devam 129 - 17 - Mart - 2017 Cum’a günü Gana Merkez Câmii ’nde Şeyh Nâ s iriddîn Abdullâh’ın Türkçe okuduğu hutbe sin deki “ Ümmetin son halifesi sizdiniz, o topraklarda halifeliği kaybettik Yiğit düştüğü yerden kalkacağına göre aynı topraklardan kalkmasını bekliyoruz” sözleri de aynı şey’leri ifâde etmektedir 130 - Et - Tâcü’l - Câmiu li’l - Usûl fî Ehâdîsi’r - Rasûl s a v C 3 ss 428 (Ebû Dâvud, El - Hâkim ve El - Beyhekî) Eş - Şeyh Mansûr Ali Nâsıf İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 90 etmez" 131 esâsına binâen - Allâh korusun - aşağıdaki âyet - i kerîme’nin ifâde buyurduğu va’d - i ilâh î’nin vakti , Zü’l - Karneyn’in yapmış olduğu saddin yıkılma zamânı, ( Müslüman Türk kudretinin inkırâzının, ya’nî Dîn - i Tevhîd Seddi’nin yıkılmasının ve Ye’cûc ve Me’cûc denilen fitne ve fesad topluluğunun yer yüzünü isti’lâ’ etmesinin vakti) gelmiş olur: َ ح ُ ج ُ و ج ْا َي ْ ت َ ح ِ ت ُف َا ذ ِ ا � ت َ ن ُ و لِ س ْ ن َ ي ٍ ب َ د َ ح ِّ ل ُ ك ْ ن ِ م ْ م ُ ه َ و ُ ج ُ و ج ْا َ م َ و ُ د ْ ع َ و ْل ا َ ب َ ر َ ت ْ ق ا َ و ا ُ و ر َ ف َ ك َ ن يِ ذ � ل ا ُ ر ا َ ص ْب َا ٌة َ ص ِ خ َا ش َ ى ِ ه َا ذ ِ ا َف � ق َْ لْ ا ط َا ذ َ ه ْ ن ِ م ٍ ة َل ْ ف َ غ ِ فِ � ا ن ُ ك ْ د َق َا ن َل ْ ي َ و َا ي َ ين ِ م ِ ل َا ظ � ا ن ُ ك ْ ل َب "Nihâyet Ye' cûc ve Me'cûc (un seddi) açılıp da her tepeden saldıracakları ve gerçek va'd olan (kıyâmet) yaklaşdığı vakit, işte o zaman o küfr (ve inkâr) edenlerin gözleri hemen belirip kalacak, - Eyvâh bizlere, Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik Hayır, biz (kendimiz e zulm eden) zâlim kimselerdik - (diyecekler) " 132 Böyle bir hâl, akla hayâle gelmedik fitne , fesâd, zulüm ve felâketlerin meydana gelmesi demek olacağından yurdumuzun içinde ve dışında böyle bir felâketin meydana gelmesine sebeb olmaya çalışanlar, âyet - i kerîme'de de işâret edildiği gibi, “Eyvâh bizlere, doğrusu biz bunun böyle olacağını düşünmemiştik Biz bö yle yapmakla kendimize yazık ettik, hem kendimizin hem de dünyânın huzûrunu kaçırdık, istediğimiz çıkarlarımızı elde edemedik” diyerek pişman olacaklardır ama iş işten geçmiş olacaktır Allâhü a'lem 133 131 - Kur'ân - ı Hakîm ve Meâl - i Kerîm,C 1 ss 343 Hasan Basri Çantay 132 - Enbiyâ', 96 - 97 133 - Bu konuların biraz daha geniş bir şekli için bak: “Dîn - i Tevhîd Seddi ( Müslüman Türk’lerin inkırâzı, Dîn - i Tevhîd Seddi’nin yıkılmasını ve Ye’cûc ve İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 91 Kehf sûresi’nde zikri geçen Zü’l - Karneyn kıssası ve Zü’l - Karneyn’in şahsında bizlere örnek olarak ifâde buyurulan îmân ve küfür arasıdaki tercih ve Zü’l - Karneyn ’in üçüncü seferinde karşılaştığı Türk toplumu ’nun demir kütleleri gibi salâbetli ( kevvetli ve kudretli ) unsurlarına erimiş bakır hukmünde olan îmân ve İslâm cevherinin telkin şekli; bu suretle îmân ve İslâm yolunu tercih eden Türk toplumu ’nun aşılması ve delinip geçilmesi mümkün olmayan bir “Din - i Tevhîd Seddi: Tevhîd Dîni’nin koruyucusu” hâline gelmesi; b u sedd ’in, ya’nî “Din - i Tevhid Seddi’nin: Müslüman Türk kudreti” nin ortadan kalkmasının, Kıyâmet’in on büyük alâmetinden birisi olacağı husûsu, önemle ifâde edilmekte ve özümüzde bulunan bu güzel hal ve harekâtı değiştimememiz gerektiği konusu, ehemiyyetl e belirtilip gözlerimizin önüne serilmektedir Bunun için d aha medenî olma hevâ ve hevesine kapılarak İlâhî bir dayanağı olmayan inkilapcı, lâik, demokratik, özgür bir anlayışla meydana getirilen beşerî sistemlerden vaz geçip İlâhî bir sistem olan Din - i Tevhîd Seddi ’ni yeniden hayâta geçirmek mecburiyetindeyiz Ne yazık dır ki altmış seneyi aşkın bir zamandan beri acı - tatlı mücâdele ve mücâhedeler ile kazanılan bu günkü bu güzel ortam, kısır, cılız ve yanlış dînî bilgileri ile; Allâhü Teâlâ’nın emir ve nehiy’lerinden başka fikir, sistem, düzen, kural ve düşünceleri, kendi ihtiyaçlarına veyâ toplumun ihtiyaçlarına daha iyi cevâb verir, düşüncesi ile , bir takım kimseleri velî, sâhib, dost, hâmi ve kurtarıcı kabûl edip onları Me’cûc denilen fitne ve fesad topluluğunun yer yüzünü isti’lâ’ etmesini mi ifâde eder?) isimli kitaba A Celâleddin Karakılıç 2011 www ckarakilic com İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 92 ilâhla ştırarak veyâ bir ma’bûd hâline getirerek veyâ onlara bir üstünlük tanıyarak kiliselerde, papazların günah çıkartıp cennetlik yaptıkları Hristiyanlar gibi , “Bir mürşide, bir şeyhe intisab etmezsen cennete giremezsin” inancını yaymaya çalışıp bir takım düny evî menfaatler elde etmeye çalışan mürşid, şeyh, hoca, önder ve lider nâmı altındaki çıkarcı ve düzenbaz kimselerin peşinde giderek kendilerini şirk bataklığından kurtaramayan siyasîlerin ; Tevhîd ve şirk esâslarını doğru bir şekilde idrâk edip anlayamayan, dînî emir ve nehiylerin bir çoğunu ketm ederek göze batmayacak, kulağa hoş gelecek, rejime ters düşmeyecek konuların konuşulmasını arzu eden yenilikçi, telfikci, menfaatçi câhil ve ğâfil din adamlarının elinde heder olup gitmektedir Çünkü bunların çoğu, َ ا � ل َ ن يِ ذ َ ء ا َي ِ ل ْ و َ أ َ ن يِ ر ِ ف ا َ ك ْل ا َ ن و ُ ذ ِ خ �ت َ ي ْ ن ِ م َ ين ِ ن ِ م ْ ؤ ُ م ْل ا ِ ن و ُ د ط “Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinenlerdir” 134 Âyet - i kerîme’sine göre, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edindiklerinin veyâ onların mel’un emellerine âlet olduklarının farkında olmazlar: Müslüman olduğunu söyleyen ba’zı siyâsîler imiz de , devlet makamlarından bir görevi üstlendikleri zaman “Yüce Rabb’imin yardımına ve himâyesine sığınarak böyle büyük bir görevi üstlend im” gibi bir ifâde kullanması lâzım gelirken, “Ben felan felan zâtları ziyâret edip onlardan destur aldım” gibi bir ifâde kullanması , her Fâtiha okuyuşumuzda ( ُ د ُب ْ ع َ ن َ ك ا �ي ِ إ ُ ين ِ ع َت ْ س َن َ ك ا �ي ِ إ َ و : Yâ Rabb, biz yalnız sana kulluk eder ve yalnız 134 - Nisâ’, 139 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 93 senden yardım dileriz) diye niyazda bulunuşumuza aykırı olup açık bir şirk ifâdesidir ki şu âyet - i kerîme ve benzerleri bunun açık bir delilidir: 135 ِ ت و ُب َ ك ْ ن َ ع ْل ا ِ ل َث َ م َ ك َء ا َي ِ ل ْ و َا ِ لله ا ِ ن و ُ د ْ ن ِ م او ُ ذ َ� تَّ ا َ ن يِ ذ � ل ا ُ ل َث َ م ج ًا ت ْ ي َ ب ْ ت َ ذ َ� تَّ ِ ا ط ُ ب ْل ا َ ن َ ه ْ و َا � ن ِ إ َ و ُ ي ِ ت و ُب َ ك ْ ن َ ع ْل ا ُ ت ْ ي َ ب َل ِ ت و م َ ن و ُ م َل ْ ع َ ي او ُن ا َ ك ْ و َل “Allâh’dan başka velîler (dostlar, dayanaklar, putlar, kurtarıcılar) edinenlerin sıfatı, kendine bir yuva yapan örümcek misâli gibidir Halbuki bilmiş olsalar, evlerin en çürüğü her halde örümcek yuvasıdır” 136 ِ لله اِ ب ْ ك ِ ر ْ ش ُت لآ �َ نِ ُ ب ا َي ط ٌ م يِ ظ َ ع ٌ م ْ ل ُظ َل َ ك ْ ر ِّ ش لا � ن ِ إ “Ey oğlum, Allâh’a şirk koşma Çünkü şirk, en büyük bir zulümdür” 137 َ ن و ُ ك ِ ر ْ ش ُ م ْ م ُ ه َ و � لا ِ إ ِ لله اِ ب ْ م ُ ه ُ ر َ ث ْ ك َا ُ ن ِ م ْ ؤ ُ ي ا َ م َ و “Onların çoğu, Allâh’a ortak tutmaksızın îmân etmez (şirk koşmadan îmân etmez)” 138 َ ن و ُ م َل ْ ع َ ت ْ م ُت ْ ن َا َ و � ق َْ لْ ا او ُ م ُت ْ ك َت َ و ِ ل ِ ط ا َب ْل اِ ب � ق َْ لْ ا او ُ س ِ ب ْ ل َ ت لآ َ و 135 - Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem 'in yerine halîfe seçilmiş olan Hazreti Ebû Bekri's - sıddîk radıye'llâhü anh , ilk def’a bir hutbe okumak için minbere çıkdığı zaman, Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem 'in yapdığı gibi Allâhü Teâlâ'ya hamd - ü senâ etdikden sonra şöyle dedi: "Ey nâs, ben sizin üzerinize velî ve emîr oldum Halbuki sizin en muktediriniz ve en hayırlınız değilim Eğer iyilik edersem bana yardım ediniz Eğer fenâlık yaparsam bana doğru yolu gösteriniz Doğruluk emânet, yalancılık hıyânetdir Sizin zaîfiniz, hakkını alıverirsem benim ındimde kuvvetlidir Sizin kuvvetliniz de, ondan başkasının hakkını alırsam benim ındimde zaîfdir İnşâa'llâh, hiç biriniz cihâdı terk etmesin Cihâdı terk eden bir kavim (bir millet) zelîl olur Ben Allâh'a ve Rasûl'üne itâat etdikce siz de bana itâat ediniz Eğer ben Allâh'a ve Rasûl'üne karşı isyânkar olursam, sizin de bana itâat etmeniz lâzım gelmez Kalkınız namaza Allâh, cümlenize rahmet etsin" 136 - Ankebût,41 137 - Lukmân, 13 138 - Yûsüf, 106 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 94 “Kendiniz bilib dururken hakk’ı bâtıl’a karıştırmayın ve hakk’ı (gerçeği) gizlemeyin” 139 ا و ُل َ ع َْ تَ لآ َف ِ َ ن و ُ م َل ْ ع َ ت ْ م ُت ْ ن َا َ و ًا د ا َ د ْن َا ِ لله "O hâlde, kendiniz bilib dururken (yaratılan şey'ler ile) Allâh'a eşler koşmayın" 140 ْ م ُت ْ ع َط َ أ ْ ن ِ ئ َل َ و ْ م ُ ك َل ْ ث ِ م ا ً ر َ ش َب َ ن و ُ ر ِ س ا ََ لْ ا ً ذ ِ إ ْ م ُ ك � ن ِ إ “Eğer siz kendiniz gibi bir insana (tâğutlara) boyun eğecek olursanız, (onun emir ve nehiylerine uyar ve onun dediklerini yaparsanız) and olsun ki, bu takdirde siz mutlakâ hüsrâna düşersiniz ” 141 ْا و ُت و ُ أ َ ن يِ ذ � ل ا َ قُ ا َث ي ِ م ُه ّل لا َ ذ َ خ َ أ َ ذ ِ إ َ و ِ س ا� ن لِ ل ُه � ن ُ ن ِّ ي َ ب ُت َل َ ب ا َت ِ ك ْل ا ُ ه َن و ُ م ُت ْ ك َت َلا َ و ز َ ء ا َ ر َ و ُه و ُ ذ َب َن َ ف ً ا ن َ َ ثْ ِ ه ِ ب ا ْ و َ ر َ ت ْ ش ا َ و ْ م ِ ه ِ ر و ُ ه ُظ ً لا يِ ل َق ط َ ن و ُ ر َ ت ْ ش َي ا َ م َ س ْ ئ ِ ب َف لآ َف او ُل َ ع ْ ف َ ي َْ لَ ا َ ِ بِ او ُ د َ م ُْ يُ ْ ن َ أ َ ن و �ب ِ ُ يُ َ و ا ْ و َ ت َا ا َ ِ بِ ن و ُ ح َ ر ْ ف َ ي َ ن يِ ذ � ل ا � َ بَ َ س َْ تَ لآ ِ ب ا َ ذ َ ع ْل ا َ ن ِ م ٍ ة َ ز ا َ ف َ ِ بِ ْ م ُ ه � ن َ ب َ س َْ تَ ج ٌ م يِ ل َا ٌ ب ا َ ذ َ ع ْ م َُ لِ َ و “ (Yâ Muhammed, şunu hatırla ve hatırlat ki) Allâh, bir zaman kendilerine kitâb verilenlerden - Onu insanlara açıklayıb anlatacaksınız ve onu ketm etmeyeceksiniz (gizlemeyeceksiniz) - diye te’mînat almışdı Onlar ise o sözü sırtlarının arkasına atdılar Onun karşılığında da az bir mefaati (dünyâ menfaatini) satın aldıl ar Müşteri oldukları (satın aldıkları) o şey’ ne (kadar da) kötüdür” “Getirdikleri ile (halkı sapıklığa sevk leri ve teşvikleri ile, yaptıkları işler ve kötülükler ile) ferahlanıp mağrûr olan, 139 - Bakara, 42 140 - Bakara, 22K 141 - Mü’minûn 34 Tâğût: Allâh’a karşı isyankâr olup kahr ile, cebr ile veyâ rızâ ile kutsallaştırılıp ma’bûd edinilen insan veyâ şeytan veyâ put gibi her hangi bir şey’dir İ nsanları her hangi bir şekilde, Allâh yolundan men’ eden kimselere veyâ İblîs’e de tâğût denir İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 95 yapmadıkları ile de öğülmelerini arzû eden o kimseler (y ok mu?), onların azâbdan kurtulacak bir yerde (selâmet bir yerde) bulunacaklarını zann etme, aslâ zann etme Onlara pek acıklı bir azâb vardır” 142 Bu âyet - i kerîme’nin tefsîrinde, çok değerli muhaddis merhûm ve mağfûr Kâmil Miras şöyle diyor: “Bu âyetlerde bildirilen cezâ’, bir vaîd - i şedîddir ki, Peygamberler teblîğâtını öğrenib de başkalarına teblîğ etmeyip ketm edenlere âid bulunuyor Bu cihetle din mürşidlerine ve İslâm âlimlerine terettüb eden ma’nevî mes’ûliyyet çok ağırdır Vâcibât - ı dîn iyesini bilmeyenlere dînî vazîfelerini teblîğ ve ta’lîm ile mükellef olanların bu mukaddes vazîfeden gafletleri afv olunur günahlardan değildir Husûsiyle millet hazînesinden bu nâma maaş alanların mes’ûliyetleri daha büyükdür Hem ma’nevî, hem kânûnîdir” 143 Halbuki târih buyunca, İslâm Dîni’ni kabûl edip ona hizmet etmeyi en büyük bir gâye edinen Tevhîd Dîni’nin seddi kahraman ecdâdımız Müslümân Türk ’ler, “ Bizim da’vâmız cihangirlik da’vâsı değildir, i’lâ - i kelimetü’ llâh da’vâsıdır ” diyerek - her türlü dalâlet ve sapıklığın, hevâ ve heveslerin peşinde gitmekden uzak olarak - , Allâh’a, Peygambere, Kur’ân’a ve İslâm Dîni’ne olan yüksek ve sağlam bağlılıkları ve hizmetleri ile, bu şeref ve üstünlükden büyük bir pay almışlar ve onunla şerefyâb olmuşlard ır İnşâa’llâh, onların ardından gelen bizler de, bu hatalı yollardan uzaklaşarak , Sırât - ı müstekîm yolunda , aynı şeref ve üstünlüğü elden bırakmayız 142 - Âl - i İmrân,187 - 188 143 - Sahîh - i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - i Sarih Tercemesi, C 7 ss 182 Kâmil Miras İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 96 Bununla berâber, Avrupa kânunlarına İslâmî bir kılıf giydiren , diğer bir ifâde ile onları islâmî’leştir mek sûretiyle İslâm’a ve Müslümân’lara bir zararı yokmuş gibi göstermeye çalış an; bir tarafdan Müslümân olduğunu söylediği halde diğer tarafdan da lâiklik, demokrasi, sınırsız bir özgürlük ve hoşgörü felsefesi peşinde koşarak bunlardan da vaz geçilmesinin mümkün olmadığı inancına sâhip olan, bu suretle de Allâhü Teâlâ’nın hiç sevmediği bir şirkin ve küfrün içine düşmüş bulunan , bu günükü Müslümân’ların hâli, Mûsâ aleyhi’s - selâm ile İblîsin şu kıssasına benziyor Şöyle ki: Bir gün, Mûsa ale yhi’s - selâm ile buluşan İblîs, konuşma esnâsında “Yâ Mûsâ, Rabb’ine duâ etsen de beni de afv ve mağfiret etse” demiş, O da böyle bir isteğin kabulü için Allâhü Teâlâ’ya duâ edince, Allâhü Teâlâ da, “Âdeme secde etsin de afv ve mağfiret edeyim” deyince, “Yo oo Ben O’na secde etmem, Çünkü beni ateşden halk etdi, O’nu toprakdan Onun için ben ondan hayırlıyım, bunun için de Rabb’imin bu emrini yeri ne getir mem mümkün değildir” diyerek şirkinden ve küfründen bir an dahî vaz geçmiyeceğini bir kere daha ifâde edip ortaya koymuşdur Bunun için i çinde bulunduğumuz şu zamandaki bir kısım Müslümanların hâli de aynen İblisin bu hâline benziyor Çünkü bir tarafdan “Ben Müslüman’ım” diyerek İslâm’dan ve Mülümanlık’dan vaz geçmiyor, diğer tarafdan da “Bu zamanda şeria t esâslarına göre amel etmek mümkün değilidir, onun için lâiklikden, demokrasiden, özgürlükden ve sınırsız bir hoşgörüden de vaz geçmeyiz” diyerek şirkin ve küfrün içinde yaşamayı dört günlük dünyâ hayatı için gerekli buluyor Bu suretle de kendilerine say ısız ni’metler veren yüce Rabb’inin emir ve nehitlerini, kendisinin ve diğer insanların mutlu bir İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 97 hayat yaşamaları için - hâşâ - ya kifâyetsiz görüyor veyâ mümkün değildir diyor ki şu âyet - i kerîme ’ler , bunun en güzel bir delî lidir: ُ ن ِ م ْ ؤ ُ ي ا َ م َ و َ ن و ُ ك ِ ر ْ ش ُ م ْ م ُ ه َ و � لا ِ إ ِ لله اِ ب ْ م ُ ه ُ ر َ ث ْ ك َا “Onların çoğu, Allâh’a ortak tutmaksızın îmân etmez (şirk koşmadan îmân etmez)” 144 Bunun için, ٌ م يِ ظ َ ع ٌ م ْ ل ُظ َل َ ك ْ ر ِّ ش لا � ن ِ إ “ Ş irk, en büyük bir zulümdür” 145    İ ’lâ - i kelimetü’ llâh da’vâsında mücâdele ve mücâhede Eğer biz , şirkin, küfrün, nifâkın ve yenilikçiliğin ana kaynağı olan “Bu zamanda şeriat esâslarına göre amel etmek mümkün değilidir gibi” b âtıl fikirler den , “ lâiklik, demokrasi, özgürlük gibi isl âm dışı görüş ve sistemler den ” vaz geçip Tevhîd Dîni’nin seddi ve mümessili kahraman ecdâdımız Müslümân Türk ’ler gibi , “ Bizim da’vâmız cihangirlik da’vâsı değildir, i’lâ - i kelimetü’ llâh da’vâsıdır ” diyerek Sırât - ı müstekî’de, i’lâ - i kelimetü’llâh’ı : İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni , şânına lâ yık bir şekilde yüceltip yayma cesâret ini göstererek Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı îman ve ihlâs sâhibi bir toplum olarak yüce Rabb’imizin va’d ve yardımına mazhar olmak istiyorsak , Bedir Ashâbı gibi Kelime - i Tevhîd ’in etrâfında toplanıp Allâhü Teâlâ’ya ve Rasûlüne it âat ederek iç ve dış düşmanlarımızın mel’un 144 - Yûsüf, 106 145 - Lukmân,13 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 98 emellerine karşı koymamız l âzımdır ki Cenâb - ı Hakk, aşağıdaki şekilde , Bedir Ashâbı’na yaptığı gibi , bizlere de yardım etsin ve şu güzel vatanım ızda huzur ve sükûna kavuştursun Bedir mevkîinde, İki ordu karşı karşıya gelmişdi Hakk ile Bâtıl, Tevhîd ile Şirk çarpışacakdı Hakk yolunda kardeş kardeşle, baba oğul ile karşı karşıya durmuş harb edecekdi Biribirleri ile hısım ve akrabâ olanlar, iki tarafın muhârebe edecekleri yerlerde mevkî'lerini almışlardı Kur'ân - ı Kerîm'de bu durumdan bahs edilirken şöyle den ilir: َ ن ا َ ك ْ د َق ا َت َ ق َ ت ْل ا ِ ْ ين َ ت َئ ِ ف ِ فِ ٌة َي آ ْ م ُ ك َل ط ِ ه ّل لا ِ ل يِ ب َ س ِ فِ ُ ل ِ ت ا َ ق ُ ت ٌة َئ ِ ف ى َ ر ْ خ ُ أ َ و ٌ ة َ ر ِ ف ا َ ك ِ م م ُ ه َ ن ْ و َ ر َ ي ِ ْ ين َ ع ْل ا َ ي ْ أ َ ر ْ م ِ ه ْ ي َل ْ ث ط ُ ه ّل لا َ و ِ ر ْ ص َن ِ ب ُ د ِّي َ ؤ ُ ي ْ ن َ م ِ ه ُ ء ا َ ش َي ط ِ فِ � ن ِ إ َ ك ِ ل َ ذ ُ ِ لْ ً ة َ ر ْ ب ِ ع َل ِ � ْ و ِ ر ا َ ص ْب َلْ ا " (Bedir muhârebesinde) karşılaşan iki cem'ıyyet hakkında sizin için muhakkak bir ıbret vardı (Onlardan) bir cem'ıyyet Allâh yolunda döğüşüyordu, diğeri ise kâfirdi Onlar öbürlerini (Müslümân'ları) dış gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı Allâh, kimi dilerse onu yardımıyle destekler Şübhesiz bunda kalb gözleri açık olanlar için kat'î bir ıbret vardır" 146 Bu âyet - i kerîmeden de anlaşıldığına göre, Bedir mevkîindeki manzara çok hazin ve ıbret verici idi Burada, Tevhîd Dîni 'nin mümessili olan bir avuç Müslümân kahramanı, tepeden tırnağa kadar hazırlıklı olan koca bir şirk ordusunun karşısına çıkmışdı İslâm Dîni'nin yer yüzünde pâyidâr olması, bu bir avuç Müslümân'ın hayatda kalmasına 146 - Âl - i İmrân, 13 İ’lâ - i kelimetü’llâh’ı (İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni), şânına lâyık bir ş ekilde yüceltip yaymaya çalışacak, Ehl - i sünnet ve’l - cemâat esâslarına bağlı, îmân ve ihlâs sâhibi bir kurtarıcıya ihtiyâcımız var 99 bağlı idi Bunun için bütün Müslümânlar, Allâhü Teâlâ'ya duâ ediyor, O'nun yardımını diliyordu Allâhü Teâlâ'nın Rasûlü Hazreti Muhammed sallâ'llâhü aleyhi ve sellem de, askerlerini harb nizâmına sokdukdan sonra küçük ve toparlak çadırına, Hazreti Ebû Bekri's - sıddîk radıye'llâhü anh ile bir likde gir miş di Bedir mevkîindeki hazîn durumu düşünerek "Yâ Rabb İşte Kurayş, kibr - u gurûr ile geldi Sana meydan okuyor Rasûlünü de yalanlıyor" diyerek ellerini semâya kaldırıp şöyle duâ ve niyâz ediyordu: "Yâ Rabb Peygamberlere nusrat ahdini, 147 bana da husûsî olarak zafer va'dini 148 yerine getirmeni senden istiyorum Yâ Rabb, e ğer şu bir avuç Müslümân bu gün helâk olursa, yer yüzünde sana ibâdet edecek bir kimse kalmayacakdır" Bu duâ ve niyâzına devam eden Hazreti Muhammed sallâ'llâhü ale yhi ve sellem, Allâhü Teâlâ'nın huzûrunda niyâz deryâsına o kadar dalmışdı ki ridâsı omuzlarından düşdüğü hâlde farkına bile varmıyordu Yanında bulunan Hazreti Ebû 147 - Cenâb - ı Hakk'ın bütün peygamberlere nusrat ( yardım ) ahdi, şu meâldeki âyet - i kerîmelerde ifâde buyurulmuşdur: "And olsun ki (peygamber olarak) gönderilen kullarımız hakkında bizim geçmiş (şöyle) bir sözümüz (vardır) ": "Muhakkak onlar, behemeh âl onlar, mansûr (ve muzaffer) olacaklardır" "Muhakkak bizim ordumuz (Mü'min'ler), her hâlde onlar galebe edeceklerdir" Saffât, 171 - 173 148 - Buradaki zafer va'di de, iki tâifeden ( Kurayş müşrikleri ordusu ile Kurayş kervanından ) birisinin verilmesi müjdesidir ki şu meâldeki âyet - i kerîme ile ifâde buyurulmuşdur: "Hani Allâh size iki tâifeden birinin muhakkak sizin olduğunu va'd ediyordu Siz ise kuvveti ve silâhı bulunmayanın kendinizin olmasını arzû ediyordunuz Allâh da emirleriyle hakkı açığa vurmayı, kâfirlerin arkasını kesmeyi irâde buyuruyordu" Enfâl, 7 ...