Dîn-i Tevhîd Seddi
Dîn - i Tevhîd Seddi 0 ُ ين ِ ب ُ م ْ ل ا ُ غ لآ َ ب ْ ل ا لا ِ إ ا َ ن ْ ي َ ل َ ع ا َ م َ و “Bizim üzerimize (düşen görev), ap - açık bir teblîğdir Teblîğ bizden, takdir sizden, hüküm Allâhü Teâlâ’dandır D Î N - İ T E V H Î D S E D D İ Müslüman Türk’lerin inkırâzı, Dîn - i Tevhîd Seddi’nin yıkılm asını ve Ye’cûc ve Me’cûc denilen fitne ve fesad topluluğunun yer yüzünü isti’lâ’ etmesini mi ifâde eder? Y a z a n Ali Celâleddin Karakılıç 2011 Dîn - i Tevhîd Seddi 1 D Î N - İ T E V H Î D S E D D İ Dîn - i Tevhîd Seddi 2 Dîn - i Tevhîd Seddi 3 ُ ين ِ ب ُ م ْ ل ا ُ غ لآ َ ب ْ ل ا لا ِ إ ا َ ن ْ ي َ ل َ ع ا َ م َ و “Bizim üzerimize (düşen görev), ap - açık bir teblîğdir Teblîğ bizden, takdîr sizden, huküm Allâhü Teâlâ’dandır D Î N - İ T E V H Î D S E D D İ Müslüman Türk’lerin inkırâzı, Dîn - i Tevhîd Seddi’nin yık ılmasını ve Ye’cûc ve Me’cûc denilen fitne ve fesad topluluğunun yer yüzünü isti’lâ’ etmesini mi ifâde eder? Y a z a n Ali Celâleddin Karakılıç 2011 Dîn - i Tevhîd Seddi 4 Dîn - i Tevhîd Seddi 5 Besmele Hamdele Salvele ْ س ِ ب ِ م ي ِ ح ر لا ِ ن َ ْ حْ ر لا ِ لله ا ِ م َ ين ِ م َ ل ا َ ع ْ ل ا ِّ ب َ ر ِ لله ِ ُ د ْ م َ ْ لْ َ ا لا ِ م ي ِ ح ر لا ِ ن َ ْ حْ ر لا لا ِ ن يِّ د لا ِ م ْ و َ ي ِ ك ِ ل ا َ م ط ا ي ِ إ َ و ُ د ُ ب ْ ع َ ن َ ك ا ي ِ إ ُ ين ِ ع َ ت ْ س َ ن َ ك ط ْ م ِ ه ْ ي َ ل َ ع َ ت ْ م َ ع ْ ن َ ا َ ن ي ِ ذ ل ا َ ط ا َ ر ِ ص َ م ي ِ ق َ ت ْ س ُ م ْ ل ا َ ط ا َ ر ِّ ص لا ا َ ن ِ د ْ ه ِ ا لا َ ين ِّ ل ا ض لا لآ َ و ْ م ِ ه ْ ي َ ل َ ع ِ ب و ُ ض ْ غ َ م ْ ل ا ِ ْ يْ َ غ ْ س ُ م ٍ ط ا َ ر ِ ص َ لى ِ إ ُ ء ا َ ش َ ي ْ ن َ م ي ِ د ْ ه َ ي ُ لله ا َ و ِ م لآ ْ س ِ لإ ْ ا َ و ِ ن ا َ يم ِ لإ ِ ل ا َ ن ي َ د َ ه ي ذ ل ا ِ لله ِ ُ د ْ م َ ْ لْ َ ا ٍ م ي ِ ق َ ت َ ى ف َ ط ْ ص ا َ ن ي ِ ذ ل ا ِ ه ِ د ا َ ب ِ ع َ ى ل َ ع ٌ م لآ َ س َ و ِ لله ِ ُ د ْ م َ ْ لْ َ ا ِ ب ْ م ُ ه َ ع ِ ب َ ت ْ ن َ م َ و َ ن ي ِ ر ِ ه ا ط لا َ ين ِ ب ِّ ي ط لا ِ ه ِ ب ْ ح َ ص َ و ِ ه ِ ل آ َ ى ل َ ع َ و ٍ د م َ ُ مُ ا َ ن ِ ل و ُ س َ ر َ ى ل َ ع ُ م َ لا س لا َ و ُ ة َ و ل ص ل َ ا َ لى ِ إ ٍ ن ا َ س ْ ح ِ إ ِ ن يِّ د لا ِ م ْ و َ ي Bi’smi’llâhi’r - Rahm âni’r - Rahîm Bütün âlemlerin Rabb’i, Rahmân ve Rahîm, Din Günü'nün sâhibi olan Allâh’a hamd olsun Yâ Rabb, biz Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz Bizleri doğru yola hidâyet eyle O kendilerine ni’met verdiklerinin yoluna ilet Gazâba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil Bizi, îmân’a ve (fıtrat dîni olan) İslâm’a hidâyet eden Allâh’a hamd olsun Allâh, kimi dilerse onu, (kendisinde hayır gördüğü kimseleri) doğru yola iletir Hamd olsun Allâh’a ve selâm olsun O’n un beğenip seçtiği (kendisinde hayır görüp doğru yola iletdiği ) kullarına Salât ve selâm, Rasûl’ümüz Hazreti Muhammed üzerine, tayyîb ve tâhir olan Âl ve Ashâb’ının üzerine ve Kıyâmet’e kadar ihsân ile Âl ve Ashâb’ına tâbi’ olanların üzerine olsun Âmîn Dîn - i Tevhîd Seddi 6 َ ا ُ ء ْ ر َ م ْ ل ْ ن َ م َ ع َ م َ ا ب َ ح “Kişi, sevdiği kimse ile berâberdir” (Buhârî, Kitâbü’l - Edeb,Cüz’ 8 ss 48) Dîn - i Tevhîd Seddi 7 Ö N S Ö Z İnsan oğlunun başına her ne gelmişse , - bülûğ çağından ölüm ânı na kadar - üzerine far z olan dinî esâslara inanmayışından veyâ Allâhü Teâlâ’nın - “Oku , öğren ” emrine rağmen - onları gereği gibi doğru bir şekilde öğrenip amel etmeyişinden gelmiştir Bunun için All â hü Teâlâ, Kur’ân - ı Ker î m’ inde şöyle buyurmaktadır: م َ ا َ ف ٍ ة َ ن َ س َ ح ْ ن ِ م َ ك َ ب ا َ ص َأ ن ِ م َ ك َ ب ا َ ص َأ ا َ م َ و ِ ه ّ ل لا َ ن ِ م َ ك ِ س ْ ف ن ن ِ م َ ف ٍ ة َ ئ ِّ ي َ س ط “Sana gelen her iyilik (Allâhü Teâlâ’nın l û tf - ü ihsânı olarak) Allâh’dandır Sana gelen her fenalık da (kendi amelinin bir karşılığı ve intikâmı olarak) kendindendir” 1 َ و ْ ن َ م ي ِ د ْ ه َ ي ُ لله ا ٍ م ي ِ ق َ ت ْ س ُ م ٍ ط ا َ ر ِ ص َ لى ِ إ ُ ء ا َ ش َ ي “Allâhü Teâlâ, kimi dilerse onu, (kendisinde hayır gördüğü kimseleri) doğru yola iletir” 2 İşte, i şin aslı ve esâsı bu ol dğuna göre , sâhib olduğumuz maddî ve ma’nevî değerleri mizi , Allâhü Teâlâ’nın muradına ve Rasûlü’nün tebliğine göre değerlendirip amel ederek , kötülüklerden kurtulup iyiliklere yönelerek , kula kul , şeytana kul değil Yaratan’a kul olmanın yollarını aramalıyız Böyle bir yolu bulmanın tek şartı da, Tevhîd Dîni ’nin esâslarını iyi kavrayıp sevgini n , korkunun ve tâatin tek merkezi olan Allâhü Teâlâ’nın bizlere verdiği maddî ve ma’nevî n i’metlerin kıymetini iyi bilmek ve özümüzdeki güzel hal ve ahlâkı bozmamak için elimi z den gele n her türlü gayreti gösterip Tevhid D îni İslâm ’ ı n gereği olan Dîn î kimli ğimizi kazanarak ihlâs ve takvâ sâhibi bir kul olmaya çalışmaktır Hayâtımız boyunca bizleri imtihân etmek için î mân ile küfür, hayır ile şerr arasındaki tercihi bize bırakan ve ona göre hakkımızdaki ilâhî 1 - Nisâ’, 79 2 - Bakara, 213 Dîn - i Tevhîd Seddi 8 hükmün ü verecek olan Allâhü Teâlâ, demokratik ve laîk sistemleri, sağ ve sol düzenleri, temeli ilâhî olmayan hakk ve özgürlük da’vâlarını dur madan müdâfaa etmeye çalışanlar hakkında, ُ ي ْ ل َ ف َ ء ا َ ش ْ ن َ م َ ف ْ م ُ ك ِّ ب َ ر ْ ن ِ م ق َ ْ لْ ا ِ ل ُ ق َ و ْ ؤ ْ ر ُ ف ْ ك َ ي ْ ل َ ف َ ء ا َ ش ْ ن َ م َ و ْ ن ِ م لا ْ د َ ت ْ ع َ ا ا ن ِ إ ن َ ا ِ م ِ ل ا ظ ل ِ ل َ ين ً ا ر ا َ ن لا ا َ ه ُ ق ِ د ا َ ر ُ س ْ م ِ ِ بِ َ ط ا َ ح َ ا “De ki: (bu Kur’ân) Rabb’inizden gelen bir hakk’dır Artık dileyen O’na îmân etsin (O’nun emir ve yasaklarına uysun), dileyen de O’nu inkâr edip kabûl etmesin (emir ve yasaklarına uymayarak dilediği gibi yaşasın) Hakîkat şudur ki biz, zâlimlere ( fâsıklara, kâfirlere , müşriklere ) öyle bir ateş hazırladık ki (onun etrâfını saran) duvarları, çepçevre kendilerini kuşatacakdır” 3 b uyurmakta ve aklımızı başımıza toplayarak îmân ve İslâm yolunu tercih etm emizi - kullarına olan sonsuz rahmetinin bir eseri olarak - ı srârla istemektedir Kehf sûresi’nde zikri geçen Zü’l - Karneyn kıssası ve Zü’l - Karneyn’in şahsında bizlere örnek olarak ifâde buyur ulan îmân ve küfür arasıdaki tercih ve Zü’l - Karneyn ’in üçüncü seferinde karşılaştığı Türk toplumu ’ nun demir kütleleri gibi salâbetli ( kevvetli ve kudretli ) unsurlarına erimiş bakır hu kmünde olan îmân ve İslâm cevherini n telkin şekli; bu suretle îmân ve İslâm yolunu tercih eden Türk toplumu ’ nun aşılması ve delinip geç ilmesi mümkün olmayan bir “ Din - i Tevhîd S edd i: Tevhîd Dîni’ n in koruyucusu” h âline ge lmesi ; bu sedd ’in , ya’nî “Din - i Tevhid Seddi ’ nin : Müslüman Türk kudreti” nin ortadan kalkmasının, Kıyâmet’i n on büyük alâmet inden birisi ol acağı husûsu , ö nemle ifâde edilme kte ve özümüzde bulunan bu güzel hal ve harekâtı değiştimememiz gerektiği konusu , ehemiyyetle belirtilip gözlerimizin önüne serilmektedir Bu güzel vasfımızı koruyabilmek için, 3 - Kehf, 29 Dîn - i Tevhîd Seddi 9 ِ م ْ ل ظ لا َ ع َ م َ ى ق ْ ب َ ي لآ َ و ِ ر ْ ف ُ ك ْ ل ا َ ع َ م َ ى ق ْ ب َ ي ُ ك ْ ل ُ م ْ ل َ ا "Mülk, küfr ile , şirk ile berâber devam eder, (fakat) zulm ile (fitne, fesâd, terör, anarşi, fuhuş , yolsuzluk , gibi a hlâksızlıkla r ile; tefrika ve ihtilâf gibi çeşitli görüş ve yorumlar ile) berâber devam etmez" 4 esâsına binâen daha medenî olma hevâ ve he vesine kapılarak İlâhî bir dayanağı olmayan inkilapcı, lâik, demokratik , özgür bir anlayışla meydana getirilen beşerî sistemlerden vaz geçip İlâhî bir sistem olan Din - i Tevhîd Seddi ’ni yeniden hayâta geçirmek mecburiyetindeyiz Tevfîk ve hidâyet, yaln ız ve yalnız Allâhü Teâlâ’dandır Ali Celâleddin Karakılıç 19 - 05 - 20011 16 - Cemâziye’l - âhir - 1432 4 - Kur'ân - ı Hakîm ve Meâl - i Kerîm,C 1 ss 343 Hasan Basri Çantay Dîn - i Tevhîd Seddi 10 ْ س ِ ب ِ ح ر لا ِ ن َ ْ حْ ر لا ِ لله ا ِ م ِ م ي َ ق َ ل َ خ ي ِ ذ ل ا َ ك ِّ ب َ ر ِ م ْ س ِ ب ْ ا َ ر ْ ق ِ ا ج ْ ن ِ م َ ن ا َ س ْ ن ِ لا ْ ا َ ق َ ل َ خ َ ك ب َ ر َ و ْ ا َ ر ْ ق ِ أ ٍ ق َ ل َ ع ُ م َ ر ْ ك َ لا ْ ا لا ِ م َ ل َ ق ْ ل ا ِ ب َ م ل َ ع ي ِ ذ ل ا لا ْ م َ ل ْ ع َ ي ْ َ لَ ا َ م َ ن ا َ س ْ ن ِ لا ْ ا َ م ل َ ع َ ى غ ْ ط َ ي َ ل َ ن ا َ س ْ ن ِ لا ْ ا ن ِ إ لا َ ك لا َ ن ْ غ َ ت ْ س ا ُ ه آ َ ر ْ ن َ أ ط ن ِ إ ل ا َ ك ِّ ب َ ر َ لى ِ إ ُ ر َ ى ع ْ ج ط “Yaratan Rabb’inin adı ile oku O, insanı bir kan pıhtısından yaratdı Oku, Rabb’in nihâyetsiz kerem sâhibidir Ki kalemle (yazı yazmayı, ilim öğrenmeyi) öğreten O’dur İnsana bilmediğini O öğretdi” “Sakın (okumama zlık yapma) Çünkü (okumayan, hakk ve hakîkati öğrenmeyen, dilediği gibi bir hayat yaşamak isteyen) insan, (cehâleti sebebi ile) muhakkak azar ve hiç bir şey’e ihtiyâcım yok zann eder (Ey insan, şunu iyi bil ki) şübhesiz dönüşün ancak (nihâyetsiz kerem sâ hibi) Rabb’inedir” 5 5 - Alâk Sûresi, âyet 1 - 8 Dîn - i Tevhîd Seddi 11 ْ س ِ ب ِ م ي ِ ح َ ر لا ِ ن َ ْ حْ ر لا ِ لله ا ِ م Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adı ile Tevhîd Dîni İslâm ve Dînî kimlik Müslüman Türk ’lerin inkı râzı, Dîn - i Tevhîd Seddi’nin yıkılması nı ve Ye’cûc ve Me’cûc denilen fitne ve fesad topluluğunun yer yüzünü isti’lâ’ etmesini mi ifâde eder? Evet, Kıyâmet’in on büyük alâmetinden birisi olan Ye’cûc ve Me’cûc’u tutan Zü’l - karneyn Seddi , diğe r bir deyimle Dîn - i Tevhîd Seddi : Tevhîd Dîni’nin koruyucusu “Müslüman Türk kudreti” yıkılıp son bulunca, Ye’cûc ve Me’c ûc denilen fitne ve fesad topluluklar ın dan meydana gelen kalabalık bir çapulcu takımının biribirlerinin medeniyyet ma’mûrelerini yerle y eksân edişi ve yer yüzünü , eşi görülmemiş tahribat ve felâketlere sürüklemesi - Allâhü a’lem - , Eşrât - ı Sâat ’dendir B urada ifâde buyurulan Müslüman Türk Kudreti , aşağıdaki âyet - i kerîme’ler e göre, Etnik bir kimlik değil, Tevhî d D îni İslâm ’ ı n gereği ola n Dînî bir kimliktir Bununla berâber - soy - sop, ha seb ve neseb gibi - sahih ve nâfiz bir n ikâh a bağlı önemli konuların korunması da dînî bir esâsdır 6 Çünkü aslın ve neslin korunması, ancak sahih ve nâfiz bir nikâh ile mümkündür ki îmân gidince nikâh d a gider 7 6 - Haseb: Asl, nesl, soy, kuşak, şeref ma’nâlarına geldiği gibi; kişinin karâbeti, ehli ve zürriyyeti ma’nâlarına da gelir Ayrıca baba tarafından gelen şeref, asillik, soy temizliği ma’nâlarını da ifâde eder Cem’i, “Ahsâb” dır Neseb : Asl, nesl, soy ma’nâlarına geldiği gibi; bir şey’in bir şey’e, bir kimsenin bir kimseye nisbet edilmesi ma’nâlarına da gelir Cem’i, “Ensâb” dır Dîn - i Tevhîd Seddi 12 Ha z reti İbrâhîm aleyhi’ s - s e lâm ve Hazreti İsmâil aleyhi ’s - selâm neslinden gelen Kurayş toplumu, - dînî kimlikleri ve soyu sopu ile - diğer Arab toplumlarına göre nasıl bir üstünlüğe sâhip ise, Müslüman Türk toplumunun d înî kimliği ve soyu - sop u da , - özündeki Tevhit Dîni İslâm’a bağlılığı ile - diğer toplumlara göre aynı şekildedir " Ben, - devirden devire, aileden aileye intikâl eden, bu sûretle de seçilip ayırd edilen - Âdem oğullarının en temizinden nakl olundum Nihâyet şu içinde bulunduğ um Hâşimî topluluğundan neş'et etdim" B ir kimsenin nesebi zikr edildiği zaman da erkeğe nisbet edilir ki İslâm'da bu bir esâsdır Bunun için de ba’zan soyca, soy bakımından ma’nâsına “Neseben” ; ba’zan da soylu, soyu temiz, asîl ma’nâsına “Nesîb ” ta'bîrleri kullanılır Kur’ân - ı Kerîm’de geçen “Neseb” lâfızları da, ekseriyyetle bu ma’nâları if âde eder ki şu âyet - i kerîme, buna güzel bi r misâldir: ً ا ر ْ ه ِ ص َ و ً ا ب َ س َ ن ُ ه َ ل َ ع َ ج َ ف ً ا ر َ ش َ ب ِ ء ا َ م ْ ل ا َ ن ِ م َ ق َ ل َ خ ي ِ ذ ل ا َ و ُ ه َ و ط ً ا ر ي ِ د َ ق َ ك ب َ ر َ ن ا َ ك َ و “Sudan bir beşer yaratıb da onu soy sop sâhibi (neseb ve sıhriyyet sâhibi) yapan, O’dur Rabb’in (her şeye) kemâliyle kâdirdir” Fürkan, 54 Sıhriyyet: Kız alıp vermekle, evl enmekle meydana gelen akrâbâlık, demektir 7 - Târihçilere göre Nûh alehi’s - selâm ’ın çocukları H â m, Sâm, Yâfes ’dir ki Hâm, Habeşli’lerin, Zenci’lerin, Nubî’lerin babası; Sâm , Arab’ın, Acem’in ve Rûm’un babası; Yâfes de Türk’ün, Hazer’in, Sakâlibe’nin, Ye’cûc ve Me’cûc’ün babasıdır Bu bakımdan Türk, Kürt, Çerkes , Türkmen gibi toplumlar, ayrı ayrı soylardan gelme bir toplum değil aynı babanın muhtelif kabîle le re bölünmüş evlâtlarının bir topluluğudur Dinleri de İs lâm Dîni olup Müslüman’ dırlar S B M Tecrîd - i Sarîh Tercemesi,C,9,ss 97 Kâmil Miras Târihçilere göre, Arab’lar da dört kısımdır ki bunlardan, 1 - Arab - ı ba îde: Helâk olup nesilleri kalmamış olan Arab’lardır ki Âd, Semûd, Tasm ve Celis Arab’ları bunlardandır 2 - Arab - ı ar îbe: H âlis Arab’lardır ki Kahtânî’ler bunlardandır 3 - Arab - ı müsta’ cime: Acem ’ leşmiş Arab’ lar demektir 4 - Arab - ı müsta’cibe: Arab ’ laşmış Arab’lar demektir ki İsmâil aleyhi’s - selâm ’ın çocukları olan ve Hazreti Muhammed aleyh’s - selâm ’ın nesebini teşkil eden Adnânî’ler bunlardandır Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm ’ın ceddi olan İbrâhîm aleyhi’s - selâm , Arab olmadığından oğlu İsmâîl aleyhi’selâm ’dan olan çocuklarına, Arab - ı müsta’ribe denilmiştir ki Arab lisânı bunlar ile yükselmiştir Hak Dîni Kur’ân Dili Yeni Mealli Türkçe Tefsîr, C 8 ss 5800 Elmalılı M uhammed Hamdi Yazır Dîn - i Tevhîd Seddi 13 "Allâh, İbrâhîm oğullarından İsmâîl 'i, İsmâîl oğullarından Benî Kinâne'yi, Kinâne oğullarından Kurayş'i, Kurayş 'den de Benî Hâşim'i, Benî Hâşim 'den de beni seçmişdir" "Allâh beni, dâimâ helâl babaların sul bünden pâkize anaların rahmine nakl ederek, nihâyet babamla anamdan izhâr buyurmuşdur ve - Âdem ile Havvâ 'dan, Abdu'llâh ile Âmine 'ye kadar olan - ebeveynim, kat'iyyen nikâhsız bir birliğe uğramamışdır" Diyen Hazreti Mehammed aleyhi’s - selâm ’ın, kendi n esebi hakkında söylemiş oldukları bu sözler de, bu konunun ayrı bir kanıtıdır Ayrıca, َ و ْ ع َ ب َ ق ْ و َ ف ْ م ُ ك َ ض ْ ع َ ب َ ع َ ف َ ر َ و ِ ض ْ ر َ لا ْ ا ِ فِ َ ف ِ ئ لآ َ خ ْ م ُ ك َ ل َ ع َ ج ى ِ ذ ل ا َ و ُ ه ْ م ُ ك َ و ُ ل ْ ب َ ي ِ ل ٍ ت َ ا ج َ ر َ د ٍ ض ْ م ُ ك ي َ ت آ َ ا م ِ فِ "O sizi yer yüzünün halîfeleri yapan, s izi, size verdiği şey'lerde , imtihâna çekmek için , kiminizi derecelerle ki minizin üstüne çıkarandır 8 âyet - i keîmesi de, bunun ap - açık bir delîlidir Bunun için büyük şerefler peşinde koşarak Halife ’lik vasfına lâyık olmak, yüksek derecelere eri şmek, dünyevî ve uhrevî mutluluğu kazanmak arzûsunda olan kullarını, gaflet, dalâlet, sapıklık ve her türlü bâtıl hevâ ve heveslerden kurtararak hidâyete, saâdete, şerefe, mutluluğa ulaştırmak isteyen Allâhü Teâlâ , bu yüksek derecelerin soy - sop, haseb, nes eb , makam ve zenginlik gibi şeyler ile kazanılamıyacağını, ancak takvâ ile ( hakîkî bir kulluk ve Müslüman’lık ile) kazanılabileceğini belirtmek üzere, Kur’ân - ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır: 8 - En’âm, 165 Dîn - i Tevhîd Seddi 14 َ ى ث ْ ن ُ ا َ و ٍ ر َ ك َ ذ ْ ن ِ م ْ م ُ ك ا َ ن ْ ق َ ل َ خ ا ن ِ إ ُ س ان لا ا َ ه ي َ ا ا َ ي ا ُ و ف َ ر ا َ ع َ ت ِ ل َ ل ِ ئ َ ا ب َ ق َ و ً ا بو ُ ع ُ ش ْ م ُ ك ا َ ن ْ ل َ ع َ ج َ و ط ْ م ُ ك ي َ ق ْ ت َ ا ِ لله ا َ د ْ ن ِ ع ْ م ُ ك َ م َ ر ْ ك َ ا ن ِ إ ط ٌ يْ ِ ب َ خ ٌ م ي ِ ل َ ع َ لله ا ن ِ إ “Ey insanlar, hakîkat, biz sizi bir erkek ile bir dişiden yaratdık Sizi, (sırf) birbiriniz ile tanışasınız diye, büyük büyük cem’iyyetlere, küçük küçük kabîlelere ayırdık Şübhesiz ki sizin Allâh nezdinde en şerefliniz, takvâca en ileride olanınızdır Hakîkaten Allâh, her şey’i bilen, her şey’den haberdâr olandır” 9 َ و ٍ م ي ِ ق َ ت ْ س ُ م ٍ ط ا َ ر ِ ص َ لى ِ إ ُ ء ا َ ش َ ي ْ ن َ م ي ِ د ْ ه َ ي ُ لله ا ِ ل ُ ق َ ى ف َ ط ْ ص ا َ ن ي ِ ذ ل ا ِ ه ِ د ا َ ب ِ ع َ ى ل َ ع ٌ م لآ َ س َ و ِ لله ِ ُ د ْ م َ ْ لْ ا ط “ Allâh ü Teâlâ , kimi dilerse onu, (kendisinde hayı r gördüğü kimseleri) doğru yola iletir ” 10 “ Hamd olsun Allâh’a ve selâm olsun O’nun beğenip seçtiği (kendisinde hayır görüp doğ ru yola iletdiği ) kullarına ” 11 Bunun için , Allâh ü Teâlâ yanında kullarının en şereflisi ve en üstünü , - soylarına, cinslerine, kavimlerine, şu’belerine ve tâifelerine göre değil - Allâh’a karşı olan kulluklarına ve takvâlarına, hattâ takvâca en ileride olmalarına göredir Bu şeref ve üstünlük ise, en başta Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm’ a, O’nun Âl ve Ashâbına ve onlardan sonra gelib de onlara ihsân ile tâbi’ olan Müttekî Müslümân’lara nasîb olmuşdur Bundan sonra da - kıyâmete kadar - ihsân ile Âl ve Ash âbına tâbi’ olanlara nasîb olacakdır 9 - Hucurât, 13 10 - Bakara, 213 11 - Neml, 59 Dîn - i Tevhîd Seddi 15 Târih b uyunca, İslâm Dîni’ni kabûl edip ona hizmet etmeyi en büyük bir gâye edinen kahraman ecdâdımız Müslümân Türk ’ler de, “ Bizim da’vâmız cihangirlik da’vâsı değildir, i’lâ - i kelimetü’ llâh da’vâsıdır ” diyerek - her türlü dalâlet ve sapıklığın, hevâ ve heveslerin peşinde gitmekden uzak olarak - , Allâh’a, Peygambere, Kur’ân’a ve İslâm Dîni’ne olan yüksek ve sağlam bağlılıkları ve hizmetleri ile, bu şeref ve üstünlükden büyük bir pay almışlar ve onunla şe refyâb olmuşlardır İnşâa’llâh, onların ardından gelen bizler de, aynı şeref ve üstünlüğü elden bırakmayız Bunun için de, ِ م لآ ْ س ِ لإ ْ ا َ و ِ ن ا َ يم ِ لإ ِ ل ا َ ن ي َ د َ ه ي ذ ل ا ِ لله ِ ُ د ْ م َ ْ لْ َ ا “Bizi, îmân’a ve (fıtrat dîni olan) İslâm’a hidâyet eden Allâh ’a hamd olsun” d uâsını n ifâde ettiği hakikati, iyi anlamalıyız ve onu hiçbir zaman elden bırakmamalıyız Çünkü k ullarının dünyevî ve uhrevî mutluluğunu isteyen Allâhü Teâlâ, Rabb isminin muktezâsı ve sonsuz rahmeti 'nin bir eseri olarak sevgili rasûlü Hazreti Mehammed aleyhi's - selâm vasıtası ile bizlere teblîğ ettirmiş olduğu Kur'ân - ı Kerîm'inde ve İslâm Dîni esâsları'nda, insanlığın muhtaç olduğu en doğru yolun kendi ilâhî sistemi olduğunu belirterek, ِ إ ِ لإ ْ ا ِ لله ا َ د ْ ن ِ ع َ ن ي ِّ د لا ن لآ ْ س ُ م فق "Hak dîn , (insanları dünyevî ve uhrevî mutluluğa erdiren gerçek düzen, gerçek sistem, gerçek rejim , gerçek inanış , Ehl - i Dîn - i Tevhîd Seddi 16 sünnet ve’l - cemâat esâslarına göre) ) , Allâh ındinde (ancak) İslâm'dır" 12 َ ل َ ع ُ ت ْ م َ ْ تْ َ ا َ و ْ م ُ ك َ ن ي ِ د ْ م ُ ك َ ل ُ ت ْ ل َ م ْ ك َ ا َ م ْ و َ ي ْ ل َ ا ً ا ني ِ د َ م لآ ْ س ِ لإ ْ ا ُ م ُ ك َ ل ُ ت ي ِ ض َ ر َ و ِ تى َ م ْ ع ِ ن ْ م ُ ك ْ ي "Bu gün sizin dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki ni'metimi tamamladım ve size dîn olarak İslâm'ı beğenip seçtim, ondan (ve onun îcâblarını yerine getirenlerden) râzı oldum" 13 buyurmakda; bundan sonra da her türlü dünyevî ve uhrevî felâketin sebebi olan, ُ ه ْ ن ِ م َ ل َ ب ْ ق ُ ي ْ ن َ ل َ ف ً ا ني ِ د ِ م لآ ْ س ِ لإ ْ ا َ ر ْ ي َ غ ِ غ َ ت ْ ب َ ي ْ ن َ م َ و ج َ ن ي ِ ر ِ س َ ا ْ لخ ا َ ن ِ م ِ ة َ ر ِ خ لآ ْ ا ِ في َ و ُ ه َ و "Kim İslâm'dan başka bir dîn ararsa (İslâm dışı fikir, görüş, yorum, sis tem, düzen , rejim ve inanış şekillerine uyarsa) ondan (bu dîn , İslâm dışı bu fikir, görüş, yorum, sistem , düzen, rejim ve inanış şekilleri ) aslâ kabûl olunmaz ve o, âhiretde de en büyük zarara uğrayanlardandır" 14 esâsını ifâde ederek İslâm dışı fikir, görüş, sistem , düzen, rejim ve inanışlara gönül vermeme mi zi emr etmektedir Ayrıca, dünyâda ve âhiretde felâh bulup mutlu olmamız için de, َ ت ْ ر ِ م ُ ا َ ا م َ ك ْ م ِ ق َ ت ْ س َ ا ف َ م َ و ا ْ و َ غ ْ ط َ ت َ لا َ و َ ك َ ع َ م َ ب ا َ ت ن ط ٌ يْ ِ ص َ ب َ ن و ُ ل َ م ْ ع َ ت ا َ ِ بِ ُ ه ن ِ إ " Maiy y etindeki tevbe edenlerle berâber, e mr olunduğun (uz) gibi dosdoğru ol (unuz) Aşırı gitmeyi n Çünkü O, ne yaparsanız (hepsini) hakkıyle görücüdür " 15 12 - Âl - i İmrân 19 13 - Mâide , 3 14 - Âl - i İmrân , 85 15 - Hud, 112 Dîn - i Tevhîd Seddi 17 ُ ع ْ د ا َ ف َ ك ِ ل َ ذ ِ ل َ ف ج َ ت ْ ر ِ م ُأ ا َ م َ ك ْ م ِ ق َ ت ْ س ا َ و ج َ و َ لا َ ء ا َ و ْ ه َأ ْ ع ِ ب ت َ ت ْ م ُ ه ج “İşte bunun için se n (onları Tevhîd ’e) da’vet et Emr olunduğun gibi dosdoğru ol Onların hevâ (ve heves) lerine uyma…” 16 َ ه َ و م ي ِ ق َ ت ْ س ُ م َ ك ِّ ب َ ر ُ ط ا َ ر ِ ص ا َ ذ ً ا ط ا َ ن ْ ل ص َ ف ْ د َ ق ْ ا َ ن و ُ ر ك ذ َ ي ٍ م ْ و َ ق ِ ل ِ ت ا َ ي لآ “Bu (İslâm ve Kur’ân) Rabb’inin dosdoğru yoludur Biz âyet’ leri , aklını başına alıp düşünecek bir toplum için ( apaçık ) beyan etmişizdir” 17 hakîkat ler ini emr ederek şu îkâz ları yapmakda ve aklımızı başımıza toplayıp sonunda pi şman olup - Eyvâh aldanmışım, aldatılmışım - demememizi hatırlatmaktadır ا ُ و م ِ ص َ ت ْ ع ا َ و َ ِ ب ِ َ م ِ لله ا ِ ل ْ ب ا ُ و ق ر َ ف َ ت لآ َ و ً ا ع ي ص ْ م ُ ك ْ ي َ ل َ ع ِ لله ا َ ت َ م ْ ع ِ ن او ُ ر ُ ك ْ ذ ا َ و "Hepiniz toptan Allâh'ın ipine (Kur'ân - ı Kerîm'e ve İslâm Dîni esâslarına) sımsıkı sarılın Parçalanıp dağılmayın , ( fikir, görüş, yorum, inanç ve düşünce ayrılıklar ı ile gurup gurup, cemâat cemâat, ekol ekol , parti parti olmayın İslâm Dîni’nin gösterdiği yolda b irlik ve berâberliğinizi koruyarak) Allâh'ın üzerinizdeki ni'metini düşünün" 18 ُ ك ُ يح ِ ر َ ب َ ه ْ ذ َ ت َ و ا ُ و ل َ ش ْ ف َ ت َ ف ا ُ و ع َ ز َ ا ن َ ت لآ َ و ُ ه َ ل و ُ س َ ر َ و َ لله ا ا ُ و عي ِ ط َ ا َ و او ُ ِ بِ ْ ص ا َ و ْ م ط َ ع َ م َ لله ا ن ِ إ َ ن ي ِ ر ِ ب ا ص لا "Allâh'a ve O'nun Rasûlüne itâat edin (Fikir, görüş, yorum, inanç ve düşünce ayrılıkları ile) birbiriniz ile çekişip didişmeyin Sonra korku ile za'fa düşersiniz Rüzgarınız 16 - Şûrâ, 15 17 - En’âm , 126 18 - Âl - i İmrân, 103 Dîn - i Tevhîd Seddi 18 (kuvvet ve kudretiniz kesil ip) gider (Allâh'ın size olan yardımı kesilir Kuvvetiniz ve devletiniz yok olup gider) ( - u sebât) edin, (sıkıntılara katlanın) Çünkü Allâh, sabr edenlerle berâberdir" 19 َ م ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م ا ُ و ف َ ل َ ت ْ خ ا َ و ا ُ و ق ر َ ف َ ت َ ن ي ِ ذ ل َ ا ك ا ُ و ن ُ و ك َ ت لآ َ و ُ ت َ ا ن ِّ ي َ ب ْ ل ا ُ م ُ ه َ ء ا َ ج ا ط ْ م ُ َ لَ َ ك ِ ئ َ ل ُ و ا َ و ٌ ب َ ا ذ َ ع ٌ م ي ِ ظ َ ع لا “Siz, kendilerine ap - açık delîl’ler, âyet’ler geldikden sonra parçalanıp ayrılanlar, ihtilâfa düşenler gibi olmayın İşte onlar (ın hâli) : En büyük azâb onlarındır” 20 Kur’ân mutlu luğu ve Dînî özgürlük Sevgili peygamberimiz Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm da şu Hadîs - i şerîf'lerinde, dünyevî ve uhrevî mutluluk yollarının Kur'ân'da olduğunu belirterek şöyle buyurmaktadır: ن ِ إ ُ ه َ ت َ س ك ُ و ُ ن ِ ف ٌ َ ت َ ك ِ ق ْ ط ِ ِ ِ ع ل لا ْ ي ِ ِ ِ ل ْ ل ا ُ م ْ ظ ِ ل ِ ِ ِ م َ ف : َ ل ي ِ ق م َ ا لا نج َ ا ُ ة ْ ن ِ م ه َ ا ِ لله ا َ ل و ُ س َ ر ا َ ي َ ا ق َ ل َ ا ت ِ ك : ُ ب َ ت ِ لله ا ع َ ا َ لى َ ن ِ ه ي ِ ف َ ب َ ق ْ ن َ م ُ أ ْ ب َ ل ْ م ُ ك َ خ َ و َ ب ُ ك َ د ْ ع َ ب ْ ن َ م ُ ر ْ م ْ ك ُ ح َ و ُ م َ ن ْ ي َ ب ا َ م ْ م ُ ك َ ف َ و ُ ه َ و ْ ص ٌ ل َ ل ْ ي ِ ب َ س ا َ ْ لَ ْ ذ َ ت ْ ن َ م ِ ل َ ر َ ك ُ ه َ َ ت َ ق ً ا بِ َ ص َ ت ُ لله ا ُ ه َ م ع َ ا َ لى ِ ن َ م َ و ا َ ت ْ ب غ ُ ْ لَ ا َ ى ِ في َ ى د َ غ ِ ْ يْ ل َ ض َ ا ِ ه ُ ه َ ت ُ لله ا ع َ ا َ لى ِ لله ا ُ ل ْ ب َ ح َ و ُ ه َ و ا ْ ل َ م ُ و ن َ و ُ ين ِ ت ُ ر ْ ل ا ُ ه ُ م ِ ب ُ ين ْ ك ِّ ذ لا َ و ُ ر َ ْ لْ ا ُ م ي ِ ك ُ ط ا َ ر ِّ ص لا َ و ا ْ ل ُ م َ ت ْ س ِ ق ل ا َ و ُ ه َ و ُ م ي ِ ذ ُ ت لآ ي ِ ز ِ ب ُ غ ي ِ ه َ ت لآ َ و ُ ء ا َ و ْ ه َ لا ْ ا َ ش َ ت لآ َ و ُ ء ا َ ر َ لا ْ ا ُ ه َ ع َ م ُ ب ع َ ش ُ ي ب ْ ن ِ م ُ ع ُ ه ْ ل ا ُ ع َ ل م َ ا ُ ء ل َ َ يم لآ َ و ُ ه ْ ت َ لا ْ ا ِ ق َ ا ي ُ ء ْ ل ِ ع َ م ِ ل َ ع ْ ن َ م َ م َ س ُ ه َ ب ِ ب َ ل ِ م َ ع ْ ن َ م َ و َ ق ِ ه ِ ج ُ ا َ ر ْ ن َ م َ و َ ك َ ح َ م ِ ب ِ ه ِ ب َ م َ ص َ ع ْ ن َ م َ و َ ل َ د َ ع ِ ه َ ف ْ د َ ق َ ت ْ س ُ م ٍ ط ا َ ر ِ ص َ لى ِ إ َ ي ِ د ُ ه ِ ق ي ٍ م “Muhakkak ki ileride muzlim gece kıt’aları ( zifîrî g ece karanlıkları ) gibi fitneler olacakdır Denildi ki - Yâ Rasûle’llâh, 19 - Enfâl, 46 20 - Âl - i İmrân, 105 Dîn - i Tevhîd Seddi 19 ondan necât ( kurtuluş ) ne? - Buyurdu ki Allâhü Teâlâ’nın Kitâbı ( Kur’ân - ı Kerîm ) dir Onda sizden evvelkilerin haberi, sizden sonrakilerin haberi, birbirinizin arasındaki şey’lerin hukmü vardır O bir hezl ( boş söz ) değil, ( hakk ile bâtılı birbirinden ayıran ) bir fasıldır O’nu tecebbüren ( kibirlenip büyüklenerek ) terk edenin Allâh belini kırar Doğru yolu O’nun gayrisinde arayanı, Allâh dalâlete düşürür O, Allâh’ın habl - i metîni ( sapa sağlam bir ipi ), nûr - i mübîn’i ( ap - açık bir nûru ) dir Zikr - i hakîm’dir Sırât - ı müstekîm'dir ( en doğru yol O'dur ) Keyiflerin sapıtmamasına, re’ylerin dağılmamasına yegâne sebeb O’dur Ulemâ’, O’na doymaz Etkıyâ’ ( Allâh korkusu ile günah işlemekden çekinenler ) O’ndan usanmaz O’nun ilmini bilen ileri gider O’nunla amel eden me’cûr olur ( sevab kazanır ) O’nunla hukm eden adâlet eder O’na sımsıkı sarılan doğru yola hidâyeti bulur” 5 Şu halde Kur'ân yolu, İslâm yolu, gerçek yol, doğru düşünce, sı rât - ı müstekîm ( en doğru yol ) bu olduğuna göre her türlü İslâm dışı fikir, görüş, yorum, sistem, düzen , rejim ve inanış şekillerinden uzak kalarak yalnız Kur'ân'a gönül verip O'nun gösterdiği yoldan gitmemiz, çeşitli fikir , yorum, düşünce ve inanış şekille rinden; tefrîka ve ih tilâflı konulardan uzak kalıp Allâhü Te âlâ’nın ilâhî kânunlarına yönel i p ona teslim olmamız gerekmektedir Ne yazık dır ki emr - i ilâhî ve irşâd - ı peygamberî bu olduğu halde, Müslümân olduğumuzu, Kur'ân ve sünnet yolunda 5 - Ahmed İbn - i Hanbel, Müsned, C 1 ss 9l Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, C 1 ss 30 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Dârimî, Sünen, Fedâilü’l - Kur’ân Dîn - i Tevhîd Seddi 20 gittiğimizi söylediğimiz halde, içinde bulunduğumuz şu zamanda, - İslâm'a hizmet gâyesi ile de olsa - çeşitli fikir, görüş, yorum, sistem, düzen , rejim ve inanış ayrıcalıkları ile gurup gurup, cemâat cemâat, ekol ekol, parti parti ayrılıp İslâm birlik ve berâberliğini temelinden bozduğumuzu bilmez ve anlamaz bir hâle geldik Halbuki Cenâb - ı Hakk Kur’ân - ı Kerîm’inde, şöyle buyurmaktadır: ْ د ُ ا او ُ ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ا ا َ ه ي َ ا ا َ ي ً ة ف ا َ ك ِ م ْ ل ِّ س لا ِ في او ُ ل ُ خ ص ت َ ت لآ َ و ِ ن ا َ ط ْ ي ش لا ِ ت ا َ و ُ ط ُ خ او ُ ع ِ ب ط ُ ه ن ِ إ ِ ب ُ م ٌّ و ُ د َ ع ْ م ُ ك َ ل ٌ ز ي ِ ز َ ع َ لله ا ن َأ او ُ م َ ل ْ ع ا َ ف ُ ت ا َ ن ِّ ي َ ب ْ ل ا ُ م ُ ك ْ ت َ ء ا َ ج ا َ م ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م ْ م ُ ت ْ ل َ ل َ ز ْ ن ِ إ َ ف ٌ ين ٌ م ي ِ ك َ ح “Ey îmân edenler, hep birden silm’e (sulh’a ve İslâm’a , İslâm birlik ve berâberliğ in e ) girin, (kâmil olgun birer M üslümân olun) Şeytan’ın adım ları ardına düşmeyin, (insanları yoldan çıkaran küfür ve dalâlet ehlinin ve D eccâl ’ lerin sözlerine ve fiillerine uymayın) Çünkü o, sizin ap - açık bir düşmanınızdır” “Size bunca açık delîller geldikden sonra yine kusur ederseniz (silm’e girmekden , bir lik ve berâberli ğinizi koruyup olğun birer Müslüman olmaktan kaçarsanız), iyi bilin ki muhakkak Allâh, Azîz’dir (mutlak gâlibdir, hukmüne karşı gelinmez, dilediğini yapar ve emrini infâz eder) ve Hakîm’dir (her yaptığını bir hıkmetle yapar) ” 21 ا َ ر ْ ك ِ ا لآ ِّ ي َ غ ْ ل ا َ ن ِ م ُ د ْ ش ر لا َ ين َ ب َ ت ْ د َ ق ِ ن ي ِّ د لا ِ في َ ه ج ِ لله ا ِ ب ْ ن ِ م ْ ؤ ُ ي َ و ِ ت و ُ غ ا ط ا ِ ب ْ ر ُ ف ْ ك َ ي ْ ن َ م َ ف َ ى ق ْ ث ُ و ْ ل ا ِ ة َ و ْ ر ُ ع ْ ل ا ِ ب َ ك َ س ْ م َ ت ْ س ا ِ د َ ق َ ف ق ا َ َ لَ َ م ا َ ص ِ ف ْ ن ا َ لا ط ٌ م ي ِ ل َ ع ٌ ع ي ِ َ سَ ُ لله ا َ و “Dinde zorlama yokdur Hakîkat (şudur ki) , îmân ve küfür, ap - açık meydana çıkmışdır , (gözler önüne serilmiştir) 21 - Bakara, 208 - 209 Dîn - i Tevhîd Seddi 21 Artık kim şeytan’ı (tâğût’u - ve insanları Allâh’ın dîni’nden uzaklaştırmaya ve İslâm Dîni’ni bozup içinden çıkılmaz bir hâle getirmeye çalışan D eccâl’leri - ) tanımayıb da Allâh’a îmân ederse o, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa (Kur’ân’a ve İslâm’a) yapışmışdır Allâh (her şey’i) hakkıyle işitici ve (her şey’i) kemâliyle bilicidir” 22 َ و ْ ذ ا ُ ك ْ ر ب َ ر َ ك ِ فِ َ ن ْ ف ِ س َ ك َ ت َ ض ر َ و ً ا ع ِ خ َ ف ي ً ة َ و ُ و د َ ن َ ْ ل ا ْ ه ِ ر ِ م َ ن ْ ل ا َ ق ْ و ِ ل ِ ب ْ ل ا ُ غ ِ د ِّ و َ و لآ ْ ا َ ا ص ِ ل َ و َ لا َ ت ُ ك ْ ن ِ م َ ن ْ ل ا َ ا غ ِ ف ِ ل َ ين “Rabb’ini, içinden, yalvararak ve korkarak, (fakat) yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an (Sakın) Ğâfillerden ( aldananlardan ve aldatılanlardan) olma ” 23 Deccâl’lerin telkinleri ve getirdi ği felâketler Son yıllarda, bi’l - hâssa 2011 yılı bahârında, Cezâyir, Tunus, Libya, Mısır, Filistin, Afganistan , Irak , Yemen, Sûriye gibi Müslüman Arab memleketlerinin ve nüfûsunun çoğunluğu Müslümân olan diğer memleketlerin başına ge len akla hayâla ge lmedik fitne, fesad, anarşi ve felâketlerin ; Deccâl’lerin telkin 22 - Bakara, 256 Tâğût: Allâh’a karşı isyankâr olup kahr ile, cebr ile veyâ rızâ ile kutsallaştırılıp ma’bûd edinilen insan veyâ şeytan veyâ put gibi her hangi bir şey’dir İnsanları her hangi bir şekilde, Allâh yolundan men ’ eden kimselere veyâ İblîs’e de tâğût denir Deccâl: Dünyânın son zamanlarında hakkı bâtıla, iyiyi kötüye, doğruyu yanlışı birbirine karıştıran, hiç durmadan fitne ve fesâdı körükleyen, bu suretle de içinde bulundukları toplumların nizâm ve intizâmını bozan, gerşek olmayanı gerç ek gibi gösteren hilekâr, yalancı, yaldızcı şerir insanlardır Bunlar, dünyâ târihinin son zamanlarında çokça görülecektir ki Kıyâmet alâmetlerindendir Bunun için Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm bu husûsda şöyle buyurmuştur َ لى ِ ا َ م َ د آ ِ ق ْ ل َ خ َ ْ ين َ ب ا َ م ِ ل ا ج َ د لا َ ن ِ م ُ ر َ ب ْ ك َ ا ٌ ر ْ م َ ا ِ ة َ ع ا س لا ِ م َ ا ي ِ ق "Âdem'in yaratıldığı zamandan beri, kıyâmete kadar, Deccâl'in şerrinden daha büyük bir fitne olmamışdır" Riyâzü’s - sâlihîn,C 3 ss 326 (1846 nolu h ş ) 23 - A’râf, 205 Dîn - i Tevhîd Seddi 22 edip yönelttiği - demokrasî, özgürlük, lâiklik gibi - İslâm dışı rejim, inanış ve isteklerin , ِّ ي َ ب ْ ل ا ُ م ُ ه َ ء ا َ ج ا َ م ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م ا ُ و ف َ ل َ ت ْ خ ا َ و ا ُ و ق ر َ ف َ ت َ ن ي ِ ذ ل َ ا ك ا ُ و ن ُ و ك َ ت لآ َ و ُ ت َ ا ن ط ُ و ا َ و ْ م ُ َ لَ َ ك ِ ئ َ ل ٌ ب َ ا ذ َ ع ٌ م ي ِ ظ َ ع لا “Siz, kendilerine ap - açık delîl’ler, âyet’ler geldikden sonra parçalanıp ayrılanlar, ihtilâfa düşenler gibi olmayın İşte onlar (ın hâli) : En büyük azâb onlarındır” 24 َ و َ لله ا او ُ ع ي ِ ط َ ا ا ُ و ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ا ا َ ه ي َ ا ا َ ي ْ م ُ ك ْ ن ِ م ِ ر ْ م َ لا ْ ا ِ لِ ُ و ا َ و َ ل و ُ س ر لا او ُ ع ي ِ ط َ ا ج ْ م ُ ت ْ ع َ ز ا َ ن َ ت ْ ن ِ إ َ ف ِ ر ِ خ لآ ْ ا ِ م ْ و َ ي ْ ل ا َ و ِ لله ا ِ ب ن َ و ُ ن ِ م ْ ؤ ُ ت ْ م ُ ت ْ ن ُ ك ْ ن ِ إ ِ ل و ُ س ر لا َ و ِ لله ا َ لى ِ إ ُ ه و د ُ ر َ ف ٍ ء ْ ي َ ش ِ في ط ٌ ر ْ ي َ خ َ ك ِ ل َ ذ ً لا ي ِ و ْ أ َ ت ُ ن َ س ْ ح َ ا َ و “Ey îmân edenler, Allâh’a itâat edi n Rasûl’e (Muhammed aleyhi’s - selâm’a) itâat edin ve sizden olan emir sâhiblerine (ülü’l - emr’e) de itâat edin Eğer (dîne âid işlerinizden) bir şey’ hakkında ihtilâf ederseniz, hemen onu Allâh’a (Allâhü Teâlâ’nın kitâbı Kur’ân’a) ve Rasûl’üne (Rasûl’ünün S ünnet’ine) döndürün (mürâceat edin) Eğer Allâh’a ve âhiret günü’ne inanıyorsanız, (bu mürâceat , sizin için) hem hayırlı, hem netîce i'tibâriyle daha güzeldir (daha iyidir) 24 - Âl - i İmrân, 105 25 - Nisâ ’, 59 Merhûm ve mağfûr Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, bu âyet - i kerimenin altındaki (60) ncı âyet - i kerîmede, Allâh'ın ve Rasûlünün hukmüne râzı olmayan münâfıkların durumuna işâretle, " Bu emirleri tesbitden sonra evvel emirde adlî ve teşriî es âslar üzerinde cereyan eden itâati te'mîn etmek; mü'minlerin, - adl ile hukme me'mûr oldukları hâlde - adl ve hakk olan bir hukmün hılâfına tâlib olmamaları, muhâkeme mesâilinde tuğyankâr bir vaz'ıyyet almamaları, tâgutlar mahkemesine mürâceat etmemeleri lüz ûmunu telkîn etmek; mü'min nâmı altında Peygambere itâatden hoşlanmayan ve O'nun hukmüne râzı olmayıb da başka mahkemelere mürâceat edenlerin münâfık olduğunu tefhîm etmek; Dîn - i Tevhîd Seddi 23 و ُ ب َ ك ْ ن َ ع ْ ل ا ِ ل َ ث َ م َ ك َ ء ا َ ي ِ ل ْ و َ ا ِ لله ا ِ ن و ُ د ْ ن ِ م او ُ ذ َ تَّ ا َ ن ي ِ ذ ل ا ُ ل َ ث َ م ِ ت ج ً ا ت ْ ي َ ب ْ ت َ ذ َ تَّ ِ ا ط ن ِ إ َ و ِ ت و ُ ب َ ك ْ ن َ ع ْ ل ا ُ ت ْ ي َ ب َ ل ِ ت و ُ ي ُ ب ْ ل ا َ ن َ ه ْ و َ ا م ن ا َ ك ْ و َ ل ُ و َ ن و ُ م َ ل ْ ع َ ي ا ِ ا ٍ ء ْ ي َ ش ْ ن ِ م ِ ه ِ ن و ُ د ْ ن ِ م َ ن و ُ ع ْ د َ ي ا َ م ُ م َ ل ْ ع َ ي َ لله ا ن ط ُ م ي ِ ك َ ْ لْ ا ُ ز ي ِ ز َ ع ْ ل ا َ و ُ ه َ و ِ س ان ل ِ ل ا َ ه ُ ب ِ ر ْ ض َ ن ُ ل ا َ ث ْ م َ لا ْ ا َ ك ْ ل ِ ت َ و ج َ م َ و َ ن و ُ م ِ ل ا َ ع ْ ل ا لا ِ إ ا َ ه ُ ل ِ ق ْ ع َ ي ا “Allâh’dan başka velîler (dostlar, dayanaklar, putlar, kurtarıcılar) edinenlerin sıfatı, kendine bir yuva yapan örümcek misâli gibidir Halbuki bilmiş olsalar, evlerin en çürüğü her halde örümcek yuvasıdır” (Bunlar ın hâli , ancak bir sinek avlayıp ondan istifâde edebilecek kadar çürük bir eve tutunmuş olan örümceğin hâli gibidir) “Halbuki Allâh, kendinden başka neye tapıyorlarsa (neye değer veriyorlarsa) şübhesiz ki biliyor O mutlak gâlib, tam huküm ve hıkmet sâhibidir” “Hem bu misaller yok mu?, Biz onları insanlar için îrâd ediyoruz (söylüyoruz) Bununla berâber onlara, âlim olanlardan başkasının aklı ermez” 26 âyet - i kerîme ’leri nde ve benzeri âyet - i keîme ve hadîs - i şerîf'lerde belirtilip önemle üzerinde durulan bu ihtilâf ve tefrîka ’ nın bir netîcesi olduğunu görüp ibret almadığımız gibi, gittiğimiz yolu haklı bulup - Biz de bu şekilde İslâmâ ve Müslümân'lara hizmet ediyoruz Biz de demokrasi ve özgürlük bunun netîcesi olarak da Rasûlü'llâh sall'llâhü aleyhi ve sellem' e itâat etmeyi ta hkîm etmek üzere, şöyle buyuruluyor " diyor ki ba'zı kimselerin, müslüman olduklarını söyledikleri hâlde - İnsan hakları - nâmı altındaki gayri müslim mahkemelerinden meded ummaları, ne derece doğru olabilir? Bilmem Hak Dîni Kur'ân Dili Türkce T efsîr, C 2 ss 1379 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır 26 - Ankebût, 41 - 42 - 43 Dîn - i Tevhîd Seddi 24 istiyoruz - gibi düşünce lere kapılarak , aşağı daki âyet - i kerîme ve hadîs - i şerîf’lerin î kâzını unutup çeşitli yorum ve inanış şekilleri ile - İslâm ve Müslüman düşmanlarının arzu ve emellerine âlet olarak - müdâfaa eder bir duruma geldik Deccâl’lerin fikir ve emelleri peşinde koşarak kendimizi , felâke tte n felâkete sürükler bir hâle getir dik de Kur’ân - ı Kerîm’in şu âyet - i kerîme’lerin de ifâde buyurduğu hakikat leri, - büyük bir gaflet eseri olarak - a nlamaz ve görmez bir hâle getirerek anarşik olayların peşinde koşmaya başladık: ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ا َ ا ه ي َ ا َ ا ي َ ء َ ا ي ِ ل ْ و َ ا ْ م ُ ك و ُ د َ ع َ و ى ِّ و ُ د َ ع ا ُ و ذ ِ خ ت َ ت لآ ا ُ و “Ey îmân edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız (olanları) dostlar edinmeyin…” 27 َ ء ا َ ي ِ ل ْ و َ ا ى َ ر ا َ ص ن لا َ و َ د و ُ ه َ ي ْ ل ا او ُ ذ ِ خ ت َ ت لآ ا ُ و ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ا ا َ ه ي َ ا ا َ ي م َ ي ِ ل ْ و َ ا ْ م ُ ه ُ ض ْ ع َ ب ٍ ض ْ ع َ ب ُ ء ا ط ْ م ُ ك ْ ن ِ م ْ م ُ لَ َ و َ ت َ ي ْ ن َ م َ و ْ م ُ ه ْ ن ِ م ُ ه ن ِ إ َ ف ط َ ين ِ م ِ ل ا ظ لا َ م ْ و َ ق ْ ل ا ي ِ د ْ ه َ ي لآ َ لله ا ن ِ إ “Ey îmân edenler, Yahûdî’leri de, Hristiyan’ları da kendinize dost edinmeyin (âdetlerini benimsemeyin ve üstünüze hâkim bir duruma geçir meyin) Onlar (ancak) birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar) İçinizden kim onları dost edinirse (âdetlerini benimseyip onları hâkim bir duruma geçirirse), o da onlardandır (onlara temessül etmiş, onlara benzemiş ve onların huyunu kapmış ol ur O artık Hakk'a değil onlara ve hevâsına hizmet eder Netîce i’tibâriyle de onlardan sayılır Âhiretde de onlarla berâber haşr olur) Şübhesiz ki Allâh, o zâlimler topluluğuna hidâyet etmez (yol göstermez) ” 28 27 - Mümtehıne, 1 28 - Mâide, 51 Dîn - i Tevhîd Seddi 25 ن لا لآ َ و ُ د و ُ ه َ ي ْ ل ا َ ك ْ ن َ ع ى َ ض ْ ر َ ت ْ ن َ ل َ و ْ م ُ ه َ ت ل ِ م َ ع ِ ب ت َ ت تى َ ح ى َ ر ا َ ص ط ى َ د ُ ْ لَ ا َ و ُ ه ِ لله ا ى َ د ُ ه ن ِ إ ْ ل ُ ق ط ِ م ْ ل ِ ع ْ ل ا َ ن ِ م َ ك َ ء ا َ ج ي ِ ذ ل ا َ د ْ ع َ ب ْ م ُ ه َ ء ا َ و ْ ه َ ا َ ت ْ ع َ ب ت ا ِ ن ِ ئ َ ل َ و لا ٍ يْ ِ ص َ ن لآ َ و ٍ ِ لِ َ و ْ ن ِ م ِ لله ا َ ن ِ م َ ك َ ل ا َ م “Ne Yahûdî’ler, ne Hıristiyan’lar, - Sen onların dînine (milletine) uyuncaya kadar - , senden (aslâ) hoşnûd olmazlar “ De ki: - Allâh’ın hidâyet (yolu olan İslâm yok mu? İşte) O, doğru yolun ta kendisidir - Eğer (vahy ile) sana gelen (bunca) ilimden sonra (bi’l - farz) onların hevâ ve heveslerine uyacak o lursan, and olsun, Allâh’dan (başka seni koruyacak) ne hakîkî bir dost, ne de hakîkî bir yardımcı vardır ” 29 Gayr - i Müslimlerin âdetini benimsemek Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm da, gayr - i müslim âdetlerine işâretle şöyle buyurmuşdur: ُ ل ُ ج ر لا َ ِ ُ ل ِ ل ا َ ُ يُ ْ ن َ م ْ م ُ ك ُ د َ ح َ ا ْ ر ُ ظ ْ ن َ ي ْ ل َ ف ِ ه ِ ل ي ِ ل َ خ ِ ن ي ِ د َ ى ل َ ع “ İnsan dostunun dînindendir Binâen - aleyh sizden biriniz dost edineceği kimseye dikkât etsin” 30 َ س ْ و َ ل تى َ ح ٍ ع ا َ ر ِ ذ ِ ب ً ا ع ا َ ر ِ ذ َ و ٍ ْ بِ ِ ش ِ ب ً ا ْ بِ ِ ش ْ م ُ ك َ ل ْ ب َ ق ْ ن َ م َ ن َ ن ُ س ن ُ ع ِ ب َ ِ ّ ِ ّ ت َ ت َ ل ٍّ ب َ ض َ ر ْ ج ُ ح او ُ ك َ ل َ م ل َ س َ و ِ ه ْ ي َ ل َ ع ُ لله ا ى ل َ ص ِ بِ ن لا َ ل ا َ ق ى َ ر ا َ ص ن لا َ و ُ د و ُ ه َ ي ْ ل ا ِ لله ا َ ل و ُ س َ ر ا َ ي ا َ ن ْ ل ُ ق ُ ه و ُ م ُ ت ْ ك َ ل َ س َ ل ْ ن َ م َ ف “Şübhesiz ki siz, kendinizden önce gelen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını da arşınına tıpatıp muhakkak uyacaksınız ( Öyle b ir derecede ki) şâyet o kimseler (daracık) 29 - Bakara, 120 30 - Ebû Dâvud ve Tirmizî Riyâzü’s - sâlihîn, C 1 ss 309 (371 nolu hadîs - i şerif) Dîn - i Tevhîd Seddi 26 keler deliğine girseler, siz de muhakkak (onlara uyarak) oraya gir (meğe çalış) acaksınız ” (Râvî Ebû Saîd der ki) biz, - Yâ Rasûle’llâh, bu ümmetler Yahûdî’lerle Hıristiyan’ lar mı? Diye sorduk Rasûlü’llâh da, “Onlardan başka ya kim olacak?” buyurdu 31 Başka bir hadîs - i şerîf’de de, َ ل ي ِ ق َ ف ٍ ع ا َ ر ِ ذ ِ ب ً ا ع ا َ ر ِ ذ َ و ٍ ْ بِ ِ ش ِ ب ً ا ْ بِ ِ ش ا َ ه َ ل ْ ب َ ق ِ ن و ُ ر ُ ق ْ ل ا ِ ذ ْ خ َ ا ِ ب ِ تِ م ُ ا َ ذ ُ خ ْ ا َ ت تى َ ح ُ ة َ ع ا س لا ُ م و ُ ق َ ت لآ َ ر ا َ ي َ ك ِ ئ َ ل ُ ؤ ا لا ِ إ ُ س ان لا ِ ن َ م َ و َ ل ا َ ق َ ف ِ م و ر لا َ و َ س ِ ر ا َ ف َ ك ِ لله ا َ ل و ُ س “Kıyâmet kopmaz, tâ ki ümmetim, kendisinden evvelki ümmetlerin yolunu karış karış, arşın arşın ta’kîb etmedikce” Ashâb tarafından, - Yâ Rasûle ’llâh, ( yollarında n gid ilen ) Fars ve Rum gibi milletler midir? Diye soruldu Rasûlü’llâh da, “Onlardan başka insanlardan kim var ya?” diye cevab verdi 32 Halbuki böyle bir yol ta'kîb etmek, Kur'ân ve sünnet yoluna aykırı olduğu gibi, İslâm'ı bozup mensûbları olan Müslümân'ları bid’at, dalâlet , anarşi, şirk ve küfür yollarına yönelterek zayıf düşürüp helâk etmek için çalışan İslâm düşmanlarının ve 31 - Sahîh - i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - i Sarih Tercemesi, C 9 ss 189 (1410 nolu hadîs - i şerif) Kâmil Miras 32 - Sahîh - i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - i Sarih Tercemesi, C 12 ss 408 (2175 nolu hadîs - i şerif) Kâmil Miras Dîn - i Tevhîd Seddi 27 Deccâl’lerin işini kolaylaştırmakdan başka bir netîce doğurmamaktadır Tefrîka ve zararları Bu konularda araş tırma yapan meslekdaşlarımızdan birisi, güzel bir noktaya işâret ederek, ِ إ ُ ك ِ س ْ أ َ ر َ ى ل َ ع ِ ة م ُ لا ْ ا ِ ه ِ ذ َ ِ لَ ُ ث َ ع ْ ب َ ي َ لله ا ن َ ئ ا ِ م ِّ ل ِ ة َ ن َ س َ َ لَ ُ د ِّ د َ ُ يُ ْ ن َ م ٍ ة َ ن ي ِ د ا َ ا ه “Şübhesiz Allâhü Teâlâ, her yüz sene başında bu ümmetin dînini yenileyen bir müceddid gönderir” 33 hadîs - i şerîf'inin izâhında şöyle diyor: “İçinde bulunduğumuz şu zamanda çeşitli İslâmî cemâatler ile görüşüp teâtî - i efkâr’da ( fikir alış - verişinde ) bulunduk Onlardan her bir cemâat - Bizim hocamız İslâm’a daha fazla i nsan yetiştirmişdir Bunun için zamânın müceddid ’ i veyâ mehdî ’si varsa o da bizim hocamızdır, başka bir kimse olamaz” diyor ve böylece çeşitli fikirler ve birbirine zıd iddiâlar ortaya çıkarak tefrîka meydana geliyor” 34 “İslâmda halîfe ta’yin et menin büyük hıkmetlerinden biri de, Müslümân’ları bir araya getirip birleştirmekdir Bunun için bir zamanda iki halîfe ta’yin edilmesi câiz değildir” 35 33 - Et - Tâcü’l - Câmiu li’l - Usûl fî Ehâdîsi’r - Rasûl s a v C 3 ss 428 (Ebû Dâvud, El - Hâkim ve El - Beyhekî) Eş - Şeyh Mansûr Ali Nâsıf 34 - Günümüz Mes’elelerine Fetvâ’lar, C 2 ss 251 Halil Günenç 35 - Aynı eser, C 2 ss 207 Halil Günenç Mehdî: Kendisine, Allâhü Teâlâ tarafından hidâyet verilen, yol gösterilen, rehberlik edilen kim se demekdir ki geçmişte bazı kimseler için, gelecekte de kıyâmet ile ilgili bir şahıs için ifâde edilir Diğer bir ma’nâda, َ ا ه َ ن ي ِ د َ ا َ لَ ُ د ِّ د َ ُ يُ ٍ ة َ ن َ س ِ ة َ ئ ا ِ م ِّ ل ُ ك ِ س ْ ا َ ر َ ى ل َ ع ِ ة م ُ لا ْ ا ِ ه ِ ذ َ ِ لَ ُ ث َ ع ْ ب َ ي َ لله ا ن ِ ا Dîn - i Tevhîd Seddi 28 “Şübhesiz Allâhü T eâlâ, her yüz sene başında bu ümmetin dînini yenileyen bir müceddid gönderir ” Hadîs - i şerîf’ine göre her yüz senede bir gelecek olan müceddidlerden birisi veyâ peygamber neslinden gelecek olan birisi veyâ Mesih el - muktedî ( kendisine uyulup o yolda gi dilecek ) olan Îsâ aleyhi’s - selâm için kullanılan bir ifâdedir İslâmî telâkkîlere göre insanlar, çoğu zaman îmândan uzaklaşıp küfür, şirk ve nifak yollarına saparlar Bunun için onlara İslâm esâslarını anlatıp yeniden îmâna ve Yaratana yönlendirmek lâ zım gelir ki dünyanın sonu yaklaştığı zamanlarda böyle bir hal vukûa gelecek, insanlar tamamiyle dinden uzaklaşıp hak ve hakîkat tanımayacak, Kur’ân nüshaları ale’l - âde bir kağıt haline gelecek, sözleri, emir ve nehiyleri insanların hâfızalarından silinip unutulacak, insanlar şiir ve şarkı söyleyip eğlenecekler, bu sûretle de dünyanın sonu gelmiş olacak Diğer bir ma’nâda da, ilâhî kânunları yeniden te’sîs edecek olan bir kimsedir ki bu ma’nâda, Îsâ aleyhi’s - selâm bir Mehdî olarak yer yüzüne inip Deccâ l ’i öldürecek, insanları onun şer r inden koruyup îmânı ve İslâm’ı yeniden kurup te’sîs edecek ve birbirini ta’kîb eden birinci, ikinci, üçüncü asır müctehidler neslinin elde ettiği birlik ve berâberliği ( islâmiyyet icmâını ve esâslarını ) yeniden kurup tatbi k edecekdir ki b ir mu’cize olarak da eli ile hastaları mesh edip iyileştişrdiği için, kendisine “Mesîh” veyâ “Mesîh Îsâ” denilecek tir Ye’cûc ve Me’cûc fitnesinin dünyayı isti’lâ’ etmesine engel olan Zü’l - Karneyn seddi ( Dîn - i Tevhîd seddi ) yıkılıp ( a çılıp ) Ye’cûc ve Me’cûc fitnesi her tepeden akın etmeye başlayınca, Îsâ aleyhi’s - selâm da, Allâhü Teâlâ’nın emri ile, kendisine inanalar ile birlikte - açlık gibi bir çok sıkıntılar içerisinde - Tûr dağına çekilecek; bu suretle de Ye’cûc ve Me’cûc fitnesi ke ndilerine bir zarar veremeyecektir Allâhü Teâlâ, Yecûc ve Me’cûc fitnesini öldürüp ortadan kaldırdıktan sonra da Tûr dağından inip yer yüzünü bir müddet islâh edip düzelttikden sonra bolluk ve refah içerisinde yaşayıp İslâm Dîni’ni aslına uygun bir şekild e yeniden te’sîs edecek, kendisi ve kendisine inananlar öldükten sonra da yer yüzünde insanların kötüleri kalacak, büyük bir ahlâksızlık içerisinde eşekler gibi herkesin gözü önünde cinsel ilişkide bulunacak ve bundan sonra da kıyâmet bunlar üzerine kopaca ktır Deccâl ise , âhir zamanda ortaya çıkacak olan son der ece hilekâr, düzenbaz, yalancı, yaldızcı, hakkı bâtıla, iyiyi kötüye karıştırarak insanları hakk yoldan döndürüp dalâlet yollarına çeviren bir kimse ma’nâsınadır ki Cenâb - ı Hakk, - bir isti drâ c kabilinden - kendisine verdiği ba’zı imkânlar sebebi ile hârikü’l - âde bir takım ma’rifetler gösterecek ve böylece îmânı zayıf olan Müsl ü mân’ları doğru yoldan saptırarak şirk ve küfür yollarına döndürecek, îmânı kuvvetli olanlara da hiçbir şey’ yapamayacaktı r ki bunlardan bir kişiyi öldürüp diriltmesi bile onları hakk yoldan ayıramayacaktır Çünkü o kişi, dirilince “Va’llâhi, sen Deccâl’sin” der O da , adamlarına “Onu öldürünüz” derse de bir daha öldüremez Hazret - i Îsâ aleyhi’s - selâm’a , - eli ile hastala rı mesh edip iyileştirdiği için - “Mesîh” veyâ “Mesîh Îs â” denildiği gibi, Deccâl ’e de - kendisinden her türlü hayır silinip alınmış olduğu veyâ hiç yokmuş gibi bir gözü silinip dümdüz bir kör olduğu için, “ Mesîh Deccâl ” veyâ “Mesîhu’d - deccâl” denilmiştir Ehl - i bid’at fırkalarından olan Şiî’ler, ne halkda, ne de kendi müctehidlerinde böyle bir kudret görmezler Bunun için de “Kur’ân, sünnet, icmâ’ ve kıyas ile hiç bir yakîne ( sağlam bir bilgi ve inanca ) erişilmez Yakîn, ancak hatâ ve günahlara karşı Al lâhü Dîn - i Tevhîd Seddi 29 Câbir radıye’llâhü anh ’den rivâyet edilen şu hadîs - i şerîf de, bu hakîkatleri te’yîd edip gözlerimi zin önüne sermektedir ا ى ل َ ص ٍ د م َ ُ مُ ُ ي ْ د َ ه ِ ى ْ د َ ْ لَ ا َ ر ْ ي َ خ َ و ِ لله ا ُ ب َ ا ت ِ ك ِ ث ي ِ د َ ْ لْ ا َ ر ْ ي َ خ ن ِ إ َ ف ر َ ش َ و َ م ل َ س َ و ِ ه ْ ي َ ل َ ع ُ لله ٌ ة َ ل لآ َ ض ٍ ة َ ع ْ د ِ ب ل ُ ك َ و ا َ ه ُ ن َ ا ث َ د ْ ُ مُ ِ ر ُ و م ُ لا ْ ا “Sözlerin en hayırlısı Allâh’ın Kitâb’ı (Kur’ân - ı Kerîm) dir En hayırlı hidâyet, Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm’ın irşâd ve hidâyeti’dir Din işlerinin en fenâları sonradan uydurulan şey’lerdir ve her bid’at bir dalâlet’dir” 36 Kezâ, büyük Sahâbî Abdu’llâh ibn - i Mes’ûd radıye’llâhü anh ’ ın talebelerine yap tığı şu vasiyetleri de, içinde bulunduğumuz şu zamanda bize büyük bir ışık tutmakta ve fitne, fesâd, tefrika, ihtilâf zamanlarında nasıl hareket etmemiz lâzım geldiğini gözlerimizin önüne sermektedir: “Kardeşlerim, ilim ortadan kalkmadan ilim tahsîlin e ehemmiyet veriniz İlmin ortadan kalkması, tabii ehl - i ilm’in ölümü iledir Sizden hiç biriniz, kendisine ne zaman mürâceat edileceğini ta’yîn edemez Fakat yakında bir sınıf insanlar ile Teâlâ t arafından korunan, ( günahlardan korunmuş olan ) ve insanlara İslâmiyyeti yeniden tefsîr edip öğretmekle vazifelendirilen bir kimse tarafından bilinir ki bu da, bunun vâsıtaları olan ve hidâyete eren Şia müctehidleri ’ dir ” derler Bu bakımdan Mehdî (Gizli imâm), geri geldiği zaman, - ilâhî bir hakk ile - , idareyi şahsen eline alacak ve İslâm Dîni’ni yeniden te’sîs edip kuvvetlendirecek b ir kimse olarak kabûl edilir ki bu Mehdî ’ den sonra Deccâl’in çıkacağına, bundan sonra da Îsâ aleyhi’s - selâm ’ın yer yüzüne inerek Deccâl’i öldürüp ortadan kaldıracağına inanılır Fakat, Buhârî’de, Müslim’de, Mevâkıf’da, Nesefî akâidinde, Taftazânî şerhinde, Gazzâlî İhyâsı’nda, Seyyid Murtazâ İthâf’ında, mehdî ile ilgili bir konu yokdur Bu konuda üzerind e önemle durulması lâzım gelen nokta şudur ki Mehdî ’lik, Şiî i’tikâdının esâsî bir kısmını taşkil ettiği halde sünnî i’tikâdı böyle değildir Her sünnî müslümân, Mehdî’nin, dîni yeniden kuracak bir kimse ( bir müceddid ) olacağını kabûl eder, fakat Şiî’lerin dediği gibi - bir inanca sâhip olarak - hidâyete eren Şiî müctehidleri ’ne Mehdî denileceğini kabul etmez Doğru olan ve Ehl - i sünnet i’tikâdına uygun olan da budur 36 - Riyâzü’s - Sâlihîn, C 1 ss 164 (172 nolu h ş ) (Sahîh - i Müslim) den Dîn - i Tevhîd Seddi 30 karşılaşırsınız ki onlar, sizi, Kitâbü’llâh’a da’vet etdiklerini i ddia ederler Halbuki bu ehl - i bid’at, Kitâbü’llâh’ı arkalarına atdıklarını fark edemezler Böyle dalâlet zamânında, ilmin sâye - i irşâdına sığınmanızı tavsiye ederim Bid’at iltizam etmekden (bid’at olan şey’leri lüzumlu görerek yapmakdan), kelâmî tekel lüf’den (hakîkatleri ikinci plâna atarak gösterişli konuşmalar yapmakdan), felsefî teammuk’dan (felsefî fikirler içerisine dalarak yeni yeni şey’ler ortaya koymakdan) sakınınız Dînimizin safvet - i asliyyesini (saf ve temiz hâlini) muhâfaza etmeye çalışınız ” 37 Dünyevî ve uhrevî mutluluğumuzun en belirgin anahtarlarını bize bildiren bu âyet - i kerime'lerin ve bu Hadîs - i şerîf'lerin ışığında, içinde yaşadığımız şu zamânın akla hayâle gelmedik fitne, fesad, anarşi, isyan, ihtilâf, tefrika ve yanlış inanış ş ekillerinin zifîrî karanlıklar gibi başımıza üşüştüğü şu günlerde, Kur'ân - ı Kerîm'in bu konulardaki ifâdelerini düşünüp ibret alarak her türlü te frîka ve ihtilâfdan uzak kalıp kurtuluş çâreleri aramamak, büyük bir gaflet eseridir Bunun için h er zaman ve her yerde birlik , berâberlik ve sulh içerisinde yaşamamıza büyük bir ehemmiyyet veren Cenâb - ı Hakk, yalnız kendisine kulluk yapıp ihtilâfa , tefrikaya , anarşîye düşenler gibi olmamamız husûsunda bizleri şöyle uyarmakta ve İslâm Dîni esâslarından başka y ollara gönül verip hakk yoldan sapmamamızı önemle belirtmektedir: ً ة َ د ِ ح َ ا و ً ة م ُ ا ْ م ُ ك ُ ت م ُ ا ِ ه ِ ذ َ ه ن ِ ا ز ِ ن ُ و د ُ ب ْ ع اف ْ م ُ ك ب َ ر َ ا ن َ ا َ و "Hakîkat, şu (T evhîd ve İslâm dîni) , biricik dîn olarak, sizin dîninizdir Ben de sizin Rabb'inizim O halde (başkasına değil) 37 - Sahîh - i Buhârî M uhtasarı Tecrîd - i Sarih Tercemesi, C 4 ss 63 Kâmil Miras (Hammâd ibn - i Ebî Süleymân rivâyeti) Dîn - i Tevhîd Seddi 31 bana kulluk edin , (benim gösterdiğim yoldan gidin , emirlerimi tutun ve nehiylerimden kaçın ) " 38 َ و ْ م ُ ه َ ن ْ ي َ ب ْ م ُ ه َ ر ْ م َ ا ا ُ و ع ط َ ق َ ت ط َ ن ُ و ع ِ ج َ ا ر َ ا ن ْ ي َ ل ِ ا ٌّ ل ُ ك ع " (İ nsanlardan , Yahûdî'lerden ve Nasrânî'lerden ba'zıları) kendi araları nda, (dîn) işlerinde fırka fırka oldular (ihtilâfa düştüler) (Bununla berâber) hepsi yine ancak bize dönücülerdir" (Biz de onlara amellerine göre mükâfât veyâ mücâzât vereceğiz) 39 َ ا لَ ا َ لا ُ ه ّ ل ل َ ل ِ إ ُ م و ي َ ق ْ ل ا ي َ ْ لْ ا َ و ُ ه لا ِ إ َ ه ط ْ ي َ ل َ ع َ ل ز َ ن َ ب ا َ ت ِ ك ْ ل ا َ ك ِ ل ً ا ق ِّ د َ ص ُ م ِّ ق َ ْ لْ ا ِ ب َ م َ ْ ين َ ب ا َ ل ي ِ نج ِ لإ ا َ و َ ة ا َ ر ْ و ت لا َ ل َ ز نَأ َ و ِ ه ْ ي َ د َ ي لا ن ِ م ِ ل ى ً د ُ ه ُ ل ْ ب َ ق َ ن ا َ ق ْ ر ُ ف ْ ل ا َ ل َ ز نَأ َ و ِ س ان ل ط ا و ُ ر َ ف َ ك َ ن ي ِ ذ ل ا ن ِ إ ٌ ب ا َ ذ َ ع ْ م ُ َ لَ ِ ه ّ ل لا ِ ت ا َ ي آ ِ ب ٌ د ي ِ د َ ش ط ْ ن ا و ُ ذ ٌ ز ي ِ ز َ ع ُ ه ّ ل لا َ و ٍ م ا َ ق ِ ت “Eli f, Lâm, Mîm Allâhü Teâlâ o Allâh’dır ki kendinden başka ma’bûd (kendinden başka Tanrı , kendinden başka doğru yolu gösteren bir ilâh ) yokdur” “O, (zâtî, ezelî ve ebedî hayât ile) diridir Zâtiyle kemâliyle kâimdir” “O, Kitâbı (Kur ’ân - ı Kerîm’i ) , kendisinden evvelki kitâbları tasdik edici olarak indirdi Tevrât ve İncîl’i de indir miş di ki ” “ (O kitâblar ) , insanlar için - hak ile bâtılı ayırt eden - birer hidâyet rehberi ( doğru yol u göterici) idi O kimseler ki Allâhü Teâlâ’nın (bu) âyet’l erini ink âr e di p kabul etmediler Onlar için pek çetin bir azâb vardır Allâh 38 - Enbiyâ', 92 39 - Enbiyâ', 93 Dîn - i Tevhîd Seddi 32 Azîz’dir ve İntikâm sâhibidir (cezâda, amansız bir ğâlib - i mutlak’dır ) ” 40 Nasîhat ’e Deccâlvârî insanların cevâbı Evet, Allâhü Teâlâ ’nın , - varlığına, birliğine, azamet v e kudretine şehâdet eden bunca âyetlere ve lûtf - ü ihsân ettiği sayısız ni’metlere karşı nankörlük etmek suretiyle - Deccâl’lerin ve deccâlvârî insanların yalan yanlış telkinlerin e kapılıp o yolda giden insanlara, ْ م ُ َ لَ َ ل ي ِ ق ا َ ذ ِ إ َ و ا و ُ د ِ س ْ ف ُ ت َ لا َ ل ا ِ في ِ ض ْ ر “Yer yüzünü fes âda vermeyin denildiği zaman (onların) , َ ن و ُ ح ِ ل ْ ص ُ م ُ ن ْ َ نَ ا َ نَّ ِ إ ْ ا و ُ ل ا َ ق “ (Hayır , biz yer yüzünü fesâda vermiyoruz ) Biz ancak islâh edicileriz ( medenî ve insânî bir islahat yapıyoruz, insanlarımızı çağdaş medeniyyet sevi yesine çıkaracağız , medenî yapacağız, onların refah seviyelerini yükselteceğiz ” 41 gibi yanıltmalarına k apılıp î mâna aykırı davranışlarda bulunan insanlara şiddetli bir az â b ile azâb edeceği ve bu nankörlüklerin in cezâsını çektirip intikâmını alacağı m uhakkaktır Çünkü Allâhü Teâlâ, âyet - i kerîme’nin devâmında şöyle buyurmaktadır: َ لا َأ َ ن و ُ ر ُ ع ْ ش َ ي لا ن ِ ك َ ل َ و َ ن و ُ د ِ س ْ ف ُ م ْ ل ا ُ م ُ ه ْ م ُ ه ن ِ إ “(Hab eriniz olsun ki , onlar fesadcıların ta kendileridir ( Onlar, Allâhü Teâlâ’nın insanlar için beğenip seç tiği dînini ve ilâhî emirlerini , beğenmeyip kendi görüş ve anlayışlarına göre insanları idâre etmek isteyen bir takım beyinsizlerdir) Fakat 40 - Âl - i İmrân, 1 - 4 41 - Bakara, 11 Dîn - i Tevhîd Seddi 33 b unu n (böyle olduğunu) anlamazlar ( ve anlamak da istemezler) َ ل ي ِ ق ا َ ذ ِ إ َ و ن ِ م آ ْ م ُ َ لَ ُ و َ ق ُ س ان لا َ ن َ م آ ا َ م َ ك ا ا و ُ ل ا َأ ُ ء ا َ ه َ ف س لا َ ن َ م آ ا َ م َ ك ُ ن ِ م ْ ؤ ُ ن ط َ لا َأ ُ م ُ ه ْ م ُ ه ن ِ إ ُ ء ا َ ه َ ف س لا َ لا ن ِ ك َ ل َ و َ ن و ُ م َ ل ْ ع َ ي “Onlara, - İnsanların (müslümânların) inandığı gibi (siz de) inanın - denilince, - Biz de mi o beyinsizlerin inandığı gibi inanacağız? - derler Dikk ât et ki (asıl) beyinsizler hiç şübhesiz kendileridir Fakat bilmezler” 43 ُ و ق َ ل ا َ ذ ِ إ َ و ا ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ا ُ و ل ا َ ق ا ُ و ا ا ن َ م آ ج ْ م ِ ه ِ ن ي ِ ط ا َ ي َ ش َ لى ِ إ ا ْ و َ ل َ خ ا َ ذ ِ إ َ و لا ل ا َ ق ُ و ا ا ن ِ إ ا َ نَّ ِ إ ْ م ْ ك َ ع َ م َ ن و ُ ئ ِ ز ْ ه َ ت ْ س ُ م ُ ن ْ َ نَ “Onlar îmân edenler ile buluş tukları zaman - Biz de inandık - derler Şeytanları ile (hem fikir oldukları kendi adamları ile) yalnızca (başbaşa) kalınca ise - Emîn olun, biz sizinle berâberiz Biz ancak istihzâ (alay ) edicileriz - derler” 44 َ ا ِ ب ُ ئ ِ ز ْ ه َ ت ْ س َ ي ُ ه ّ ل ل َ ي َ و ْ م ِ ه ْ م ُ ه د ُ م ِ في َ ن و ُ ه َ م ْ ع َ ي ْ م ِ ِ نِ ا َ ي ْ غ ُ ط “ (Asıl) Allâh onlarla istizâ eder ve taşkınlıkları, azgınlıkları içinde serseri serseri dolaşmalarına mühlet verir” 45 َ ر َ ت ْ ش ا َ ن ي ِ ذ ل ا َ ك ِ ئ َ ل و ُأ ا ُ و َ ة َ ل َ لا ض لا ِ ِ بى َ د ُ ْ لَ ا ص ْ م ُ ه ُ ت َ ر ا َ ِّ ت ت َ ِ ب َ ر ا َ م َ ف ُ و نا َ ك ا َ م َ و ا َ ت ْ ه ُ م َ ن ي ِ د “Onlar o kimselerdir ki doğru yolu bırakıp sapıklığı (eğri yolu) satın almışlardır Demek, alış - verişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru yolu da bulamamışlardır” 46 42 - Bakara, 12 43 - Bakara, 13K 44 - Bakara, 14K 45 - BakaraI 15K 46 - Bakara, 16K Dîn - i Tevhîd Seddi 34 Kıyâmet alâmetleri hakkında birkaç söz Merhûm ve mağfûr Elmalı lı Muhammed Hamdi Yazır, bu âyet - i kerîmelerin işâret etdiği husûslar hakında şöyle diyor: "Bu âyet - i kerîme ’ler de işâret edildiği ve sahîh hadîslerde vârid olduğu gibi İslâm ümmeti arasında da tefrîkalar çıkacak, bu arada emir parçalanacak, memleketl er zâyi' olacak Bununla berâ ber yine Peygamber ve ashâbının yolunda giden bir F ırka - i nâciye, bir sâlih kimseler zümresi , eksik olmayacak Bu arada peygamberlik iddiâsında bulunan otuz kadar deccâlden sonra ulûhiyyet ( tanrılık ) iddiâsına kalkışacak olan k oca Deccâl , (Îsâ) Mesih 'in nüzûlü ile helâk olacak, derken Ye'cûc ve Me'cûc çıkacak, yer yüzünde görülmedik fesadlar, tasvirlere sığmaz harbler yaptıkdan sonra Allâhü Teâlâ'nın emri ile mahv olacaklar, artık sâlib kırılacak, hınzır öldürülecek, sâlih kimse ler hâkim olacak, Hazreti Muhammed aleyhis - selâm 'ın teblîğ etmiş olduğu şerîatin tamâmı hâkim kılınarak insanlık âlemi yeniden bir saâdet devri yaşayacak Küçük ve büyük kıyâmet alâmetleri vukû' buldukdan sonra Dâbbetü'l - arz çıkacak, güneş batıdan doğacak, bundan sonra da sûr üfürülerek büyük kıyâmet kopacak, ikinci sûr üfürülünce de herkes kabirlerinden kalkıp di ri lerek eski hâline dönecek, haşir ve neş i r olup o büyük Dîn günü muhakkak bir sûretde vukû' bulacak, âkıbet Cennet sâlihlerin olacakdır" 47 Zü’l - Karneyn kıssası ve önemi K ıyâmetin on büyük alâmetinde n biri olan ve Kur’ân - ı Kerîm’in Kehf sûresi’nde ifâde buyurulan Ye'cûc ve Me'cûc 47 - Hak Dîni Kur'ân Dili Türkce Tefsîr,C 5 ss 3374 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Dîn - i Tevhîd Seddi 35 hakkındaki şu Zü’l - Karn eyn kıssası da, büyük bir hakîkati en açık bir şekilde gözlerimizin önüne sergileyip i bret almamızı tavsıye buyurmaktadır َ ك َ ن و ُ ل َ أ ْ س َ ي َ و ِ ْ ين َ ن ْ ر َ ق ْ ل ا ي ِ ذ ن َ ع ط ُ ل ْ ت َ أ َ س ْ ل ُ ق وا ِ م م ُ ك ْ ي َ ل َ ع ْ ن ِ ذ ُ ه ر ْ ك ً ا ط ِ ا ْ ا ِ في ُ ه َ ل ان ك َ م ا ن َ ل َ ت آ َ و ِ ض ْ ر ب َ ب َ س ٍ ء ْ ي َ ش ِّ ل ُ ك ن ِ م ُ ه ا َ ن ْ ي ً ا لا ب َ ب َ س َ ع َ ب ْ ت َ أ َ ف ً ا تى َ ح ِ ا ْ م ش لا َ ب ِ ر ْ غ َ م َ غ َ ل َ ب ا َ ذ ٍ ة َ ئ ِ َ حْ ٍ ْ ين َ ع ِ في ُ ب ُ ر ْ غ َ ت ا َ ه َ د َ ج َ و ِ س م ْ و َ ق ا َ ه َ د ن ِ ع َ د َ ج َ و َ و ً ا ط ُ ق ا َ ن ْ ل َ ذ ِ خ ت َ ت ن َأ ا م ِ إ َ و َ ب ِّ ذ َ ع ُ ت ن َأ ا م ِ إ ِ ْ ين َ ن ْ ر َ ق ْ ل ا ا َ ذ ا َ ي ْ س ُ ح ْ م ِ ه ي ِ ف ن ً ا ِ ه ِّ ب َ ر َ لى ِ إ د َ ر ُ ي ُ ثُ ُ ه ُ ب ِّ ذ َ ع ُ ن َ ف ْ و َ س َ ف َ م َ ل َ ظ ن َ م ا م َأ َ ل ا َ ق ب ا َ ذ َ ع ُ ه ُ ب ِّ ذ َ ع ُ ي َ ف ً ا ن ر ْ ك ً ا ً ء ا َ ز َ ج ُ ه َ ل َ ف ا ً ِ لْ ا َ ص َ ل ِ م َ ع َ و َ ن َ م آ ْ ن َ م ا م َأ َ و ِ ن َ ن ْ س ُ ْ لْ ا ج ُ ل و ُ ق َ ن َ س َ و ً ا ر ْ س ُ ي ا َ ن ِ ر ْ م َأ ْ ن ِ م ُ ه َ ل ب َ ب َ س َ ع َ ب ْ ت َأ ُ ثُ ً ا تى َ ح ى َ ل َ ع ُ ع ُ ل ْ ط َ ت ا َ ه َ د َ ج َ و ِ س ْ م ش لا َ ع ِ ل ْ ط َ م َ غ َ ل َ ب ا َ ذ ِ إ ْ َ لَ ٍ م ْ و َ ق ُ َ لَ ل َ ع ْ َ نج ِ م م ن ِ ن و ُ د ه َ ا ْ ت ِ س َ ا لا َ ك ِ ل َ ذ َ ك ط ً ا ْ بِ ُ خ ِ ه ْ ي َ د َ ل ا َ ِ بِ ا َ ن ْ ط َ ح َأ ْ د َ ق َ و “Sana Zü’l - Karneyn’ni sorarlar De ki: Size onun (hâlinden) de haber vereyim” “Hakîkaten biz onu yer yüzünde büyük bir kudret sâhibi yaptık, O’na ( dilediği ) her şey’den (onu yapması iç in) bir sebeb (bir yol , bir vesîle, bir ilim, bir kudret ) verdik” “O da ( böyle bir ni’mete, ilâhî bir yardıma nâil olunca Batı tarafına) bir yol tuttu” “Nihâyet güneşin bettığı yere varınca onu bir balçıkda batar buldu , (Suda veyâ okyanusda gün eşin gurûbunun aksini gördü ki bu su, güneşin zi y âsına naza r an bir kara balçık gibi Dîn - i Tevhîd Seddi 36 idi) Bunun yanında da (küfr içinde yaşayan sefil) bir kavim buldu Dedik ki: Yâ Zü’l - Karneyn, (onları küfürlerinden dolayı öldürüp ) azâba uğratmanda yâhud haklarında (afv ve ihsân ile İslâm’a da’vet ederek ) güzel bir yol tutmanda serbestsin ” 48 “O da , Kim zulm ederse (İslâm ’dan başka yollara gönül verip da’vetime icâbet etmezse ) biz de onu (öldürüp) azâba uğratacağız Sonra o zâlim , (âhiretde) Rabb’ine döndürülür de O d a (inanç ve amellerinin karşılığı olarak onları Cehennem’lik kılar da) kendisin e görülmedik, bilinmedik şiddetli bir azâb ile azâb eder ” “Amma kim de ( da’vetime icâbet eder, İslâma’a gönül verip) îmân eder ve güzel bir davranışta bulun ursa ona da gü zel bir mü kâfat vardır (ki o da Cennet’dir) (Ayrıca) ona emirlerimizden en kolay olanını sö yl eriz (de meşakkatli ve zor olan şey’leri teklif etmeyiz) ” “Sonra O, (ikinci) bir yol tuttu” “Nihâyet üstüne güneşin (ilk önce) doğduğu yere vardığı za man onu öyle bir kavim (Zenciler gibi bir toplum) üzerine doğuyor buldu ki biz onlar a buna karşı (güneşin hararetine karşı korunacak giysi, ev ve benzeri şey’ler gibi ) hiç bir siper yapmamı ştık” “ işte, Z ü’l - karneyn’in işi ( batıya doğuya sefer ederek hukümranlık hâli) böyle idi Halbuki onun yanında (asker, 48 - Zü’l - Karneyn’e böyle bir emrin teveccüh e tmesi, eğer kendisi nebî ise bir melek vâsıtası iledir Nebî değilse yanında bulunan bir nebî v asıtası iledir veyâ kendisinin tâbi’ olduğu şe riat dairesinde yaptığı bir ictihâd yolu iledir Kur’ân - ı Kerîm’in Türkçe Meâl - i Âlîsi ve Tefsîri,C 4 ss 1987 Ömer Nasûhi Bilmen Dîn - i Tevhîd Seddi 37 harp âletleri ve saltanat sebebleri gibi) daha neler vardı ki biz onun tamâmını (ilmimiz ile) ihâta etmişizdir” 49 Zü’l - Karneyn’in üçüncü seferi ve Türk toplumu Merhûm ve mağfûr Elmalılı Mu hammed Hamdi Yazır, yukarıdaki âyet - i kerîme’lerden sonra gelen âyet - i kerîme’lerin meâlini verdikten sonra da şöyle demektedir: ً ا ب َ ب َ س َ ع َ ب ْ ت َ ا ُ ثُ ً ا م ْ و َ ق َ ا م ِ ِ نِ ُ و د ْ ن ِ م َ د َ ج َ و ِ ن ْ ي د س لا َ ْ ين َ ب َ غ َ ل َ ب َ ا ذ ِ ا َ تى َ ح لا ْ و َ ق َ ن ُ و ه َ ق ْ ف َ ي َ ن ُ و د َ ا ك َ ي لآ ً لا ً ا ج ْ ر َ خ َ ك َ ل ُ ل َ ع ْ َ نج ْ ل َ ه ف ِ ض ْ ر َ لا ْ ا ِ فِ َ ن ُ و د ِ س ْ ف ُ م َ ج ُ و ج ْ ا َ م َ و َ ج ُ و ج ْ ا َ ي ن ِ ا ِ ْ ين َ ن ْ ر َ ق ْ ل ا َ ا ذ َ ا ي ا ُ و ل َ ا ق ً ا ّ د َ س ْ م ُ ه َ ن ْ ي ب َ و َ ا ن َ ن ْ ي َ ب َ ل َ ع ْ َ ت ْ ن َ ا َ ى ل َ ع َ ن ْ ي َ ب َ و ْ م ُ ك َ ن ْ ي َ ب ْ ل َ ع ْ ج َ ا ٍ ة و ُ ق ِ ب ِ نى ُ و ني ِ ع َ ا َ ف ٌ ر ْ ي َ خ ِّ بى َ ر ِ ه ي ِ ف ِّ ن َ ك َ م َ ا م َ ل َ ا ق ً ا م ْ د َ ر ْ م ُ ه لا ِ د ي ِ د َ ْ لْ ا َ ر َ ب ُ ز ِ نى ُ و تآ ط َ و َ ا س َ ا ذ ِ ا تى َ ح ى ا ُ و خ ُ ف ْ ن ا َ ل َ ا ق ِ ْ ين َ ف َ د ص لا َ ْ ين َ ي ط ُ ه َ ل َ ع َ ج َ ا ذ ِ ا تى َ ح ً ا ر َ ا ن لا ً ا ر ْ ط ِ ق ِ ه ْ ي َ ل َ ع ْ غ ِ ر ْ ف ُ ا ِ نى ُ و تآ َ ل َ ا ق ط ً ا ب ْ ق َ ن ُ ه َ ل ا ُ و ع َ ا ط َ ت ْ س ا َ ا م َ و ُ ه ُ و ر َ ه ْ ظ َ ي ْ ن َ ا ا ُ و ع َ ا ط ْ س ا َ ا م َ ف ا َ ذ َ ه َ ل ا َ ق ِ م ٌ ة َ ْ حْ َ ر ِّ بّ ر ن ج َ ء ا َ ج ا َ ذ ِ إ َ ف ا ك َ د ُ ه َ ل َ ع َ ج ِّ بّ َ ر ُ د ْ ع َ و َ ء ج ِّ بّ َ ر ُ د ْ ع َ و َ ن ا َ ك َ و ً ا ّ ق َ ح ط ِ ر و ص لا ِ فِ َ خ ِ ف ُ ن َ و ٍ ض ْ ع َ ب ِ فِ ُ ج ُ و َ يم ٍ ذ ِ ئ َ م ْ و َ ي ْ م ُ ه َ ض ْ ع َ ب َ ا ن ْ ك َ ر َ ت َ و "Sonra (bir sebeb) bir sebebi ta'kîb etti de (batı ile doğu arasında bir cânibe doğru gitdi de, üçüncü bir yol tuttu da) " "Nihâyet iki dağ arasına vardığı zaman onların önünde hemen hemen hiç bir söz anlamaz bir kavim buldu" "On lar (mütercimleri vâsıtası ile) dediler ki: - Ey Zül - karneyn, hakîkat, Ye'cûc ve Me'cûc b u yerde fesad çıkaran 49 - Kehf, 83 - 91 Dîn - i Tevhîd Seddi 38 (kabîle) lerdir Bizimle onların arasına bir sedd yapman şartı ile sana bir harc (vergi) versek olur mu? - " "Dedi ki: - Rabb'imin beni içinde b ulundurduğu (ni'met, sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır Haydi, siz bana (bedenî) ku vvet ile yardım edin de ben onlarla sizin aranıza bir redim (bir sedd) yapayım - " "Bana demir kütleleri getirin (o iki dağın) iki ucu tam denkleştiği vakit, üfleyin (körükleyin) dedi Nihâyet onu (demiri) bir ateş hâline koyduğu vakit - Getirin bana, dedi, üstüne erimiş bakır dökeyim - " "Artık ( Yecûc ve Me’cûc denilen bu fitne - fesad toplumları) onu aşmaya da güç yetiremediler, onu delmeye de muktedir olamadılar" " - B u (sedd’in büyük bir başarı ile yapılması ) , Rabb'imden bir rahmetdir Rabb'i min va' di geldiği vakit O bunu dümdüz yapar Rabb'imin va'di bir hakdır - , dedi " “Ve o gün (Ye’c ûc ve Me’cûc topluluğu çekirge sürüleri gibi büyük bir hırs ve tama’ içerisinde etrafa yayılıp her tarafı tahrîb etmeye başladıkları zaman), onların ba’zıl arını ba’zısı içinde dalgalanır bir halde bırakırız Daha sonra da Sûr’a üfrülür ve Kıyâmet kopar” 50 50 - Kehf, 92 - 99 Bu âyet - i kerîme’ ler de, demirden ve bakırdan bahs edilmesi, inasanlık târihi b oyunca sulhun, sükûnun, huzûrun te’mîn edilmesi; zulmün, haksızlığın, huzursuzluğun önlenmesi; yiyecek, giyecek ihtiyaçlarımızın karşılanması; insan hayâtının ihtiyâcı olan her şey’in demir ve bakırın özelliklerinden istifâde ederek elde edilmesi konuların a önemle işâret edilmiştir ki aşağıdaki âyet - i kerîme, bu husûsu açık bir şekilde ifâde buyurup gözlerimizin önüne bir ibret levhası olarak sermektedir: Dîn - i Tevhîd Seddi 39 "Bu âyet - i kerîmelerde zikri geçen Ye'cûc ve me'cûc, vaktiyle bir veyâ iki kavmin hass ismi olsa da, doğrusu, lisân - ı İslâmda müteâref olan mefhum şu dur: Aslı ve nesebi belirsiz, din ve millet tanımaz b ir hâlita - i beşer ki hurûcları E şrât - ı sâ at ’ tendir Arzı ifsad edeceklerdir" 51 "İŞTE BATIYI DOĞUYU DOLAŞARAK BİR ÇOK HİZMETLERDE BULUNAN ZÜ'L - KARNEYN'İN EN BÜYÜK İŞİ, EN BÜYÜK GÖREVİ, RABBÂNÎ BİR RA HMET OLAN BÖYLE MADDÎ VE MA'NEVÎ KUVVETLİ BİR SEDDİN İNŞÂSIDIR Kİ BÖYLE BİR SEDDİN YIKILMASI, BEŞERİYYET İÇİN BÜYÜK BİR FELÂKET OLACAKDIR" 52 َ ب ا َ ت ِ ك ْ ل ا ُ م ُ ه َ ع َ م ا َ ن ْ ل َ ز نَأ َ و ِ ت ا َ ن ِّ ي َ ب ْ ل ا ِ ب ا َ ن َ ل ُ س ُ ر ا َ ن ْ ل َ س ْ ر َأ ْ د َ ق َ ل ا َ م و ُ ق َ ي ِ ل َ ن ا َ ز ي ِ م ْ ل ا َ و ِ ط ْ س ِ ق ْ ل ا ِ ب ُ س ا ن ل ط ِ ه ي ِ ف َ د ي ِ د َ ْ لْ ا ا َ ن ْ ل َ ز نَأ َ و ٌ س ْ أ َ ب ُ ه َ ل ُ س ُ ر َ و ُ ه ُ ر ُ ص ن َ ي ن َ م ُ ه ل لا َ م َ ل ْ ع َ ي ِ ل َ و ِ س ا ن ل ِ ل ُ ع ِ ف ا َ ن َ م َ و ٌ د ي ِ د َ ش ِ ب ْ ي َ غ ْ ل ا ِ ب ط ٌ ز ي ِ ز َ ع ٌّ ي ِ و َ ق َ ه ل لا ن ِ إ ع “And olsun ki biz, peygamberlerimizi insanlar, - adâleti ayakta tutsunl ar (zulmü, haksızlığı önlesinler) diye - açık açık bürhanlar ile gönderdik Berâberlerinde kitâbı ve mîzânı (adâleti) indirdik Bir de kendisinde hem çetin bir sertlik, hem de insanlar için menfaatler bulunan demiri indirdik (yarattık) Çünkü Allâh, (bununl a, demirden yapılan silâhlar ile savaşa atılarak dinin gelişmesi için çalışan îmân sâhiblerini ve düşmanlarını) kendisine ve peygamberlerine, gıyaben yardım edecek olanları belli edecektir Şübhesiz ki en büyük kuvvet sâhibi, yegâne gâlip olan Allâh’dır” 50 Özellikle şunu belirtelim ki demirde çetin bir sertlik, mühim bir kuvvet ve şiddet vardır Ondan nice silâhlar, bir çok âletler, nakil vâsıtaları yapılarak istifâde olunmaktadır Allâhü Teâlâ Peygamberleri ve kitâbları göndermiş, demirleri yaratmış, onları bir harp vasıtası kılmıştır İslâm mücâhidleri, İslâm düşmanlarına karşı o demirden yapılmış silâhlar ile savaşa atılarak i’lâ - i dîne “i’lâ - i kelimetü’llâh ’a : İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni şânına lâyık bir şekilde yüceltip yayma ya ” hizmet etmiş lerdir 50 Merhûm Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, bu hususlara işâretle şöyle diyor: “Demirde, insanlar için bir çok menfaatler vardır Çünkü iğneden ipliğe hiçbir san’at yoktur ki onda demirin hizmet ve menfaati olmasın Demir bütün sanâyiin, hem b el kemiği hem de eli ve tırnağı gibidir Mezarlar da onunla kazılır, şehirler de onunla yapılır Yiyecek de onunla, giyecek de onunladır Demirin insanlığa hizmeti, altından daha fazladır” Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsir,C 7 ss 4757 Elmalılı M H amdi Yazır 51 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr, C,4 ss 3288 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır 52 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr ,C 4 ss 3291 - 3292 Elmalılı M Hamdi Yazır Dîn - i Tevhîd Seddi 40 "Hemen hemen söz anlamıyacak gibi olan bu kavim, Zü'l - karneyn'e, - Ye'cûc ve Me'cûc denilenler bu iki topluluk , her türlü imkânlarını kullanarak yer yüzünde fitne ve fesad yapıyorlar, biz sana harc (vergi) versek de, her türlü imkânlarımız ile sana yardım etsek de bize bir sedd yapıversen olur mu? dediler O da , - Bana kuvvetle, büyük bir sadâkat ve gayretle yardım edin Demir gibi sağlam kalbler getirin, iki ucu denkleştirince de, ya'nî ( ِ م َ ن ا ْ ل َ م ْ ه ِ د ِ ا َ لى ْ ل ا َ ل ْ ح ِ د ) olunca da (beşikten mezara kadar her türlü imkânı bulunca da) , üfleyin, ya'nî Ezkâr - ı evrada (Kelime - i Tevhit gibi İslâmî esâslara) devam edin - dedi Nihâyet demir gibi salâbetli ( kuvvetli ve kudretli ) olan kalb demirini, tâat ve zikir harâretinin te' sîri ile ateş hâline getirince, - Getirin, ona bakır kaynağı dökeyim Şeytanın hîlesi işlemiyecek bir şekilde o kalblerin içine îmân v e muhabbet cevheri, metânet kimyâsı dökeyim de ona (o kalbe) Rahmân'ın mâsivâsı (Allâh'dan başka hiç bi r şey') yükselemesin " dedi 53 "Aşılması ve delinmesi mümkün olmayan bu sedd hakkında bir çok rivâyet ve eser varsa da bunların hiç birisi Kur'â n'da ifâde buyurulan vasıflara uymuyor Allâhü a'lem, Kur'ân - ı Kerîm'in haber verdiğ bu redim ( bu sedd ), Zü'l - karneyn'den, onun yapılmasını isteyen kavmin bu sâyede gerek ferd olarak gerekse toplum olarak sâhip olmak istedikleri MADDÎ VE MA'NEVÎ BİR KUVVET olsa gerektir ki böyle bir sedd, demir kütleleri gibi salâbetli olan ( kuvvetli ve kudretli olan ) 53 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr ,C 5 ss 3293 Elmalılı M Hamdi Yazır Dîn - i Tevhîd Seddi 41 unsurlarına akıtılan rabbânî bir feyz ile teşekkül etmiş MADÎ VE MA'NEVÎ BİR SEDD ( demek ) olur" 54 Demir gibi salâbetli olan kalblere sekîne t’in indirilmesi Yukarıda zikr edilen MADDÎ VE MA’NEVÎ BİR KUVVET ’ ten veyâ MADDÎ VE MA’NEVÎ BİR SEDD ’en murat - Allâhü a’lem - Fetih sûresinde ifâde buyurulan şu âyet - i kerîme’lerin ifâde ettiği yüksek hakikatler olsa gerektir ki bu güzel vasıf, böyle b ir îmânın ve amelin neticesidir: ْ م ِ ِ نِ َ ا ِ يم ا َ ع َ م ً ا ن َ ا ِ يم ا ا ُ و د َ ا د ْ ز َ ي ِ ل َ ين ِ ن ِ م ُ ؤ م ْ ل ا ِ ب ُ و ل ُ ق ِ فِ َ ة ني ِ ك س لا َ ل َ ز ْ ن َ ا ى ِ ذ ل ا َ و ُ ه ط ِ لله ِ َ و ِ ض ْ ر َ لا ْ ا َ و ِ ت َ ا و َ م س لا ُ د ُ و ن ُ ج ط ً ا م ي ِ ك َ ح ً ا م ي ِ ل َ ع ُ لله ا َ ن َ ا ك َ و لا "Mü'minlerin yüreklerine - îmânların ı katmerli bir îmân ile artırsınlar diye - sekînetini ( kuvve - i ma'neviyyesini ) indiren O'dur Göklerin ve yerin bütün orduları Allâh'ındır Allâh, her şey'i hakkıyle bilendir, yegâne huküm ve hıkmet sâhibidir" 55 ِ ن َ ع ُ ه ل لا َ ي ِ ض َ ر ْ د َ ق َ ل ْ ذ ِ إ َ ين ِ ن ِ م ْ ؤ ُ م ْ ل ا ْ م ِ ِ بِ و ُ ل ُ ق ِ في ا َ م َ م ِ ل َ ع َ ف ِ ة َ ر َ ج ش لا َ ت ْ َ تَ َ ك َ ن و ُ ع ِ ي ا َ ب ُ ي َ ل َ ز ن َ أ َ ف ْ م ِ ه ْ ي َ ل َ ع َ ة َ ن ي ِ ك س لا ً ا بي ِ ر َ ق ا ً ح ْ ت َ ف ْ م ُ ه َ ب ا َ ث َأ َ و لا َ ِ ن ا َ غ َ م َ و ا َ ه َ ن و ُ ذ ُ خ ْ أ َ ي ً ة َ يْ ِ ث َ ك ط م ي ِ ك َ ح ا ً ز ي ِ ز َ ع ُ ه ل لا َ ن ا َ ك َ و ً ا “And olsun ki Allâh Mü’min’lerden - seninle ağacın altında bîat ederlerken - râzı olmuştur da kalblerindeki (sıtkı, ihlâ sı , vefâyı) bilerek üzerlerine sekînetini ( kuvve - i ma’ neviyyesini) indirmiş ve onları yakın bir feth ile” 54 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr,C 5 ss 3291 Elmalılı M Hamdi Yazır 55 - Fetih, 4K Dîn - i Tevhîd Seddi 42 “ve alacakları bir çok ganimetlerle mükâfatlandırmıştır Allâh mutla k gâlibdir, yegâne hüküm ve hıkmet sâhibidir” 56 "Eğer , (Zü’l - Karneyn’in karşılaştığı) bu kavim, müfessirlerin nakl ettikleri gibi Türk kavmi ise, burada Zü'l - karneyn'e kuvvetle yardım eden Türk'lerin mazîde yer yüzünü fitne ve fesaddan kurtarmak için yaptıkları hizmetlerin ehemmiyyetine işâret edilmiş olduğu gibi, Hazreti Muhammed aleyhi' - selâm 'ın Bi'set ’ inden (Peygamber olarak gönderilmesinden) sonra İslâm'a yapacakları hizmetlere de işâret edilmiş olur Bunun için (Müslüman) Türklerin inkirâzı, Ye'cû c ve Me'cûc seddinin yıkılması ve nizâm - ı âlemin fesâdı deme k olacakdır ki böyle büyük bir felâketin vukûu, Eşrât - ı sâ at ’ dendir" 57 56 - Fetih, 18 - 19 Bu âyet - i kerîme’ler, her ne kadar Hudeybiye’de Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm ’a bîat eden Ashâb - ı Kiram hakkında nâzil omuş gibi anlaşılıyor ise de, ُ ن َ ْ حْ ر لا َ ن آ ْ ر ُ ق ْ ل ا َ م ل َ ع ْ ا َ ق َ ل َ خ ِ لا ْ ن َ ن ا َ س َ ن ا َ ي َ ب ْ ل ا ُ ه َ م ل َ ع “ Rahmân ( olan Allâhü Teâlâ, kendisinde hayır görüp doğru yola ilettiği kimselere) Kur’ân’ı öğretdi İnsanı O yaratdı Ona beyânı (nâtıkayı : düşünüp konuşma , anlatma kudretini ) o ta’lîm etdi” Rahmân, 1 - 4 Âyet - i kerîme’lerine göre de , Hazreti âdem aleyhi’s - selâm ’dan kıyâmete kadar gelip geçecek bütün insanlığa ap - açık bir hitâb - ı ilâhî’dir ki bu özellik de, Kur’ân’ın mu’cize oluşunun ayrı bir özelliğidir Aynı zam anda Huzeyfe radıye'llâhü anh 'dan rivâyet edilen şu hadîs - i şerîf de, bu konunun ayrı bir kanıtıdır: Çünkü, bütün ilâhî dinlerin îmân ve amel esâsları, Kur’ân esâslarının aynıdır ا َ ل َ ز َ ن ُ ثُ ِ ل ا َ ج ِّ ر لا ِ ب ُ و ل ُ ق ِ ر ْ ذ ِ ِ َ ج ِ في ْ ت َ ل َ ز َ ن َ ة َ ن ا َ م َ ل ْ ا ن ِ إ ِ ة ن س لا َ ن ِ م ا ُ و م ِ ل َ ع َ و ِ ن آ ْ ر ُ ق ْ ل ا َ ن ِ م ا ُ و م ِ ل َ ع َ ف ُ ن آ ْ ر ُ ق ْ ل "Emânet , (yaratılıştan i’tibâren) insanların kalblerinin derinliğine indi, sonra Kur'ân inerek ondan ve sünnet'den (emânetin nasıl muhâfaza edileceğini) öğrendi ” Sahîh - i Müslim Terceme ve Şerhi,C 2 ss 524 Ahmed Davudoğlu 57 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr,C 5 ss 3291 Elmalılı M Hamdi Yazır Dîn - i Tevhîd Seddi 43 M uhaddis Prof Kâmil Miras’ın tefsîri Merhûm ve mağfur Sahîh - i Buhârî Muhtasarı Tecrîd - i Sarîh Terc emesi sâhibi Prof Kâmil Miras da , bu konu ile ilgili âyet - i kerîme'lerin meâlin i ve tefsîrini şöyle ifâde ederek konuya açıklık getirmektedir: "Sonra Zü'l - karneyn, (Batı ile Doğu arasında güneyden kuzeye doğru üçüncü) bir yol ta'kîb etti Nihâyet (Tü rk ilini doğu tarafından sınırlayan) iki sedd (dağ) arasına (vardı ) ( Buraya) varınca bu dağların birisinde (Türk ırkından) bir kavm buldu ki, onlar (da kendi dillerinden başka söylenilen) bir sözü zor anlıyorlardı Bunlar (tercümanları vâsıtası ile): - Ey Zü'l - karneyn; Ye'cûc ve Me'cûc (denilen iki kavm) ülkemizde (hayvanlarımızı çalmak, mahsûllerimizi tahrîb etmek, aramızda fitne çıkarmak sûretiyle) fesad yapıyorlar Onlarla bizim aramıza bir sedd yapmak üzere sana biz bir ücret versek olur mu? dedile r Zü'l - karneyn de: - Rabb'imin beni mâlik kıldığı mal ve iktidar çok hayırlıdır, (ücrete ihtiyâcım yokdur) Bunun için siz bana îcâb eden kuvvetle ( karneyn (demirleri kullanmış) ve halka: haydi körükleyin, diye kumanda etmişdir Körüklenen şey'i ateş hâline getirince: bana erimiş bakır getiriniz de (îcâb eden) yerlerine dökeyim, demişdir (Seddin inşâsı tamam olunca): artık şimdi onu ne aşmağa Dîn - i Tevhîd Seddi 44 muktedir olurlar, ne de delmeğe güçleri yeter, diye te'mînat vermişdir" 58 Zü'l - karneyn: " İşte bu (metin sedd) Rabb'im tarafından (kullarına ihsân buyurulan) bir rahmetdir Fakat her ne zaman Rabb'imin emri gelirse, onu yerle yeksân eder , (Ye’cûc ve Me’cûc’ün fitne ve fesâdı yer yüzünü kaplar) Rabb'imin va'di ise hakdır " , 59 demiştir 60 "Zü'l - karneyn'in üçüncü seferi nde karşılaştığı ve kendi dillerinden başka bir dil ile görüşemiyen kavmin Türk 'ler olduğunu Dahhâk, Süddî, Katâde gibi müfessirler ifâde etmişlerdir ki, Zü'l - karneyn'in, mîmârî nezâret ve irşâdı ile Türklerin demirden, bakırdan hayret - bahş ( hayret verici ) bir sedd yapmış olmaları işbirliği ile, Türk'lerin arasında şâyi' olan demir, çelik ve bakır gibi mâdenî sanâyiin kadim târihinin tâ bu karanlık devirlerinde başlamış olduğu netîcesine varabiliriz Bu riyâzî işbirliğine istinâden ilk devirlerde , Türk'leri n beşeriyyetin halâskârı (kurtarıcısı) olduklarını da söyleyebiliri z ” 61 “ Çünkü zaman zaman kendi mallarını, canlarını çapulculuk ederek yağmalayan Ye'cûc ve Me'cûc adındaki iki vahşî şimâl kavmine karşı kendilerini siper ederek dünyâyı bunların zulüm ve yolsuzluklarından Türk'ler korumuş bulunuyor, demekdir ” 62 58 - S B M Tecr 'id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 98 Kamil Miras 59 - S B M Tecr'id - i Sarîh Tercem esi,C 9 ss 98 Kamil Miras 60 - Kehf, 92 - 98 61 - S B M Tecr'id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 100 Kamil Miras 62 - S B M Tecr'id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 100 Kamil Miras Dîn - i Tevhîd Seddi 45 “ ّ بى َ ر ْ ن ِ م ٌ ة َ ْ حْ َ ر اذ ه : İşte bu (metin sedd) Rabb'im tarafından (kullarına ihsân) buyurulan bir rahmetdir 63 kavl - i şerîfi ile de , Türk'lerin bu târihî hizmetleri, beşeriyyet için ilâhî bir rahmet olmakla tavsîf buyurulup ”, 64 “ َ ء ا ك َ د ُ ه َ ل َ ع َ ج ِّ بى َ ر ُ د ْ ع َ و َ ء َ ا ج َ ا ذ ِ ا َ ف : Fakat her ne zaman Rabb'imin emri gelirse, onu yerle yeksân eder ” 65 âyet - i kerîmesi mûcibince beşerin inkirâz zamanı gelip çattığında, bu sedd yıkılıp Türk kudre ti oradan çekilmiş olacak ”, 66 sonra da; “ َ ن ُ و ل ِ س ْ ن َ ي ٍ ب َ د َ ح ِّ ل ُ ك ْ ن ِ م ْ م ُ ه َ و ُ ج ُ و ج ْ أ َ م َ و ُ ج ُ و ج ْ أ َ ي ْ ت َ ح ِ ت ُ ف َ ا ذ ِ ا تى َ ح : Nihâyet ye'cûc ve Me'cûc (ün seddi) açılıb da her tepeden saldıracakları vakit 67 âyet - i kerîme'si delâ letiyle Yecûc ve Mecûc'u tutan “ S edd : Türk kudreti ” açılınca şimâlin vahşî kurtları her tarafından saldıracaklardır ” 68 buyuruluyor ki, hiç şübhesiz bu, “ ّ ق َ ْ لْ ا ُ د ْ ع َ و ْ ل ا َ ب َ ر َ ت ْ ق ا َ و ُ ِ : Gerçek va'd olan Kıyâmet yaklaştığı vakit 69 nazm - ı mübîni mûcibince, mev'ûd olan ( va’d edilmiş olan ) bir âkıbet erişecek, (bundan sonra da) Ye'cûc ve Me'cûc târihden silinecek , demek olur" 70 63 - Kehf, 98 S B M Tecr' id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 10 0 Kamil Miras 64 - S B M Tecr'id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 10 0 Kamil Miras 65 - Kehf , 98 S B M Tecr 'id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 101 Kamil Miras 66 - S B M Tecr'id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 100 Kamil Miras 67 - Enbiyâ', 96 68 - S B M Tecr'id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 101 Kamil Miras 69 - Enbiyâ' 97 70 - S B M Tecr'id - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 101 Kamil Miras Dîn - i Tevhîd Seddi 46 “ ِ ض ْ ر َ لا ْ ا ِ فِ َ ن ُ و د ِ س ْ ف ُ م َ ج ُ و ج ْ أ َ م َ و َ ج ُ و ج ْ أ َ ي ن ِ ا : Ye'cûc ve Me'cûc, bu yerde fesâd çıkaran (kabîle) lerdir ” 71 “ kavl - i şerifinde, yer yüzü nü fesâda verip kana boyayacak olan Ye'cûc ve Me'cûc'ün yalnız iki kabîle değil, cemi' sigası ile vârid olduğuna göre, bir çok kabîlelerden müteşekkil bir çapulcu kalabalığından ibâret olduğu anlaşılır Hattâ yer yüzündeki insanların yüzde doksanına kadar olan bir çoğunluğunun Ye'cûc ve Me'cûc olduğunu nakl edenler bile vardır Bu bakımdan Yecûc ve Me'cûc beliyyesi ( belâ'sı ), bütün beşeriyyete şumüllü bir âfetdir” 72 Rasûlü'llâh salle’llâhü aleyhi ve sellem d e , aşağıda ki hadîs - i şerîf’lerinde, َ لا ِ ا َ ل َ ه ِ ا لا ُ لله ا َ و ْ ي ٌ ل ِ ل ْ ل َ ع َ ر ِ ب ِ م ْ ن َ ش ٍّ ر َ ق ِ د ْ ق ا َ ت َ ر َ ب ُ ف ِ ت َ ح ْ ل ا َ ي ْ و َ م ِ م ْ ن َ ر ْ د ِ م َ ي ْ أ ُ و ج َ ج َ و َ م ْ أ ُ و ج َ ج ِ م ْ ث ُ ل َ ه ِ ذ ِ ه َ و َ ح ل َ ق ِ ب ِ م َ ا ْ بِ ِ لا ْ ا ِ ه ْ ي َ ع َ ب ْ ص ِ ا “ Lâ ilâhe illâ’llâh, vukûu y aklaşan bir fitnenin şerrinden vay Arab'ın hâline Şu saatte Ye'cûc ve Me'cûc'ün seddinden şunun gibi bir menfez açı ldı, buyurdu da baş parmağı ile onu ta’kîb eden (şehâdet) parmağını halkaladı” 73 buyurup Ye'cûc ve Me'cûc 'den erişecek musîbeti Arab'a tahsis etmişdir ki bu tahsîs, Ye'cûc ve Me'cuc fitnesine b enzer bir fitnenin pek yaklaştığı ve kendisi ile ilk iki halîfesinin hilâfeti zamanları geçtikden sonra, Hazreti Osmân radıye'llâhü anh 'ın şehâdeti ile, o fitneden ilk kapının açıldığı ma'nâsı kasd 71 - Kehf, 94 72 - S B M Tecr'iÇ - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 101 - 102 Kamil Miras 73 - S B M Tecr'iÇ - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 95 Kamil Miras (1372 nolu h ş ) Et - Tâcü ’l - Câmiu li’l - Usûl fî Ehâd^,si’r - Rasûl s a v C 5 ss 300 Eş - Şeyh M A li Nâsıf Dîn - i Tevhîd Seddi 47 ed ilmiş ve bunu bir takım müessif hâdiseler ta'kîb etmişdi r, demek olur" 74 Tevhit Dîni İslâm, bölünmez bir bütündür İslâm Dîni, bölünmez bir bütündür Aslâ tecezzî ( bölünme ) kabul etmez Bir hukmünü kabûl etmemek veyâ kifâyetsiz görmek, tamâmını kabûl etmemek veyâ kifâyetsiz görmekdir On da bir değişiklik yapmak da aslâ câiz değildir Çünkü onda bir değişiklik yapmak, sâdece ve sâdece yalnız Allâhü Teâlâ’nın hakkıdır ve O’nun yetkisi dâhilindedir Hiç bir kimse böyle bir yetkiye sâhib olmadığı gibi Peygamber aleyhi’s - selâm ’ın bile onda bir değişiklik yapması mümkün değildir Böyle bir şey’e cür’et, derhal helâki mûcibdir ki, şu âyet - i kerîmeler bunun açık bir delîlidir: ِ ل ي ِ و ا َ ق َ لا ا َ ض ْ ع َ ب ا َ ن ْ ي َ ل َ ع َ ل و َ ق َ ت ْ و َ ل َ و لا َ ِ ين ِ م َ ي ْ ل ا ِ ب ُ ه ْ ن ِ م ا َ ن ْ ذ َ خ َ لا لا َ ين ِ ت َ و ْ ل ا ُ ه ْ ن ِ م ا َ ن ْ ع َ ط َ ق َ ل ُ ثُ َ ن ي ِ ز ِ ج ا َ ح ُ ه ْ ن َ ع ٍ د َ ح َ ا ْ ن ِ م ْ م ُ ك ْ ن ِ م ا َ م َ ف “Eğer (Peygamber söylemediğimiz) ba’zı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı” “Elbetde O’nun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik (boynunu vururduk)” “Sonra da, hiç şübhesi z, O’nun kalb damarını koparırdık (da yaşatmazdık)” “O vakit sizden hiç biriniz buna (bu katlimize) mâni’ de olamazdınız” 75 74 - S B M Tecr'id - i Sarîh Tercem esi,C 9 ss 102 Kamil Miras 75 - Hâkka, 44 - 45 - 46 - 47 Dîn - i Tevhîd Seddi 48 Bunun için İslâm Dîni’ni, B atının demokrasî, lâiklik ve temeli olmayan bir özgürlük anlayışı ile parça parça ederek, h akk ile bâtılı birbirine karıştırarak ba’zı hukümlerini kabûl edip ba’zı hukümlerini kabûl etmemek, bu sûretle de dinlerini bir çok işlerinden ayırarak dilediği gibi hareket etmek, aslâ câiz değildir Böyle bir sevdâya kapılanlar, elbetde ki ap - açık bir da lâlet ve hüsrân içine düşmüş olurlar ki şu âyet - i kerîme’lerde bunun ap - açık bir delilidir: ٍ ء ْ ي َ ش ِ في ْ م ُ ه ْ ن ِ م َ ت ْ س َ ل ً ا ع َ ي ِ ش او ُ ن ا َ ك َ و ْ م ُ ه َ ن ي ِ د او ُ ق ر َ ف َ ن ي ِ ذ ل ا ن ِ إ ط ُ ثُ ِ لله ا َ لى ِ إ ْ م ُ ه ُ ر ْ م َ ا ا َ نَّ ِ إ َ ن و ُ ل َ ع ْ ف َ ي او ُ ن ا َ ك ا َ ِ بِ ْ م ُ ه ُ ئ ِّ ب َ ن ُ ي “Dinlerini (bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek sûretiyle) parça parça edenler, (dinde fırkalara ayrılıp gurup gurup olanlar, her biri ayrı bir reise, ayrı bir lidere, başka bir hiss - ü hevâ’ya taraftarlık ederek fırka fırka, parça parça, ekol ek ol olup tefrîkaya düşenler, bu sûretle de dinlerini bir çok işlerinden ayıranlar), (yok mu?), Sen hiç bir vechile onlardan değilsin Onların işi (cezâ’sı), ancak Allâh’a âiddir Sonra O, (zamanı gelince) ne yapıyorlardı, kendilerine haber verecekdir” 76 Bunun için, ِ ه ِّ ل ُ ك ِ ر ْ ك ِ ذ َ ك ى ز َ ج َ ت َ ي َ لا ا َ م ُ ر ْ ك ِ ذ “Mütecezzî olmayan (bölünme kabûl etmeyen) bir şey’in ba’zısını zikr etmek (bir kısmını bölmeye kalkışmak), küllünü zikr gibidir (tamâmını bölüp parçalamak gibidir) 77 küllî kâıdesinde de ifâd e edidildiği gibi, aşağıdaki şu âyet - i kerîmeler 76 - En’âm, 159 77 - Mecelle, madde 63 “Eşbah” dan Dîn - i Tevhîd Seddi 49 de aynı hakîkatleri ifâde etmekde ve İslâm Dîni’ nin bölünmez bir bütün olup ondan ayrılmamak gerektiğini açıkca belirtmektedir: َ ف ِ ه ِ ي ْ ع َ س ِ ل َ ن َ ا ر ْ ف ُ ك لآ َ ف ٌ ن ِ م ْ ؤ ُ م َ و ُ ه َ و ِ ت َ ا ِ لْ ا ص لا َ ن ِ م ْ ل َ م ْ ع َ ي ْ ن َ م ج َ ن ُ و ب ِ ت َ ا ك ُ ه َ ل ا ن ِ ا َ و َ ن ُ و ع ِ ج ْ ر َ ي لآ ْ م ُ ه ن َ ا َ ا ه َ ا ن ْ ك َ ل ْ ه َ ا ٍ ة َ ي ْ ر َ ق َ ى ل َ ع ٌ م َ ا ر َ ح َ و َ ن ُ و ل ِ س ْ ن َ ي ٍ ب َ د َ ح ِّ ل ُ ك ْ ن ِ م ْ م ُ ه َ و ُ ج ُ و ج ْ ا َ م َ و ُ ج ُ و ج ْ ا َ ي ْ ت َ ح ِ ت ُ ف َ ا ذ ِ ا تى َ ح َ ن ي ِ ذ ل ا ُ ر ا َ ص ْ ب َأ ٌ ة َ ص ِ خ ا َ ش َ ي ِ ه ا َ ذ ِ إ َ ف ق َ ْ لْ ا ُ د ْ ع َ و ْ ل ا َ ب َ ر َ ت ْ ق ا َ و َ ف َ ك َ ل ْ ي َ و ا َ ي او ُ ر ٍ ة َ ل ْ ف َ غ ِ في ان ُ ك ْ د َ ق ا َ ن ِ م ا ن ُ ك ْ ل َ ب ا َ ذ َ ه ْ ن َ ين ِ م ِ ل ا َ ظ "O halde kim mü'min olarak iyi (amel) lerden bir (şey') yaparsa işte onun sa'yinin (karşılığı şükran olacakdır), Küfran (ve mah r ûmiyyet) değil Biz onun hiç şübhe s iz yazıcı larıyız" "Helâk etd iğimiz bir memleket (ehâlisinin) hakîkaten (mahşere) dönmemeleri imkânsızdır" "Nihâyet Ye'cûc ve Me'cûc (un seddi) açılıp da her tepeden saldıracakları ve gerçek va'd olan (kıyâmet) yaklaşdığı vakit, işte o zaman o küfr (ve inkâr) edenlerin gözleri hemen belirip kalacak, - Eyvâh bizlere, Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik Hayır, biz (kendimize zulm eden) zâlim kimselerdik - (diyecekler) " 78 Din - i Tevhîd Seddi’nin yıkılması ve şeytanın hîleleri Ye'cûc ve Me'cûc'ü t utan ve bir rahmet - i Rabbâniyye olan o âhenîn “ S ed d ” veyâ “ D îni tevhîd seddi ” “Müslüman Türk kudreti” açılıp da o ne idiğü belirsiz halk boşandığı ve her 78 - Enbiyâ',94 - 95 - 96 - 97 Dîn - i Tevhîd Seddi 50 tepeden akın ederek çıkdığı ve gerçek va'd olan kıyâmet alâmetleri zuhûr edip hisâb gününün yaklaştığı vakit, َ ك َ م َ ث ْ لا ِ ل ل َ ا ق ْ ذ ِ ا ِ ن َ ا ط ْ ي ش لا ِ ل ْ ر ُ ف ْ ك ا ِ ن َ ا س ْ ن ج َ ر َ ف َ ك ا م َ ل َ ف ِ ر َ ب ِّ نى ِ ا َ ل َ ا ق ِّ نى ِ ا َ ك ْ ن ِ م ٌ ء ى َ ا خ َ ا َ لله ا ُ ف َ ين ِ م َ ل َ ا ع ْ ل ا ب َ ر َ ا ه ي ِ ف َ ن ي ِ د ِ ل َ ا خ ِ ر ا نلا ِ فِ َ ا م ُ ه ن َ ا َ ا م ُ ه َ ت َ ب ِ ق َ ا ع َ ن َ ا ك َ ف ط ج َ ك ل َ ذ َ و َ ز ؤ ُ ا َ ين ِ م ِ ل ا ظ لا ع " (Münâfıkların ve kâfirlerin) hâli, şeytanın hâli gibidir Çünkü (şeytan) , insana - Küfr et - der de o küfr edince - Ben kakîkaten senden uzağım Çünkü ben âlemleri Rabb'i olan Allâh'dan korkarım - der" "Nihâyet ikisinin de (azdıranın da azanın da) âkı beti hakîkaten ebedî ateşin içinde kalmaları olmuşdur İşte zâlimlerin (münâfıkların ve kâfirlerin) cezâsı budur" 79 َ ن ُ و ك ِ ر ْ ش ُ م ْ م ُ ه َ و لا ِ إ ِ لله ا ِ ب ْ م ُ ه ُ ر َ ث ْ ك َ ا ُ ن ِ م ْ ؤ ُ ي ا َ م َ و “Onların çoğu (bu şekilde hareket edenlerin ekseriyyeti), Allâh’a ortak tutmaksızın îmân etmez” 80 Şu halde ey insanlar, َ ن ُ و م َ ل ْ ع َ ت ْ م ُ ت ْ ن َ ا َ و ق َ ْ لْ ا ا ُ و م ُ ت ْ ك َ ت َ و ِ ل ِ ط َ ا ب ْ ل ا ِ ب ق َ ْ لْ ا ا ُ و س ِ ب ْ ل َ ت لآ َ و “Kendiniz bilib dururken, hakk’ı bâtıl’a karıştırıb da gerçeği gizlemeyin” 81 ُ و س ِ ب ْ ل َ ت َ ِ لَ ِ ب َ ا ت ِ ك ْ ل ا َ ل ْ ه َ ا ا َ ي َ ن ُ و م َ ل ْ ع َ ت ْ م ُ ت ْ ن َ ا َ و ق َ ْ لْ ا َ ن ُ و م ُ ت ْ ك َ ت َ و ِ ل ِ ط َ ا ب ْ ل ا ِ ب ق َ ْ لْ ا َ ن “Ey ehl - i kitâb, neden doğruyu eğriye (hakk’ı bâtıl’a) karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” 82 79 - Haşr, 16 - 17 80 - Yûsüf, 106 81 - Bakara, 42K 82 - Âl - i İmrân, 71 Dîn - i Tevhîd Seddi 51 ً ة ف َ ا ك ِ م ْ ل ِّ س لا ِ في ا ُ و ل ُ خ ْ د ا ا ُ و ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ا ا َ ه ي َ ا ا َ ي ص لآ َ و ِ ن َ ا ط ْ ي ش لا ِ ت َ ا و ُ ط ُ خ ا ُ و ع ِ ب ت َ ت ط ُ ه ن ِ إ ْ م ُ ك َ ل ٌ ين ِ ب ُ م ٌ ّ و ُ د َ ع ٌ م ي ِ ك َ ح ٌ ز ي ِ ز َ ع َ لله ا ن َأ ا ُ و م َ ل ْ ع َ ا ف ُ ت َ ا ن ِّ ي َ ب ْ ل ا ُ م ُ ك ْ ت َ ء ا َ ج ا َ م ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م ْ م ُ ت ْ ل َ ل َ ز ْ ن ِ إ َ ف “Ey îmân edenler, hep birden silm’e (sulh’a ve İslâm’a girin Kâmil, olgun bi rer Müslümân olun) Şeytan’ın adımları ardına düşmeyin (İnsanları yoldan çıkaran küfür ve dalâlet ehlinin sözlerine ve fiillerine uymayın) Çünkü o, sizin ap - açık bir düşmanınızdır” “Size bunca delîl’ler geldikden sonra yine kusur ederseniz (silm’e girmekden kaçarsanız , şeytanın ve tâgutların hilelerine aldanırsanız ), iyi bilin ki muhakkak Allâh, Azîz’dir (mutlak gâlibdir, hukmüne karşı gelinmez, dilediğini yapar ve emrini infâz eder) ve Hakîm’dir (her yaptığını bir hıkmetle yapar)” 83 ِ في َ ه ا َ ر ْ ك ِ ا لآ ِّ ي َ غ ْ ل ا َ ن ِ م ُ د ْ ش ر لا َ ين َ ب َ ت ْ د َ ق ِ ن ي ِّ د لا ج ِ لله ا ِ ب ْ ن ِ م ْ ؤ ُ ي َ و ِ ت و ُ غ ا ط لا ِ ب ْ ر ُ ف ْ ك َ ي ْ ن َ م َ ف َ ى ق ْ ث ُ و ْ ل ا ِ ة َ و ْ ر ُ ع ْ ل ا ِ ب َ ك َ س ْ م َ ت ْ س ا ِ د ق َ ف ق ا َ َ لَ َ م ا َ ص ِ ف ْ ن ا لآ ط ٌ م ي ِ ل َ ع ٌ ع ي ِ َ سَ ُ لله ا َ و “Dinde zorlama yokdur Hakîkat (şudur ki) îmân ile küf ür, ap - açık meydana çıkmışdır Artık kim şeytanı (ve insanları Allâh’ın dîni’nden uzaklaştırmaya çalışan tâgutları ) tanımayıb da Allâh’a îmân ederse o, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa (Kur’ân’a ve İslâm’a) yapışmışdır Allâh (her şey’i ) hakkıyle işitici, (her şey’i) kemâliyle bilicidir” 84 ْ ل ا ُ غ لآ َ ب ْ ل ا لا ِ إ ا َ ن ْ ي َ ل َ ع ا َ م َ و ُ م ُ ين ِ ب 83 - Bakara, 208 - 209 84 - B akara, 256 Dîn - i Tevhîd Seddi 52 “Bizim üzerimize (düşen görev), ap - açık bir teblîğ’den başka (bir şey’) değildir” 85 Müslüman Türkler’in inkirâzı ve netîcesi Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, son zamanın büyük müfessiri Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhumun dediği gibi, "Eğer , (Zü’l - Karneyn’in üçüncü seferinde karşılaştığı) bu kavim, müfessirlerin nakl ettikleri gibi Türk kavmi ise, burada Zü'l - karne yn'e kuvvetle yardım eden Türk'lerin mazîde yer yüzünü fitne ve fesaddan kurtarmak için yaptıkları hizmetlerin ehemmiyyetine işâret edilmiş olduğu gibi, Hazreti Muhammed aleyhi' - selâm 'ın Bi'set’inden (Peygamber olarak gönderilmesinden) sonra İslâm'a yapaca kları hizmetlere de işâret edilmiş olur Bunun için (Müslüman) Türklerin inkirâzı, Ye'cûc ve Me'cûc seddinin yıkılması ve nizâm - ı âlemin fesâdı demek olacakdır ki böyle büyük bir felâketin vukûu, Eşrât - ı sâat ’dendir" 86 Bu bakımdan Müslüman Türk’lerin inkırâzı, Dîn - i Tevhîd Seddi’nin yıkılmasını ve Ye’cûc ve Me’cûc denilen fitne ve fesad topluluğunun yer yüzünü isti’lâ’ etmes ini if âde eder Çünkü, Ondokuzuncu asrın başlarından i'tibâren - batılılaşma sevdâsı uğruna - Tevhîd dîni ' nin esâslarından ta' vîzler verilmesi nedeni ile İslâm Dîni'nin esâslarının sarsılmaya başlaması 85 - Yâsîn, 17 86 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr,C 5 ss 3291 Elmalılı M Hamdi Yazır Dîn - i Tevhîd Seddi 53 netî c esinde; uzun yıllar boyunca aşılması ve delinmesi mümkün olmayan ve asırlar boyunca dünyânın bir denge unsuru olan Osmanlı İmparatorluğu 'nun yıkılmasından sonra dünyâ devletle rinin sağ ve sol guruplara ayrılıp insanların akla hayâle gelmedik fitne, fesâd ve zulme ma'rûz kalması da, bunun bir işâreti olsa gerekdir Allâhü a'lem Böyle kuvvetli ve kudretli büyük bir S edd ’ in "Dîn - i Tevhîd seddi' nin " yıkılmasından sonra onun dev âmı olarak onun yerini alan ve bu gün Orta D oğu ’ da dünyânın bir denge unsuru olan Türkiye Cumhûriyeti Devleti'nin de aynı "Sedd" in küçük bir devâmı olduğu husûsu, şübhe götürmez bir hakîkatdir Hernekadar ilâhî bir dayanağı olmayan demokrasi, özg ürlük, l âiklik , sosyal izm gibi felsefeler altında kendimize göre bir takım kânûnlar yapmak sûretiyle zamânın îcâblarına göre halkı idâre ediyoruz zannına kapılıp maddî ve ma'nevî bir kuvvet ve kudret kaynağımız olan Allâhü Teâlâ’nın kânunlarını ve İslâm di ni esâslarını terk ederek Batı uygarlığına uygun inkilaplar yapmış - şirkle idâre edilen - bir devlet, olmamıza rağmen; َ ن و ُ ح ِ ل ْ ص ُ م ا َ ه ُ ل ْ ه َ ا َ و ٍ م ْ ل ُ ظ ِ ب ى َ ر ُ ق ْ ل ا َ ك ِ ل ْ ه ُ ي ِ ل َ ك ب َ ر َ ن ا َ ك ا َ م َ و "Senin Rabb'in - ehâlîsi (birbirini) ıslâh edib dururken de - o memleketleri sırf şirk ve küfür yüzünden (veyâ bir kısım zulümler nedeni ile ) ( hemen) helâk edecek değil ya" 87 âyet - i kerime’sinde ifâde buyurulduğu üzere ; 87 - Hûd Sûresi, âyet 117 Kur'ân - ı Hakîm ve Meâl - i Kerîm, C 1 ss 343 Hasan Basri Çantay Bu âyet - i kerîme, küfür, şirk, zulüm ve ahlâksızlık iç erisinde yaşayan bir toplum un içinde bulunan ilmi ile âmil dîn adamları va'z - ü nasîhatlerine devam etdiği müddetce onlara hemen azâb edilmeyeceğini; fakat bu nasîhatlere aldırış etmeden bu hallerine israrla devam etmeleri hâlinde de müstehık odukları azâba dûçar olacakları husûsu, açıkca ifâde buyurulmuşdur ki şu âyet - i kerîmeler de bu husûsu te'yîd etmektedir: Dîn - i Tevhîd Seddi 54 - Allâhü Teâlâ'nın, rahmetinin ve hıkmetinin bir eseri olarak, Tevhit Dîni İslâm’a yönelip t evbe etmeleri için mühlet verdiği bir toplumu şirk ve küfür yüzünden veyâ yaptıkları zulümler nedeni ile he men helâk etmeyeceği esâsına binâen - , h âlen ayakta kalabiliyor isek , bu mühlet de , - Allâh korusun , Tevhîd Dîni İslâm’a yönelip ona teslim olmadı ğımızın cezâsı olarak bir helâke uğradığımız zaman , kendi amelimize kendimizin şâhid olup bir i’tiraz hakkımız ın kalmaması için - Allâhü Teâlâ’nın bizlere olan sonsu z rahmetinin ve hıkmetinin bir neticesidir Bunun için, ً ا م ْ و َ ق َ ن و ُ ظ ِ ع َ ت َ ِ لَ ْ م ُ ه ْ ن ِ م ٌ ة م ُ ا ْ ت َ ل ا َ ق ْ ذ ِ إ َ و لا ِ ن ً ا د ي ِ د َ ش ً ا با َ ذ َ ع ْ م ُ ه ُ ب ِّ ذ َ ع ُ م ْ و َأ ْ م ُ ه ُ ك ِ ل ْ ه ُ م ُ لله ا ط َ لى ِ إ ً ة َ ر ِ ذ ْ ع َ م او ُ ل ا َ ق َ ر ْ م ُ ك ِّ ب ق ت َ ي ْ م ُ ه ل َ ع َ ل َ و ُ و َ ن "İçlerinden bir ümmet (bir topluluk, va'z - ü nasîhat eden bir kısım ilim adamlarına) : - Allâh'ın kendilerini (dünyâda) helâk edici veyâ kendilerini (âhiretde) çetin bir azâb ile azâblandırıcı olduğu bir kavme ne diye ö ğüt veriyorsunuz? - dediği zaman onlar (o va'z - ü nasîhat edenler) de: - Rabb'inize özür (dilemeye yüzümüz olsun) için Umulur ki sakınırlar - demişlerdi" َ ن ي ِ ذ ل ا ا َ ن ْ ذ َ خ َ ا َ و ِ ء و س لا ِ ن َ ع َ ن ْ و َ ه ْ ن َ ي َ ن ي ِ ذ ل ا ا َ ن ْ ي َ ْ نج َ ا ِ ه ِ ب او ُ ر ِّ ك ُ ذ ا َ م او ُ س َ ن ا م َ ل َ ف او ُ ن ا َ ك ا َ ِ بِ ٍ س ي ِ ئ َ ب ٍ ب ا َ ذ َ ع ِ ب او ُ م َ ل َ ظ َ ن و ُ ق ُ س ْ ف َ ي "Vaktâki onlar edilen va'z ( - ü nasîhatleri) unutdular Biz de kötülükden vaz geçirmekde sebât edenleri selâmete çıkardık Zulm edenleri de yapmakda oldukları fısıklar (kötülükler) yüzünden şiddet li bir azâb ile yakaladık" Bu âyet - i kerîmede ifâde buyurulan azâba da aldırış etmeyerek kibir, gurûr ve inadla serkeşliklerine devam edenler hakkında da - daha şiddetli bir azâb örneği olarak - söyle buyurulmuşdur: َ ع او ُ ه ُ ن ا َ م ْ ن َ ع ا ْ و َ ت َ ع ا م َ ل َ ف َ ين ِ ئ ِ س ا َ خ ً ة َ د َ ر ِ ق او ُ ن و ُ ك ْ م ُ َ لَ ا َ ن ْ ل ُ ق ُ ه ْ ن "Bu sûretle onlar serkeşlik ederek yasak edileni yapmakda ısrâr edince kendilerine - Hor ve zelîl maymunlar olun - dedik" (A'râf, 164 - 165 - 166 ) Yasak edilen şey' hakkında bak: Bakara Sûres i, âyet 65 ve tefsîrine 87 - Et - Tâcü’l - Câmiu li’l - Usûl fî Ehâdîsi’r - Rasûl s a v C 3 ss 428 (Ebû Dâvud, El - Hâkim ve El - Beyhekî) Eş - Şeyh Mansûr Ali Nâsıf Dîn - i Tevhîd Seddi 55 َ ا ْ ف ُ ك ْ ل ا َ ع َ م َ ى ق ْ ب َ ي ُ ك ْ ل ُ م ْ ل ِ م ْ ل ظ لا َ ع َ م َ ى ق ْ ب َ ي لآ َ و ِ ر "Mülk, küf ile , şirk ile berâber devam eder, (fakat) zulm ile (fitne, fesâd, terör, anarşi, fuhuş, yolsuzluk, gibi ahlâksızlıklar ile; tefrika ve ihtilâf gibi çeşitli görüş ve yorumlar ile) berâber devam etmez" 88 deni lmişdir Bu bakımdan Allâhü Teâlâ'nın, rahmetinin ve hıkmetinin bir eseri olarak, bizlere tanıdığı bu mühleti ve َ ا ه َ ن ي ِ د ا َ َ لَ ُ د ِّ د َ ُ يُ ْ ن َ م ٍ ة َ ن َ س ِ ة َ ئ ا ِ م ِّ ل ُ ك ِ س ْ أ َ ر َ ى ل َ ع ِ ة م ُ لا ْ ا ِ ه ِ ذ َ ِ لَ ُ ث َ ع ْ ب َ ي َ لله ا ن ِ إ “Şübhesiz Allâhü Teâlâ, h er yüz sene başında bu ümmetin dînini yenileyen bir müceddid gönderir” 89 h adîs - i şerîf'inin bildirdiği gerçeği de hiç bir zaman hatırımızdan çıkarmamak lâzımdır Çünkü bu gün böyle bir devletin yıkılmasına çalışan iç ve dış düşmanlar, aç kalmış ku r tl ar gibi saldırmanın yollarını her an arayıp durmaktadırlar Böyle bir hâlin vukûu ise, akla hayâle gelmedik felâketlerin meydana gelmesi demek olacağından bu duruma sebeb olanlar, âyet - i kerîme'de de işâret edildiği gibi, "Eyvâh bizlere, doğrusu biz bunun böyle olacağını düşünmemiştik Biz böyle yapmakla kendimize yazık ettik, hem kendimizin hem de dünyânın huzûrunu kaçırdık, istediğimiz çıkarlarımızı elde edemedik" , diyerek pişman olacaklardır ki daha önce zikri geçen şu âyet - i kerîme, bunun ap - açık bir ifâdesi olsa gerekdir Allâhü a'lem َ ح ُ ج ُ و ج ْ ا َ ي ْ ت َ ح ِ ت ُ ف َ ا ذ ِ ا تى َ ن ُ و ل ِ س ْ ن َ ي ٍ ب َ د َ ح ِّ ل ُ ك ْ ن ِ م ْ م ُ ه َ و ُ ج ُ و ج ْ ا َ م َ و 88 - Kur'ân - ı Hakîm ve Meâl - i Kerîm,C 1 ss 343 Hasan Basri Çantay 89 - Et - Tâcü’l - Câmiu li’l - Us ûl fî Ehâdîsi’r - Rasûl s a v C 3 ss 428 (Ebû Dâvud, El - Hâkim ve El - Beyhekî) Eş - Şeyh Mansûr Ali Nâsıf Dîn - i Tevhîd Seddi 56 ا ُ و ر َ ف َ ك َ ن ي ِ ذ ل ا ُ ر ا َ ص ْ ب َ ا ٌ ة َ ص ِ خ َ ا ش َ ى ِ ه َ ا ذ ِ ا َ ف ق َ ْ لْ ا ُ د ْ ع َ و ْ ل ا َ ب َ ر َ ت ْ ق ا َ و ط َ ا ن َ ل ْ ي َ و َ ا ي ِ فِ ا ن ُ ك ْ د َ ق ْ ن ِ م ٍ ة َ ل ْ ف َ غ ذ َ ه َ ين ِ م ِ ل َ ا ظ ا ن ُ ك ْ ل َ ب َ ا "Nihâyet Ye'cûc ve Me'cûc (un seddi) açılıp da her tepeden saldıracakları ve gerçek va'd olan (kıyâmet) yaklaşdığı vakit, işte o zaman o küfr (ve inkâr) edenlerin gözleri hemen belirip kalacak, - Eyvâh bizlere, Doğrusu biz bu ndan gaflet içindeydik Hayır, biz (kendimize zulm eden) zâlim kimselerdik - (diyecekler) " 90 Müslüman Türk’lerin İslâm’a hizmetleri T ârih boyunca İslâm'a ve İslâmî ilimlerin yayılmasına ve korunmasına hizmet eden Müslümân'ların ekseriyyetin in Türk asıllı olmaları da bu gerçeğin başka bir kanıtıdır Î 'tikadda mezhep imamımız İmâm Mâtürîdî, amelde mezhep imam ımız İmâm A'zâm gibi fakihlerin; Kur'ân - ı Kerîm'den sonra en mu'teber kitâb olan Kütüb - i sitte ( hem de birinci derecede olanlarının - İmâm Buhârî, Müslim ve Neseî gibi - Türk âlimleri tarafından yazılmış olmaları ve bunlar gibi Tevhîd Dîni’ni muhafaza etmeye çalışan bir çok ilim ve devlet adamlarının, Türk asıllı olmaları d a, konunun ayrı bir özelliğid ir “ Bizim da’vâmız cihangirlik da’vâsı değildir, i’lâ - i kelimetü’ llâh da’vâsıdır ” diyen Fâtih Sultan Mehmed’in , “Bir yerde ikâmet ettiğim zaman orada bir mescid yapmazsam Allâhü Teâlâ’dan hayâ ederim” diyen Alp a sl an’ın, sözleri ve inançla rı da , konunun başka bir kanıtıdır 90 - Enbiyâ', 96 - 97 Dîn - i Tevhîd Seddi 57 Bunun için bu şerefli ve yüce vasfımızın devâmını istiyorsak, inanç ayrılıklarının, ahlâk bozukluklarının, özgürlük terânelerinin, ilâhî ve doğru bir dayanağı olmayan hakk - hukûk çığlıklarının, fikir - görüş ayrılıklar ının, fitne - fesâd fırtınalarının, toplumun birlik ve berâberliğinin bozulmasının, insanların biribirlerine karşı düşman hâle gelmesinin, katil hâdiselerinin çoğalmasının, İslâmî olmayan görüş ve âdetlerin yeniden canlandırılarak yaygın hâle getirilmeye çal ışılmasının, anarşik olayların her gün artmasının, zorbalıkların terör hâline getirilmesinin, her türlü haksızlığın, fuhşun ve taşkınlığın her yerde at oynatır hâle gelmesinin; fitne, fesâd, terör, anarşi gibi çeşitli ahlâksızlıklar hâlinde kendini göstere n huzursuzlukların, tek kaynağı olan ve sağlam bir temeli bulunmayan B atılılaşma felsefesinin , yıllarca İslâm'ı bir öcü gibi göstererek bizlere telkin edip tatbîkat sahasına koydurduğu lâiklik, demokrasi, özgürlük, sınırsız bir hoşgörü gibi ilmî bir değeri bulunmayan sistem ve doktirinleri terk ederek - âyet - i kerîme'de de belirtildiği gibi - maddî ve ma'nevî kuvvet ve kudret kaynağı mız olan "Dîn - i Tevhîd seddi" ni yeniden ihyâ' edip demir kütleleri gibi kuvvetli ve kudretli olan unsurlarımıza İslâm'ın rûhunu sindirip ona sımsıkı bağlanarak onun îcâblarını ye rine getirmek mecburiyetindeyiz ki - Zü’l - karneyn kıssasında da işâret edildiği gibi - demir kütleleri gibi salâbetli ( kuvvetli ve kudretli ) unsurlarımız ve kalb ler imizdeki saf ve temiz îmân, buna ziyâdesi i le kâfidir Aksi takdirde, - aşağıdaki âyet - i kerime ve Hadîs - i şerîf'lerde belirtildiği gibi - Tevhîd D îni ’in Îmân ve İslâm esâslarını ve özümüzdeki güzel hâl ve ahlâkı bozmuş olacağımızdan - Allâh korusun - helâkımız kaçınılmaz bir netîce olur Bunun ne tîcesi Dîn - i Tevhîd Seddi 58 olarak da böyle bir T ürk seddi ’ nin ( böyle bir denge unsurunun ) yıkılması; fitne, fesâd, anarşi, terör, zulüm, fuhuş, ahlaksızlık ve dehşetin kaynağı olan Ye'cûc ve Me'cûc topluluğunun, dünyânın her tarafında pervâsızca at oynatır hâle gelmesi demek olacağından, tüm insanların felâketine sebeb olur ki bu da, - yukarıda geçtiği gibi - Kı yâmet ’ in büyük alâmetlerindendir ِ لله ا ِ ر ْ م َ ا ْ ن ِ م ُ ه َ ن ُ و ظ َ ف ْ َ يح ِ ه ِ ف ْ ل َ خ ْ ن ِ م َ و ِ ه ْ ي َ د َ ي ِ ْ ين َ ب ْ ن ِ م ٌ ت َ ا ب ِّ ق َ ع ُ م ُ ه َ ل ط تى َ ح ٍ م ْ و َ ق ِ ب َ ا م ُ ر ِّ ي َ غ ُ ي لآ َ لله ا ن ِ ا ط ْ م ِ ه ِ س ُ ف ْ ن َ ا ِ ب َ ا م ا ُ و ِّ يْ َ غ ُ ي ُ ه َ ل د َ ر َ م لآ َ ف ً ا ء ُ و س ٍ م ْ و َ ق ِ ب ُ لله ا َ د َ ا ر َ ا َ ا ذ ِ ا َ و ج ٍ ل َ ا و ْ ن ِ م ِ ه ِ ن ُ و د ْ ن ِ م ْ م ُ َ لَ َ ا م َ و " (Her insanın) önünde, arkasında kendisini Allâh'ın emriyle gözetleyecek ta'kîbci (melek) ler vardır Bir Toplum, özlerindeki (güzel hal ve ahlâkı , Tevhîd Dîni esâslarını ) değiştirip bozuncaya kadar Allâh şübhesiz ki onun (hâlini) değiştirip bozmaz , (onları helâk etmez) Allâh bir toplumun da fenâlığını (azâbını) diledi mi artık onun reddine hiç bir (çâre) yokdur Onlar için Allâh'dan başka bir velî (sâhib ve kurtarıcı) da yokdur" 91 ُ و د ُ ب ْ ع ا َ و ُ ت لآ َ و َ لله ا ا ْ ش ُ و ك ِ ر ِ ب ا َ ش ِ ه ْ ي ً ا ئ "Allâh'a ibâdet (ve kulluk) edin O'na hiç bir şey'i eş tutmayın" 92 91 - Ra'd, 11 92 - Nisâ', 36 Dîn - i Tevhîd Seddi 59 َ ت ْ ع ا َ و ُ و م ِ ص َ ِ ب ا لآ و ً ا ع ي ِ َ م ِ لله ا ِ ل ْ ب َ ت َ ف ُ و ق ر اص َ و ُ ك ْ ذ ا ر ُ و َ ل َ ع ِ لله ا َ ت َ م ْ ع ِ ن ا ُ ك ْ ي ْ م "Hepiniz toptan Allâh'ın ipine (Kur'ân - ı Kerîm'e ve İslâm Dînine) sımsıkı sarılın Parçalanıp dağılmayın Allâh'ın üzerinizdeki ni'metini düşünün" 93 ُ و عي ِ ط َ ا َ و َ ل و ُ س َ ر َ و َ لله ا ا َ ت لآ َ و ُ ه َ ا ن ُ و ع َ ز َ ف ا َ ت ْ ف َ ش ُ و ل َ ت َ و ا َ ه ْ ذ ُ ك ُ يح ِ ر َ ب ُ ِ بِ ْ ص ا َ و ْ م اوط َ ع َ م َ لله ا ن ِ إ ِ ب ا ص لا َ ن ي ِ ر "Allâh'a ve O'nun Rasûlüne itâat edin (Fikir, görüş, yorum, inanç ve düşünce ayrılıkları ile) birbiriniz ile çekişip didişmeyin Sonra korku ile za'fa düşersiniz Rüzgarınız (kuvvet ve k udretiniz kesilip) gider (Allâh'ın size olan yardımı kesilir Kuvvetiniz ve devletiniz yok olup gider) ( - u sebât) edin, (sıkıntılara katlanın) Çünkü Allâh, sabr edenlerle berâberdir" 94 Ahdini bozan millet lere düşmanla rın musallat edilmesi Allâhü Teâlâ, yukarıda zikri geçen şu âyet - i kerîme’de bu husûsu açık bir şekilde ifâde buyurarak şöyle diyor: ط ْ م ِ ه ِ س ُ ف ْ ن َ ا ِ ب َ ا م ا ُ و ِّ يْ َ غ ُ ي تى َ ح ٍ م ْ و َ ق ِ ب َ ا م ُ ر ِّ ي َ غ ُ ي لآ َ لله ا ن ِ ا َ ف ً ا ء ُ و س ٍ م ْ و َ ق ِ ب ُ لله ا َ د َ ا ر َ ا َ ا ذ ِ ا َ و ُ ه َ ل د َ ر َ م لآ ج ٍ ل َ ا و ْ ن ِ م ِ ه ِ ن ُ و د ْ ن ِ م ْ م ُ َ لَ َ ا م َ و Bir Toplum, özlerindeki ( Tevhit Dîni esâslarını, güzel hal ve ahlâkı) değiştirip bozuncaya kadar Allâh şübhesiz ki onun (hâlini) değiştirip bozmaz , (onları helâk etmez) 93 - Âl - i İmrân,10 3 94 - Enfâl, 46 Dîn - i Tevhîd Seddi 60 Allâh bir toplumun da fenâlığını (azâbını) diledi mi artık onun reddine hiç bir (çâre) yokdur Onlar için Allâh'dan başka bir velî (sâhib ve kurtarıcı) da yokdur" 95 Evet, işin aslı ve esâsı sâhip olduğumuz Tevhit Dîni esâslarını ve özümüzdeki güzel hal ve ahlâkı b ozmamaya çalışmak olunca, Allâhü Teâlâ’nın “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? ” s üâline karşı , "E vet yâ Rabbi, Sen bizim Rabb’imizsin , biz de senin kulunuzuz ” şeklindeki ezeldeki ahdimizde sâdık olup olmadığımız husûsunda ve kabullenmiş olduğumuz emânetleri nasıl yerine getirip getirmeyeceğimiz konusunda bizleri imtihân etmek üzere belirli bir zaman için bu dünyâ hayâtına getirmiş olan Allâhü Teâlâ'nın, ahdini bozan milletlere düşmanlarını musallat etmesi hâdisesi de , her zaman görülen hallerdendir Bunu nla berâber Allâhü Teâlâ, sonsuz rahmetinin bir eseri olarak ahdini bozan toplumları hemen helâk edip onlara azâb etmez Belki yaratılışlarındaki îmân duygusunu canlandırarak hakk ve hakîkate dönerler de kulluklarını yapmaya başlarlar , diye bir mühlet veri r Böyle bir fırsat ise, insan oğlunu iki cihânda mutluluğa erdirebileceği gibi aksi bir davranış da felâketine sebeb olabilir Bu hususta, Taberânî rahmetü'llâhi aleyh , İbn - i Abbâs radıye'llâhü anhümâ 'dan rivâyetle şu hakîkatleri dile getirmektedir : "Beş türlü günah karşısında beş türlü cezâ' vardır: 95 - Ra'd, 11 Dîn - i Tevhîd Seddi 61 Bir toplum, 1 - Allâhü Teâlâ ile olan ahdini bozduğu zaman Allâh onlara düşmanlarını musallat eder 96 2 - Allâh'ın indirdiğinden başkası ile hukm etdiği zaman aralarında fakirlik baş gö sterir 3 - İçlerinde hayâsızlık belirince ödeklik ( korkaklık ) meydana gelir 4 - Ölçü ve tartıda hâinlik yaptığı zaman nebât ve mahsûlden mahrûm edilir 5 - Zekâtı vermedikleri zaman da yağmurları kesilir Mevlânâ Hazretleri beşinci maddeye "Zinâ çoğaldığı zaman" kaydını da ilâve etmişdir Hadîs - i şrîf’lerde de şöyle buyurulmuştur: "Evet, fısk - u fücûr, fuhuş ve ma'sıyet çoğaldığı zaman (helâk olursunuz)" 97 "Bundan sonra sizin bir daha putperestliğe döneceğinizden endîşe etmiy orum Endîşe etdiğim şey', sizin dünyâ işlerine dalarak ve servet peşinde koşarak birbirinizin kanını dökmenizdir Bir de İhtiras ile nefsâniyyet güdüp didişmenizdir İşte o zaman siz de sizden evvelki milletler gibi helâk olursunuz Çünkü ihtiras, ni'metd en mahrûmiyete sebeb olur" 98 Şu halde Zü'l - Karneyn vâsıtası ile - bir lûtf - ü ilâhî olarak - bize verilen yüce ve şerefli vasfımızı korumanın veYe'cûc ve 96 - Acebâ , Müslüman Türk milletine musallat edilen (P KK) bunlardan biri midir? 97 - S B M Tecrîd - i Sarîh Tercemesi,C 9 ss 95 (1372 nolu h ş ) Kâmil Miras 98 - Hazreti Muhammed aleyhi's - selâm 'ın Vedâ' Haccı dönüşündeki hutbesinden Dîn - i Tevhîd Seddi 62 Me'cûc denilen iki fitne ve fesad topluluğunun şerrinden kurtulmanın tek çâresi, yeniden Tevhîd Dîni 'ne sımsıkı sarılarak Allâhü Teâlâ'nın emir ve nehylerini yerine getirip her türlü küfür, şirk ve isyan yollarından uzaklaşmak ve Dîn - i Tevhîd Seddi 'ni (Tevhit Dîni’nin îmân ve İslâm esâslarını) yeniden ihyâ' etmekdir Bunun için de Allâhü Teâlâ’nın v e Rasûlü’nün şu hatırlatmalarını hiçbir zaman ihmâl etmememiz lâzımdır: َ ى د ُ ْ لَ ا َ ع َ ب ت ا ِ ن َ م َ ى ل َ ع ُ م لآ س لا َ و “ (Dünyâda ve âhiretde) selâm (ve selâmet), doğruya (Hakk’a ve hakîkâte) tâbi’ olanlaradır” 99 İslâmî bir idârenin özelliği İs lâmî bir idârede , İslâmî esâsla ra göre yapılan “ fî sebîli’llâh bir cihâd’da, ( Allâh rızâsı için Allâh yolunda yapılan bir mücâdele ve mücâhede’de ) ” , İslâm’ı teklîf ve teblîğ edip hakk ve bâtılı belirtdikden, İslâm’ın ve Müslümân’ların gâlibiyyet ve hâkimiy yeti tehakkuk etdikden sonra, bir kimseyi zorla İslâm Dîni’ne girmeye zorlama yokdur Ancak yapılan bir muâhede ve andlaşma netîcesinde cizye ve haraç nâmı altında bir vergi vermeyi kabullenmekle - ba’zı hakk ve hukûklarının korunması karşılığında - cizye ve haraç vermekle yükümlü tutularak kendi inanç ve ibâdetlerinde serbest bırakılırlar, icbâr edilmezler Bununla berâber - her iki tarafta da kim olursa olsun - ahdinde d urmayanlar olursa, onların da ce zâ’ları, suçlarına göre verilir Halbuki İslâm’da, “ f î sebîli’llâh” harbin gâyesi, maddî ve ma’nevî değerlerimizi tehdîd eden düşmanlardan intikam 99 - Tâ - Hâ, 4 Dîn - i Tevhîd Seddi 63 almak, adam öldürmek, dinlerini ve inançlarını değiştirip zorla İslâm Dîni’ne girmelerini te’mîn etmek değil, karşımızdaki hasmımızı mağlûb etmek sûretiyle bize k arşı olan kuvvet ve kudretini yok etmek, üzerimizdeki baskısını kaldırmak, kendi din ve inançlarında serbest bırakıp Hakk’ın hukmünü geçerli kılmak, İslâm’ın ve Müslümân’ların idârî ve hukûkî otoritesi altında toplumun içindeki huzûr ve refâhı sağlamakdır İşte asıl “i’lâ - i kelimetü’llâh: İslâm Dîni’ni ve Tevhîd akîdesi’ni şânına lâyık bir şekilde yüceltip yayma ” , budur Bunun içindir ki Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm , Mekke Fethi’nde, umûmî bir afv i’lân etdikden sonra, “İsteyen İslâm Dîni ’ni kabûl edip Müslümân olsun, isteyen de eski bâtıl dîninde kalsın” diyerek İslâm’a girmek isteyenler hakkı nda bir zorlamada bulunmamışdır Bu bakımdan bu ma’nâda bir cihâd, bu ma’nâda bir mücâdele ve mücâhede, Müslümân’lar üzerine farz olup - İslâmî esâslar dâhilinde - lüzumlu ve zarûrîdir ki bu sâyede hem bizim, hem de hasımlarımızın huzûr ve sükûnu te’mîn edilmiş olsun Bunun için Allâhü Teâlâ’ya yönelip O’na teslim olmak sûretiyle O’nun emir ve nehiy’lerinin gereğini yerine getirerek îm ân edip Mü’min ve Müslümân olmak ayrı bir şey’; daha medenî olma hevâ ve hevesine kapılarak inkilapcı, lâik ve demokratik bir anlayışla meydana getirilen beşerî bir sistemin bir vatandaşı olmak ayrı bir şey’dir Bunlardan birisi Tevhit Dîni’nin ve ilâ hî kânunların gereği olup aslî ve İslâmî bir sıfatdır ki bu sıfatı kabûl edenler Dîn - i Tevhîd Seddi 64 Mü’min ve Müslümân; kabul etmeyenler veyâ kifâyetsiz görenler de - inanç durumlarına göre - fâsık veyâ zâlim veyâ müşrik veyâ münâfık veyâ kâfir olurlar Diğeri ise, hevâ v e hevese uygun olan demokrasi, özgürlük, lâiklik gibi beşerî kânunların gereği olup b öyle bir sıfatı kabul etmeyen Mü’min ve Müslümân’ların zarûrî olarak ( vatandaş olarak ) kerhen yerine getirdiği ârizî (geçici) bir sıfatdır ki bu sıfatı kendi irâdeleri ile isteyerek ve bilerek kabûl edenler de, - inanç durumlarına göre - fâsık veyâ zâlim veyâ müşrik veyâ münâfık veyâ kâfir olurlar Aşağıdaki âyet - i kerîme ve hadîs - i şerîf’lerde belirtildiğine göre, kendi hevâ ve hevesine veyâ başka larının hevâ ve he vesine uyarak bu her iki inanç durumun u , - ya’nî İlâhî ve beşerî sistemlerin gereğini - birlikte yaşayarak bunda bir beis görmeyen kimseler hakkıda da şöyle buyurulmuşdur: ُ و ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ا ن ِ إ ُ و ر َ ف َ ك ُ ثُ ا ُ و ن َ م آ ُ ثُ ا ا ُ و ر َ ف َ ك ُ ثُ ُ و دا َ د ْ ز ا ُ ثُ ا ُ ك ا ر ْ ف ً ا ْ َ لَ َ لا َ و ْ م ُ َ لَ َ ر ِ ف ْ غ َ ي ِ ل ُ ه ّ ل لا ِ ن ُ ك َ ي ْ م ُ ه َ ي ِ د ْ ه َ ي ِ ل ً لا ي ِ ب َ س “Hakîkat, îmân edib de sonra küfre sapanlar, sonra yine îmân ederek küfre dönenler, sonra da küfürlerinde ileri gidenler (yok mu?) Allâh onları yarlığayacak değildir Onları ( doğru) bir yola iletecek de değildir” 100 َ و ً ا ن ِ م ْ ؤ ُ م ُ ل ُ ج ر لا ُ ح ِ ب ْ ص ُ ي ِ م ِ ل ْ ظ ُ م ْ ل ا ِ ل ْ ي ل لا ِ ع َ ط ِ ق َ ك ً ا ن َ ت ِ ف ِ ل َ ا م ْ ع َ لا ْ ا ِ ب ا ُ و ر ِ د َ ا ب ْ و َأ ً ا ر ِ ف َ ا ك ى ِ س ْ ُ يم ى ِ س ْ ُ يم َ ا ي ْ ن د لا َ ن ِ م ٍ ض َ ر َ ع ِ ب ُ ه َ ن ي ِ د ُ ع ي ِ ب َ ي ً ا ر ِ ف َ ا ك ُ ح ِ ب ْ ص ُ ي َ و َ ا ن ِ م ْ ؤ ُ م "Karanlık g ecenin (zifîrî) karanlıkları gibi fitneler zuhur etmeden amellere koşuşun (Zîrâ o fitneler zuhur edince) kişi 100 - Nisâ’,137 Dîn - i Tevhîd Seddi 65 mü'min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacak veyâ mü'min olarak akşamlayacak, kâfir olarak sabahlayacak, dînini (az) bir dünyâ metâı muk abilinde satacakdır" 101 Bunun için bu gerçekler karşısında bize düşen görev, َ ن و ُ م َ ل ْ ع َ ت ْ م ُ ت ْ ن َ ا َ و ق َ ْ لْ ا او ُ م ُ ت ْ ك ت َ و ِ ل ِ ط ا َ ب ْ ل ا ِ ب ق َ لْ ا او ُ س ِ ب ْ ل َ ت لآ َ و “Kendiniz bilib dururken hakk’ı bâtıl’a karıştırıb da gerçeği gizlemeyin” 102 ا َ ر ْ ك ِ ا لآ ِّ ي َ غ ْ ل ا َ ن ِ م ُ د ْ ش ر لا َ ين َ ب َ ت ْ د َ ق ِ ن ي ِّ د لا ِ في َ ه ج ِ لله ا ِ ب ْ ن ِ م ْ ؤ ُ ي َ و ِ ت و ُ غ ا ط لا ِ ب ْ ر ُ ف ْ ك َ ي ْ ن َ م َ ف َ ى ق ْ ث ُ و ْ ل ا ِ ة َ و ْ ر ُ ع ْ ل ا ِ ب َ ك َ س ْ م َ ت ْ س ا ِ د ق َ ف ق ا َ َ لَ َ م ا َ ص ِ ف ْ ن ا لآ ط ٌ م ي ِ ل َ ع ٌ ع ي ِ َ سَ ُ لله ا َ و “Dinde zorlama yokdur Hakîkat (şudur ki) îmân il e küfür, ap - açık meydana çıkmışdır Artık kim şeytanı (ve insanları Allâh’ın dîni’nden uzaklaştırmaya çalışan tâgutları) tanımayıb da Allâh’a îmân ederse o, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa (Kur’ân’a ve İslâm’a) yapışmışdır Allâh (her şey’i) hakkıyle işitici, (her şey’i) kemâliyle bilicidir” 103 ْ ل ا ُ غ لآ َ ب ْ ل ا لا ِ إ ا َ ن ْ ي َ ل َ ع ا َ م َ و ُ م ُ ين ِ ب “Bizim üzerimize (düşen görev), ap - açık bir teblîğ’den başka (bir şey’) değildir” 104 ُ ين ِ ب ُ م ْ ل ا ُ غ لآ َ ب ْ ل ا َ ك ْ ي َ ل َ ع ا َ نَّ ِ إ َ ف ا ْ و ل َ و َ ت ْ ن ِ إ َ ف “Eğer yüz çevirirlerse, artık senin üzerine düşen (vazîfe) ancak apaçık bir teblîğden ibâretdir” 105 101 - Müslim, Îmân, (186 nolu h ş ) Ebû Hurayra radıye’ llâhü anh ’dan Sahîh - i Müslim Terceme ve şerhi,C 1 ss 446 Ahmed Davudoğlu 102 - Bakara, 42K 103 - Bakara , 256 104 - Yâsîn, 17 Dîn - i Tevhîd Seddi 66 âyet - i kerîme ’lerine göre - her hangi bir ta’vîzde bulunmadan - , ِ ن ي ِ د َ ِ لِ َ و ْ م ُ ك ُ ن ي ِ د ْ م ُ ك َ ل “Sizin dîniniz size, benim dînim de bana” 106 diyerek bunları birbirine karıştırmamakdır Yaratılışımızın amacı َ ن و ُ د ُ ب ْ ع َ ي ِ ل لا ِ إ َ س ْ ن ِ لا ْ ا َ و ن ِ ْ ل ا ُ ت ْ ق َ ل َ خ ا َ م َ و “Ben cinleri de, insanları da (başka bir hıkmetle değil) ancak bana kulluk etsinler, (benim varlığımı ve bir liğimi bilsinler, beni noksan sıfatlardan münezzeh kılıp kemâl sıfatları ile muttasıf kılarak bana kulluk etsinler), diye yaratdım” 107 âyet - i kerîme’sine göre, “Yaratılı ş ı n g â yesi, Allâhü Teâlâ’ya kulluk ve ibadettir” Bu bakımdan bütün peygamberl er ve onların ümmetleri, - kulluk ve ibâdet konusunda - imtihana tâbi’ tutularak hayır ve şerr, îmân ve küfür arasındaki tercihleri ni belirtmek üzere şöyle buyurulmuştur: َ و ْ ع َ ب َ ق ْ و َ ف ْ م ُ ك َ ض ْ ع َ ب َ ع َ ف َ ر َ و ِ ض ْ ر َ لا ْ ا ِ فِ َ ف ِ ئ لآ َ خ ْ م ُ ك َ ل َ ع َ ج ى ِ ذ ل ا َ و ُ ه ْ م ُ ك َ و ُ ل ْ ب َ ي ِ ل ٍ ت َ ا ج َ ر َ د ٍ ض ْ م ُ ك ي َ ت آ َ ا م ِ فِ ط ِ ب َ ا ق ِ ع ْ ل ا ُ ع ي ِ ر َ س ك ب َ ر ن ِ ا ط ٌ م ي ِ ح َ ر ٌ ر ُ و ف َ غ َ ل ُ ه ن ِ ا َ و "O sizi yer yüzünün halîfeleri yapan, s izi, size verdiği şey'lerde , imtihâna çekmek için , kiminizi derecelerle ki minizin üstüne çıkarandır 105 - Nahl, 82 106 - Kâfirûn, 6 107 - Zâriyât, 56 Dîn - i Tevhîd Seddi 67 Şübhe yok ki Rabb'in, (isyankâr olanlar hakkında) cez âsı pek çab uk olandır ve muhakkak k i O, (itâatkâr olanlar hakkında da) Ğaf ûr ve Rahîm'dir" 108 ً لا َ م َ ع ُ ن َ س ْ ح َ ا ْ م ُ ك ي َ ا ْ م ُ ك َ و ُ ل ْ ب َ ي ِ ل َ ة و َ ي َ ْ لْ ا َ و َ ت ْ و َ م ْ ل ا َ ق َ ل َ خ ى ِ ذ ل َ ا ط ا ُ ز ي ِ ز َ ع ْ ل ا َ و ُ ه َ و ُ ر ُ و ف َ غ ْ ل لا “O, hanginizin daha güzel amel (ve hareket) de bulunacağını imtihân etmek için, (halîfelik vasfına sâhib olup olmadığınız husûsunda sizi denemek için), ölümü de, dirimi de takdîr eden ve yaratandır O, (kendisine isyân edenlerden intikam almakda) Gâlib - i mutlak’dır (Kendisine tevbe ile yönelip teslîm olanlar hakkında da) Gafûr’ dur (bağışlayıcıdır) ” 109 َ و ي ِ ذ ل ا َ و ُ ه َ خ َ ن َ ا ك َ و ٍ م ا ي َ ا ِ ة ت ِ س ِ في َ ض ْ ر َ لا ْ ا َ و ِ ت ا َ و َ م س لا َ ق َ ل َ ع ُ ه ُ ش ْ ر َ ع ْ م ُ ك َ و ُ ل ْ ب َ ي ِ ل ِ ء ا َ م ْ ل ا َ ى ل َ ا َ م َ ع ُ ن َ س ْ ح َ ا ْ م ُ ك ي ً لاط “O, hanginizin ameli ( hal ve hareketi) daha güzel olduğu (husûsunda) sizi imtihana çekmek için, (halîfelik vasfına sâhib olup olmadığınız husûsunda sizi denemek için), gökleri ve yeri altı günde yaratandır (Bundan evvel ise) Arş’ı, su üstünde idi” 110 ِ إ ْ م ُ ه َ و ُ ل ْ ب َ ن ِ ل َ ا َ لَ ً ة َ ن ي ِ ز ِ ض ْ ر َ لا ْ ا َ ى ل َ ع ا َ م َ ا ن ْ ل َ ع َ ج ا ن ً لا َ م َ ع ُ ن َ س ْ ح َ ا ْ م ُ ه ي َأ "Biz yer yüzünde ne varsa ona bir zînet verdik ki insanları, (ezeldeki ahdinde ve haîfelik vasfında) hangisi daha güzel amel edecek diye, imtihân ede lim" 111 َ ن ي ِ ر ِ ب ا ص لا َ و ْ م ُ ك ْ ن ِ م َ ن ي ِ د ِ ه ا َ ج ُ م ْ ل ا َ م َ ل ْ ع َ ن تى َ ح ْ م ُ ك ن َ و ُ ل ْ ب َ ن َ ل َ و لا ْ م ُ ك َ ر َ ا ب ْ خ َ ا ا َ و ُ ل ْ ب َ ن َ و 108 - En'âm, 165 109 - Mülk, 2 110 - Hûd, 7 111 - Kehf, 7 Dîn - i Tevhîd Seddi 68 "Andolsun sizi (bir takım teklîfler ile) imtihân edeceğiz Tâki içinizden mücâhidleri ve sabr - u sebât edenleri belirtelim Haberlerinizi (tâat veyâ isyanlarınızı) açıklıyalım" 112 Mücrimlere verilen ruhsat Aşağıdaki âyet - i kerîme , mal, mülk, servet ve makam sâhibi kimselerin, başında bulundukları toplumu nasıl idâre edip hayra ve îmâna veyâ küfre, şirke, bâtıla yönlend irdiklerini ve onlara küfür, şirk ve isyan yollarını nasıl benimsetmeye çalıştıklarını, açık bir şekilde lfâde edip gözlerimizin önüne bir ibret levhası olarak arz etmektedir: ا َ ن ْ ل َ ع َ ج َ ك ِ ل َ ذ َ ك َ و ْ ُ م َ ر ِ ب ا َ ك َأ ٍ ة َ ي ْ ر َ ق ِّ ل ُ ك ِ في ر ُ ك ْ م َ ي ِ ل ا َ ه ي ِ م ِ ر ُ و ا َ ه ي ِ ف ا ط ْ م ِ ه ِ س ُ ف ن َ أ ِ ب لا ِ إ َ ن و ُ ر ُ ك ْ َ يم ا َ م َ و َ ن و ُ ر ُ ع ْ ش َ ي ا َ م َ و “Biz, her şehir ve kasabada, (mal, mül k, servet ve makam sâhibi büyüklerini, - başında bulundukları topluma örnek olup onları hidâyet yoluna mı, yoksa dalâlet yoluna mı sevk edecekler diye - îmân ve küfür arasında muhayyer bıraktık Peygamberimiz onlara doğru yolu göstermesine rağmen onların ekseriyyeti küfür ve şir k yolunu tercih ettiler, Biz de) oraların günahkârlarını, o yerlerde (rahmetimizin bir eseri olarak mühlet verip kendi amellerine kendilerinin şâhid olup bir i’tiraz haklarının kalmaması için) hilekârlık etsinler (hîle ve desiselerine devam etsinler) diye, büyük adamlar (tanınmış büyükler) yaptık (Onları imtihân etmek için onlara böyle bir imkân verdik) Halbuki onlar hilekârlığı ba şkasına değil, 112 - Muhammed, 31 Dîn - i Tevhîd Seddi 69 kendilerine yaparlar da farkın da olmazlar , (olsalar bile ondan vaz geçmazler) ” 113 Bu bakımdan İslâm’a uygun olmayan fitne, fesâd, zulm, şirk ve küfür gibi her hatâlı işde , her anarşik olayda, her tefrika ve ihtilâfda, - Tevhi d ’i ve Şirk ’i gereği gibi anlamaya çalışmayıp birlik ve berâberliklerini kaybeden ve Rasûlü’llâh aleyhi’s - selâm ile Ashâb’ının yolundan ayrılarak ifrat veyâ tefrit yollarından birine sapmayı bir ma’rifet sayan - “Ben de Müslüman ’ ım” diyen kimselerin de büyük payı vardır Aşağıdaki âyet - i kerîme’ler de, bu gerçeği açık bir şekilde ifâde buyurup ortaya koymaktadır: َ ن ِ م َ و َ ه ّ ل لا ُ د ِ ه ْ ش ُ ي َ و ا َ ي ْ ن د لا ِ ة ا َ ي َ ْ لْ ا ِ في ُ ه ُ ل ْ و َ ق َ ك ُ ب ِ ج ْ ع ُ ي ن َ م ِ س ان لا ِ ب ْ ل َ ق ِ في ا َ م ى َ ل َ ع د َ ل َأ َ و ُ ه َ و ِ ه ِ م ا َ ص ِ ْ لخ ا َ ع َ س لى َ و َ ت ا َ ذ ِ إ َ و ى َ ث ْ ر َ ْ لْ ا َ ك ِ ل ْ ه ُ ي َ و ا َ ه ي ِ ف َ د ِ س ْ ف ُ ي ِ ل ِ ض ْ ر َ ل ا ِ في َ ل ْ س ن لا َ و ط ُ ه ّ ل لا َ و ب ِ ُ يح َ لا َ د ا َ س َ ف لا ُ ة ز ِ ع ْ ل ا ُ ه ْ ت َ ذ َ خ َأ َ ه ّ ل لا ِ ق ت ا ُ ه َ ل َ ل ي ِ ق ا َ ذ ِ إ َ و ُ م ن َ ه َ ج ُ ه ُ ب ْ س َ ح َ ف ِ ْ ثُ ِ لإ ا ِ ب ط ُ د ا َ ه ِ م ْ ل ا َ س ْ ئ ِ ب َ ل َ و “İnsanlardan öylesi varedır ki onun (bu ) dünyâ hayâtına âid sözü hoşunuza gider (de seni imrendirir) (Üstelik bu yetmiyormuş gibi ) kalbinde olana Allâh’ı şâhid tutar (da seni kendisine inandırmaya çalışır) Halbuki o, (İslâm) düşmanlarının en yamanı, en gaddarıdır” “O, (senin yanından ayr ılıp) yer yüzünde bi r iş başına g eçti mi, o rada fesâd çıkarmaya, (orayı fesâda vemeye), harsi (elinizin emeği olarak çalışıp çabalayıp elde ettiğiniz her şey’i) ve nesli (göz bebeği yavrularınızı) helâ k etmeye (kökünden 113 - En’âm, 123 Dîn - i Tevhîd Seddi 70 kurutup yok etmeye) koşar (çalışır) Allâh da fesâdı ( ve böyle fesâdçıları) sevmez” “Ona, - Allâh’dan kork (da böyle yapma) - denildiği zaman ızzet - i nefsi, (câhilâne kibir ve gururu) onu tutar, onu onurlandırır (tahrik eder) de daha ziyâde günah işlemeye götürür İşte, böylelerinin hakk ından ancak Cehennem gelir O, ne kötü yatılacak bir yerdir” 114 Bunun için Allâhü Teâlâ, Zü’l - Karneyn ’i n de , îmân ile küfür, hayır ile şerr rasındaki tercihi ni kendisine bırakmış, O da aklını müsbet yönde kullanarak verilen ni’metler e şukr edip hayı r i le îmân tarafını tercih etmiş, bunun neticesi olarak da karşılaştığı toplumları îmân ve İslâm yolunda yetiştirmeye çalışmıştır ki bunun en güzel misâli, yukarıda zikri geçen Türk toplumunu n demir gibi kuvvetli ve kudretli olan kalb lerine, erimiş bak ır hu km ünde olan îmân ve İslâm cevherini akıtarak Allâhü Teâlâ’ya kulluk ve ib âdete yöneltmiş, bu suretle de delin m esi ve aşılması mümkün olmayan Seddi inşâ’ etmişdir Ne zaman ki bu Sedd , “ Müslüman Türk kudreti ” , ortadan kalkarsa, o zaman da Ye’cûc ve Me’cûc top luluğu yer yüzüne dağılarak eşi görülmemiş fitne ve fesâdını çoğaltmış ve Kıyâmet ’in on büyük al âmetin den birisi daha vukû’ bulmuş olur Netîce olarak şunu söyleyebiliriz ki, “Eğer Zü’l - Karneyn ’in karşılaşmış olduğu bu kavim, - müfessirlerin na kl ettikleri gibi - Türk kavmi ise, Müslüman Türk’lerin inkırâzı, Dîn - i Tevhîd Seddi’nin yıkılmasını ve Ye’cûc ve Me’cûc denilen fitne ve fesad 114 - B akara, 204 - 205 - 206 Dîn - i Tevhîd Seddi 71 topluluğunun yer yüzünü isti’lâ’ etmesini ifâde eder ki böyle büyük bir felâketin vukûu, Eşrât - ı sâat ’dendir" 115 Bunun için Zü'l - Karneyn vâsıtası ile - bir lûtf - ü ilâhî olarak - bize verilen bu yüc e ve şerefli vasfımızı korumak veYe'cûc ve Me'cûc denilen iki fitne ve fesad topluluğunun şerrinden kurtu larak dünyâ nın nizam ve intizamının devam etmesini istiyorsak , y eniden Tevhîd Dîni 'ne sımsıkı sarılarak Allâhü Teâlâ'nın emir ve nehylerini yerine getirip her türlü küfür, şirk ve isyan yollarından uzaklaşma mız ve Dîn - i Tevhîd Seddi 'ni “M üslüman türk kudreti” ni yeniden inşâ’ edip ihyâ’ etmekle mümkündür Dînî esâ slara dayanmayan hukûmetlerin hâli Büyük müfessirlerden merhûm ve mağfûr Konya’lı Mehmed Vehbi Efendi, ُ م لآ ْ س ِ لا ْ ا ِ لله ا َ د ْ ن ِ ع َ ن ي ِّ د لا ن ِ إ فق ا َ م ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م لا ِ إ َ ب ا َ ت ِ ك ْ ل ا او ُ ت و ُ ا َ ن ي ِ ذ ل ا َ ف َ ل َ ت ْ خ ا ا َ م َ و ً ا ي ْ غ َ ب ُ م ْ ل ِ ع ْ ل ا ُ م ُ ه َ ء ا َ ج ُ ه َ ن ْ ي َ ب ْ م ط َ ا يآ ِ ب ْ ر ُ ف ْ ك َ ي ْ ن َ م َ و ُ ع ي ِ ر َ س َ لله ا ن ِ إ َ ف ِ لله ا ِ ت ِ ب ا َ س ِ ْ لْ ا “Hak din, Allâh ındinde İslâm’dır Kitâb verilenler (başka sûretle değil) ancak kendilerine ilim ge ldikden (dînin hakîkatleri kendilerine bildirildikden) sonra aralarındaki ihtira sdan dolayı, ihtilâfa düştüler Kim Allâh’ın âyet’lerini inkâr ederse, şübhesiz ki Allâh hısâbı pek çabuk görücüdür” 116 âyet - i kerîme ’ sinin tefsîrinde, hakk ve gerçek olan kendi dîninin hukümlerini terk ederek veyâ değiştirerek veyâ çağın îcâbı olarak bir kısmını kabûl edip bir kısmını bırakarak veyâ - din nâmına da olsa - dinde olmayan şey’leri dînî 115 - Hak Dîni Kur’ân Dili Türkçe Tefsîr,C 5 ss 3291 Elmalılı M Hamdi Yazır 116 - Âl - i İmrân, 19 Dîn - i Tevhîd Seddi 72 bir esâs imiş gibi halka telkîn edip yanlış yollara yönelterek, hevâ ve hevese uyanlar hakkında, şöyle söylemektedir: “ Tâbi’ olduğu dînin ahkâmını terk ede rek, hevâ ve hevesine uygun bir şekilde tahrîb eden milletlerin çeşitli belâ’lara mübtelâ olduğu ve vukû’ bulan bu hâdiselerden ibret alıp mütenebbih olmadıkları hallerde, Allâhü Teâlâ, düşmanlarını musallat ederek helâk etdiği, âlemde her zaman görülen ah vâldendir ” 117 Kezâ, ْ ذ ِ إ َ ن ي ِ ذ ل ا ُ ل ِ ع ا َ ج َ و او ُ ر َ ف َ ك َ ن ي ِ ذ ل ا َ ن ِ م َ ك ُ ر ِّ ه َ ط ُ م َ و َ لِ ِ إ َ ك ُ ع ِ ف ا َ ر َ و َ ك ي ِّ ف َ و َ ت ُ م ِّ نِّ ِ إ َ ى س ي ِ ع ا َ ي ُ لله ا َ ل ا َ ق ت ا ِ ة َ م َ ي ِ ق ْ ل ا ِ م ْ و َ ي َ لى ِ إ او ُ ر َ ف َ ك َ ن ي ِ ذ ل ا َ ق ْ و َ ف َ ك و ُ ع َ ب ج ُ م ُ ك ْ ح َ ا َ ف ْ م ُ ك ُ ع ِ ج ْ ر َ م َ لِ ِ إ ُ ثُ ا َ م ي ِ ف ْ م ُ ك َ ن ْ ي َ ب ِ ه ي ِ ف ْ م ُ ت ْ ن ُ ك َ ن و ُ ف ِ ل َ ت ْ َ تَّ “O zaman Allâh şöyle demişdi : Ey îsâ, şübhesiz ki seni öldürecek olan (onlar değil) benim Seni kendime yükseltip kaldıracak, seni küfr edenlerin içinden tertemiz kurtarıp çıkaracak ve sana tâbi’ olan ları kıyâmet günü’ne kadar küfr edenlerin üstünde tutacak (olan) da (benim) Sonra dönüşünüz (de) yalnız bana (olacak) dır İşte o zaman aranızda, hakkında ihtilâf etmekde olduğunuz şey’lerin hukmünü ben vereceğim” 118 âyet - i kerîmesinin tefsîrinde de, yine aynı konuya işâratle , şöyle söylemektedir: “ Bu âyet - i kerîmede, kıyâmete kadar, îmân edenlerin gâlib, îmân etmeyenlerin mağlûb olacakları va’d olunmuşdur İşte bu va’d - i ilâhî’nin eseri, o zamandan bu zamâna kadar görülmüş ve ilâ yevmi’l - kıyâme görül eceğı de şübhesizdir” 117 - Hulâsatü’l - Beyân fî Tefsîri’l - Kur’ân, C 2 ss 564 Mehmed Vehbi 118 - Âl - i İmrân, 55 Dîn - i Tevhîd Seddi 73 “ Bu bakımdan Ehl - i İslâm, peygamberlerin hiç birisini birbirinden ayırmaksızın hepsine îmân etdikleri için, her zaman İslâmî hukûmetler bulunmakda ve ilâ yevmi’l - kıyâm da bulunacakdır Ancak İslâmî hukûmetlerin ba’zan kavi ve b a’zan zayıf olması, her milletin hukûmetlerinde cârî olan hallerdendir ” “ İşte bu âyet - i kerîme dahî delâlet eder ki milletin îmân ve i’tikâdı , hukûmetin pâyidâr olmasına sebebdir Çünkü, milletde îmân olmazsa fertleri bir noktaya toplamak mümkün olma z Zîrâ, insanları bir merkeze cem’ eden her zaman din ve îmân’dır Fertlerin bir noktaya ictimâı mümkün olmayınca, hukûmeti yaşatmak mümkün olmaz Hukûmeti yaşatacak, milletin hey’et - i mecmuası olduğundan onları bir araya getirecek îmân ve i’tikâd lâzımdı r Binâen - aleyh, - Hukûmete diyânet lâzım değildir - diyenlerin ne kadar zayıf fikre mâlik olduklarını beyâna hâcet yokdur Zîrâ, diyânet perver olan bir milletin başında dinsiz hukûmet nasıl yaşar ve kaç gün faydalı olabilir? Çünkü, cemâatin o hukûmete teve ccühü olamaz ve irtibâtı çözülür Gerçi muvakkat bir müddet bir hukûmet karaltısı görülürse de temeli olmadığı için elbetde bir gün yıkılır ” “ Hulâsa, hukûmeti yaşatmak diyânete sarılmakla ve halkın arzûsunu tatmin ve halkı hukûmete rabd etmekle olabi lir Ya’nî, halk bi’t - tav - ı ve’r - rızâ (isteyerek ve râzı olarak) kendi ihtiyârı ile seve seve hukûmete kalbiyle, rûhuyla, dîniyle, îmânıyle merbût olmalıdır Bu da diyânetle olur Cemâatin cebren, kahren ve kerhen hukûmete bağlanmasına hakîkî bağlılık deni lemez Bir gün gelir, o bağı kırar, irtibat kalmaz Hepsi de, Dîn - i Tevhîd Seddi 74 halk da, hukûmet de muzmahıll olup (çöküntüye uğrayarak darmadağın olup) gider) ” 119 Nitekim şu âyet - i kerîme de, bu hakîkatleri açık bir şekilde te’yîd etmektedir ki Deccâl’lerin fikir ve görüşlerini çağdaşlık gereği görüp gençlerimizi madden ve ma’nen öldürmeyi bir ma’rifet sayarak hakîkatleri göremez, işitemez ve anlayamaz bir hâle getirip helâke düşürmenin , bu suretle de onları dinden uzaklaştırmanın ne kadar mes’ûliyyetli bir davranış o lduğunu, ortaya koymaktadır: َ ا ك َ ر ُ ش ْ م ِ ه ِ د لآ ْ و َ ا َ ل ْ ت َ ق َ ين ِ ك ِ ر ْ ش ُ م ْ ل ا َ ن ِ م ٍ يْ ِ ث َ ك ِ ل َ ن ي َ ز َ ك ِ ل َ ذ َ ك َ و ُ ؤ ْ م ِ ه ْ ي َ ل َ ع او ُ س ِ ب ْ ل َ ي ِ ل َ و ْ م ُ ه و ُ د ْ ر ُ ي ِ ل ْ م ُ ه ْ م ُ ه َ ن ي ِ د ط ْ و َ ل َ و ُ و ل َ ع َ ف ا َ م ُ لله ا َ ء ا َ ش َ ن و ُ ر َ ت ْ ف َ ي ا َ م َ و ْ م ُ ه ْ ر َ ذ َ ف ُ ه “Böylece onların (hem fikir olan) ortakları, (Allâh’a eş koşan) müşrik’lerden çoğuna, ( a ) - hem onları helâke düşürmek, ( b ) hem de kendilerine karşı dinlerini karma karışık edip bozmak için - , evlâtlarını öldürmeyi (doğru yoldan saptırıp dalâlet’de bırakmayı, hakîkat leri göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle getirmeyi) süslü (güzel bir şey’ imiş gibi) gösterdi Allâh dileseydi, bunu yapamazlardı O halde onları, uydurdukları (iftirâları) ile baş başa bırak” 120 119 - Hulâsatü’l - Beyân fî Tefsîri’l - Kur’ân, C 2 ss 615 Meh med Vehbi 120 - En’âm, 137 Fâsıklar, zâlimler, kâfirler, münâfıklar ve müşrikler istemese de, hukmü kıyâmete kadar devâm edecek olan Kur'ân - ı Kerîm'in bu âyet - i kerîmesinde zikri geçen "Katl : Öldürme" lâfzı, - Fıkıh Usûlü ilmindeki lâfız kurallarına g öre - hakîkat olarak alınırsa, maddî benliği yok etme (öldürme ) ma'nâsı anlaşılır Bu manâya göre, "İns ve cin şeytanları, müşriklerin çoğunu, akıllarını, fikirlerini, duygularını, bir takım kuruntular ile ifsâd etdiler Onlara, fakirlik korkusu ile ye tişmiş çocuklarını Dîn - i Tevhîd Seddi 75 ي َ ب ْ ل ا َ ن ِ م ا َ ن ْ ل َ ز ْ ن َ ا ا َ م َ ن و ُ م ُ ت ْ ك َ ي َ ن ي ِ ذ ل ا ن ِ إ ِ في ِ س ان ل ِ ل ُ ه ا َ ن ي َ ب ا َ م ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م ى َ د ُ ْ لَ ا َ و ِ ت ا َ ن ِ ب ا َ ت ِ ك ْ ل ا لا َ ن و ُ ن ِ ع لا لا ُ م ُ ه ُ ن َ ع ْ ل َ ي َ و ُ لله ا ُ م ُ ه ُ ن َ ع ْ ل َ ي َ ك ِ ئ َ ل و ُ ا لا ُ و ن ي َ ب َ و او ُ ح َ ل ْ ص َ ا َ و او ُ ب ا َ ت َ ن ي ِ ذ ل ا لا ِ إ ُ و ا َ ف ا ُ و ت َ ا َ ك ِ ئ َ ل ْ م ِ ه ْ ي َ ل َ ع ُ ب ج ُ م ي ِ ح ر لا ُ ب ا َ و ت لا ا َ ن َأ َ و ِ إ ت ا َ م َ و او ُ ر َ ف َ ك َ ن ي ِ ذ ل ا ن ُ و ُ و ا َ ف ٌ ر ا ف ُ ك ْ م ُ ه َ و ا ْ م ِ ه ي ْ ِ َ ل َ ع َ ك ِ ئ َ ل ِ س ان لا َ و ِ ة َ ك ِ ئ َ ل َ م ْ ل ا َ و ِ لله ا ُ ة َ ن ْ ع َ ل َ ين ِ ع َ ْ م َ ا ا َ ه ي ِ ف َ ن ي ِ د ِ ل ا َ خ ج َ ن و ُ ر َ ظ ْ ن ُ ي ْ م ُ ه لآ َ و ُ ب ا َ ذ َ ع ْ ل ا ُ م ُ ه ْ ن َ ع ُ ف ف َ ُ يُ لآ َ و öldürmeyi, putlara kurban etmeyi, kızlarını diri diri mezara gömmeyi, iskât - ı cenîn etmeyi, bu sûretle de kendi nesillerini kendilerine kırdırmayı, bir iktisâd, bir akıl, bir nâmûs ve bir dîn işi gibi iyi bir şey' olarak telkîn etdiler v e bunu da iki maksad için yaptılar" ma'nâsı anlaşılır (Elmalılı, C 3 ss 2063) Mecâz olarak alınırsa, ma'nevî benliği yok etme ( öldürme ) ma'nâsı anlaşılır ki bu ma'nâya göre de, İns ve cin şeytanları, müşriklerden çoğuna, "Hayır, gece g ündüz (işiniz) hilekârlık idi Bize de Allâhı inkâr etmemizi, O'na ortaklar koşmamızı emr ediyordunuz" (Sebe', 33) âyet - i kerîmesinin ifâdesine göre binbir türlü hîle ve desîse ile; "Sakın şu Kur'ân'ı dinlemeyiniz Okundukca gürültü ediniz Belki gâl ib gelirsiniz (susturursunuz) " (Fussılet, 26 ) âyet - i kerîmesinin ve bunlar gibi diğer âyet - i kerîmelerin ifâdesine göre de, akla hayâle gelmedik baskılar ile, "Beyinlerini yıkayarak hakk yoldan döndürüp kendi çocuklarını, kendi nesillerini helâke götürmeyi, onları Sırat - ı müstekîm’den, İslâm yolundan uzaklaştırmayı, boş ve faydasız şeyler ile meşkul edip hakîkatleri, göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle getirmeyi, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için iyi bir şey' imiş gibi telkîn etdiler ve bu nu da iki şey' için yaptılar " ma'nâsı anlaşılır ki bu şekilde bir öldürme, maddî varlıklarını öldürmeden daha şedîddir Çünkü birinci şekilde öldürülen evlatların cennetlik olma durumları vardır İkinci şekilde öldürülen (hakîkatleri göremez, işitemez, a nlayamaz bir hâle getirilip şuursuz bir şekilde körü körüne İslâm düşmanlığı yapan, ins ve cin şeytanlarının istediği bir nesil hâline getirilen) evlâtların ise, - hakk yola yönelip kendilerini kurtaramazlarsa - ebedî olarak cehennemlik olma durumu vardır İçinde yaşadığımız bu zamanda ise, her iki şekli de, her zaman ve her yerde, muhtelif şekillerde görmek mükündür Bize düşen görev ise, İslâmî hakîkatleri, yapabildiğimiz kadar teblîğ edip gözler önüne sermekdir Dîn - i Tevhîd Seddi 76 “O kimseler ki, bizim inzâl etdiğimiz bey yine’leri ve (Allâh’ın emrine, hukümlerine, irşâdına ve bunlara îmân etmenin, ittibâ’ etmenin vücûb’una delâlet eden ve ayn - ı hidâyet, mahz - ı hidâyet olan) âyet ve delîl’leri, - biz bunu insanlar için Kitâb’da açık bir şekilde beyân etdikden sonra - ketm ede rler (gizlerler) İşte onlar (ın hâli): Onlara, hem Allâh lâ’net eder, hem lâ’net etmek şânından olan (melekler ve insanlar) lâ’net eder” “Ancak tevbe edenler, tevbe edib de islâh - ı hâl edenler, islâh - ı hâl edib de ketm etdiği hakîkatleri beyân edip neşr edenler (yok mu?), işte ben de bunların tevbelerini kabûl ederim, (ve kendilerini lâ’net’den istisnâ’ ederim) (Çünkü) Tevvâb olan da, Rahîm olan da ancak benim” “ (Tevbe etmeyib de) küfürlerinde sâbit olanlar ve bu hâl üzere ölenler (yok mu?), o nlar kâfir’lerdir ki işte, Allâh’ın, meleklerin ve bütün insanların lâ’neti onların üstündedir” “ (Onlar), onun (o lâ’net’in yâhud Cehennem’in) içinde ebedî olarak kalırlar Onlardan ( ile’l - ebed) ne azâb hafifletilir, ne de kendilerinin yüzlerine bakı lır, (onlara hiç bir mühlet ve müsâade de verilmez)” 121 Azâb - ı İlâhî’nin şiddeti ve ilâhî rahmetin genişliği Allâhü Teâlâ’nın ve peygamberlerinin emir ve nehiylerini tanımayıp dâimâ isyankâr bir şekilde yaşayan insanlar hakkındaki azâb - ı ilâhî, - aşağıdaki âyet - i kerîme’lerde belirtildiği gibi - hem çok şiddetli, hem de süreklidir : 121 - Bakar a , 159 - 162 Dîn - i Tevhîd Seddi 77 َ ا ل ِ د َ لا ِ ب ْ ل ا ِ في ا ْ و َ غ َ ط َ ن ي ِ ذ َ د ا َ س َ ف ْ ل ا ا َ ه ي ِ ف او ُ ر َ ث ْ ك َ أ َ ف ب َ ص َ ف َ ل َ ع ٍ ب ا َ ذ َ ع َ ط ْ و َ س َ ك ب َ ر ْ م ِ ه ْ ي ِ د ا َ ص ْ ر ِ م ْ ل ا ِ ب َ ل َ ك ب َ ر ن ِ إ “Bütün bunlar (Âd, Semûd, Firavn ve benzeri kavimler), memleketler (in) de azgınlık edenlerdi (Her biri kuvvetlerine mağrur, arzularına tâbi’ olarak bulundukları memleketlerde hakk ve adâlet hudûdlarını aşıp halkın ve Hâlik’ın hukukuna tasallut ve tecâvüzde ile ri gitmişlerdi) ” “O suretle ki oralarda (dâhilen ve haricen) fesâdı (küfrü, şirki, katli, fuhşu, zulmü , isrâfı ve benzeri ahlâksızlıkları) çoğaltmışlardı” “Bundan dolayı Rabb’in de üzerlerine bir azâb kamçısı yağdırıverdi (Her birinin üzerine azâbdan bir kamçıyı döker, yağdırır gibi ardı arası kesilmeyen büyük bir şiddet ve darbeler ile indirip çarpıverdi) ” “Çünkü senin Rabb’in, şübhesiz rasad yerindedir (her şey’i her an gören ve bilendir) ” 122 ُ م ْ س ِ لا ا َ س ْ ئ ِ ب ْ ا َ د ْ ع َ ب ُ ق و ُ س ُ ف ْ ل ا ِ لا يم َ ا ِ ن َ ن و ُ م ِ ل ا ظ لا ُ م ُ ه َ ك ِ ئ َ ل ْ و ُ أ َ ف ْ ب ُ ت َ ي ْ لَ ن َ م َ و “Îmândan sonra fâsıklık ne kötü addır Kim (Allâh’ın yasak ettiği şey’lerden yüz çevirip ) tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir” 123 ُ ر َ ف َ ك َ ن يذ ل ا ِ لله ا َ د ْ ن ِ ع ِّ ب ا َ و د لا ر َ ش ن ِ إ ْ ؤ ُ ي لآ ْ م ُ ه َ ف او َ ن و ُ ن ِ م “Allâh katında, yer yüzünde yürüyen (yaşayan) hayvanların en şerlisi ve en kötüsü, kâfir olanlardır Çünkü onlar, (Allâh’a) îmân etmezler” 124 122 - Fecr, 11 - 14 123 - e ucurât, 11 Dîn - i Tevhîd Seddi 78 َ ين ِ ك ِ ر ْ ش ُ م ْ ل ا َ و ِ ب ا َ ت ِ ك ْ ل ا ِ ل ْ ه َأ ْ ن ِ م او ُ ر َ ف َ ك َ ن ي ِ ذ ل ا ن ِ إ ن َ ه َ ج ِ ر ا َ ن ِ في ا َ ه ي ِ ف َ ن ي ِ د ِ ل ا َ خ َ م ط َ ك ِ ئ َ ل ْ و ُأ ِ ة ي ِ َ بِ ْ ل ا ر َ ش ْ م ُ ه ط ن ِ إ ِ ت ا َ ِ لْ ا ص لا او ُ ل ِ م َ ع َ و او ُ ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ا لا ِ ة ي ِ َ بِ ْ ل ا ُ ر ْ ي َ خ ْ م ُ ه َ ك ِ ئ َ ل ْ و ُأ ط “Hakîkat, Kitâblı’lardan olsun, Müşrik’lerden olsun küfr edenler (in hepsi), Cehennem ateşindedirler ; onlar, onun içinde ebedî kalıcıdırlar Yaratılanların en kötüsü de onların ta kendileridir ” “Îmân edib de güzel güzel amel (ve hareket) de bulunanlar (a gelince), Hiç şübhe yok ki bunlar da yaratılanların en hayırlısıdır ” 125 Bunlar gibi âyet - i kerîme’lerin ifâde buyurduğu hakikatlere kulak verip kötü ve şerli insanlardan olmamak için, ُ ق ِ لله ا ِ ة َ ْ حْ َ ر ْ ن ِ م او ُ ط َ ن ْ ق َ ت لآ ْ م ِ ه ِ س ُ ف ْ ن َ ا َ ى ل َ ع او ُ ف َ ر ْ س َ ا َ ن ي ِ ذ ل ا َ ي ِ د ا َ ب ِ ع ا َ ي ْ ل ط ُ ر ِ ف ْ غ َ ي َ لله ا ن ِ إ ن ذ لا ُ و ً ِ ً ا ع ي ِ َ م َ ب ط و ُ ف َ غ ْ ل ا َ و ُ ه ُ ه ن ِ إ ُ م ي ِ ح ر لا ُ ر “ (Yâ Muhammed, tarafımdan onlara) de ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden (günahkâr ) kullarım Allâh’ın rahmetinden ümid kesmeyin (Eğer şirk’den ve küfür’den sakınır ve günahlarınıza tevbe ederseniz) Allâh bütün günahlarınızı bağışlar Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir” 126 ُ م ُ ك َ ي ِ ت ْ ا َ ي ْ ن َأ ِ ل ْ ب َ ق ْ ن ِ م ُ ه َ ل او ُ م ِ ل ْ س َ ا َ و ْ م ُ ك ِّ ب َ ر لى ِ إ او ُ ب ي ِ ن َ ا َ و َ ن و ُ ر َ ص ْ ن ُ ي لآ ُ ثُ ُ ب ا َ ذ َ ع ْ ل ا “Size azâb gelib çatmadan Rabb’inize dönün O’na teslim olun Sonra size yardım edilmez” 127 124 - Enfâl, 55 125 - Beyyine, 6 - T 126 - Zümer, 53 127 - Zümer Sûresi, âyet 54 Dîn - i Tevhîd Seddi 79 َ لا ْ م ُ ت ْ ن َ ا َ و ً ة َ ت ْ غ َ ب ُ ب ا َ ذ َ ع ْ ل ا ُ م ُ ك َ ي ِ ت ْ ا َ ي ْ ن َأ ِ ل ْ ب َ ق ْ ن ِ م ْ م ُ ك ِّ ب َ ر ْ ن ِ م ْ م ُ ك ْ ي َ ل ِ إ َ ل ِ ز ْ ن ُ ا ا َ م َ ن َ س ْ ح َ ا او ُ ع ِ ب ت ا َ و َ ن و ُ ر ُ ع ْ ش َ ت “Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azâb gelmezden önce Rabb’inizden size indirilenin en güz eli (olan Kur’ân - ı Kerîm’e ve peygamberlerin en hayırlısı olan Hazreti Muammed) e uyun” 128 âyet - i kerîmelerinde belirtilen azâb - ı ilâhî gelmeden, kuş kafesden uçmadan, sâhip olduğumuz yüce imkânlar elden gitmeden, hayât son bulmadan, sonunda da - Eyvâ h, aldanmışım , aldatılmışım - demeden, bütün varlığımızla ve sâhib olduğumuz bütün imkânlarımız ile yüce Rabb’i mizin sonsuz rahmet ve merhametine sığınıp O’na yönelerek, O’nun emir ve nehiylerine kayıtsız şartsız teslim olarak Din - i Tevhit Seddi ’ni yeniden inşâ’ edip maddî ve ma’nevî değerlerimizi yeniden hayâta geçirmeliyiz ki şu güzel vatanımızda varlığımız devam etsin Bu suretle de - her taraftaki fitne ve fesâd unsurlarına rağmen - dün yanın sulh ve sükûnu bozulmasın Değişim isteyen Dec câl’lerin fikir ve telkinlerine uymak Şu güzel vatanımızda, çeşitli inanç , görüş, düşünce ve fikirlere sâhip kimseler in , her gün , çağın gereklerine göre bir değişimden söz et tiklerini ve bunun gerekli ve zarûrî olduğu tezini savun duklarını üzüntü ile görüp şâhit oluyoruz Fakat maddî ve ma’nevî değerlerimizin yeniden hayâta geçirilm esi konusunda hiçbir şey’ söyle me diklerini de yine esefle görüp şâhit oluyoruz İşte işin en tehlikeli ve olumsuz tarafı budur 128 - Zümer Sûresi, âyet 55 Dîn - i Tevhîd Seddi 80 Böyle bir durum karşısında K ominizm ’ in z ulmünden kurtulan Türkî devletler gibi veyâ Kapitalizm ’ in aldatıcı sultasından kurtulan İslâm devletleri gibi - Deccâl’lerin fikir ve görüşleri doğrultusunda - bir batak lıktan çıkıp başka bir bataklığa mı gir e lim Yoksa bir b ataklıktan çıkıp Cennet gibi bu v atan toprakları üzerinde tam bir teslîmiyyet ile Yaratana yönelip O’nun kânunlarına göre insanca mutlu yaşamanın yollarını mı tut alı m Elbette ki a kl - ı selim, insanca yaşamanın doğru ve güzel bir yol olduğunu gösterir Bu güzel bir şey’dir ama , bu yol daki ölçü ne olmalı? H içbir zaman yanılma ve yanlış yapma vasfından kurtulamayan insan oğlunun iyi ve güzel olduğunu zann ettiği beşerî sistemler, doktirinle r ve rejimler mi olmalı? Yoksa maddî ve ma’nevî değerlerimizin tek koruyucusu her türlü noksan sıfa tlardan uzak bulunan Allâhü Teâlâ’nın - peygemberi vasıtası ile - bizlere bildirip teblîğ ettirdiği ilâhî sistem ve ilâhî kanunlar mı olmalı? Bunlardan doğru olanı tercih edebilmek için, dünyâda v e âhiretde maddî ve ma’nevî her derd imize şifâ olan Kur’â n - ı Kerîm ’in şu âye tleri karşısında , elimizi başımız a koyup düşünmek ve “ Ma’rifetü’llâh : Allâh’ı bilme ve O’na inanma duygusu ” ile bezenip “H aşyetü’llâh : Allâh korkusu ” ile dolarak ي َ ا ْ ن َ ت ْ ل َ و َ ه ل لا او ُ ق ت ا او ُ ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ا ا َ ه ي َأ ْ ر ُ ظ َ ق ا م ٌ س ْ ف َ ن ٍ د َ غ ِ ل ْ ت َ م د ج َ ه ل لا او ُ ق ت ا َ و ط َ ه ل لا ن ِ إ َ ن و ُ ل َ م ْ ع َ ت ا َ ِ بِ ٌ يْ ِ ب َ خ “Ey îmân edenler, Allâh’dan korkun (Nifaktan, münâfıklardan, küfürden, kâfirlerden, zulümden, zâlimlerden, Şeytan’ın şeytânetiyle o kötü âkıbete düşmekten sakının, Dîn - i Tevhîd Seddi 81 Allâhın v ikâyesine - korumasına - sığının da her işinizde O’nun emir ve nehiylerini yerine getirerek ıkâbından - az âbı ndan - korunun) Herkes, yarın için, önden ne göndermiş (arkasına ne b ı rakmış) olduğuna baksın, Allâh’ın emrine muhâlefetden korkun da hukmüne râzı olun , fenâlık yapmayın, kötülüklerden korunun Çünkü Allâh, ne yaparsanız hakkıyle haberdardır” 129 emrinin gereğini yerine getirerek hiç bir şey’in ve hiç bir kimsenin zerre kadar fayda vermeyeceği o büyük imtihan günü ne hazırlanmak duygu ve inancına sâhip olmak lâzımdır Bu da ancak beşerî ( ْ ب َ لا ِ ك ْ ن ِ ا ) inkilâb ’ lardan vaz geçip ilâhî ( ْ ب َ لا ِ ق ْ ن ِ ا ) ink ılâb ’ lar yapmak suretiyle mümkün olur ki o da ancak her yönden zayıflamış olan Din - i Tevhit Seddi ’ni, milletçe yeniden inşâ’ etmekle mümkün ol ur Her ne kadar kendi beşerî sistem ve kân û nlarını tatbik eden bir toplumun , َ ن و ُ ح ِ ل ْ ص ُ م َ ا ه ُ ل ْ ه َ ا َ و ٍ م ْ ل ُ ظ ِ ب ى َ ر ُ ق ْ ل ا َ ك ِ ل ْ ه ُ ي ِ ل َ ك ب َ ر َ ن َ ا ك ا َ م َ و "Senin Rabb'in, - ehâlisi (birbirini) islâh edip dururken, (biribirlerinin haklarına riâyet e derlerken) - o memleketleri sırf küfür, şirk ve zulüm yüzünden (hemen) helâk edecek değildi ya" 130 âyet - i kerîme ’sinde önemle belirtidiği gibi , 129 - Haşr, 18 130 - Hûd, 117 Bu husûs, "Cenâb - ı Hakk'ın rahmetinin genişliğinden ve kendi haklarındaki lûtuf ve müsâmahasındandır Bunun için hak lar tezâhüm ettiği ( toplanıp bir araya geldiği ) vakit, fukahâ', evvelâ kul hakkını nazar - ı i'tibâra alır" denilmiş; bu esâsa binâen de "Mülk, küfr ile yaşayabilir, fakat zulm ile, ahlâksızlık ile aslâ yaşayamaz" buyurulmuşdur Kur'ân - ı Hakîm ve Meâl - i Kerîm, C 1 ss 343 Hasan Basri Çantay Dîn - i Tevhîd Seddi 82 Allâhü Teâlâ’nın kullarına olan sonsuz rahmetinin bir eseri olarak , refah, küfür , şirk , fesâd ve fısk - u füc ûr içinde yaşaması bir müddet mümkün olursa da , her an dinden ve diyânetten uzaklaşarak ma’nevî ve ahlâkî yönden her gün her saat aşağıların aşağısına hızla giden bir toplumun yaşaması mümkün olmaz Eğer , her biri kuvvetlerine mağrur, arzularına tâbi’ olarak bulundukları memleketlerde hakk ve adâlet hudûdlarını aşıp halkın ve Hâlik’ın hukukuna tasallut ve tecâvüzde ileri giden; dâhilen ve haricen fesâdı , küfrü, şirki, katli, fuhşu, zulmü , isrâfı ve benzeri ah lâksızlıkları diledikleri gibi yaşayan bir t oplumun yaşaması mümkün olsaydı , âyet - i kerîme’lerde ifâde buyurulan toplumlar, helâk olup gitmezlerdi: Hele hele B atılılar böyle istiyor, demokrasinin, lâikliğ in , özgürlüğün, çağın ve insan haklarının gereği budur gibi bir bahâne ile Allâhü Teâlâ’nı n “Ey îmân edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız” 131 dediği düşmanlarımızın isteklerini yerine getirerek ve gûyâ insan ha klarını koruyor görünerek idâmı kaldırıp şiddeti, hukuk nâmına hukuksuzluğu, fısk - u fücuru, fuhşu ve benzeri ahlâksızlıkları se rbest bırakarak meydanı boş bırakmak, o toplumun helâkine sebeb olmaktan başka bir netîce doğurmaz Cenâb - ı Hakk, yapacağı veyâ yapmayacağı bir işte acele etmez, fakat o işi ihmâl de etmez Bu O’nun hıkmetinin ve ilâhî kânununun bir gereğidir Çünkü Cenâb - ı Hakk, âyet - i kerîme’ lerinde şöyle buyurmaktadır: َ ا ه َ ا ن ْ ر م َ د َ ف ُ ل ْ و َ ق ْ ل ا َ ا ه ْ ي َ ل َ ع ق َ َ لْ َ ا ه ي ِ ف ا ُ و ق َ س َ ف َ ف َ ا ه ي ِ ف َ ر ْ ت ُ م َ ا ن ْ ر َ م َ ا ً ة َ ي ْ ر َ ق َ ك ِ ل ْ ه ُ ن ْ ن َأ َ ا ن ْ د َ ر َ ا ا َ ذ ِ إ َ و ٍ ح ُ و ن ِ د ْ ع َ ب ْ ن ِ م ِ ن و ُ ر ُ ق ْ ل ا َ ن ِ م َ ا ن ْ ك َ ل ْ ه َ ا ْ م َ ك َ و ً ا يْ ِ م ْ د َ ت ط 131 - Mümtehıne, 1 Dîn - i Tevhîd Seddi 83 "Biz b ir memleketi helâk etmek istediğimiz vakit onun ni'met ve refahdan şımarmış elebaşılarına (ileri gelenlerine, Allâh'a, peygambere ve Kur'ân'a itâati) emr ederiz de onlar orada (bu emrimize rağmen) itâatden çıkarlar (Emirlerimizi dinlemiyerek isyanlarını, fısk - u fücûrlarını artırırlar da kendi hevâ ve heveslerine uyarlar) Artık o (memlekete) karşı azâb hakk olmuşdur İşte biz onu kökünden mahv - ü helâk etmişizdir" "Nûh ( devrin) den sonra nice asırlar (halkını) helâk etdik , (helâk ettiğimiz gibi) " 132 َ و ْ م ُ ه َ ض ْ ع َ ب َ س ان لا ِ ه ّ ل لا ُ ع ْ ف َ د َ لا ْ و َ ل ِ ب َ ب َ ل َ و ُ ض ْ ر َ ل ا ِ ت َ د َ س َ ف ل ٍ ض ْ ع ى َ ل َ ع ٍ ل ْ ض َ ف و ُ ذ َ ه ّ ل لا ن ِ ك َ ين ِ م َ ل ا َ ع ْ ل ا “Eğer Allâh, insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile önleyip (def’ edip) savmasaydı, yer yüzü muhakkak fesâda uğrardı, (nizam ve intizâmı bozulurdu ) ” 133 َ لا ْ و َ ل َ و ْ ت َ م ِّ د ُ لَ ٍ ض ْ ع َ ب ِ ب م ُ ه َ ض ْ ع َ ب َ س ان لا ِ ه ل لا ُ ع ْ ف َ د ٌ ت ا َ و َ ل َ ص َ و ٌ ع َ ي ِ ب َ و ُ ع ِ م ا َ و َ ص ُ د ِ ج ا َ س َ م َ و ِ ه ل لا ُ م ْ س ا ا َ ه ي ِ ف ُ ر َ ك ْ ذ ُ ي ً ا يْ ِ ث َ ك ط ُ ه ُ ر ُ ص ن َ ي ن َ م ُ ه ل لا ن َ ر ُ ص ن َ ي َ ل َ و ط ٌّ ي ِ و َ ق َ ل َ ه ل لا ن ِ إ ٌ ز ي ِ ز َ ع “Eğ er Allâh, ba’zı insanların (şerrini, diğer) ba’zısı ile def’ etmeseydi, içlerinde Allâh’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler, muhakkak yıkılıp giderdi (Dînine) yardım edenlere elbet Allâh da yardım eder Şübhesiz ki Allâh, Kavi ve Azîz’dir, (güçlüdür ve gâlibdir)” 134 132 - İsrâ', 16 - 17 133 - Bakara, 251 134 - Hacc, 40K Dîn - i Tevhîd Seddi 84 İnanılması ve yerine getirilmesi gerekli dört ana şart Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki , َ ن ي ِ ذ ل ا َ و ل ِ م َ ع َ و او ُ ن َ م آ ُ و ن َ م آ َ و ِ ت ا َ ِ لْ ا ص لا ا ُ و ن ِ م ق َ ْ لْ ا َ و ُ ه َ و ٍ د م َ ُ مُ ى َ ل َ ع َ ل ِّ ز ُ ن ا َ ِ بِ ا ِ ِّ بِ ر ْ م لا َ ئ ِّ ي َ س ْ م ُ ه ْ ن َ ع َ ر ف َ ك ْ م ُ َ لَ ا َ ب َ ح َ ل ْ ص َأ َ و ْ م ِ ِ تِ ا “ (Allâhü Teâlâ), îmân eden, sâlih amel işleyen, Muhammed - aleyhi’s - selâm - a indirilene (vahy edilene) inanan ve (bu vahy edilen şey’lerin) Rabb’lerinden gelen bir hakk (ve gerçek) olduğun a (şeksiz şübhesiz) îmân eden kimselerin günahlarını yarlığamış (bağışlamış) ve hallerini iyileştirmişdir” 135 âyet - i kerîme ’sin de ifâde buyurulan şu dört ana esâs , îmânın tam ve kâmil olmasını açık bir şekilde ifâde edip gözlerimizin önüne ap - açık bi r şekilde sermektedir : 1 - Î man etmek, 2 - S âlih amel işlemek, 3 - Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm ’a vahy edilene inanmak , 136 4 - Hazreti Muhammed aleyhi’sselâm ’a vahy edilen Kur’ân’ın hakk ve gerçek olduğuna inanmak tır 135 - Muhammed, 2 136 - Son zamanlarda , “ Dinler arası uzlaşma ve Hoşgörü felsefesi nâmı altında ” siyâsî ve şeytânî kelime oyunları ile Müslümân'ların inanç ve yaşayışlarına bir takım şübheler sokarak kendi inanç ve mel'ûn emellerini gerçekleştirmeye çalış anların, Kelime - i Tevhi d ’in ikinci rüknü olan “Muhammedü’r - Rasûlü’llâh” ilkesini, (farzını) kabullenmediklerini esefle görüyür ve şâhit oluyoruz ki böyle bir fi kir empozesi, âyet - i kerîme’de belirtilen üçüncü şarta tamamen aykırıdır Dîn - i Tevhîd Seddi 85 Bu sûretle bu dör t ana şarttan birisinin eksik olması halinde o îmânı n sahih ve makbûl olmayacağı husûsu, açık bir şekilde ifâde buyurulmuştur Ne yazıktır ki son zamanlarda Müslümân’ım diyen bir çok kimse ler , ilk üç şartı kabul edip amel etmeye çalıştığı halde dördü ncü şart olan Kur’ân’ın hakk ve gerçek olduğu hus unda büyük hatalar yaparak - Tunus, Mısır, Yemen, Libya, Irak, Sûriye , Ürdün , Afkanistan,Pakistan gibi İslâm memleketlerinde - Kur’ân’ın emrettiği konuların dışında bir takım kurtarıcılar , liderler, önderler , düzenler, sistemler , rejimler aramakta ve demokrasi, özgürlük, lâiklik gibi İlâhî olmayan - İslâm’a zıt - beşerî sistemlere gönül vermekte ve bir takım anarşik davranışlar ile onların gerektirdiği şey’leri her zaman hayâta geçirmeye çalışmaktadır Bunun için b öyle bir îmânın kabul olunmayacağı husûsu, bir çok âyet - i kerîme ve hadîs - i şerîf’lerde açık bir şekilde ifâde edilmiş ve şöyle denilmiştir: “Rasûlü’llâh aleyhi’s - selâm’ın taraf - ı ilâhî’den getirdiği ahkâmın cümlesine îmân etmek vâcib (farz) o ld uğu halde Kur’ân’a îmânın bu â yetde ayrıca zikr olunması; Kur’ân’a îmân etmedikçe , Kur’ân’ın gayriye îmânın kabul olunmayacağına ve Kur’ân’a îmânın; îmân edilmesi lâzım olan şey’lerin cümlesine îmânı mutazammın olduğuna işâret eder” “D iğer taraftan ( َ و ُ ه َ و َ ْ لْ ا ق ِ م ْ ن َ ر ِ ِّ بِ ْ م : Onlar, Kur’ân’ın Rabb’lerinden gelen bir hakk ve gerçek olduğuna şeksiz şübhesiz inanırlar ) cümlesi, Kur’ân’a îmânı te’kîd için vârid olmuştur Çünkü Kur’ân’ ın Rabb’leri tarafından hakk ve gerçek Dîn - i Tevhîd Seddi 86 olarak gönderilmiş bir kit â b olduğunu beyân etmek, Kur’ân’a îmânın vâcib olduğunu bir kat daha te’kîd eder” 137 Fert ve toplum hayâtındaki değişim nasıl olmalı? َ ي آ ْ م ِ ه ْ ي َ ل َ ع ْ ت َ ي ِ ل ُ ت ا َ ذ ِ إ َ و ْ م ُ ه ُ ب و ُ ل ُ ق ْ ت َ ل ِ ج َ و ُ لله ا َ ر ِ ك ُ ذ ا َ ذ ِ إ َ ن ي ِ ذ ل ا َ ن و ُ ن ِ م ْ ؤ ُ م ْ ل ا ا َ نَّ ِ إ ْ م ُ ه ْ ت َ د ا َ ز ُ ه ُ ت ا َ ن و ُ ل ك َ و َ ت َ ي ْ م ِ ِّ بِ َ ر َ ى ل َ ع َ و ً ا نا َ يم ِ ا ج “Mü’min’ler ancak onlardır ki Allâh (ın ismi) anıldığı zaman kalbleri yerinden oynar (yürekleri titrer ), karşılarında âyet’leri okununca (da bu, onların) îmân’larını artırır Onlar anca k Rabb’lerine dayanıp güvenirler” 138 Âyet - i kerîme’sinde ifâde buyurulan özelliklerini kaybeden fertlerin ve toplumların, yeniden bir değişim ile, yaşayış tarzlarında ve îmân esâslarında asla dönmelerinin şart olduğu husûsu dile getirilerek, “Sakı n siz onlar gibi olmayın, katı kalbli de olmayın, fâsık da olmayın Hakk’a yönelip O’nun emir ve nehiylerini tutarak yumuşak ve ince kalbli olun Tûl - i emel sâhibi olarak Yahûdî’ler gibi taş kalbli olmayın Çünkü fertler gibi toplumlar da zamanla dînî haya tlarında tavurdan tavra muhtelif devirler yaşayarak kocar ve özlerindeki îmân, ibâdet, ahlâk gibi özellikleri zayıflayıp yaşlanır ki böyle bir yaşayış içinde olan bir toplum, "Ba's - ü ba'de'l - mevt : öldükden sonra tekrar dirilme " gibi yeniden hayat kazanarak varlığını idâme ettirmek ihtiyacını duyar” denilmekte ve fert ve toplum hayâtındaki değişimin nasıl olması lâzım geldiği husûsunu en iyi ve en açık 137 - Hulâsatü’l - Beyân fî Tefsîri’l - Kur’ân,C 13 ss 5369 (Hâzin) Mehmed Vehbi 138 - Enfâl, 2 Dîn - i Tevhîd Seddi 87 bir şekilde gözlerimizin önüne sermektedir ki şu âyet - i kerîme’ler, bunun açık bir delilidir: َ ِ ا ِ ن ْ أ َ ي ْ َ لَ ِ ر ْ ك ِ ذ ِ ل ْ م ُ ه ُ ب و ُ ل ُ ق َ ع َ ش ْ َ تَّ ن َأ او ُ ن َ م آ َ ن ي ِ ذ ل ِ ل ِ ه ل لا ِّ ق َ ْ لْ ا َ ن ِ م َ ل َ ز َ ن ا َ م َ و لا َ لا َ و او ُ ن و ُ ك َ ي ُ ل ْ ب َ ق ن ِ م َ ب ا َ ت ِ ك ْ ل ا او ُ ت و ُأ َ ن ي ِ ذ ل ا َ ك ْ ا ُ م ِ ه ْ ي َ ل َ ع َ ل ا َ ط َ ف ْ م ُ ه ُ ب و ُ ل ُ ق ْ ت َ س َ ق َ ف ُ د َ م َ ل ط ِ م ٌ يْ ِ ث َ ك َ و ْ م ُ ه ْ ن َ ن و ُ ق ِ س ا َ ف “Î mân edenlerin, Allâh’ı ve Hakk’dan inen (Kur’ân’ı) zikr için, kalblerinin saygı ile yumuşaması zamânı hâlâ gelmedi mi ? Onlar, daha evvel kendilerine kitâb verilib de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalbleri kararmış (katılaşmış, nasîhat te’sîr etmez, hakka boyun eğ mez, Hakk neş’esi duymaz) bulunan (Yahûdî’ler ve Hrıstiyan) lar gibi olmasınlar Onlardan bir çoğu (dinlerinden çıkmış, kitâblarını terk etmiş) fâsıklardır” 139 ُ و ل ُ ق ا َ ن ْ ل َ ع َ ج َ و ْ م ُ ه َ ق ا َ ث ي ِ م ْ م ِ ه ِ ض ْ ق َ ن ا َ م ِ ب َ ف ً ة َ ي ِ س ا َ ق ْ م ُ ه َ ب ج “Onlar, (verdikleri) o k at’î te’mînâtı (Allâhü Teâlâ ile yaptıkları ahidlerini) çözüp bozmuş oldukları için biz de kendilerini rahmet’imizden koğduk ve kalblerini kaskatı yaptık” 140 Bu şekildeki i’kazlar karşısında bize düşen görev, Rabb’imize yönelip O’nun emir ve nehiyler ini kayıtsız şartsız yerine getirmeye çalışarak yeniden Tevhit Dîni İslâm ’ın etrâfında toplanıp birlik ve berâberlik içerisinde, - fitne, fesâd, terör, anarşi, tefrika, ihtilâf, şirk ve küfür hallerinden uzak - mutlu bir yaşam tarzına gönül vermektir 139 - Hadîd, 16 140 - Mâide, 13 Dîn - i Tevhîd Seddi 88 Ne mutlu böyle bir yaşam tarzına yönelip o yolda ömür tüketenlere… İslâm’a uygun bir anayasa nasıl olmalı? Ne t îce olarak tekrar tekrar şunu söylemeliyiz k i yukarıdaki âyet - i kerîme’ler de belirtilen azâb - ı ilâhî gelmeden, kuş kafesden uçmadan, sâhip olduğumuz yüce imkân ve ni’metler elden gitmeden, hayât son bulmadan, sonunda da - Eyvâh, aldanmışım , aldatılmışım, büyük bir gaflet içinde ömür tüketmişim - demeden, bütün varlığımızla ve sâhib olduğumuz bütün imkânlarımız ile yüce Rabb’i mizi n sonsuz rahmet ve merhametine sığınıp O’na yönelerek, O’nun emir ve nehiylerine kayıtsız şartsız teslim olarak, Zü'l - Karneyn vâsıtası ile - bir lûtf - ü ilâhî olarak - bize verilen bu yüc e ve şerefli vasfımızı korumak istiyorsak ve Ye'cûc ve Me'cûc denilen ik i fitne ve fesad topluluğunun şerrinden kurtularak dünyânın niza m ve intizamının devam etmesini arzu edi yorsak , yeniden Tevhîd D îni İslâm ’a sımsıkı sarılarak Allâhü Teâlâ'nın emir ve nehylerini yerine getirip her türlü küfür, şirk ve isyan yollarından uzak laşma mız ve Dîn - i Tevhîd Seddi 'ni yeniden inşâ’ edip maddî ve ma’nevî değerlerimizi yeniden hayâta geçirme k mecburiyetindeyiz Bunun için de, Türkiye Devleti’nin ilk Anayasa ’ sında olduğu gibi , “ Türkiye Cumhûriyyeti Devleti’nin dîni, Din - i İslâm’dır Re smî dili Türkçe’dir ” esâsına göre hareket edelim ki şu güzel vatanımızda varlığımız devam etsin B u da ancak “DİN - İ TEVHİD SEDDİ” ni , “MÜSLÜMAN TÜRK KUDRETİ” ni yeniden inşâ’ edip ihyâ’ etmekle mümkündür Dîn - i Tevhîd Seddi 89 Aksi taktirde, Müslüman Türk’lerin inkı râzı hâlinde , Dî n - i Tevhîd Seddi’nin yıkılması ve Ye ’cûc ve Me’cûc denilen fitne ve fesad topluluğunun yer yüzünü isti’lâ’ etmesi, kaçınılmaz bir net îce olur 141 Evet, böyle bir dönemeç , çok zor bir inkılâb , çok zor bir değişim ’ dir Çünkü, daha medenî o lma hevâ ve hevesine kapılarak İlâhî bir dayanağı olmayan inkilapcı, lâik, demokratik, özgür bir anlayış ile batılılaşma sevdâsı uğruna , kırk - elli yılı aşkın bir zamandan beri, “Bu Müslüman’ları kendi hâline bırakırsanız kısa bir zamanda birlik ve ber âberliklerini hayâta geçirip bu memlekette şerîat i’lân ederler Bunun önüne geçmek için önce dîn adamlarını me’mûr yaparak istediğiniz gibi yöneteceksiniz Sonra da Müslüman’ları muhtelif isim ler altında , uydurma tarîkat lar ve cemâatle r hâline g etirerek b unun önüne geçeceksi niz” “Ardından da - İrticâ’ hortluyor - yaygarasını kopararak bir takım tedbirler alıp buna mâni’ alacaksınız” fikri ni savunan ve yıllardır tatbikâta koyan nifak, şirk ve küfür erbabı kimselerin karşısında , böyle ilâhî bir ink ılâbı 141 - Dünyânın son zamanlarında hakkı bâtıla, iyiyi kötüye, doğruyu yanlışı birbirine karıştıran, hiç durmadan fitne ve fesâdı körükleyen, bu suretle de içinde bulundukları toplumların nizâm ve intizâmını bozan, gerşek olmayanı gerçek gibi gösteren hilekâr, yalancı, yaldızcı şerir deccâlvârî insanlar, - Allâh’a karşı isyan kâr olup kahr ile, cebr ile veyâ rızâ ile kutsallaştırılıp ma’bûd edinilen insan veyâ şeytan gibi kimseler - çoğalmış dır Bunlar, dünyâ târihinin son zamanlarında çokça görülecektir ki Kıyâmet alâmetlerindendir Bunun için Hazreti Muhammed aleyhi’s - selâm bu husûsda şöyle buyurmuştur ِ ل ا ج َ د لا َ ن ِ م ُ ر َ ب ْ ك َ ا ٌ ر ْ م َ ا ِ ة َ ع ا س لا ِ م َ ا ي ِ ق َ لى ِ ا َ م َ د آ ِ ق ْ ل َ خ َ ْ ين َ ب ا َ م "Âdem'in yaratıldığı zamandan beri, kıyâmete kadar, Deccâl'in şerrinden daha büyük bir fitne olmamışdır" Riyâzü’s - sâlihîn,C 3 ss 326 (1 846 nolu h ş ) Dîn - i Tevhîd Seddi 90 gerçekleştirmek , Rasûlü’llâh aleyhi’s - selâm ’ın câhiliyye devri insanlarını İslâm’ a yöneltmesi kadar zordur Ayrıca harp meydanlarında istedikleri neticeyi alamayan B atılıların , “Müslüman’ları zayıf düşürüp yenmenin tek bir yolu vardır O da onları Kur’ân’dan ve İslâm’dan uzaklaştırmaktır” diyerek Müslüman Türk kudretini zayıflatıp yok etmek için , “Biz bir Hristiyan’ız Fakat öyle bir Hristiyan ki bütün insanları seven ve herkese karşı âdil olmak isteyen bir Hristiyan İşte bu prens ipledir ki bir Hristiyan olarak Hazreti Muhammed’in kânununu tetkik ediyoruz” g ibi aldatıcı fikirler ile İslâm’ın usûl ve metot larını kullanmak sûretiyle, İslâm’ın içinde İslâm’ı yıkma yı; İslâm’ı bozup mensublarını bid’at, fesat, şirk ve küfür yollarına s aptırmayı ; doğru yoldan saptırıp dalâ letde bırakmayı; hakîkatleri göremez, işitemez, anlayamaz bir hâle getirmeyi ; demokrasi, özgürlük, lâiklik, hukukûn üstünlüğü gibi ilâhî bir dayanağı olmayan fikirleri durmadan empoze e tmeyi; Ortadoğu projesi gibi İslâm ’a ve Müslümân’lara zarar veren ve zulme , ihtilâfa , tefrikaya, izdırâba, ve sayısız sıkıntılara düşüren deccâlvârî sistemleri hayâta geçirmeyi; çağdaşlaşmak gereği olarak empoze eden ve yıllardır yaptıkları çalışmaların boşa gideceğini gören İslâm ve Müslü mân düşmanlarını , yeni bir gayrete sevk edecektir Fakat sâhip olduğumuz maddî ve ma’nevî kudretimiz , böyle bir inkılâbı gerçekleştirmeye ziyâdesi ile kâfi gelecektir Yeter ki her hâlimizle ve bütün varlığımız ile İslâm Dîni esâslarını, - muhtelif cem âat ve ehl - i bid’at görüşlerine göre Dîn - i Tevhîd Seddi 91 değil - , fıkıh kitablarımızda yazılı olan Ehl - i sünnet ve Cemâat esâslarına göre doğru bir şekilde öğrenip Allâhü Teâlâ’ya yönelerek O’nun yardımını dileyelim Aynı zamanda şu âyet - i kerîme’lerde ifâde buyurulan îmâ n, ihlâs ve takvâ kuvvetini de kalblerimize iyice yerleştitirip Rabb’imize güvenip dayanarak O’nun yardımını ve korumasını isteyelim ْ م ِ ِ نِ َ ا ِ يم ا َ ع َ م ً ا ن َ ا ِ يم ا ا ُ و د َ ا د ْ ز َ ي ِ ل َ ين ِ ن ِ م ُ ؤ م ْ ل ا ِ ب ُ و ل ُ ق ِ فِ َ ة ني ِ ك س لا َ ل َ ز ْ ن َ ا ى ِ ذ ل ا َ و ُ ه ط ِ لله ِ َ و ُ د ُ و ن ُ ج لا ِ ض ْ ر َ لا ْ ا َ و ِ ت َ ا و َ م س ط ً ا م ي ِ ك َ ح ً ا م ي ِ ل َ ع ُ لله ا َ ن َ ا ك َ و لا "Mü'minlerin yüreklerine - îmânlarını katmerli bir îmân ile artırsınlar diye - sekînetini ( kuvve - i ma'neviyyesini ) indiren O'dur Göklerin ve yerin bütün orduları Allâh'ındır Allâh, her şey'i h akkıyle bilendir, yegâne huküm ve hıkmet sâhibidir" 142 ِ ن َ ع ُ ه ل لا َ ي ِ ض َ ر ْ د َ ق َ ل ْ م ِ ِ بِ و ُ ل ُ ق ِ في ا َ م َ م ِ ل َ ع َ ف ِ ة َ ر َ ج ش لا َ ت ْ َ تَ َ ك َ ن و ُ ع ِ ي ا َ ب ُ ي ْ ذ ِ إ َ ين ِ ن ِ م ْ ؤ ُ م ْ ل ا َ ل َ ز ن َ أ َ ف ْ م ِ ه ْ ي َ ل َ ع َ ة َ ن ي ِ ك س لا ً ا بي ِ ر َ ق ا ً ح ْ ت َ ف ْ م ُ ه َ ب ا َ ث َأ َ و لا َ ِ ن ا َ غ َ م َ و َ ي ً ة َ يْ ِ ث َ ك ا َ ه َ ن و ُ ذ ُ خ ْ أ ط ً ا م ي ِ ك َ ح ا ً ز ي ِ ز َ ع ُ ه ل لا َ ن ا َ ك َ و “And olsun ki Allâh Mü’min’lerden - seninle ağacın altında bîat ederlerken - râzı olmuştur da kalblerindeki (sıtkı, ihlâ sı, vefâyı , takvâyı ) bilerek üzerlerine sekînetini (kuvve - i ma’neviyyesini) indir miş ve onları yakın bir feth ile” “ve alacakları bir çok ganimetlerle mükâfatlandırmıştır Allâh mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hıkmet sâhibidir” 143 142 - Fetih, 4 143 - Fetih, 1U - 19K Dîn - i Tevhîd Seddi 92 Bütün bunların neticesinde, Zü’l - karneyn ’in, gerek ferd olarak gerekse toplum olarak demir kütl eleri gibi salâbetli ( kuvvetli ve kudretli ) olan unsurlarımıza mazî de telkin edip akıttığı maddî ve ma’nevî “ Din - i Tevhit Seddi’ni : Tevhit Dîni’nin koruyucusu Müslümân Türk kudretini ” yeniden canlandırıp hayata geçirmenin dünyevî ve uhrevî mutluluğu, o nis bette hem güzel, hem büyük, hem de ebedîdir Bunun için de - aşağıdaki âyet - i kerîme’lere göre - teblîğ, gayret, tedbir ve çalışma bizden, muvaffakıyyet Allâhü Teâlâ’dandır ُ و ر َ ك َ م َ و ا ُ ه ّ ل لا َ ر َ ك َ م َ و ط ُ ر ْ ي َ خ ُ ه ّ ل لا َ و َ ن ي ِ ر ِ ك ا َ م ْ ل ا ع “ ( Yahûdî’le r ve Hristiyân’lar gizli) hîleye saptılar Allâh da onların o hîlekârlıklarına mukâbele etdi Allâh, bütün hilekârları hakkıyle bilendir” 144 َ ن و ُ م َ ل ْ ع َ ي لآ ِ س ان لا َ ر َ ث ْ ك َ ا ن ِ ك َ ل َ و ِ ه ِ ر ْ م َ ا َ ى ل َ ع ٌ ب ِ ل ا َ غ ُ لله ا َ و “Allâh emrinde (hâkim ve) gâlib’dir Fakat insanların bir çoğu (bunu) bilmezler” 145 ْ ل ا ُ غ لآ َ ب ْ ل ا لا ِ إ ا َ ن ْ ي َ ل َ ع ا َ م َ و ُ م ُ ين ِ ب “Bizim üzerimize (düşen görev), ap - açık bir teblîğ’den başka (bir şey’) değildir” 146 Netîce ve hamd - ü senâ’ Nu mutlu böyle bir sonuc a s âhib olmaya çalışan takvâ ve ihlâs ehli Mü’min ve Müslüman olan lara … 144 - Âl - iİmrân, 54 145 - Yûsüf, 21 146 - Yâsîn, 17 Dîn - i Tevhîd Seddi 93 Yâ Rabb, bizleri, bu ikrâr ile haşret K endisinde hayır görüp doğru yola ilettiğin ve beğenip seçtiğin kullarından eyle Kur’ân’ın yolundan , Rasûl’ünün sünnetinden ve onlara ihsâ n ile t âbi’ olup onların yolundan gidenleri n yolundan ayırma Doğru yola ilettiğin p eygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihler zümresine idhâl eyle Netîcede, Cennet’in kapısına varınca da, görevli melekler tarafından, َ ين ِ ن ِ م آ ٍ م لآ َ س ِ ب َ ا ه ُ و ل ُ خ ْ د ُ ا " Dünya hayâtında iken yaptığınız amellerin karşılığı olarak kazanmış olduğunuz Cennet’e), selâmetle, korkusuzca girin " 147 denilecek ve orada selâmına muhâtab olacak kullarından eyle Allâhümme salli alâ Muhammed'in ve alâ âl - i Muhammed'in fi'l - e vvelîne ve'l - âhirîn, ve fi'l - mele - i'l - a'lâi ilâ yevmi'd - dî n 148 Âmîn, âmîn, âmîn ve’l - hamdü li’llâhi Rabbi’l - âlemîn 147 - Hıcr, 46 148 - "Allâh'ım, Hazreti Muhammed'e, Muhammed'in âl ve etbâına, Dîn gününe kadar, Mele - i a'lâ'da, evvel ve âhirde salât eyle, (rahmet et)" Mele - i a'l â' : Büyük ve ileri gelen meleklerin toplandığı yer Refîk - i a'lâ' Dîn - i Tevhîd Seddi 94 ً ا د ا َ س َ ف لآ َ و ِ ض ْ ر لآ ْ ا ِ في ً ا ّ و ُ ل ُ ع َ ن و ُ د ي ِ ر ُ ي لآ َ ن ي ِ ذ ل ِ ل َ ا ه ُ ل َ ع ْ َ نج ُ ة َ ر ِ خ لآ ْ ا ُ ر ا د لا َ ك ْ ل ِ ت ط ُ ة َ ب ِ ق َ ا ع ْ ل ا َ و َ ين ِ ق ت ُ م ْ ل ِ ل "İşte âhiret yurdu! Biz onu yer yüzünde büyüklük ve fesad arzûsuna düşmeyeceklere veririz (En güzel) âkıbet müttekî'lerin (takvâ sâhiblerinin) dir" 149 149 - Kasas, 83 Dîn - i Tevhîd Seddi 95 F i h r i s t Dîn - i Tevhîd Seddi 1 Din - i Tevhîd Seddi 3 Besmele, Hamdele, Salvele 5 Ö n s ö z 7 Tevhîd Dîni İslâm ve Dînî Kimlik 11 Kur’ân Mutluluğu ve Dînî özgürlük 18 Deccâl’lerin telkin leri ve getirdiği felâketler 21 Gay r - i Müs limlerin âdetini benimsemek 25 Tefrîka ve zararları 27 Nasîhat ve Decc âlvârî insanların ce vabları 32 Kıyâme t alâmetleri hakkında birkaç söz 34 Zü ’l - Karneyn kıssası ve önemi 34 Zü’l - Karneyn’in ü çüncü seferi ve Türk toplumu 37 Demir gibi salâbetli olan ka lblere sekînet’in indirilmesi 41 Muhaddis Prof Kâmil M iras’ın tefsîrı 43 Tevhîd Dîni İslâm, bölünmez b ir bütündür 47 Din - i Tevhîd Se ddi’nin yıkılması ve şeytanın hî leleri 49 Müslüman Türk ’lerin inkirâzı ve neticesi 52 Müslüman Tü rk’lerin İslâm’a hizmetleri 56 Ahdini bozan milletlere düşmanların musallat edilmesi 59 İ slâmî bir idârenin özelliği 62 Y arat ılışımızın amacı 66 Mücrimlere verilen ruhsat 68 Dînî esâslara dayanmayan hukûmetlerin hâli 71 Azâb - ı ilâhî’nin şiddet i ve ilâhî rahmetin genişliği 76 Değişim isteyen Deccâl’lerin fikir ve elkinlerine uymak 79 Dîn - i Tevhîd Seddi 96 İnanılması ve yerine getirilmesi gere kli dört ana şart 84 Fert ve toplum hayâtıdaki değişim nasıl olmalı? 86 İslâm’a uyg un bi r anayasa nasıl olmalı 88 Netîce ve hamd - ü senâ’ 92 Fihrist 95 Özgeçmiş 97 Dîn - i Tevhîd Seddi 97 A Celâleddin Karakılıç 1929 yılında Talas’ da doğdu İlkokulu Talas ve Konya Ereğlisi’nde, Ortaokulu Kayseri ve Karaman Ortaokulunda ve Lise tahsîlini de Kayseri Lisesi’inde tamamladıktan sonra İ Ü Tıp Fakültesi’ne girmek üzere iken - bir lûtf - i ilâhî olarak - 1950 - 1951 ders yılında A Ü İlâhiyat Fak ültesi’ne devam edip 1954 yılında mezun oldu ve Trabzon İmam - Hatip Okulu Meslek dersleri öğretmenliğine atandı Aynı yıl vatanî görevini yapmak üzere oradan ayrıldı Yedek Subay olarak askerlik görevini tamamladıktan sonra Kayseri İmam - Hatip Okulu Meslek De rsleri Öğretmeni oldu 1958 - 1962 yılları arasında Hasbekli Hoca diye ma’rûf merhûm ve mağfûr Kurrâ’dan Hacı Hâfız Mü’min Akan’dan Kur’ân - ı Kerîm’in tecvîd ve ta’lîmini öğrendi Bu aradaki çalışmaları ile de "Tecvîd İlmi - Kur’ân - ı Kerîm Okuma kâideleri - " isimli kitâbını hazırladı Ayrıca yine Kurrâ’dan, Karabey’in Hâfız diye ma’rûf merhûm ve mağfûr Mehmed Karakılıç’dan da istifâde etdi Daha sonra da İlm - i Kırâat ile ilgili çalışmaları oldu 1962 - 1966 yılları arasında Kayseri İmam - Hatip Okulu Müdür ü, 1966 - 1968 yıllarında Niğde İmam - Hatip Okulu Meslek dersleri Öğretmeni, oradan tekrar Kayseri İ H O Meslek Dersleri Öğretmeni oldu 1971 - 1972 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı Dînî Hizmetler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Daire Başkanlığına atan dı Kendi isteği ile bu görevden ayrıldıktan sonra tekrar Kayseri İ H Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni oldu ve 1984 ders yılı sonunda aynı görevde iken emekli oldu Gerek memûriyet hayatında gerekse emekli olduktan sonra bir çok hayır işlerinde çalışt ı Fahrî vâizlik yapdı Evli ve 4 çocuk sahibi olup, hayatı boyunca İslâm’a, Müslüman’lara ve insanlığa hizmeti şiâr edindi BASILMIŞ ESERLERİ 1 - Tecvîd İlmi, ( Kur’ân - ı Kerîm Okuma Kâideleri) (6 Baskı) (17x24)=(204 Sayfa) 2 - Hz Muhammed aleyhi’s - selâ m’n Hayatı Eşsiz Ahlâk ve Fazîletleri (4 Baskı) (17x24) (12+728)=(740 Sayfa) 3 - Fıkıh Usûlü (2 Baskı) (17x24)=(532 Sayfa) 4 - Bâtıl Yollar içerisinde Doğruyu Arayanlara Hakk Yol (3 Baskı) (14 x20)=(96 Sayfa) 5 - İslâm’da İstişâre (2 Baskı) (14x20)=(60 Sayfa) 6 - Zamânımızda Tevhîd ve Şirk (5 Baskı) (14 x20)=(360 Sayfa) 7 - Kısa İlm - i Hâl Bilgileri (2 Baskı) (14 x20)=(212 Sayfa) 8 - Kıyâmet ve Kıyâmet Alâmetleri (2 Baskı) (14x20)=(288 Sayfa) 9 - Din - i Tevhîd Seddi 14x20)=(86 Sayfa HABERLEŞME ADRESİ A Celâleddin Kara kılıç Kiçiköy Mah Altıntepe Cd Gonca Sok No: 16 Talas - Kayseri Tel: ( 0352 ) 437 00 27 Dîn - i Tevhîd Seddi 98 َ ا َ و َ ة و َ ل ص لا او ُ م ا َ ق َ ا ِ ض ْ ر َ لا ْ ا ِ في ْ م ُ ه ا ن ك َ م ْ ن ِ إ َ ن ي ِ ذ ل ُ و تآ ا ِ ف و ُ ر ْ ع َ م ْ ل ا ِ ب او ُ ر َ م َ ا َ و َ ة و َ ك ز لا ْ ل ا ِ ن َ ع ا ْ و َ ه َ ن َ و ِ ر َ ك ْ ن ُ م ط ِ رو ُ م ُ لا ْ ا ُ ة َ ب ِ ق ا َ ع ِ لله ِ َ و “Eğer ( hayır ve îmân yolunu tercîh eden mü’min kullarımızın ) kendilerine , yer yüzünde bir iktidar mevkîi verirsek, onlar namazı dosdoğru kılarlar (ve kıldırırlar) , zekâtı verirler (ve verdirirler) , iyiliği emr e derler ve kötülükden vaz geçirmeye çalışırlar Her yapılan işin âkıbeti Allâh’a âiddir, (O, karşılığını tam olarak verir)” 150 َ ن ُ و ع ِ ج ْ ر َ ي ْ م ُ ه ل َ ع َ ل ِ َ بِ ْ ك َ لا ْ ا ِ ب َ ا ذ َ ع ْ ل ا َ ن ُ و د َ ا ن ْ د َ ل ْ ا ِ ب َ ا ذ َ ع ْ ل ا َ ن ِ م ْ م ُ ه ن َ ق ي ِ ذ ُ ن َ ل َ و “Biz, o en büyük azâbdan (âhiret azâbından) önce de onlara mutlakâ yakın azâbdan (katl, esâret, kıtlık, salgın hastalıklar ve düşman tasallutu gibi dünyevî azâblardan) tatdıracağız Tâ ki ric’at etsinler (küfür, şirk ve nifakdan îmâna dönsünler diye) ” 151 150 - Hacc, 41 151 - Secde, 21 İbn - i Abbâs radıye'llâhü anhümâ , bu husûsa işâretle, "Bir toplum, Allâhü Teâlâ'ya karşı olan ahdini bozarsa, Allâhü Teâlâ, o topluma düşmanlarını musallat eder" buyurmuşdur Taberânî Dîn - i Tevhîd Seddi 99 َ و ْ ن َ م َ ا ه ْ ن َ ع َ ض َ ر ْ ع َ ا ُ ثُ ِ ه ِّ ب َ ر ِ ت آيآ ِ ب َ ر ِّ ك ُ ذ ْ ن ِ مِ ُ م َ ل ْ ظ َ ا ط َ ن و ُ م ِ ق َ ت ْ ن ُ م َ ين ِ م ِ ر ْ ج ُ م ْ ل ا َ ن ِ م ا ن ِ إ “Kendilerine Rabb’inin âyetleri ile öğüt verilib de sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kimdir? Hiç şübhesiz ki biz günahkârlardan intik am alıcılarız” 152 152 - Secde, 22 ...